Liman krizi ‘küllendirilmeye’ çalışılıyor...

12 Aralık 2006

Devlet zirvesinde derin sarsıntılara, sert siyasi tartışmalara neden olan “liman atağı” AB Bakanlar Konseyi’nin önceki günkü toplantısında alınan kararla birlikte gerçekten “sözde” kaldı. Çünkü Türkiye önerisini yazılı değil, sözlü olarak AB Dönem Başkanlığı’na iletmişti. Liman atağı sözde kaldı ama tartışmaları devam ediyor. Olayın devlet zirvesinde ve üst bürokraside açtığı yara da...Şimdi artık bu sözlü önerinin zirvede açtığı yaraların sarılması gündemde. İyice gerilen Çankaya-Hükümet ve Hükümet-Genelkurmay ilişkilerinin normalleştirilmesi, yanlış anlamaların giderilmesi için adımlar atılacak. Dün yapılan Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısı bu bakımdan önemli bir zemin oluşturdu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile Başbakan Erdoğan ilk kez yüz yüze bu konuyu konuşma fırsatı elde ettiler. Neler konuşulduğu elbette açıklanmadı ancak iki tarafın da bu tatsız tartışmayı geride bırakmayı arzuladıkları biliniyor.Asker kanadı tartışmanın devamında yarar görmüyor. Genelkurmay Başkanı’nın geçen haftaki demeciyle söylenmesi gereken her şeyin kamuoyuna ifade edildiğini düşünüyor. Bundan sonrası için artık tartışmayı sürdürmenin yarar değil zarar getireceği görüşü hakim oluyor. Ortak görüş, olayı “küllenmeye” bırakmak yönünde.Dışişleri Bakanlığı Genelkurmay’ı bilgilendirdi mi bilgilendirmedi mi? Bilgilendirdi ise Genelkurmay Başkanı niye “televizyondan öğrendim” çıkışını yaptı? Yoksa bu bilgilendirme, limanlarla ilgili sözlü öneri AB Dönem Başkanı Finlandiya’ya iletildikten sonra mı oldu? Arzulanan bilgilendirme değil, karar sürecine katılmak mıydı?Artık gelinen noktadan sonra bu soruların öneminin ve geçerliliğinin kalmadığı düşünülüyor.İKİ KURUMUN İLİŞKİSİBilgilendirme krizi, devletin zirvesinde estirdiği sert rüzgarların yanı sıra Genelkurmay ile Dışişleri bürokrasisini de karşı karşıya getirmişti. Irak, Kıbrıs ve Ege gibi kritik dış politika konularında bugüne kadar son derece uyumlu bir ortak çalışma örneği sergileyen iki kurum arasında da güven sorunu yaratır mı kaygısı doğmuştu. Ancak her iki önemli kurumdaki ortak hava, ortak kanaat şu şekilde özetlenebilir:“Hayır, yaşanan bu tatsız olay güvensizlik yaratmaz. Bundan sonrası için bir problem kalmaz...” SABIR VE TAHAMMÜLÇankaya-Hükümet ilişkileri konusunda aynı iyimser havayı yansıtabilmek olanaksız. Çünkü o ilişkide ipler, çok önceden kopma noktasına gelmişti. Devletin rutin işleri aksamasın diye iki taraf da bir süre daha zorunlu olarak karşılıklı birbirlerine tahammül edecekler.Zaten hükümet bir süreden beri zorunlu olmadıkça Çankaya’ya atama kararnamesi dahi göndermemeye özen gösteriyordu. Çünkü, “Nasıl olsa veto edecek. Bekleyelim beş ay sonra yeni cumhurbaşkanı seçildikten sonra göndeririz” yaklaşımı hakim hükümette.16 Mayıs 2007’ye kadar gün sayılacak, sabredilecek...

Devamını Oku

Başbakan Genekurmay Başkanı’na neden kırıldı?

