26 Nisan saat 23:59’da ne olacak?

10 Ocak 2007

Herkes dayatmayla değil, uzlaşmayla seçilsin diyor ama o uzlaşma pek de kolay olacak gibi değil. İktidar ile muhalefet arasındaki gerilim günden güne yükseliyor. AKP ile CHP arasında her gün yeni bir polemik konusu çıkıyor ve ortamı yumuşatmak bir yana her iki partinin genel başkanları da bugüne kadar olmadık biçimde birbirlerine karşı sert, ağır, hatta suçlayıcı ifadeler kullanıyorlar. Uzlaşma beklentisi olmayacak iş.Görünen o ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan ne derse o olacak. Kişisel tahminim, ki siyasi kulislerdeki ağırlıklı beklenti de o yönde, Tayyip Erdoğan aday olacak ve seçilecek. Zayıf bir ihtimal, son anda aday olmaktan vazgeçecek ve kendisinin belirleyeceği bir AKP milletvekilini aday tayin edecek. CHP’ye “buyurun uzlaşalım” diyecek. Bu arada önümüzdeki yaklaşık 3,5 aylık süre boyunca Türkiye cumhurbaşkanlığı meselesini tartışmaya devam edecek. Erdoğan aday olacak mı, olmayacak mı tartışmaları üzerinden papatya falı açılacak.Erdoğan’ın aday olup olmayacağı kendi ifadesiyle 16 Nisan’da belli olacak. Herkes şu anda 16 Nisan’a kilitlenmiş durumda ama o gün de durum netlik kazanmayacak. Çünkü 16 Nisan’da 10 günlük adaylık başvuruları süresi başlayacak. Ve Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı da 26 Nisan günü geceyarısına bir kala yani saat 23:59’da kesinlik kazanacak.İşte o kritik saate kadar da Türkiye, Erdoğan’ın aday olup olmayacağını, muhalefet partilerinin seçimi boykot edip etmeyeceklerini, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda da “Meclis’in toplantı yeter sayısı 184 mü olmalı yoksa bazı anayasa hukukçuların iddia ettiği gibi 367 mi olmalı” yı tartışmaya devam edecek.27 Nisan’dan itibaren ise çok daha gerilimli bir sürece girecek Türkiye. Hukuki değil ama siyasi meşruiyet tartışmaları, laiklik gerilimleri muhtemelen iyice tırmanacak.Ancak sonuç değişmeyecek. Tayyip Erdoğan 26 Nisan geceyarısı ne derse o olacak; ya kendisi Cumhurbaşkanı seçilecek ya da göstereceği aday.Bu seçim de büyük olasılıkla 3 Mayıs günü tamamlanacak.MAYIS’TA SEÇİM KABİNESİSonrasında ise yeni hükümet ve genel seçim hazırlıkları başlayacak. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse Başbakanlığı Abdullah Gül üstlenecek ve en geç bir ay içinde de partinin olağanüstü kurultayını toplayarak genel başkan seçilecek Gül. Ardından da yeni hükümet kurulacak.Dört yılı aşkın AKP iktidarı döneminde iki başbakan görev yaptı (Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan) ama Türkiye en istikrarlı bakanlar kurulunu bu dönemde yaşadı. Başbakan değişikliğine karşın kabinede değişen bakan sayısı sadece altı.1970’lerden beri hiçbir kabine bu kadar istikrarlı kalmamıştı.Tayyip Erdoğan Başbakan olduktan sonra bütün beklentilere karşın Abdullah Gül kabinesinde köklü bir değişikliğe gitmedi. Dört yılı aşkın sürede değişen bakan sayısı sadece 6. Ancak artık koşullar değişiyor. Bir kere içinde bulunduğumuz yıl seçim yılı. Bu yıl iki kritik seçim var gündemde. Önce cumhurbaşkanlığı ardından da milletvekili genel seçimi. Erdoğan cumhurbaşkanı olmasa dahi muhtemelen kabinede seçime, seçim kampanyasına dönük kapsamlı bir revizyona gidecek.

Devamını Oku

Erdoğan’dan ABD’ye Kerkük mesajı...

