Kod adı devrim

29 Eylül 2006

3 kuvvet komutanının peşpeşe yaptığı konuşmalarda dikkati çeken kilit bir sözcük var: ‘devrim’. Daha önce kullanılmayan bu sözcük artık bugün çok şey anlatıyorOrgeneral Hilmi Özkök’ün emekliye ayrılması ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ciddi bir üslup değişikliği olacağı herkesçe bekleniyordu. Merak edilen yeni dönemin, yeni üslubun dozu ve siyasi iktidarla ilişkilere yansımasının nasıl olacağıydı.Bu merak da aslında önce Kara Harp Okulu’nda Orgeneral İlker Başbuğ’un, ardından önceki gün Hava Harp Okulu’nda Orgeneral Cömert’in, dün de Deniz Harp Okulu’nda Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu’nun konuşmalarıyla büyük ölçüde giderildi. Hiç kuşku yok ki komutanların bu çıkışı tesadüfi değil. Muhtemelen 30 Ağustos’tan bile aylar önce yapılan kurmay değerlendirmelerinde planlanmış, ana çerçeve o zaman hazırlanmıştı.Her üç konuşmada da dikkati çeken kilit sözcük “devrim”. Daha önce Türkiye’de sosyalist ideolojinin jargonu olduğu gerekçesi ile 12 Eylül’de literatürden “devrim” sözcüğü çıkarılmıştı. 1980 sonrası dönemde komutanlar, devrim yerine “inkılap” sözcüğünü kullanmaya özen gösteriyorlardı. Şimdi yeniden “devrim” sözcüğüne dönüldü. Ki bu sözcüğün kapsamını, ne anlamda kullanıldığını da Orgeneral Başbuğ açıkladı.Üç kuvvet komutanının arka arkaya yaptığı konuşmalarda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen “Türk Devrimi” nin kazanımlarını koruma ve kollama kararlılığı açık ve net biçimde sergilenmiş oldu.İKİ TEMEL KIRMIZI ÇİZGİBu ihtiyaç niye duyuldu? Niye komutanlar arka arkaya çıkıp bu konuşmaları yaptılar?Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iç tehdit değerlendirmesinde öteden beri çok temel iki hassasiyeti, iki kırmızı çizgisi vardır: İrtica ve bölücülük...Oramiral Karahanoğlu, dünkü konuşmasında bu hassasiyeti ifade ederken şu saptamayı yaptı: “Asla unutmayınız ki bazı güçlerin demokrasiyi bir paravan olarak kullanmak suretiyle karanlık emellerine ulaşma hesaplarını devam ettirdikleri bir Türkiye’de, laiklikten ve üniter yapıdan taviz vermek ülkede onarımı mümkün olmayacak hasarların çıkmasına sebebiyet verebilecektir.” Bu paragrafın hemen ardından, “laiklik, ben gidiyorum demez” diye uyarıyor ve bugünkü ortamda duyulan kaygıyı da şu sözlerle ifade ediyor:“Hele bugün, fertlerin dinden esinlenen duygu ve düşüncelerinin siyasete yansımasını normal bir durum, sosyolojik bir olgu olarak gören bir zihniyetin de etkisi ile laiklik karşıtlarının güç kazandığını ve laikliğin yavaş yavaş yıpratıldığını görmenin bizleri düşündürmesi gerektiği kanaatindeyim.” GERİYE GİDİŞ KANAATİKonuşmanın kilit noktası da burası zaten. Türk Silahlı Kuvvetleri bugün ülkedeki bazı gelişmelerden şiddetli rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlık yeni de değil. Orgeneral Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde de vardı. Ancak o zaman rahatsızlıklar belki daha yumuşak bir tonda ve farklı platformlarda dile getiriliyordu.Bugün ise farklı. Muhtemelen orduda, “geriye gidiş”, “laiklik ilkesinin aşındırılması” olarak değerlendirilen sürecin hızlanarak devam ettiği kanaati hakim. “Cemaat ve tarikatların giderek yaygınlaşması ve güçlenmesi; ticari hayattan eğitim alanına ve medya alanına kadar güçlü yapılanmalar içine girmeleri, bu yapılanmaların teşvik görmesi ve siyaseti yönlendirme kapasitesine erişmiş olması” yönündeki saptama kaygıyı daha da artırmış olmalı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt liderliğindeki komuta kademesinin izlediği yöntem ve üslup şöyle özetlenebilir:* İlgili resmi platformlarda görüş ve öneriler yetkili mercilere ve hükümete iletilir, önlem alınması beklenir. * Aynı zamanda da tüm kurumlar, sivil toplum örgütleri devrimin kazanımlarını korumak için irticaya karşı topyekün mücadeleye çağrılır. * Bu arada duyulan hassasiyetler, kaygılar, görüş ve değerlendirmeler kamuoyu ile de paylaşılır. İşte dinlediğimiz bu konuşmalar, görüş ve değerlendirmelerin kamuoyu ile paylaşımı...