11 Aralık 2006

Liman atağının devlet zirvesinde yarattığı krizin nasıl atlatılabileceği henüz netleşmiş değil. Bu gelişmenin devlet organları arasındaki işleyişi önümüzdeki dönemde nasıl şekillendirebileceğini de bugünden bilemeyiz. Ama bugünkü durumda görünen şu ki, devletin tepesinde belki küslük yok ama güvensizliğin yanı sıra bir de derin kırgınlıklar oluşmaya başlamış durumda.Aslında zirvedeki güven bunalımı yeni çıkmış değil, öteden beri devam eden önemli bir sorun. Liman atağı ve “bilgilendirdin-bilgilendirmedin” tartışmaları bunu sadece derinleştiriyor. Bu son gelişme ayrıca, bugüne kadar kritik konularda örnek bir kurumsal işbirliği ve ortak çalışmanın yürütüldüğü Genelkurmay’la Dışişleri bürokrasisi arasındaki uyum ve güveni zedeleme tehlikesi de taşıyor. Başbakanlık ve Dışişleri kaynakları, “bilgilendirilmedik” açıklamalarını şiddetle reddediyor, “herkesin bilgisi vardı” diyorlar. Dahası son liman atağındaki önerinin 2005 yılının son MGK toplantısında değerlendirilen ve üzerinde mutabık kalınan planın bir parçası olduğu söyleniyor.Yani ne Cumhurbaşkanı Sezer için ne de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt için sürpriz olacak bir bir adımı yokmuş hükümetin.Buna rağmen niye tepki gösterildi?Başbakan Erdoğan’a yakın kaynaklara göre, Sezer ve Büyükanıt, televizyonlarda duyduklarını, basında okuduklarını dikkate aldılar. Duydukları belki kendilerine ürkütücü geldi, tereddüde düştüler. Medya kanalıyla tepki verme yolunu seçtiler.Peki son liman atağı gerçekten MGK’da belirlenen temel stratejinin bir unsuru ise ortalık niye bu kadar karıştı? Bilgilendirildim-bilgilendirilmedim tartışmaları yaşandı. Bu basit bir yanlış anlamadan mı ibaret?Hükümet kaynaklarına göre, “tamamen yanlış anlama.” Daha önce açıklanan Kıbrıs ve limanlar planı, son anda ambalajı değiştirilerek sözlü olarak yeniden devreye sokuldu. Bunda da niyet, dışarısının, AB tarafının kafasını karıştırmaktı. Ama ne yazık ki içerde kafa karışıklığı oluştu...Çankaya’nın ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın geçen hafta yaptıkları sert çıkışların hedefindeki Başbakan Erdoğan da “her şeyi size mi soracağım?” anlamına gelen çok sert bir üslupla yanıt gönderdi. Başbakan Erdoğan bu konuda kendisi bir açıklama yapmış değil ancak yakın çevresinin izlenimine göre özellikle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın Hürriyet’e verdiği demece üzülmüş, hatta kırılmış.Kendisine yakın kaynaklardan edindiğim izlenime göre Erdoğan muhtemelen şöyle düşünüyor:“Benimle her zaman görüşebilme imkanına sahip. Telefon mesafesindeyiz. Keşke bana yada Dışişleri Bakanı Abdullah Bey’e telefon etseydi, yanlış anlamayı giderirdik...” Bununla birlikte Erdoğan’ın gerilimin yumuşatılması konusunda bugünlerde bazı adımlar atabileceği konuşuluyor kulislerde. Bu bağlamda bugün yapılacak olan Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısı kritik önem taşıyor. Başbakan ile Genelkurmay Başkanı medya aracılığıyla yürütülen tartışmaların ardından ilk kez bir araya gelecekler.