9 Ocak 2007

Ankara’da “Irak bölünür, sınırımızda bir Kürt devleti oluşur mu?” kaygısı savaşın başından beri hep vardı. Ancak son günlerde Washington’dan gelen bazı sinyaller, Irak’taki mezhep çatışmalarının giderek yaygınlık kazanmaya başlaması ve Saddam’ın sonrası oluşan ortam bu kaygıları iyice arttırıyor.Bir yandan kaygı artarken diğer yandan da akıllara savaş öncesi ilan edilen “kırmızı çizgiler” geliyor.Irak’ın toprak bütünlüğü, PKK yuvaları ve Kerkük’ün statüsü gibi...Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyup koruyamayacağı ise artık iyice meçhul. Yarın neler olup biteceğini kestirmek son derece güç. Ve bu arada Barzani’nin “Kürdistan’ın Kalbidir” diye tarif ettiği Kerkük’te de gerilim tırmanıyor.İşte Saddam’ın idamı ve Irak’ta gelinen bu kritik süreçte, Kurban Bayramı tatili sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan beklenmedik bir açıklama yaparak “Irak meselesi AB sürecinden daha öncelikli bir hal almıştır” diyor.Erdoğan, partisinin dünkü grup toplantısında bu sözlerine, “Gelişmeler bizi bunu söylemeye zorlamıştır” diyerek şöyle açıklık getiriyor:“Bundan kastımız Irak’taki gelişmelerin çok tehlikeli bir biçimde ivme kazanmış olmasına iç ve dış kamuoyunun dikkatini çekmektir...” Başbakan Erdoğan’ın ABD başta olmak üzere dünyanın dikkatini çekmek istediği asıl nokta Kerkük’tür. PKK terörü yıllardır konuşuluyor, Kuzey Irak’taki terör yuvalarının dağıtılması konusunda işbirliği önerileri tartışılıyor. İşe yarıyor, yaramıyor ama bu sorun asıl olarak Türkiye’nin kendi sorunu. Türkiye, karşı taraftan işbirliği ve destek göremese de gerektiğinde tek başına bu sorunun üstesinden gelebilecek güce ve kapasiteye sahip.Kerkük meselesi ise daha karmaşık ve daha nazik.Erdoğan dünkü grup konuşmasında şunları söylüyor:“Kerkük’te ciddi manada bir demografik yapının değiştirilmesi gayreti vardır. Buna seyirci kalamayız. Yukarı Karabağ’daki ‘biz yaptık oldu’ mantığının burada da işlenmesi olayıdır. Bunlara seyirci kalınamaz. Aksi halde Irak’ın daha yoğun bir iç savaşa hatta bölünmeye sahne olması, bölgesel ve küresel barış açısından tamiri güç sonuçlar doğuracaktır.” Başbakan’ın verdiği mesaj çok açık: “Kerkük’te oldu bittiye kayıtsız kalamayız, müdahale ederiz...” Mesajın adresi Irak yönetimine, Kürt liderlere ve asıl olarak da Washington’a, Bush’a.Bu arada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de Condalizza Rice’tan randevu bekliyor. Önümüzdeki günlerde Washington’da yapacağı görüşmelerde bu kaygıları muhataplarına bir kez daha iletecek Gül. Hem PKK meselesini konuşacak hem de Kerkük’te bu sonbaharda yapılması öngörülen ana statüye ilişkin referandumun ertelenmesini isteyecek.Evet, dört yıl önce ilan edilen “kırmızı çizgiler”le ilgili olarak Türkiye’nin önünde çok zorlu bir dönem başlıyor. Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Irak tezkeresinin reddedilmesinin hemen ardından o günün şartlarında TSK’nın yaptığı gelecek senaryolarına dayanarak 5 Mart 2003 günü şunları söylemişti: “Bu karara sadece saygı duyuyoruz (TBMM’nin tezkereyi reddetmesi kararı). Bütün dileğim, savaştan kaçınmak için seçtiğimiz hareket tarzının bizi, savaşanları da karşımıza alarak, bazı hareketler yapmak zorunda bırakmamasıdır...” Evet, Türkiye şimdi Kuzey Irak’taki PKK varlığı ve Kerkük meselesi yüzünden hızla o noktaya yaklaşıyor...

Devamını Oku

Genelkurmay ikna oldu mu?