Devamını Oku

Final Çankaya mı genel seçim mi?

13 Eylül 2006

“Önümüzdeki şu süreç, bir final süreci. Çeşitli fauller yapmak isteyenler olabilir, olacaktır. Bu oyunlara gelmeyeceksiniz. Onlar fauller yapacak, siz çok daha azimle, kararlılıkla bu süreci devam ettireceksiniz...” Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisinin il başkanları toplantısında söylediği bu sözler dün siyasi kulislerin en hararetli konusuydu. Başbakanın konuşmasının bu bölümünde can alıcı üç sözcük var: Provokasyon, faul, final...Akla gelen ilk sorular ise; “Başbakan neyin finaline gelindiğini ima ediyor?” ve “Bu final sürecindeki faul ve provokasyonları kim ya da kimler ne amaçla yapıyor veya yapacak?” Erdoğan’ın konuşmasının ardından Ankara kulislerinde bu sorular üzerinden pek çok yorum ve spekülasyon yapıldı.Faul ve provokasyon yakınmasına verilen yakın örnekler, İsmailağa Camii’ndeki cinayet ve linç, ardından Söğüt şenliklerinde yaşananlar şeklinde sıralanıyor. Bazı AKP kurmayları örnekleri daha da genişletiyor ve 17 Mayıs’taki Danıştay saldırısına kadar geriye götürüyorlar. Bazı çevrelerin her fırsatta AKP ve Erdoğan’ın yolunu kesebilmek için provokasyona başvurduğunu söylüyorlar. Üstelik bu provokasyonlar sadece sivil muhalefetten değil, devlet içindeki bazı odaklardan da kaynaklanabiliyor. Hükümete ve Erdoğan’a muhalif bazı fanatik dinci örgütler de gözardı edilmiyor...Başbakan bu “faul ve provokasyonlara” karşı il başkanlarını, parti örgütlerini uyarıyor.Peki “final süreci” ne demek?Herkesin ilk aklına gelen, Çankaya, 2007 Nisan ayında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi oluyor. Erdoğan, muhalefetin öteden beri iddia ettiği gibi “hükümetin yetkisi kapsamındaki bütün kurumlarda kadrolaşmanın tamamlandığını, Çankaya finali ile birlikte devletin tümüyle kontrol altına alınacağını mı” ima ediyor?Bu değerlendirmeye dün konuştuğum AKP’liler ve Başbakan’ın kurmayları şiddetle itiraz ediyorlar. Ve bu tür yorumların, “provokasyonun bir başka biçimi” olarak gördüklerini söylüyorlar.Başbakan’ın konuşmasında Çankaya ile ilgili bir ima olmadığının altını çizen AKP’li kurmaylara göre, Erdoğan’ın “final süreci” sözü şu şekilde yorumlanmalı:“AK Parti hükümeti dört yıllık iktidar sürecini başarıyla tamamladı. Ülkede ekonomik ve siyasi istikrarın sağlanması yolunda kalıcı adımlar atıldı. AB sürecinde çok önemli mesafeler alındı. Hükümet her alanda başarılı oldu. Şimdi beşinci yıla, yani seçim yılına giriyoruz. Başbakan’ın ’final süreci’diye adlandırdığı 2007 seçimleri...” Kurmayların yanıtı bu... Fakat AKP içinde de AKP dışında da “final süreci” daha çok cumhurbaşkanlığı seçimi olarak algılanıyor ve öyle yorumlanıyor.Onlara göre Erdoğan, önümüzdeki dönemde Çankaya yolunu kesebilmek için bazı çevrelerin tehlikeli oyunlara kalkışabileceğini, 28 Şubat sürecine benzer provokatif bazı eylemlerin olabileceğini düşünüyor ve buna karşı da parti örgütünü uyarıyor.

Devamını Oku

'Geri alamayacağımız hiç bir şeyi vermeyiz'