Devamını Oku

Hükümet devleti kendinden ibaret sanıyor

10 Aralık 2006

Cumhurbaşkanlığı makamı ile hükümetler arasında tartışma, sürtüşme 1980 öncesinde de sonrasında da zaman zaman olagelmiştir. Ancak işler hiç bu boyutta bir krize dönüşmemişti. Hem bu seferki kriz sadece Çankaya ile Hükümet arasında değil, devlet kurumlarının tümüne yansımış durumda. 2001 Şubat’ındaki “Anayasa fırlatma krizi”nin bile çok ötesinde, tam anlamıyla bir devlet krizi yaşıyor Türkiye.Bu kriz bir günde, bir olayla çıkmış değil; derin bir birikimin, güvensizliğin sonucu. Hükümetin Kıbrıs atağı, bardağı taşıran son damla.Hükümetin Cumhurbaşkanı’na, Cumhurbaşkanı’nın da hükümete olan güvensizliği bilinmedik bir gelişme değildi. Aynı şekilde askerdeki güvensizlik de öyle.Hükümete ve AKP’ye güvensizliğin bugüne kadarki görünen kısmı, laiklikle ilgili hassasiyetlerdi. Şu anda açığa çıkan durum ise, Türkiye’nin stratejik temel politikaları konusunda hükümete duyulan güvensizliği ve kaygıları yansıtıyor. Hükümetin bu konularda her an “telafisi mümkün olmayan hatalar yapabileceği” düşüncesi, hem Çankaya’da hem de Genelkurmay’da hakim olan bir görüş.ASKERİN BAKIŞIİktidarın parlamento çoğunluğuna güvenerek, bu çoğunluğu abartarak kendini devlet yerine koyma eğilimlerinden rahatsızlık duyuluyor.Hükümetin Kıbrıs’la ilgili liman atağından çok daha önce sohbet ettiğimiz bir kuvvet komutanı bu rahatsızlığı aynen şu sözlerle özetlemişti:“İcra yetkisi, icrai karar yetkisi tabii ki hükümettedir. Ancak bu hükümet, devleti kendinden ibaret sanıyor. Kendini devlet yerine koyma eğilimi taşıyor. Yanlış olan, tehlikeli olan bu. Devlet başka bir şeydir, hükümet başka. Hükümetler gelip geçicidir. Devletin temel stratejik politika hedeflerini her hükümet kendine göre yorumlayıp, değiştirmeye kalkarsa, Türkiye ciddi problemlerle karşı karşıya gelebilir...” Sohbetimizin konusu Kıbrıs değildi. Irak, Kerkük, PKK ve Güneydoğu sorunlarıyla ilgiliydi. Ancak kuvvet komutanının sözleri mevcut duruma çok uyuyor.Çünkü Kıbrıs, Türkiye’nin temel devlet politikalarının en belirgin örneğidir. Ve bugüne kadar Kıbrıs politikasının belirlendiği yer hep Milli Güvenlik Kurulu olagelmiştir. Şimdi ise Hükümet ilk kez, bu yolun dışına çıkıyor...Çankaya’nın da Genelkurmay’ın da olaya tepkisinin, “bilgi verildi - verilmedi” tartışmasının gerisinde bu hassasiyet var.HÜKÜMETİN BAKIŞIYaşanan bu gelişmelerin ortaya koyduğu bir başka gerçek de güvensizliğin tek taraflı olmadığı. Hükümetin de Çankaya ve bazı devlet kurumlarına güvenmediği ortaya çıkıyor.Hükümet de muhtemelen bazı adımlarının engellenebileceği kaygısıyla, liman planını AB’den nasıl bir karşılık bulacağını net olarak görünceye kadar gizli tutma yoluna gidiyor.O yüzden de Finlandiya Başbakanı’nın, KKTC Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın haberdar olduğu liman atağı, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’ndan gizli tutuluyor. Fin haber ajansı Türkiye’nin liman atağını 7 Aralık sabahı bütün dünyaya duyuruyor. Ama aynı gün Çankaya Köşkü’nde yapılan Milli Komite toplantısında Başbakan, ne Cumhurbaşkanı Sezer’e ne de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’a bilgi verme gereği duymuyor. “Bilgilendirilmedik” yakınmalarına da “Çankaya’ya mı soracaktık” diye çok sert bir yanıt veriyor Erdoğan.Şu anda Ankara’da, devletin zirvesinde ipler tam anlamıyla gerilmiş durumda. AKP hükümeti döneminde zaman zaman yaşanan gerilim ilk defa ciddi bir krize doğru gidiyor.

