Türkiye’de enflasyon rakamları öteden beri hep tartışılır olmuştur. Rakam düşük çıktığı zamanlarda muhalefet hep bir bit yeniği aramış, vatandaş rakamı beğenmemiş, kendi enflasyonunun ilan edilenden daha yüksek olduğunu savunmuştur.
Ekonominin bu en önemli, en temel göstergesi konusunda bir türlü tam mutabakat, ortak güven oluşturulamamıştır.
Şimdi birkaç yıldan beri Türkiye 30 yıldan beri özlediği tek haneli enflasyon rakamlarına alışmaya çalışıyor. Siyasi iktidar enflasyonu tek haneye indirmiş olmanın gururunu, övüncünü yaşıyor. Ancak sokaktaki insanı enflasyonun tek haneye indiğine ikna edebilmek hâlâ güç. Hâlâ rakamlarla oynandığı, işe hile karıştırıldığı kanaati mevcut. Hatta bazı muhalif siyasetçiler de bunu savunuyordu.
Fakat, mali piyasaların da iktisatçıların da resmi rakamlara birkaç gün öncesine kadar hiçbir itirazı yoktu.
Hala tartışılıyor, hâlâ yakın çevre bile papatya falı açmaya devam ediyor çıkacak mı çıkmayacak mı diye, ama Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı’nın Tayyip Erdoğan olacağı yönündeki kanaati iyice güçlenmiş durumda.
Erdoğan’ın milletvekilleri ile yaptığı eğilim belirleme görüşmelerinden yansıyan hava da bu yönde, parti teşkilatlarındaki beklenti de.
Düne kadar “Tayyip Bey aday olmayacak. Düşük profilli bir ismi aday gösterip seçtirecek ve hem hükümeti hem Çankaya’yı idare edecek” diyen bazı AKP’liler bile artık “kendisi olacak” demeye başladılar.
Çünkü “düşük profil” modelinin tutmayacağını onlar da gördüler. Bu modeli öldüren üç temel faktör var.
Türkiye son derece önemli, son derece kritik bir seçimin eşiğinde. Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı seçilecek. Ama seçim heyecanı sadece Tayyip Erdoğan’ın aday olup olamayacağıyla ilgili. Çünkü aday olduğunda seçileceği kesin. Erdoğan parti teşkilatlarında anket yaptırıyor, bazı sivil toplum örgütlerinin görüşlerini alıyor ve bu arada en önemlisi de cumhurbaşkanlığı seçiminin seçmenleriyle yani AKP milletvekilleriyle görüşmeler yapıyor “kim aday olsun” diye. Tabii ki milletvekillerinin kahir ekseriyeti “siz” diyor. Zaten aksini söyleyemeyecekleri belli...
Önceki gün 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile cumhurbaşkanlığı seçimini ve tartışmaları konuştuk. Tayyip Erdoğan’ın aday olup seçileceğinden pek kuşku duymayan Demirel, “seçim” denmesine itiraz ediyor:
“Seçim tercihe dayanır. Seçim dediğiniz şey ’o mu olsun, bu mu olsun” tercihinin yapılabildiği ortamdır. Bugün böyle bir ortam yoktur. Kimin kazanacağı belli olan bir yarışa yarış denmez. Kimin kazanacağı kesinlikle belli olan bir seçime de seçim denmez. Sandıktan ne çıkacağı belli olan bir muameledir şu an yapılmakta olan.
Gerçekten de sonucu önceden kesin olarak belli olan bu seçim aslında formaliteden, usul yerine gelsin diye Anayasa’nın hükümlerini yerine getirmekten ibaret. Yoksa bu seçimin aslında tek seçicisi, tek karar vericisi var: Tayyip Erdoğan. Seçim Erdoğan’ın kafasında başlayacak ve bitecek.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına karşı öteden beri en sert muhalefeti CHP Genel Başkanı Deniz Baykal yürütüyor. Hem de Erdoğan’ı kızdıracak, çileden çıkaracak ifadelerle “olamazsın, olamayacaksın” diyerek.
Tabii ki Erdoğan da bu sertliğe misliyle sert ifadelerle yanıt veriyor.
Sertliği Baykal’ın körüklediğine inananların; AKP’lilerin, diğer muhalefet partilerinin ve hatta bazı CHP’lilerin ilginç bir iddiası vardı. Diyorlardı ki; “Aslında Baykal Erdoğan’ı tahrik ediyor, aday olmaya zorluyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını siyaseten kendi lehine görüyor. Toplumun kutuplaşabileceğini ayrıca Abdullah Gül ile daha kolay başa çıkabileceğini düşünüyor...”