13 Haziran 2006

Turgut Özal'ın 1987 yılında Başbakan olarak tam üyelik başvurusunu yaptıktan sonra AB süreci için söylediği şu söz hala geçerliliğini koruyor: "Tam üyelik yolu düz değil. Türkiye bugün itibari ile uzun ince bir yola girmiş bulunmaktadır. Bu yol dikenli ve taşlı olacaktır..." Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül de dün Lüksemburg'a giderken benzer ifadelerle durumu özetliyor:"AB süreci asfalttan yol değil, inişli çıkışlı..."Evet inişli çıkışlı, sıkıntılı, tuzaklı bir yolculuk devam ediyor. Her kavşakta umulmadık sorunlar yaşıyor Türkiye. Bugüne kadar üye olmuş 25 ülkenin hiçbirinin yaşamadığı kadar ağır, sinir bozucu sorunlar... Sürecin zorluğu daha adaylık statüsünün verildiği Aralık 1999 Helsinki zirvesinde belli olmuştu. Helsinki karan da "ip koptu" dendiği anda geceyarısı diplomasisiyle, ABD'nin devreye girmesi ve ardından Finlandiya Başbakanı ve AB Dış ilişkiler Yüksek Komiseri Solana'nın Ankara'ya gelip Başbakan Ecevit'i Kıbrıs paragrafı konusunda ikna etmeleri ile sonuçlandırılabilmişti. Aradan geçen 6,5 yıllık sürede üç kritik eşik aşıldı.17 Aralık 2004'teki Brüksel zirvesi... Yine aynı şekilde "bu iş bitti, ip koptu-kopuyor" dendi ama son anda kriz aşıldı.Tarama sürecinin başlamasına ilişkin 3 Ekim 2005 zirvesi... Yine benzer bir kriz süreci yaşandı. Yine "tam üyelik mi-imtiyazlı ortaklık mı" tartışmaları yaşandı. Rum kesiminin aşırı talepleri Türkiye'ye de AB'ye de zor saatler yaşattı.Dün Ankara ve Lüksemburg'da yine benzer sıkıntılar, benzer sahneler yaşandı. Yine programlar alt üst oldu, "büyük kriz" dendi, "çözülemezse Gül gitmeyecek" dendi, ama yine bir Türkiye-AB klasiği gerçekleşti ve son anda kabul edilebilir bir formül üzerinde anlaşma sağlandı.Sonuçta ne AB'nin temel kriterleri esnedi ne de Türkiye kabul edemeyeceği, iç kamuoyuna izah edemeyeceği bir tavizi verdi. Son bir haftadan beri Kıbrıs Rum yönetiminin estirdiği kriz havasının dağılacağından aslında Ankara da AB tarafı da emindi ama yine de son ana kadar yıpratıcı, yorucu bir görüşme trafiği yaşandı.Rum Yönetiminin öyle talepleri vardı ki Ankara'nın bunların kabul edebilmesi mümkün değildi.AB ile dün resmen başlayan fasıllar üzerindeki müzakere sürecinde daha pek çok benzer kriz yaşanacağının elbette ki farkında Ankara. Başta Kıbrıs politikası olmak üzere Türkiye'nin tutumunu esnetmesi yönünde ilerde daha yoğun baskılarla karşılaşılabileceği de hesaplanıyor kuşkusuz. Bu noktada hükümetçe belirlenen temel kriter şu: Geri alamayacağımız, bir şekilde telafi edemeyeceğimiz hiçbir tavizi vermeyiz.Bu konuda hükümetin önünde 25 yıl öncesinden kalma bir örnek var. Roger planı; Türkiye'nin, Yunanistan'la arasındaki hiçbir soruna kalıcı çözüm bulmaksızın elindeki veto kartını kaldırıp Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına geri dönmesine onay vermesi...Bugün aynı hatayı yapmak istemiyor Ankara. Rum bandıralı gemi ve uçaklara limanların açılabilmesi için KKTC'ye izolasyonun kaldırılmasını şart koşuyor. "Tanıma" ya gelince, bu aşamada konuşulması bile doğru bulunmuyor...Dün sohbet ettiğimiz bir kaynak hükümetin yaklaşımını şu şekilde açıklıyor: "Dikkatli ve çok sabırlı olmak lazım. Reform süreci kesintisiz devam etmeli ki, Türkiye'nin bulunmadığı platformlarda kendini savunacak dostlarının eli güçlü olsun..."