Devamını Oku

İstihdam vergilerinin düşürülmesi gündemde

2 Aralık 2006

Devlet Bakanı Ali Babacan, Türk ekonomisinin bugün en önemli sorun noktalarından birinin kayıtdışılık olduğunu söyledi. Babacan’a göre, kayıtdışı ekonomi ile etkili mücadele için vergilerin, özellikle de istihdam vergilerinin bir miktar aşağı çekilmesi gerekiyor. Eğer 2007 yılında bütçede bir miktar gelir fazlası sağlanabilirse istihdam vergilerinde kademeli düşüş planı uygulamaya sokulacak.Dört günlük Avrupa turunun bitiminde Ankara’ya dönerken uçakta sohbet ettiğimiz Devlet Bakanı Babacan, sanayicilerin de çok yakındığı yüksek istihdam vergilerinin kayıtdışılık üzerinde etkili olduğunu belirtti.Babacan’ın bu konudaki görüşleri özetle şöyle:Kayıtdışının boyutuKayıtdışı ekonominin kesin boyutunu bilemiyoruz ama TÜİK’in istihdam verilerine bakıldığında çalışanların yüzde 50’sinin bir yerde kaydı yok. Çalışıyor görünüp de aldığı maaşın altında gösterilenler de yüzde 100 kayıtlı kabul edilemez, çünkü gösterilen maaşlar gerçek maaşın çok altında. Evet istihdam vergileri yüksek. Düşürmemiz gerekiyor. Onun detaylı analizini yaptık. İstihdam üzerindeki vergileri yüzde kaç düşürürsek toplam vergi gelirimiz ne kadar etkilenir; bir duyarlılık analizi yaptık. Yeni bitti o çalışmalar. Belli miktarda kayıp oluyor, sonraki yıllarda telafi oluyor, prim ve vergi tahsilatı yükseliyor. Ancak ilk düşüşü telafi edecek kaynağa ihtiyaç var. IMF’ye verdiğimiz niyet mektubuna bunu yazdık. Eğer 2007’de gelirler artarsa fazla kaynağı istihdam vergilerinin ve bankacılıkta aracılık maliyetlerinin düşürülmesi için kullanacağız, dedik. 500 milyon veya 1 milyar YTL fazla gelir olduğunda, orada ne kadar indirim yapılacağı yazılı. Bizim yaptığımız hesaplara göre istihdam üzerindeki toplam vergi ve prim yükünün 5 puan aşağı çekilmesinin ilk anda yaratacağı yıllık gelir kaybı 1.2 milyar YTL. Bunun telafi edilmesi gerekiyor. Bu kaynak bulunduğunda vergi ve primleri indiririz.Bugün 150 küsur milyar YTL’lik bütçenin içinde doktoru, avukatı, eczacısı, esnafının beyan edip ödediği gelir vergisinin hepsini topluyorsunuz 2 milyar YTL. Burada büyük kayıp var. Gelir vergisinin önemli kısmı bordroludan kesilenler. Denetim sertleşecekKayıtdışılıkta vergi oranlarının yüksekliği önemli ama en az o kadar bunu kontrol edecek kurumsal yapı ve yaptırımlar da önemli. Şu anda Maliye’nin ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun toplam elemanları içinde denetimle uğraşanların sayısı çok az. Bu sayının artırılması gerekiyor. Olacak bu, yavaş yavaş düzelecek. Bir yandan mükellefin bilinci artacak, bir yandan denetim daha sıkılaşacak...Bu konu hep kafamızda. Herkesin arzusu kayıtdışını azaltmak. Yüksek oranlarla sert tedbirleri aynı anda uygulamak vicdanen rahatsız edici. Zor bir şey. Ama oranlar düştükçe denetim ve yaptırımlar üzerinde yoğunlaşmak daha rahat olacak. “Artık bunu da ödesin kardeşim yeter” noktasına gelinecek.