8 Ocak 2007

Türkiye’nin Kıbrıs politikası konusunda tarihinde belki ilk kez hükümet ile Genelkurmay arasında çok ciddi görüş ayrılıkları yaşanıyor. Sonuçta hükümetin dediği oluyor belki ama asker de görüşünü kayda geçiriyor. Kıbrıs sorununun yarım asırlık geçmişi var. Ve ilk gününden itibaren bu sorun hep partiler üstü tutulmuş, “milli politika, devlet politikası” olarak görülmüş, hükümetlerce de öyle yürütülmüştü. Fakat bu politikanın sorunun çözümü bakımından sonuç vermediği de ortada.Şimdi ilk kez AKP iktidarı döneminde 2001’den beri durum değişti. AKP hükümeti, iç siyaset kaygıları ağır bastıkça zaman zaman zigzaglı çizgi izlemiş olsa da Kıbrıs konusunda geleneksel stratejiyi değiştirdi.Kuşkusuz bunun olumlu sonuçları da görüldü. En azından bugüne kadar hep “çözümsüzlüğü çözüm olarak gören, çözüm yolunu tıkayan taraf” olarak görülen, öyle değerlendirilen Türk tarafının imajı ilk kez değişti. Annan Planı’nın Rum tarafınca reddedilmesi ile roller değişmiş oldu. İzlenen politika halihazırda somut bir sonuç vermemiş olsa da en azından dünya kamuoyu nezdinde Türk tarafının imajında olumlu yönde bir değişim gözlenmeye başladı.Ancak AKP iktidarının başlattığı bu strateji değişikliği devlet kurumlarınca hala tam olarak benimsenmiş değil. Benimsenmediği gibi bu konuda hükümete duyulan güvensizlik de giderek artmış durumda. Annan Planı’ndan beri hükümetin attığı her adım hem Cumhurbaşkanlığı katında, hem de Genelkurmay’da hep kaygıyla karşılandı. Bunun son örneği Lefkoşe’deki Lokmacı sınır kapısında yer alan üst geçidin kaldırılıp kaldırılmamasında yaşanıyor.Üst geçidin kaldırılıp, sınır kapısının açılması konusunda hükümet ile KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat anlaşıyorlar. Bunun hem KKTC ekonomisine olumlu katkıları olabileceği, hem de bir iyi niyet adımı olarak algılanabileceği düşünülüyor. Ancak iş, Genelkurmay’ın da görüşünü alma noktasına geldiğinde Ankara’da ortam yine geriliyor. Tıpkı, geçen yılın sonunda hükümetin AB ile ilişkileri rayında tutmak için geliştirdiği liman atağında olduğu gibi yine Çankaya’nın ve Genelkurmay’ın çekinceleri gündeme geliyor. Bu sefer iş kriz noktasına gelmiyor fakat hükümet bu konuda da Genelkurmay’ı ikna edemiyor. Üst geçidin kaldırılmasına ve sınır kapısının açılmasına kategorik olarak karşı çıkmıyor Genelkurmay. Bu tür adımların karşılıklılık esasına göre atılması gerektiğini düşünüyor. Ortada adil ve kalıcı çözüm yönünde hiçbir umut işareti yokken verilecek küçük küçük tavizlerin yarın Türkiye’yi geri dönüşü zor noktalara getirmesinden kaygı duyuyor Genelkurmay ve bu yönde hükümete yazılı görüşünü de iletiyor. Fakat sonuçta hükümetin ve KKTC yönetiminin bu uyarıları dikkate almayacağı anlaşılınca da yazılı bir açıklama ile görüşünü kamuoyu ile paylaşıyor Genelkurmay. Yani bir anlamda, tarihe not düşüyor.

Devamını Oku

Seçim kaygıları Erdoğan’ın önceliklerini değiştiriyor mu?