Devamını Oku

Fabrikasına yatırım yaparken bize mi soruyor ki gidip, atamayı ona soracağız

31 Mart 2006

Merkez Bankası Başkanlığı'na yapılacak atama, hükümetle Çankaya arasında gerilim konusu olmaya devam ediyor. Adnan Büyükdeniz'in atanmasına ilişkin kararnamenin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmesine içerleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tepkili.Erdoğan, önümüzdeki hafta Köşk'e yeni bir isim daha gönderileceğini belirtirken, onun da veto edilmesi halinde üçüncü bir kararnamenin gitmeyeceği, Erdem Başçı'nın vekalet süresinin Mayıs 2007'ye kadar uzayabileceği sinyalini verdi.Erdoğan, "Bu işte bizim de belli bir noktaya kadar sınırımız var. Bu hükümetin de bir itibarı var onun da düşünülmesi lazım" dedi.Önceki gün Cidde dönüşünde uçaktaki gazetecilerin konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın atamalarla ilgili yetkisinin de tartışmaya açık olduğunu dile getirdi.Atamalarda "yerindelik yetkisi"nin hükümete ait olduğunu söyleyen Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın sadece "hukukilik" yönünden inceleme yapabileceğini kaydetti. Bu konuda Anayasa Mahkemesi'nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın başvurusu üzerine 1994 yılında verdiği bir karar olduğunu ve altında da Sezer'in imzasının bulunduğunu söyledi.Büyükelçi atamaları konusunda Dışişleri Bakanı'nın, vali ve emniyet müdürü atamaları konusunda İçişleri Bakanı'nın Çankaya'ya çıkıp Cumhurbaşkanı'na bilgi verdiğini, danıştığını anlatan Erdoğan şöyle devam etti:"Ama biz eğer her konunun bu şekilde Cumhurbaşkanı ile müzakeresini yapacak olursak o zaman bu hükümetin varlık nedeni ortadan kalkar. O zaman bu hükümet seçimle gelmiş bir hükümet olmaz. O zaman işte tam manasıyla bir başkanlık sistemi çalışıyor olur. Hükümet kendisine yasaların vermiş olduğu yetkiyi kullanıyor, bunun üstünde bir şey yapmıyor. Bu yetkiyle de örneğin Merkez Bankası Başkanı'nı Bakanlar Kurulu teklif eder. Cumhurbaşkanı bunu reddedebilir ama yerindelik yönünden reddedemez. Hukuki gerekçeyle reddediyorsa o gerekçeyi açıklamalı...Bu konuda daha ileri gitmek istemiyorum. Onu ben halkın takdirine bırakmak istiyorum."Merkez Bankası atamaları ile ilgili görüş belirten TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı'ya ise şu sert yanıtı veriyor: "Yani o mu bu atamaları yapacak, o mu bu teklifleri yapacak. Yani biz uzlaşma ararken gidip ona mı soracağız? Kendisi afedersin fabrikasına, osuna busuna yatırım yaparken bize mi danışıyor, bizimle mi paylaşıyor? Herkes işini bilmeli. Ama öyle şeyler olur ki müzakeremizi yaparız... Bu arkadaşlarımız (TÜSİAD heyeti) daha önce de gelmişler, bu noktada düşüncelerini bakanıma da bana da söylemişler. Ama biz bu noktada teklifimizi yaptıktan sonra hâlâ kalkıp isimler üzerinde durmaları çok çirkin. Hükümet böyle bir şey yapıyor, bir isim gönderiyor. Bu olduktan sonra siz kalkıp da hâlâ bir başka isim diyemezsiniz. Ana muhalefet de bunu dememeli. Bunlar yakışıksız şeyler. Kaldı ki TÜSİAD'çı konuşuyor ama yıllarca TÜSİAD'a danışmanlık yapmış olan Adnan Büyükdeniz'i savunmaktan geri. TÜSİAD'a yıllarca danışmanlık yapmış bu arkadaşımız..."Merkez Bankası atamaları konusunu mümkün olduğunca gündemden çıkarmak istediklerini söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı: "Biz işimize bakmalıyız. Bunlar artık teknik konu. Gerekli olan yeni ismi de veririz. Onaylanırsa onaylanır onaylanmazsa vekil olan yürütür. Anayasa ve hukukta vekil asıldır denmiyor mu? Deniyorsa bu mesele bitmiştir. Tartışılmaz. Vekil asıldır."