Devamını Oku

Babacan: Komisyonun kararı adil değil

30 Kasım 2006

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, AB Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili olarak önceki gün açıkladığı tavsiye kararını, “Adil değil, kararı alanların da vicdanen rahat olduklarını düşünmüyorum” sözleriyle değerlendirdi.Komisyonun tavsiye kararını, AB turu sırasında Londra’dan Prag’a hareket etmek üzereyken öğrenen Babacan, hükümetin bu karara tepkisinin ne olacağı sorusuna, “Fevri çıkışlarla kendi çıkarlarımıza balta vurmamalıyız” karşılığını verdi. Babacan özetle şunları söyledi:TÜRKİYE’NİN STRATEJİK AĞIRLIĞI: Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği, herhangi bir yeni üye ülkeninki gibi değil, AB’nin geleceğiyle ilgili önemli bir adım. Türkiye üye olduğunda, nüfus ve kilometrekare olarak en büyük ülke olacak, altıncı büyük ekonomi olacak, karar mekanizmalarında yer alacak. Buna sadece “Türkiye kriterleri yerine getirdi, getirmedi” diye bakmamak lazım. Türkiye, şimdi bile ağırlığı olan bir ülke. Üye olduktan sonra AB’ye yön verecek, geleceğinde söz sahibi olacak bir ülke. Yani Türkiye’nin AB’ye girişi, stratejik rolü ve ağırlığı olan bir ortaklık. Karar vermenin zorluğu burada. REFORMLARA DEVAM: Bakalım daha önümüze neler neler gelecek. Şu anda aklımıza gelmeyen problemler çıkacak yarın. Bunlara hazır olmak lazım. Bu uzun soluklu bir iş. Kısa vadede önümüze çıkan güçlükler karşısında kararlılığımızdan vazgeçmemeliyiz. Reformlarımızı yılmadan devam ettirmeliyiz.VİCDANLARI RAHAT DEĞİL: AB Komisyonu’nda alınan karar tabii ki iyi değil. Her ne kadar hukuksal gerekçe bulsalar da, vicdanen rahat olduklarını düşünmüyorum. Tavsiye kararını alanlar da, gerçek kararı alacaklar da vicdanen rahat olamaz.Vicdan muhasebesi yaptıklarında inanıyorum ki, “Bu karar Türkiye için adil bir karar değil” diyeceklerdir. Nihai karara kadar süreci dikkatli takip etmek gerekiyor. Biz kendi işimize bakacağız. MARATON: Müzakere ve tam üyelik süreci, uzun bir koşu, maraton. Maraton için idmanlı, hazırlıklı, sabırlı olacaksınız. Yemenize içmenize, gıdanıza dikkat edeceksiniz. İlk 2-3 kilometredeki değil, 42. kilometredeki başarıyı düşüneceksiniz. Bu bir süreç. İnişi var, çıkışı var. DUYGUSAL OLMAMALIYIZ: “Hiçbir zaman kopmamamız lazım” mantığıyla hareket etmek de yanlış ama bu süreç halkımızın refahını artıracaksa, bu sürecin devamı için çalışmamız gerekiyor. Fevri, duygusal yaklaşımlarla, kendi çıkarlarımıza balta vurmamalıyız. RUMLAR’IN VARLIK SEBEBİ: Kıbrıs ile ilgili problemin devamından çıkar sağlayacak, istifade edecek bir taraf var, Rumlar. Kıbrıs sorunu çözülürse, Rumlar ilk akla gelen ülkelerden birisi olmaz. Bu problem Rumlar’ın varlık ve ortada durma sebebi. Kıbrıs sorununun çözülmesiyle bir bakıma Rumlar dayandıkları en önemli dış siyaset enstürümanını kaybedecekler. Onun için bu sorunun çözülmesini istediklerini sanmıyorum.