7 Ocak 2007

Kesinlikle seçim ekonomisi uygulanmayacak, popülizme sapılmayacak. Ekonominin gereği ne ise o yapılacak, mali disiplinden taviz verilmeyecek.” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Devlet Bakanı Ali Babacan’ın da konu gündeme geldiğinde hemen her platformda verdikleri taahhüdün özeti buydu.Hükümet, ekonomik programa sadık kalacak, ekonomiyi seçim kaygılarına feda etmeyecekti. Kuşkusuz ekonomik istikrar bakımından yürek ferahlatıcı bir taahhüttü bu.Bunları taahhüt etmek iyi, hoş da iş uygulamaya geldiğinde siyasetçi zorlanıyor. Kaldı ki, çok partili dönemde hemen hiçbir siyasi iktidar, bu yöndeki taahhüdüne sadık kalabilmiş değil. Ekonomi konusunda en hassas lider olan rahmetli Turgut Özal bile dayanamadı. Şu sözü hala hafızalardadır Özal’ın: “Seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyiz?” Şimdi bütün keskin ifadelerine karşın Erdoğan’da da dönüş belirtileri gözleniyor. Bunun son örneği enerji özelleştirmelerinin durdurulmasıdır. Tabii ki özelleştirme ihalesi ilk defa erteleniyor değil Türkiye’de. Ama bu kez Başbakan’ın dile getirdiği gerekçe çarpıcı: “Şimdi özelleştirirsek alanlar zam yaparlar, fatura bize çıkar. Onun için elektriği şimdi özelleştirmeyiz...” Aslında bu durum, seçim kaygılarının ilk işareti değil. İlk işaret, Anayasa Mahkemesi’nce bazı maddeleri iptal edilen sosyal güvenlik reformunda görülmüştü. IMF ve Dünya Bankası ile yürütülen programların temel koşullarından biri olan ve bunun için Dünya Bankası’ndan 1 milyar dolar kredi kullanılan sosyal güvenlik reform yasası Meclis’ten geçtikten sonra hükümette telaş başladı. Çünkü bu reform yasasının bazı maddeleri, toplumda çok fazla gürültü koparacaktı ve seçim yılında bu tepkiyi göze almakta zorlanıyordu AKP. O nedenle de hükümet, emekli olduktan sonra serbest çalışanlardan asgari ücretin yüzde 33 tutarında sosyal güvenlik destek primi alınması başta olmak üzere yasanın bazı maddelerinin yürürlülüğünün en az bir yıl ertelenmesine ilişkin yeni bir yasal düzenleme hazırlığında iken Anayasa Mahkemesi imdada yetişti.Şu anda yasanın yürürlüğü altı ay ertelenmiş durumda. Yani 1 Temmuz’a kadar hükümet yeni bir yasa çıkararak yola devam edecek. Çıkaracak mı? Belki tepki çeken ama reform için olmazsa olmaz koşul olan bazı hükümler sulandırılarak, seçmeni rahatsız etmeyecek bir düzenleme yapılacak, belki de altı aylık ikinci bir erteleme gelecek. Muhtemelen de ikinci erteleme olacak ve reform seçim sonrasına kalacak.Bir diğer önemli seçim kaygısı işareti de Başbakan Erdoğan’ın söylem değişikliği. Örneğin, Irak’taki gelişmelerin artık AB ile ilişkilerin önünde olduğu yönündeki ifadeleri. “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” gibi çıkışlar. Önümüzdeki dönemde dozunun giderek artacağı anlaşılan milliyetçi bir söyleme doğru kayış...Bütün bunlar seçim hazırlığı. Ve görünen o ki, artık siyasetin de hükümetin de gündemi iki seçime endekslenmiş durumda; 16 Nisan’da başlayacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci ve en geç 4 Kasım’da yapılması gereken milletvekili genel seçimleri.

Devamını Oku

Arınç kendini mi tarif etti?