Devamını Oku

Erdoğan, Baykal ve medyaya yüklendi

30 Mart 2006

Başbakan Erdoğan, Darfur yolunda ANA uçağında gazetecilerle sohbet etti. CHP lideri Baykal'a sert eleştiriler yönelten Başbakan, medyaya da yüklendi. Erdoğan'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:• AB süreciyle olumlu bir hava yakaladık, buna rağmen Türkiye'nin eski olumsuz alışkanlıklarını çağrıştıran gelişmeler yaşanıyor. Türkiye bir kısır döngü içine çekilmeye çalışılıyor. AB konusunda bazı tereddütler oluşuyor. Pusulayı karartıyor muyuz biraz?Pusulayı kaybeden bir anamuhalefet var. Pusulayı karartan iktidar, millet değil, pusulasını kaybeden anamuhalefet lideridir. Anamuhalefet lideri "kuşatma", "kadrolaşma" diyor, bu ifadeyi kullanırken, aslında kendileri hükümeti kuşatma içine giriyor. Bizde Anayasa'yı, kanunları kullanma dışında bir gayret yok. Anayasa bize hangi hakları veriyorsa bunları sonuna kadar kullanırız. "Bunu kullanma" demek kimsenin hakkı değildir. Acaba, bu hükümet gerçekten yapılmaması gereken bir yatırımı yapıyor mu? Siz ona bakın. Filanca ilin milletvekili veya bakanı, tribünlere oynamak için yapılmaması gereken yatırımı yaptı mı?SİVİL DARBEBir başka şey; sivil darbe olayı. Ne olmuş da sivil darbe olmuş? Anamuhalefet lideri, "Sivil darbeyi engelledik" diyor. Kendine olmayan şeyi çıkartıyor, ne olmuş da, sivil darbeyi engellemişsin? Bu ülkede, yasamanın, yürütmenin, yargının yeri belli. Yasamaya, yargıya, yürütmeye kimse müdahale edemez. Burada yargı da görevini yapacaktır. Kimse görev alanının dışına çıkamaz, görev alanı içinde her kurum üzerine düşeni yapar. Baykal 'bulanık suda balık avlıyor' artık bulanık su bulamayacak.MEDYAYA ELEŞTİRİ• Acaba seçim yaklaştığı için mi, siz medyayı, gazetecileri hedef alıyorsunuz?Şimdi, bir defa sorulan sorarken dürüst davranacaksınız. Şimdi siz "AB sürecinde rehavet var" derseniz bu hükümete hakarettir.• Ben onu demiyorum... Medya bize istediği gibi hakaret edecek, belden aşağı vuracak, grup yöneticilerim hakkında olmadık iftiralar atacak. Biz burada, doğruları açıklamazsak, millet yanıltılmış oluyor. Bakın, biz yatırımlar yapıyoruz, istisnalar hariç medyada bunlar yer bile bulmuyor.• Bu medya patronlarının tercihi mi?O beni ilgilendirmiyor, patron, yöneticiler, mutfaktakiler o onların sorunu. Ben geçmişteki alışılmış partiler gibi biz de medya üzerinde bir şeyler yapalım, demiyorum.• Bu tavırlar son günlerdeki... Daha önce de oluyordu, ama bu sıralar arttı.• Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor da ondan mı?Onu siz yorumlayın..BASINLA DAYANIŞMA• Şemdinli olaylarının mağduru musunuz?Benim mağduriyetimi kabul etmem mümkün değil, istediğim kadar mağduriyetten bahsedeyim bulunduğum nokta Başbakanlık. Tepedekine sağdan gelen de vuracaktır, soldan gelen de vuracaktır. Ben özellikle milletime karşı hassasiyetimi önemsiyorum. Gittiğim yerlerde milletimin alakası önemli. Bu konuda çok memnunum. Kendimizce kamuoyu araştırmaları yaptırırız. Gelen sonuçlardan çok memnunuz. Şemdinli Komisyonu; savcı talep ederse komisyon vermek zorundadır. Yapılanların hepsi yasaldır, ama maalesef oradaki CHP'li üye, bu işi çok çok siyasetin dışına çıkartmak suretiyle gölgeleme gayreti içinde bulunmuştur. Bu gölgeleme sürecinde, adeta hükümetimizle askerimizi karşı karşıya getirme gayreti içine girme olayıdır bu, başka bir şey değil. Şunu söyleyim; bir defa biz özellikle bu konularda dayanışma içinde olmalıyız. Bu dayanışmaya şiddetle ihtiyacı var. Birçok olumsuz haberlerin piyasaya etkisi ortada...DÜNYA ÖRNEK ALSIN• Ben gazeteci olarak dayanışma sözü veremem. Bizim mesleğimiz muhalefet mesleği...O zaman muhalefetin tanımını yapmak lazım, muhalefet aka kara, karaya ak deme değildir. Aka kara diyen bir medya varsa o zaman ne diyeceğiz.• Hiç olumlu haber gelmiyor mu, Akif Bey size sunmuyor mu? Türk basınını kendinize karşı olarak algılamayın.Sizin bu anlattığınızdan şu çıkıyor, iktidar, gazetelere hiç eleştiri yapmasın. Yahu benim aileme kadar girdi bu medya yazılısı da görseli de, nasıl girer? Ben sizin ailenize girsem, olur mu?• Kamuya malolmuş bir insansınızHakaret bu. Bunun kamuya mal olması, olur mu?• Dava açın.Bunu her seferinde bana gösterirseniz olmaz. Hukukta bir kaide var; su-i misal iyi örnek teşkil etmez. İyiyi örnek alın, dünya da sizi örnek alsın.

Devamını Oku

Genelkurmayın açıklaması hükümeti rahatlattı...