Devamını Oku

Babacan ‘müzakere sürecinin donduğunu’ teyit etti

28 Kasım 2006

“Fransa, Yunanistan ve Rum engeline takıldı”AB ile müzakere süreci her ne kadar devam ediyor görünse de fiilen donmuş durumda. Bunu birkaç aydan beri AB başkentlerinde mekik diplomasisi yürüten Başmüzakereci Ali Babacan da teyit ediyor. Babacan en az dört fasılın daha görüşmelerinin tamamlanabilecek aşamada olmasına rağmen, Fransa’nın, Yunanistan’ın ve Rumların engeline takıldığını söylüyor.Önceki gece Londra’ya giderken uçakta sohbet ettiğimiz Devlet Bakanı Ali Babacan, AB ile ilişkilerimizin bugünkü durumunu ana başlıkları itibariyle şöyle özetliyor:* AB komisyonu ile müzakereler, görüşmeler gayet iyi gidiyor. Brüksel ile ilişkiler de çok iyi. Fakat gördük ki, komisyonla işlerin iyi gitmesi yetmiyor. Çünkü üye ülkeler sorun çıkarmaya başladılar. * Bugün dört fasıl aslında hazır bekliyor. Engelleme olmasa bunların ikişer sayfalık müzakere pozisyon belgelerini vereceğiz ve müzakere açılacak. Bunların çok uzun süreceğini de sanmıyorum normal şartlar altında. Biz bu konularda hazırız. * Fakat Fransa bir fasılı daha durdurdu. Diğer üyeler “tamam” dedi, hazır olduğunu söyledi ama Fransa Eğitim ve Kültür faslının açılmasını durdurdu. Sanayi politikaları faslını da Rum-Yunan ikilisi... Ekonomi ve Parasal Politikalar faslı hazır, Mali Kontrol faslı hazır ama onlar da açılamıyor. * Çünkü bazı ülkelerin siyasetçileri Türkiye’ye güçlük çıkararak bunu kendi iç politikalarında kullanmayı tercih ediyorlar, Türkiye üzerinden kahramanlık yapıyorlar...* Bugün ilişkilerde en önemli problem olarak görünen Kıbrıs konusunda 2.5 yıl önce verdiğiniz sözü tutun diyoruz. KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılacağını, mali yardımların başlatılacağını söylemişlerdi. En ufak bir gelişme olmadı.* Önümüzdeki süreç çok önemli bir dönem olacaktır. AB üyesi ülkelerin çok rasyonel yaklaşımı gerekiyor. İlla Kıbrıs konusunu bize karşı kullanma yaklaşımı ile devam ederlerse bu iş olmaz, olumlu bir noktaya varamayız. * Limanların Rumlara açılabilmesi için KKTC’ye yönelik izolasyonların kalkması lazım. Bunu çok açık ve net biçimde söyledik, söylüyoruz muhataplarımıza. AB’nin bu konuda yükümlülüğü var. Ama onlar “bu yükümlülüğü yerine getiremiyoruz” diyorlar. * Kıbrıs konusunda yanlış yaptıklarını da defalarca teyit ettiler. İspanya da Portekiz de teyit etti, İtalya öyle, diğerleri de... Şu anda Rum Yönetimi’ni tek taraflı olarak üye almakla hata ettiklerini anlıyorlar. O gün bu günkü durumu görselerdi yine bu kararı verirler miydi bilemiyorum doğrusu...* 15 Aralık’a kadar olan dönem çok önemli. AB üyelerinin özellikle de kurucu büyük ülkelerin objektif, AB’nin geleceği ve stratejik perspektifi, uzun vadeli çıkarları için en iyisi ne ise onu bulmalılar. Küçük resme takılıp büyük resmi kaçırırlarsa yazık olur. Rum yönetimi ile üye dayanışmasını mümkün olduğunca bir kenara bırakıp objektif davranabilmeliler.* BM süreci yeniden başlatılsın diye gayret gösteren biziz, buna destek olmalılar... Aslında tek tek konuştuğumuzda sorun olmuyor, bizim haklılığımızı kabul ediyorlar. Ama birlikte hareket ettiklerinde Güney Kıbrıs da masaya oturduğunda hava değişiyor. Özellikle eski üyeler bu Rumlar’ın kahrını ve nazını daha ne kadar çekebilirler onu da bilemiyorum doğrusu...* Yeni üye 10 ülkenin yetkilileriyle konuşuyoruz. Onların söylediği, müzakere sürecindeki zorluk ve sıkıntıların yüzde 80’i içerde, yüzde 10’u Brüksel’le, yüzde 10’u da üye ülkelerle ilişkilerde olmuş. Bizde ise tam tersi oluyor. Brüksel ve komisyon ile hiçbir zorluğumuz yok, içerde de önemli bir zorlukla henüz karşılaşmadık ama bizim zorluğumuzun yüzde 80’i üye ülkelerle...* (“Ama bizim de içerdeki zorluklar henüz başlamadı, çevre konusu daha gelmedi” hatırlatması üzerine) Çevre faslında 20 yıllık perspektif verdik AB’ye. 20 yılda kamu ve özel sektörün 80-100 milyar Euro yatırım yapması gerekiyor. AB’nin çevre için önümüzdeki 7 yılda tüm ülkeler ayırdığı miktar 12 milyar Euro. Buradan tabii ki biz de pay alacağız. Ama asıl olarak kendimizin yapacağı yatırımlar önemli. * Zorluklardan yılmamak gerekiyor, kesinlikle. Biz yaptığımız, yapmaya devam ettiğimiz reformları anlatıyoruz. Aslında bu reformları AB istiyor diye değil, kendimiz için yapmalıyız. AB üyeliğinden, bu perspektiften zorluklar olsa da kopmamalıyız. En önemli hedefimiz tam üyeliktir. Bunu çocuklarımızın geleceği için istiyoruz. Bugün 10’lu yaşlarda olan bir çocuk yarın üniversiteyi bitirip iş hayatına atılma durumuna geldiğinde Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği gerçekleşmiş, serbest dolaşım başlamış olsa ve o çocuğumuz istediği ülkede iş yapabilme, çalışabilme özgürlüğüne sahip olsa iyi olmaz mı? İnşallah bu gerçekleşir. 10 - 15 yıl sonra tam üyelik hedefine ulaşabiliriz...

Devamını Oku

‘Cumhuriyet Muhafızlığı’ ne anlama geliyor?