29 Aralık 2006

Bugün kamuoyunu meşgul eden tartışmanın özü, Tayyip Erdoğan’ın Çankaya yolunu kesmeye dönük.Oysa aday olup olmayacağı henüz kesin değil, muhtemelen 16 Nisan 2007 günü saat 23.59’a kadar da kesinleşmeyecek. Aday olup olmayacağını kimse de bilmiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları üzerinde yükselen siyasi tansiyon AKP içinde de kafaları karıştırmış durumda. Değil sıradan milletvekilleri, yakın çevresi bile adaylık konusunda Başbakan Erdoğan’dan bugüne kadar doyurucu bir sinyal alabilmiş değil, “son karar”ın ne olacağını kestiremiyorlar. O yüzden de tutum ve görüş belirlemekte zorlanıyor AKP’liler. Örneğin, “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması mı daha iyi, olmaması mı?” sorusuna her AKP’linin bir yanıtı var ama kafalardaki yanıtı seslendirmeye kimse cesaret edemiyor. Bu nedenle de cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda kimse renk vermemeye özen gösteriyor. Bülent Arınç hariç... Dün üzerinde uzlaşma sağlanacak ismin mutlaka AKP grubundan biri olması gerektiğini vurguladı. “Geçmişte aktif politika içinde yıpranmış bir insan olmamalı” formülünün uygulanabileceğini söyledi ve bu formülü “makul ve mantıklı” diye niteledi. Meclis Başkanı olarak partilerüstü konumuna vurgu yapan, geçmişte kendisinin aynı partinin grup başkanvekili ile ters düşme pahasına krizleri önleyici fedakarlıklar yaptığını da anlatan Arınç, AKP’liler arasında bile “kendini tarif etti” yorumlarına yol açtı. Arınç’ın sözleri “benim üzerimde uzlaşın” mesajı olarak algılandı ama o da 16 Nisan’dan önce daha açık konuşmaya yanaşmadı. Öyle ya, AKP’lilerin hiçbiri bugün Erdoğan için “Olmaması daha iyi. Partinin başında, Başbakan olarak kalsın” dese ne tepki alacağını bilmiyor. Ya Erdoğan Köşk’e çıkmayı kafasına koymuşsa, diye düşünüyor.Muhalefetin son günlerde sertleşen tutumu ve eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun gündeme getirdiği “Cumhurbaşkanlığı seçimi için üçte iki çoğunluk koşulu” tartışmaları da bazı kaygıları da arttırıyor AKP içinde. İki farklı değerlendirme yapılıyor. Bazıları, “Muhalefet cephesi Tayyip Erdoğan’ın gözünü korkutmaya çalışıyor. Ama Tayyip Bey kuru gürültüye pabuç bırakmayacaktır” derken, bazı AKP kurmayları ve milletvekilleri farklı konuşuyor:“Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşıymış gibi görünenler aslında büyük bir panik içinde. Ya sürpriz bir isim önerip partinin başında başbakan olarak kalırsa korkusu yaşıyorlar. Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanı olmasıyla doğacağını umdukları gerilimlerden siyasi çıkar sağlayabileceklerini hesaplıyorlar. Onun için de Başbakan’ı tahrik ediyorlar, olmayacaksa bile aday olup cumhurbaşkanı seçilmeye zorluyorlar...” Aslında her iki görüşün de haklılık payı var. Her iki değerlendirme de muhalefet cephesinin stratejisine uygun.Üçte iki çoğunluk koşulu tartışmaları devam ederken önceki gün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kesin bir dille açıkladı ki, kendileriyle bir mutabakat aranmaz ve Erdoğan aday olursa seçimi boykot edecekler. ANAP ve DYP de boykota katılırsa, iktidar 11. cumhurbaşkanını tek başına seçecek.İşte bu durumda seçilecek cumhurbaşkanı ile ilgili meşruiyet tartışmasını da şimdiden başlatıyor Deniz Baykal: “O zaman cumhurbaşkanı değil, partisinin grup başkanı olur...” Aslında bu tartışma, 1989 yılındaki tartışmalardan farklı değil. Turgut Özal cumhurbaşkanı seçilirken de SHP ve DYP seçimi boykot etmişler, o zaman da cumhurbaşkanı sadece ANAP’ın oyları ile seçilmişti. Sonra mı? Özal Cumhurbaşkanı oldu ve “alışamadık” diyenlere de “alışırsınız, alışırsınız” diyerek görevini sürdürdü...

Devamını Oku

Bakan Çiçek’ten Kanadoğlu yorumuna sert yanıt: “Militanca ve siparişe uygun postmodern bir çaba”