9 Mart 2006

Türk Silahlı Kuvvetleri, en alt düzeydeki subayından en yüksek komutanına kadar büyük tepki ve infial duydu iddianame olayına. Kızgınlığın büyük bölümü savcıdan çok hükümete, siyasi iktidara yönelikti. Ancak iddianame geriliminde asıl sıkıntıyı hükümet yaşadı. Olayın tümüyle bilgisi ve kontrolü dışında geliştiğini söylese de hükümetin bunu anlatabilmesi, askeri ve kamuoyunu inandırabilmesi mümkün olmadı.Herkesin aklına "siyasi komplo" ve komuta kademesindeki değişikliklerle ilgili senaryolar geldi. Savcının Kara Kuvvetleri Komutanı ile ilgili suçlamalan siyasi otoritenin bilgisi dışında yapmış olabileceğine pek ihtimal verilmedi.Çünkü, hükümetin 30 Ağustos'a ilişkin niyetleri konusunda kamuoyunda çok önceden bazı kuşkular, haklı veya haksız bazı yargılar oluşmuştu. AKP'nin bazı etkin isimlerinin değişik zamanlarda Büyükamt aleyhine sarfettikleri bazı sözler, bazı haksız isnat ve ithamlar, Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı yolunun kesilmesine dönük bir formül bulunabileceği yönünde yaptıkları spekülasyonlar hep gündemdeydi. Bunlar Genelkurmay'in da kulağına gidiyordu, Başbakan'ın da. Başbakan birkaç kez "Genelkurmay Başkanlığı değişiminin TSK'nın gelenek ve teamülleri dikkate alınarak yapılacağı" teminatını vermiş olmasına karşın aksi yöndeki spekülasyonlar hep canlı kaldı.İşte iddianamenin deprem etkisi yaratmasının gerisinde de zaten bunlar yatıyor. TSK'daki infial de, hükümetin çektiği sıkıntı da bir yönüyle buradan kaynaklanıyor.Şemdinli iddianamesinde Org. Büyükamt ve bazı komutanların çok ağır ithamlarla suçlanması, AKP'deki bazı unsurlan belki fazlasıyla mutlu etti. Ancak Başbakan ve arkadaşlarının canını fazlasıyla siktiği belli. İddianamedeki sürpriz Büyükamt bombasını Adalet Bakanı dahil hükümet Pazar günkü gazetelerden öğreniyor. Çiçek, iddianamenin tümünü Pazartesi sabahı temin edip okuyabiliyor.Org. Büyükanıt ve üç komutanla ilgili isnat ve suçlamaların böyle, temelsiz bir biçimde iddianameye girmesine, kamuoyuna yansıtılmasına muhtemelen Adalet Bakanı'nın da, Başbakan'ın ve diğer etkili bakanların da fazlasıyla canı sıkılıyor. Ama yapabilecekleri bir şey yok. Savcı tetiği çekmiş bir kere. Yargıya müdahale izlenimi verebilecek bir açıklama da yapamıyorlar. TSK'daki reaksiyonun da farkındalar...Tam bir açmaz durumu yaşıyor hükümet üç günden beri. Bir yanda yaşanan gerilim, askerin reaksiyonu, öte yanda yargı bağımsızlığı...Durumu, gelişmeden duyduğu üzüntüyü Pazartesi günü Org. Hilmi Özkök'e de aktarıyor Başbakan. Sorunun demokrasi, hukuk ve yargı bağımsızlığı çerçevesinde aşılabileceği noktasında mutabakata varıyorlar.Adalet Bakanı Çiçek, ilk iş olarak savcının özgeçmişi ve siciliyle İlgili bir ön araştırma yaptırıyor. Ardından da önceki gün iki müfettişi Van'a göndererek inceleme başlatıyor.Gerçekten de eğer yargı bağımsızlığı esas ise hükümetin, Adalet Bakanlığı'nın bunun ötesinde yapabileceği bir şey yok.Genelkurmay'in beklenen açıklaması da dün öğle saatlerinde geliyor. Oldukça soğukkanlı, olayı kendi özelinde tutan, boyutlarını genişletmeyen, bir hayli yumuşak bir açıklama.Açıklamayla hükümetin çektiği sıkıntı bir nebze hafifliyor. Gerilimin düşmekte olduğu umutlan da pekişiyor.