2 Ekim 2006

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın daha konuşmasının başında ifade ettiği ‘cumhuriyet muhafızları’ tanımı son derece anlamlı...Başbakan ile Cumhurbaşkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi arasındaki “irtica” tartışması devam ediyor. Komutanların “var” dediği tehdide Başbakan “hayır yok” diyor ve ekliyor: “Bu tip gerginliğe yol açacak söylemler ekonomideki hassas dengeleri, piyasaları etkiler. Batarsa batsın, ben söyleyeceğimi söylerim demekle olmaz.” Bu görüşünü Orgeneral Büyükanıt’a söylediğini ve olumlu karşılık aldığını söylüyor.Fakat dün Harp Akademileri’nde dinlediğimiz Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın bakışı Başbakan’la 180 derece zıt. Orgeneral Büyükanıt, son noktayı şu sözlerle koyuyor tartışmaya: Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır... Büyükanıt’ın dünkü konuşmasıyla artık iyice net olarak ortaya çıkıyor ki, kuvvet komutanlarının teker teker yaptıkları konuşmalar kendi kişisel tercihleri değil, TSK’nın ve komuta kademesinin ortak çıkışı. Muhtemelen de üzerinde derin hazırlık yapılmış, önceden planlanmış, hangi komutanının hangi noktalara ağırlık vereceği birlikte saptanmış. Çıkan sonuç şu; Türk Silahlı Kuvvetleri ülkedeki bazı gelişmelerden şiddetli rahatsızlık duyuyor. Laiklik ilkesinin sulandırılmaya, aşındırılma çalışılması gayretlerine tepki duyuluyor. Gerici akımların yaygınlık kazanması, tarikat cemaat örgütlenmelerinin giderek güçlenmeye başlaması, cumhuriyetin temel niteliklerine karşı bir saldırı olduğu izlenimini güçleniyor.Çünkü komutanların mesajlarındaki ortak nokta şu: “Laiklik ilkesi, Türk devriminin, cumhuriyetin ve demokrasinin temel taşıdır. Bu ilkenin aşındırılmasına seyirci kalınamaz...” Bu bakımdan Geneylkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın dün daha konuşmasının başında ifade ettiği şu sözler ve “cumhuriyet muhafızları” tanımı son derece anlamlı: “Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır. Harp Akademilerimiz, verdiği eğitim ve öğretimle yalnız Silahlı Kuvvetlerin değil, aynı zamanda Cumhuriyetin güçlü muhafızlarını da yetiştirmektedir.” Büyükanıt’ın bu sözleri 28 Ağustos günü yapılan görev devir teslimi töreninde yaptığı konuşmadaki şu sözleri ile birlikte okunacak olursa ne demek istediği daha net biçimde anlaşılabilir: “Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak, iç siyasetle ilgili olmayıp, yasalarla Silahlı Kuvvetlere verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri, yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur.” Bu sözleri Orgeneral Başbuğ da alıntı yaparak tekrarlamıştı... Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu’nun konuşmasında tanım ve çerçeve biraz daha netleştiriliyor:“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesi; ‘Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.’ Buradaki ‘kollamak’ kelimesinin ‘gözetmek’ anlamına geldiğini, vazifenin de iç ve dış tehditlerin tamamını içerdiğini bilhassa belirtmek isterim... Türk Silahlı Kuvvetleri, milletin kendisine kanunla verdiği bu vazifeyi her koşulda yerine getirmiştir ve bundan sonra da tereddütsüz her koşulda yerine getirecektir.” Cumhurbaşkanı Sezer’in dün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmayı, geçen hafta başından buyana sırasıyla tüm kuvvet komutanlarının arka arkaya yaptığı açıklamaları ve son olarak dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın sözlerini, İç Hizmet Kanunu’nun 34 ve 35. maddelerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilen “Cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesi” çerçevesinde uyarı görevi olarak değerlendirmek gerekiyor.Hükümet ve yargı başta olmak üzere ilgili ve yetkili, tüm kurum ve kuruluşlar irtica ile mücadele görevine çağırılıyor. Peki bu görev yerine getirilmez ise ya da “irtica tehdidi yoktur, bunlar abartmadır” denilirse ne olacak? Çok ciddi gerilimler doğabilir ülkede.