28 Aralık 2006

“Eşi türbanlı biri Çankaya’ya çıkabilir mi çıkamaz mı? Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olur mu olamaz mı?” tartışmaları tam sıkıcı olmaya başlamıştı ki, ortamı heyecanlandıracak yeni bir iddia gündeme geldi. Eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Anayasa’ya göre Meclis üçte iki çoğunluğu, yani 367 milletvekilini bulamazsa cumhurbaşkanı seçimi yapılamaz” dedi. Üç günden beri de meselenin bu yönü tartışılıyor. Anayasa hukukçularının kimi Kanadoğlu’na hak veriyor kimi karşı çıkıyor. Dün, yargı muhabirimiz Kemal Göktaş ile birlikte makamında sohbet ettiğimiz Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e bu tartışmayı hatırlattığımızda yanıtı çok sert oldu: “Bu militanca ve siparişe uygun postmodern bir çabadır...” “Meclis İçtüzüğü açık” diyor Çiçek ve ekliyor:“Meclis’in açılabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmesi için 184 milletvekilinin toplantıda hazır bulunması yeterlidir. Karar yeter sayısı ayrı bir şey. Bu normalde 139 dur. Ama af kanunu, anayasa değişikliği, cumhurbaşkanı seçimi gibi kararlar için daha yüksektir. Cumhurbaşkanı seçimi için belirlenen nisap seçilebilmek içindir, toplantı yeter sayısı için değil, o sayı yine 184’tür. Geçmişte de böyle uygulanmıştır. Bugün de böyle uygulanır...” Adalet Bakanı’na soruyoruz: * Cumhurbaşkanlığı seçimine 367 milletvekili katılmaz ise muhalefet Anayasa Mahkemesi’ne gidip seçimi iptal ettirirse ne olacak?- Şimdi özel yorumlarla zorlamalarla bir şeyler yapmaya çalışıyorsanız bunlar doğru şeyler değildir. Filanca cumhurbaşkanı olsun-olmasın siyaseten tartışılabilir. Daha önce de cumhurbaşkanları seçildi. Şimdi bunları söyleyenler o zaman da anayasa hukukçusu idi. Kimse o zaman bir şey söylemedi. Şimdi daha farklı bir anlayışla, postmodern bir başka çaba, gayret görüyorum ben. Bunlar, bazı mahkemeleri bazı düşüncelerin yan kuruluşu gibi görmek fotoğrafını ortaya koyar. Bu son derece sakıncalıdır. Herkes daha dikkatli konuşmalı. “Bu Anayasa Mahkemesi’ne gider, gitmeli” deniyor. Tabir caizse “divan sazıyla yol gösteriliyor.” Tam da olağanüstü dönemlerde görev yapacak hukukçu anlayışıdır bu... * Tayyip Erdoğan’ın yolunu kesme gayreti mi var?- Tabiatıyla... Tayyip Bey de zaten aday olacağım demedi. Ama herkes divan sazıyla yol gösteriyor şimdi. O zaman bu kararları verecek makamları tartışmaya açarız. Şimdiden yargıyı, Anayasa Mahkemesi’ni baskı altına almak gibi bir sonucu doğurur. Şimdiden bazı kararları sipariş etmek gibi bir anlayışa götürür işi. Bunun neresi hukukidir o zaman? Bir konuyu hukuken tartışıyorsak bunları da dikkate almamız gerekir. * Hatta seçimin 367 milletvekilinin katılımıyla usulüne uygun tamamlanamaması halinde Sezer’in Meclis’i fesh ederek erken seçime götürmesi ihtimalinden söz ediliyor...Bunlar Anayasa’yı militanca ve siparişe uygun yorumlamaktır. Yani artık militanlık dönemine mi giriyoruz? Cumhurbaşkanlığı konusu geçmişte ANAP’ın birliğini bütünlüğünü parçalamak için gündeme getirildi ve orada sonuç verdi. O anlamda aynı tuzak şimdi de AK Parti için getirilmeye çalışılıyor. AK Parti bu tuzakların hepsini aştı. Zaten o yüzden bu tür yorumlar yapılıyor. Öbür türlü manevralarla istedikleri sonuç elde edilebilseydi bu kadar militanca anayasa hukuku yorumu yapılmazdı. Ya da postmodern senaryolara itibar edilmezdi.Adalet Bakanı’nın söylediklerinden de anlaşılıyor ki, tartışılan teze itibar edilmeyecek. İktidar partisi kim hangi hukuki gerekçeyi öne sürerse sürsün doğru bildiği yoldan yürümeye devam edecek.