Devamını Oku

Çiçek: İşin içinde değiliz

6 Mart 2006

Şemdinli iddianamesi Ankara'da tam anlamıyla bomba etkisi yapmış durumda. Dün sabah saatlerinden itibaren Genelkurmay'da yoğun bir değerlendirme trafiği başladı. Bir yandan iddianame, iddianamedeki iddialar hukuki açıdan değerlendirilirken diğer yandan da gelişmeler farklı perspektiften, siyasi amaç ve yansımaları açısından ele alınıyor. Genelkurmay'ı şok eden gelişme Van Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın adını iddianamede geçirmesi, dahası hakkında soruşturma talep etmiş olması. Genelkurmay'ın en üst düzeydeki değerlendirme toplantıları akşam saatlerine kadar aralıksız devam etti. Olayın gerisinde yatan nedenler ve olası yansımaları değerlendirildi.EMEKLİ ASKERLER NE DİYOR?Bugüne kadar örneği görülmemiş bir olay yaşıyor Ankara. 6 ay sonra Genelkurmay Başkanlığı'na atanacağı kesin olan TSK'nın en üst düzeyindeki bir orgenerali hakkında ortaya atılan iddia askerler açısından kolay haz-medilebilir durum değil. O nedenle de zaten bu iddianame bombası askeri çevrelerde akıllara ilk anda "Yaşar Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı yolunu kesmek üzere bir komplo mu?" sorusunu getiriyor. İddianamenin altındaki imzanın Rektör Yücel Aşkın davasının da savcısı olan Ferhat Sarıkaya'ya ait olması askeri çevrelerde ayrıca not edilmiş durumda; anlamlı bulunuyor... Dün bu konuda bazı emekli generallerle ve bazı üst düzey komutanlarla konuştum. Hem savcıya hem de hükümete büyük tepki var. Savcının görevini yapmasına, "soruşturmayı bütün yönleri ile sürdürüp ucu nereye kadar uzanıyorsa sonuna kadar gitmesine" kimsenin itirazı yok. İtiraz, TSK'nın kamuoyu nezdinde yıpratılmasına yönelik bir yöntem tercih edilmiş olmasına. İddianamenin, sanki "Bu işin ucu TSK'nin en üst kademelerine kadar uzanıyormuş" izlenimi yaratacak şekilde düzenlenmiş olmasına. Ortada somut delil olmadan Kara Kuvvetleri Komutanı'nın ve Van'da görev yapan komutanların Şemdinli olaylarının "sorumlu"suymuş gibi kamuoyuna yansıtılmasına. Konuştuğumuz bir yetkili, "Ne yapmış da adil yargılamayı etkilemiş Bü-yükanıt Paşa?" diye soruyor ve ekliyor: "Soru üzerine 'Bölgede görev yaptığım zamandan tanırım, iyi çocuktur. Ama savcılığın soruşturmasını beklemek lazım' demiş. Bunun neresi yargılamayı etkilemek? Bir komutan 6-7 sene evvel emrinde görev yapmış askerle ilgili olarak 'Çok iyi askerdi' diyemez mi? insanın aklına ister istemez bazı soru işaretlerini..."HÜKÜMET NE DİYOR?Sadece askerlerin değil siyasetçilerin, hükümetin de gündeminde dün bu konu vardı, iddianamenin doğurabileceği olası gerginlikler ve gelişmeler de enine boyuna değerlendiriliyor. Hükümet, "Komutanların adının iddianamede geçiyor olması üzücü. Ancak bu gelişme bizim dışımızda bağımsız yargının işi. Yargıya müdahalemiz, etkimiz sözkonusu olamaz" görüşünde. Savcılık iddianamesiyle hükümet arasında bağ kurulmasına şiddetle karşı çıkan Adalet Bakanı Cemil Çiçek şöyle diyor: "Adalet Bakanı olarak benim de hükümetin de bu soruşturma süreciyle uzaktan yakından bir alakası olmamıştır. Hepimizin savunduğu yargı bağımsızlığı çerçevesinde savcı soruşturmasını tamamlayıp bir iddianame hazırlamıştır. Bu konuda bir şey söylememiz mümkün değildir. Doğrudur veya yanlıştır, bu iddiadır. İddianamenin aleniyet kazanması daha yargı sürecinin ilk aşamasıdır. Hata varsa, yargı süreci hatayı da düzeltecektir. Hepimizin yargıya güvenmesi lazım."Şimdi Genelkurmay Başkanı ne yapacak? Bugün muhtemelen kamuoyuna açıklama yapılacak. İç değerlendirmenin ardından da Org. Özkök'ün konuyu hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan'la görüşeceği belirtiliyor. Van Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "görevsizlik" nedeniyle iddianameden tefrik ettiği Org. Büyükanıt ve üç komutan hakkında karar vermek durumunda Genelkurmay Başkanı. Askeri Savcılığa "soruşturma açın" emri mi verecek yoksa "bu iddialar gayri ciddidir, TSK'yı yıpratmaya dönüktür" deyip dosyayı düşürecek mi? Kritik bir karar...