Devamını Oku

Zirvede fay kırılması: İrtica

2 Ekim 2006

Devletin zirvesindeki kırılma, çatışma hiç bu denli su yüzüne çıkmamıştı. Geçen hafta başında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un sert çıkışıyla başlayan laiklik ve irtica uyarılarını, sırasıyla Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları devam ettirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise tam aksi görüşte olduğunu ilan etti. Başbakan Erdoğan’ın dün bütün gazetelerin manşetinde yer alan açıklamasına göre, Türkiye’de irtica tehlikesi sözkonusu değil. BAŞBAKANI TEKZİP ETTİCumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni yasama döneminin açılışı nedeniyle dün Parlamento kürsüsünden yaptığı konuşma ile Başbakan’ın bu açıklamasını çok sert ve ağır bir dille tekzip etti. TBMM’de yaptığı bütün konuşmalarda laiklik ve irticaya değindi Cumhurbaşkanı. Ancak Cumhurbaşkanı olarak Meclis’te yaptığı son konuşmada bu konuda daha kapsamlı, daha uyarıcı ifadeler kullandı. Sezer konuşmasının son bölümünde bölücü terörle ilgili düşüncelerini anlattıktan sonra şunları söyledi: “Türkiye’de irticai tehdidini yeterince algılayamayanların, özellikle son 20 yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye’deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir...” Bu sözlerin birinci derecedeki adresi hiç kuşku yok ki “Türkiye’de irtica tehlikesi yok” diyen Başbakan. Başbakan haklı olarak bu tartışmayı gündemden düşürmek istiyor. Kuvvet komutanlarının konuşmalarından sonra geçen hafta cuma günü görüştüğü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan da bunu istemiş; “Ekonomi ve piyasalar bu tartışmalardan zarar görür” diyor Başbakan.Ancak Cumhurbaşkanı Sezer’in Meclis kürsüsünden dün yaptığı son konuşmadaki konuşmanın genel çerçevesine bakıldığında tartışmanın kolay kolay gündemden düşmeyeceği hatta Erdoğan ve hükümet irtica tehdidine karşı bazı radikal adımlar atmadıkça şiddetini arttırarak devam edeceği söylenebilir. Erdoğan “ekonomi zarar görür, Yaşar Paşa böyle konularda hassas bir insandır” diyor. Kuşkusuz öyledir, Büyükanıt da diğer komutanlar da siyasal ve ekonomik ortamın istikrarı konusunda hassastırlar. KOMUTAN HASSAS ANCAKAncak bundan daha hassas oldukları konu, iç tehdit konusunda “TSK’nın iki temel kırmızı çizgisi” diye adlandırılan laiklik ve üniter yapıdır. Laiklik konusunda bugün eğer ciddi bir tehlike olduğunu görüyorsa TSK, -Ki gördüklerini bütün kuvvet komutanları açık açık dile getirdiler geçen hafta- o zaman öncelikli hassasiyet hiç kuşku olmasın ki bu alana, irtica konusuna yoğunlaşacaktır. Cumhurbaşkanı’nın dün söyledikleri komutanların dile getirdikleri görüşlerden daha yumuşak değil. Cumhurbaşkanı Milli Eğitim’le ilgili kaygılarını dile getiriyor, okul öncesi eğitimde çocukların beyinlerine hurafe ve dogmaların enjekte edilmesinden ve buna göz yumulmasından sözediyor. Yani, iktidarın ceza yasası değişikliği ile kaçak Kur’an kurslarına örtülü af getirmesine gönderme yapıyor.SEZER DE ’DEVRİM’ DEDİŞu sözleri de son derece dikkat çekici Cumhurbaşkanı’nın: “Laiklik kavramının çeşitli biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticai tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma çabalarının yoğunlaşması...” Sezer’in özellikle bölücülük ve irtica tehdidine ilişkin ifade ve değerlendirmeleri kuvvet komutanlarının ifade ve değerlendirmeleri ile büyük bir paralellik içinde. Sezer de “inkılap” yerine “devrim” sözcüğünü tercih etti. GÖZLER BÜYÜKANIT’TAEvet, ülkenin gündemi irtica tartışmasına kilitlenmiş durumda. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlarından arka arkaya gelen irtica uyarılarını Başbakan “ülkede böyle bir tehlike yok” diyerek geçiştirmeye çalışıyor ama Cumhurbaşkanı dünkü konuşması ile tartışmayı daha da alevlendirmiş durumda. Şimdi merakla beklenen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bugün yapacağı konuşmada neler söyleyeceği...Aslında gelinen bu durum, devletin zirvesinde tam anlamıyla bir fay kırılmasının yaşandığını gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri hep en temel kırmızı çizgileri olmuş olan bölücülük ve irtica tehdidi konusunda hükümet ve Başbakan ile Cumhurbaşkanı Türk Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere diğer devlet organları arasında çok derin görüş ve değerlendirme uçurumları var.

Devamını Oku