Devamını Oku

Ekonomi yerine büyükşehir polemiği

26 Aralık 2006

Mecliste önceki gece yapılan 2007 yılı bütçe tartışmalarından akıllarda sadece CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın sözlerinin yanlış anlaşılması üzerine çıkan türban kavgası, cumhurbaşkanlığı tartışmaları ve bir de Tayyip Erdoğan ile CHP Milletvekili Nurettin Sözen arasındaki İstanbul Belediyesi’ne ait önemli projelerde kimin imzası olduğu tartışması kaldı.Oysa Başbakan dört yıllık hükümetleri döneminde ekonomide sağladıkları başarılı sonuçları ön plana çıkararak tartışmayı farklı bir boyuta taşıyabilir, bundan kârlı da çıkabilirdi...AKP iktidarının dört yıllık icraatı pek çok yönden eleştirilebilir. Yönetim tarzı, kadrolaşma konusunda, kurumlararası ilişkilerde zaman zaman ortaya çıkan gerilimler tartışılabilir. Cumhuriyetin temel değerleri ve laiklikle ilgili hassasiyetler üzerine tartışmalara yol açması irdelenebilir. Kamu ihaleleri ve özelleştirme uygulamaları konusundaki ciddi usulsüzlük iddiaları da ortaya atılabilir. Ki zaten atılmış durumda; TÜPRAŞ’taki kamu hisselerinin bir bölümünün Ofer’e satışında olduğu gibi.Ancak özellikle ekonominin belli başlı temel göstergelerine bakıldığında bu dört yıllık AKP iktidarı döneminde inkar edilemez bir başarı olduğu da ortada.Bunlar için de, dünyadaki, uluslararası piyasalardaki olumlu konjonktür yardım etti, 2001 yılında Ecevit hükümetinin uygulamaya koyduğu IMF destekli ekonomik program bu başarıya temel hazırladı, denebilir. Ama Erdoğan hükümetinin bunda payı yok diye düşünmek haksızlık olur.AKP iktidarı devraldığında 2002 yılı itibariyle Türkiye ekonomisinin toplam büyüklüğü 200 milyar doların altındaydı. Bugün ise 400 milyar dolar. İki katı...Denebilir ki TL aşırı değerli olduğu için öyle gözüküyor, yarın olası bir devalüasyonla bu rakam 300 milyar dolara inebilir. Olabilir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun sabit fiyatlarla verdiği hesaplamalara göre (Bu yılki büyüme hızı yüzde 5.5 varsayıldığında) dört yıllık toplam gayri safi milli hasıla artışı yüzde 32’nin üzerindedir. Yani reel anlamda Türkiye ekonomisi üçte bir oranında büyümüş. Hem de son 35 yıldan beri ilk kez kesintisiz bir büyüme süreci gerçekleşmiş durumda.Yapısal reformlara devam edilmiş, enflasyon 30 yıl aradan sonra yeniden tek haneli rakamlara inmiş. Faiz oranları makul sayılabilecek seviyelere inmiş, özel sektör sanayi yatırımları artmış. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında rekor artışlar yaşanmış. Dış ticaret hacmi 240 milyar dolara yaklaşmış.Tabii bu arada tehlikeli sayılabilecek bir de olumsuz gelişme yaşanmış. İhracat artmış ama ithalat çok daha hızlı arttığı için Türkiye’nin yıllık dış ticaret açığı 50 milyar doların üstüne çıkmış. Cari işlemler açığı her yıl katlanarak artarak Ekim ayı sonu itibariyle yıllık bazda 34,4 milyar dolara, milli gelirin yüzde 9’una ulaşmış...Ekonomideki bu gelişmeler bir miktar önceki günkü bütçe görüşmeleri sırasında da gündeme geldi. Fakat, Genel Kurul’daki kavgalar arasında kaynadı gitti.Türban tartışmaları, cumhurbaşkanlığı tartışmaları neyse de... Tayyip Erdoğan ekonomi ile ilgili derli toplu bir sunum yapıp, bu başarılarını anlatmak yerine, Nurettin Sözen’le İstanbul Belediyesi’nin önemli projelerinin altında kimin imzası olduğu polemiğine girme ihtiyacını neden duydu, anlamak zor...Kendisine ve partisine oy kazandıran İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu kez de oy kaybettirmesinden mi endişe ediyor acaba?