Baykal’a bu iddiayı sorduğumuzda yanıtı kısaca şu oldu:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aday olacak mı, olmayacak mı henüz hiç kimse bilmiyor. Şimdilik kesin olarak bilinen Erdoğan’ın 18 Nisan günü yapılacak olan AKP Merkez Karar ve Yürütme Kurulu toplantısına kadar kararını açıklamayacak olması.
Doğal olarak 18 Nisan’a kadar olacak-olmayacak tartışması sürecek. Tabii ki olursun olamazsın, olmamalısın tartışmaları da. Bu arada siyasi gerilim de giderek tırmanacak.
Önceki gün Tayfun Devecioğlu ve Mehmet Tezkan ile birlikte CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı ziyaret ettik. 2.5 saati aşan görüşmemizin ana konusu cumhurbaşkanlığı meselesiydi. Baykal, “olmayacak, olamayacak, olmaz” noktasında ısrarlı.
“Niye olmamalıdır?” sorusuna özetle şu yanıtı veriyor Baykal:
Uzlaşma ihtimali artık sıfır. Belli ki iktidar da ana muhalefet de gerilim stratejisiyle sonuç almaya çalışacak.
Bu noktada muhalefetin gerilim stratejisi izlemesini belki anlaşılabilir de iktidar partisi, Başbakan niye bu yolu seçiyor? Anlaşılamayan bu...
Mesele cumhurbaşkanlığı seçimi ise Meclis’teki sayısal üstünlüğü ile bu seçimden istediği sonucu zaten alacak Tayyip Erdoğan. Ve gerilim değil, uzlaşmaya açık bir tutum izlese kamuoyu nezdinde belki daha da haklı konuma yükselecek. Ama bunu yapmıyor Erdoğan. Aksine daha sert daha kırıcı bir üslupla CHP’ye ve Baykal’a yükleniyor.
AKP’liler bu gerilim ortamının sorumluluğunu CHP ve Baykal’a yüklüyorlar. Baykal’ın “gerilimden medet umduğunu, cumhurbaşkanlığı seçimini gerekçe yaparak ülkeyi kamplaşmaya sürüklemeye çalıştığını” iddia ediyorlar.
Türkiye bu yıl iki kritik seçim yapacak. Birincisi artık çok yakın adaylık sürecinin 16 Nisan günü işlemeye başlayacağı Cumhurbaşkanlığı seçimi, ikincisi de en geç 4 Kasım günü yapılması gereken milletvekili genel seçimleri.
Milletvekili genel seçimleri henüz tartışma gündemine girmiş değil. Şu anki gündem 11. Cumhurbaşkanı’nın seçimi. Tartışmalar bu seçim üzerine, daha doğrusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı, cumhurbaşkanlığı makamına yakışıp yakışmayacağı ile ilgili.
Cumhurbaşkanlığı seçimi tabii ki çok önemli, bu konu üzerinden yürütülen iktidar-muhalefet çatışmasının dozunun giderek yükselmesi normal sayılabilir.
Ancak işin aslına bakıldığında muhalefetin pratik olarak bu seçimden bir beklentisi yok. Sadece CHP aday gösterebilecek kadar sayıya sahip, onun dışında diğer partilerin aday gösterebilmeleri dahi söz konusu değil. Ki CHP’nin de aday göstermesi beklenmiyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs günü 11. Cumhurbaşkanı olarak hükümete ve partisine veda edip, Çankaya’ya çıkacağı yönündeki belirtiler artık iyice güçlenmiş durumda.
Hem de o kadar güçlü bu yöndeki kanaat, Ankara kulislerinde konuşulanlara bakılırsa, sanki seçim şimdiden olmuş bitmiş, Erdoğan cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş gibi. Bundan sonrasının senaryoları konuşuluyor. Erdoğan’ın nasıl bir cumhurbaşkanı olacağı, partisi ile ilişkilerinin nasıl olacağı ve yeni dönemde Türkiye’nin nasıl yönetileceği gibi.
İşte bu tahmin ve senaryolar çerçevesinde son günlerde ortaya atılan ilginç bir “iki anahtar formülü” konuşuluyor Ankara’da.
Formüle göre Türkiye’nin karar mekanizması, yürütme erki iki başlı. Birincisi Cumhurbaşkanlığı makamı, ikincisi hükümet. Yani birinci anahtar cumhurbaşkanlığı, ikinci anahtar başbakanlık.