Devamını Oku

BDDK'nın Tüzmen sıkıntısı

3 Mart 2006

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarihinin en zor, en kritik kararını verebilmek için zorlanıyor. Kurul ve Kurul Başkanı Tevfik Bilgin, ilk defa önüne gelen bir raporla ilgili derin tereddütler yaşıyor. Malum Kürşad Tüzmen raporu...BDDK faaliyete geçtiği Ağustos 2000 tarihinden bu yana banka yolsuzlukları ile ilgili olarak gündemine binlerce soruşturma raporu geldi. Hiçbirinde sıkıntı yaşanmadı. Rapor gelir gelmez gereği için DGM ve Cumhuriyet savcılıklarına gönderildi. Hatta zaman zaman rapor tamamlanmadan dahi savcılıklara ön yazı gönderilerek soruşturma konuları belirtilip ilgililerin tutuklanması dahi istendi. Kurul arşivinde bunun sayısız örnekleri var.Ancak şimdi ilk defa BDDK Başkanı Tevfik Bilgin 4 Temmuz 2005 tarihinde masasına gelen Eximbank'ın EGS firmasına verdiği kredilerdeki usulsüzlük iddialarına ilişkin yeminli murakıp raporu konusunda karar vermekte zorlanıyor, 7 aydan beri rapor işleme konulamıyor.Rapor Bilgin'in masasında bekliyor ama hukuksal süreç ve takvim işliyor. Murakıp raporunda Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve dönemin Eximbank yöneticileri hakkında isnat edilen suçlamayla ilgili dava zamanaşımı süresinin dolmasına 40 günden az bir süre kalmış durumda.Ancak BDDK Çarşamba günü bir yazılı açıklama yaparak zamanaşımı süresinin dolması için önlerinde süre olduğunu bildiriyor.Oysa yeminli murakıp raporu çok açık, isnat edilen "emniyeti suistimal" suçlaması ile ilgili zamanaşımı süresi 5 yıl ve o da Nisan ayında doluyor.Ve raporun zamanaşımına uğraması halinde savcılık, Tüzmen'in de aralarında bulunduğu Eximbank yöneticileri hakkında işlem yapamayacak ama BDDK yöneticileri hakkında işlem yapacak.BDDK'nın bu konudaki sorumluluğunu dün konuştuğum çok üst düzey bir yetkili hatırlattı -ki bu konuda muhtemelen BDDK da uyarılmıştır- ve yapılacak işlemle ilgili olarak Adalet Bakanlığı'nın bir genelgesi olduğunu söyledi.Adalet Bakanlığı'nın yürürlükteki 01.09.2004 tarihinde Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderdiği B.03.0.CIG.0.00.04.3.3.10769 sayılı genelgesi çok açık. "İnceleme ve soruşturmaları geciktiren ya da Cumhuriyet başsavcılıklarına geç intikal ettirenler hakkında yasal gereğinin yapılması" konulu genelgede, yolsuzlukla mücadele kapsamındaki bazı soruşturmalardaki dava zamanaşımlarına işaret edilerek özetle şöyle deniliyor:".. Suç teşkil eden eylemlerin soruşturulmalarında kısa süreli bir gecikmenin dahi kamuoyunda adalete güven duygusunu zedeleyebileceği gibi, suç işleme eğiliminde bulunan kişilerin cesaretlerini de arttıracağı gözönünde bulundurularak, yazılı ve görsel basına yansıyan, geniş halk kitlelerini ilgilendiren, toplumda infial yaratan önemli olaylara ilişkin inceleme ve soruşturmalar başta olmak üzere, tüm inceleme ve soruşturmaların kısa sürede sonuçlandırılması hususunda gereken dikkat ve özenin gösterilmesi,Ayrıca; inceleme ve soruşturmaların kısa sürede sonuçlandırılmalarını engelleyici tutum ve davranışlarda bulunanlarla bunun sonucunda soruşturmaların zamanaşımına uğramasına sebebiyet verenler hakkında usul ve kanun hükümleri dairesinde gerekli yasal işlemin zaman geçirilmeksizin ve ivedilikle yapılması..."Genelge son derece açık ve net. Adalet Bakanı, yolsuzluk soruşturmalarını kim savsaklıyor, geciktiriyorsa, kim zamanaşımına uğratıyorsa hakkında işlem yapılmasını istiyor.Yapılacak işlem de belli, ilgililer hakkında eğer geciktirme kasıtlı ise "görevi kötüye kullanma", kasıt yok ise o zaman da "görevi ihmal" den dava açılacak.Ancak önceki gün yazılı bir açıklama yapan BDDK, sözkonusu soruşturma ile ilgili zamanaşımı süresinin yakın zamanda dolmayacağını söylüyor. Murakıp raporu ile ilgili zamanaşımının bir ay sonra dolacağı çok açık. Ancak BDDK, konunun bir de Bankalar Yasası açısından incelendiğini söylüyor.Duyduk ki bu inceleme sonucunda fiilin "zimmet" suçu kapsamına sokulması düşünülüyormuş. Bu sucun cezası daha ağır olacağı için o durumda zamanaşımı süresi de çok uzun.Bu formül yani "zimmet suçlaması" tutarsa BDDK dosyayla ilgili hemen bir karar alma yükümlülüğünden kurtulup zaman kazanacak. Ama konu, her halükarda çetrefil ve sıkıntılı...

Devamını Oku