Devamını Oku

11. Cumhurbaşkanı’nı yoğun imza mesaisi bekliyor

25 Aralık 2006

Görüşmeleri dün tamamlanan 2007 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasası’nın kabul edilmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni bir süreç başlıyor. Bu süreç cumhurbaşkanı seçimi sürecidir...“Daha 5 ay var, tartışmalar çok erken başladı. Meclis her zamanki gibi yüksek kaliteli çalışma temposunu sürdürecek” diye iktidar kanadından itiraz gelebilir. Ama, AKP milletvekillerinin de bir süredir kafaları 16 Nisan günü belli olacak olan cumhurbaşkanı adayı ile meşgul.Meclis elbette Nisan 2007’ye kadar tatile girmiyor, yılbaşı ve bayram tatilinin ardından çalışmalarını elbette sürdürecek. Ama, artık bu, düşük profilli, günü kurtarmaya dönük bir hal alacak. Önümüzdeki süreçte öyle reform niteliğinde yasa düzenlemesi beklenmemeli. Türkiye’nin gündeminde aslında çok önemli düzenlemeler var. Örneğin AB ile ilişkilerde sorun yaratan içerde de zaman zaman havayı bozan Ceza Yasası’nın meşhur 301. maddesi. Yazarların, aydınların tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanan bu maddede değişiklik yapılması gereği ortada. Ama artık bir başka bahara. Başka bahara kalan diğer bir kritik düzenleme de Anayasa Mahkemesi’nin bazı maddelerinin iptali sonucu hükümetin uygulamayı 6 ay ertelemeyi kararlaştırdığı Sosyal Güvenlik Reformu.Sosyal Güvenlik Reformu da Mayıs sonrasına kalacak. Ki, aslında sosyal güvenlik reformu hem IMF hem de Dünya Bankası’na verilen taahhütler gereği olmazsa olmaz ön koşul niteliğindeydi. Çıkarılması zorunluydu. Ve bazı maddeleri Meclis’ten son derece tartışmalı biçimde geçen bu yasanın uygulanması, daha doğrusu seçim yılında uygulanması konusunda hükümette ve AKP’de ciddi kaygı olduğu da biliniyordu. Örneğin emekli olduktan sonra serbest çalışanlardan asgari ücretin yüzde 33.5’i tutarında sosyal güvenlik destek primi kesilmesi, emeklilere düşük maaş artışı gibi maddeler ciddi sorundu. Ve Anayasa Mahkemesi iptal kararıyla bir anlamda hükümetin imdadına yetişti. Aksi takdirde hükümet bu maddelerin uygulanmasının bir yıl ertelenmesi yönünde iki maddelik bir yasa hazırlığı yapıyordu. Bu dertten de geniş kesimlerden seçim yılında gelecek tepkiden de kurtulmuş oldu hükümet...Şimdilik yasa 6 ay ertelenecek ama 6 ay sonra yürürlüğe gireceği de kuşkulu. Muhtemelen seçim sonrasına kalacak Sosyal Güvenlik Reformu.ATAMA FIRTINASI YAŞANACAKCumhurbaşkanlığı seçimini bekleyecek olan sadece yasal düzenlemeler değil. Bürokrasideki bazı kritik atamalar da bekleyecek. Bazı kurumlardaki vekalet süresi biraz daha uzayacak.Örneğin bir yılı aşan bir süredir vekaleten idare edilen TRT Kurumu. 16 Kasım’da Doğan Cansızlar’ın görev süresinin dolması ile boşalan Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı, Merkez Bankası’nda boş bulunan başkan yardımcılığı.TRT Genel Müdürlüğü için gönderilen kararnameleri Cumhurbaşkanı Sezer geri çevirdi. Ancak SPK Başkanlığı için hükümet henüz kendi içinde bile aday belirlemiş değil. Acele de edilmiyor.Bu kritik atamalar konusunda hükümet 16 Mayıs sabahını, yani cumhurbaşkanını bekliyor. Bir süre önce bu konuda sohbet ettiğimiz bir AKP’li, “Nasıl olsa Cumhurbaşkanı kimi göndersek bir kulp bulup geri çeviriyor. Bu durumda biz de yeni Cumhurbaşkanı’nı bekleriz” demişti.Gerçekten bugün bürokrasinin tepe noktalarında Sezer kararnamesini onaylamadığı için yüzlerce koltukta vekiller oturuyor. Bir de boş olanlar var. O yüzden 11. Cumhurbaşkanını yoğun bir imza mesaisi bekliyor. Bürokrasiyi de atama fırtınası...

Devamını Oku