Yargı hukukun mu hesaplaşmanın mı aracı?

1 Mayıs 2012

Yargı uzunca bir süredir bütün siyasi tartışmaların odağında bulunuyor. Yargının hem yapısı, bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışma konusu, hem de işlevi.Belediyelerdeki yolsuzluk iddialarından, şike soruşturmalarına, Ergenekon, Balyoz ve darbe soruşturmalarından Danıştay’daki idari yargı karar ve işlemlerine kadar hemen her önemli konu siyaseti de toplumu da kutuplaştırmaya yetiyor.Son örnek Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği 19 Mayıs törenlerine ilişkin karar. İktidarın “garabet” diyerek şiddetli tepki gösterdiği bu karara CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yargı kararına saygı duymamız lazım, yargı kararı herkesi bağlar” diyerek alkış tutuyor.Ama öte yandan Ergenekon veya belediyelerle ilgili yolsuzluk soruşturmaları ile ilgili yargısal karar ve işlemlerde tam tersi bir durum geçerli. O dava ve soruşturmalarda iktidar yargı ve yargısal süreçlere “saygı” beklerken muhalefet ateş püskürüyor. Bu tartışma, bu her kesimin kendine göre yargı ve yargı kararı beklentisi neden? Yargı neden bu kadar çok tartışılıyor?Salt siyasi kaygılar nedeniyle mi?Hayır...Özellikle son yıllardaki bazı yargı karar ve uygulamaları bu tartışmayı haklı kılacak bir zemin oluşturuyor. En azından bu yönde bir toplumsal algı oluşturuyor.Özellikle de belediyelerdeki yolsuzluk soruşturmaları neredeyse tümüyle muhalefet belediyeleri üzerinde yoğunlaşması. İktidar belediyelerine karşı güvercin tavrıyla yaklaşan yargının, muhalefet belediyeleri ile ile ilgili iddiaları örgütlü suç kapsamına alıp çete muamelesi yapması...Deniz Feneri davası ile ilgili yaşananlar...Ergenekon, Balyoz, KCK ve diğer siyasi davalardaki hak ihlalleri, tartışmalı deliller...Ve son örnek darbe davaları...Örneğin, Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın yürütmekte olduğu 28 Şubat soruşturması. Savcılar bu konuda dava açmak için niye 15 yıl geçmesini beklediler?Bu dava 15 yıl, 10 yıl önce açılamaz mıydı?Açılamayabilirdi. Çünkü o yıllar askeri vesayetin tüm ağırlığı ile sürdüğü yıllardı. Peki ya 2007’den sonra?2007 yılı 27 Nisan e-muhtırası aslında Türkiye’de askeri vesayetin kırıldığı önemli bir dönemeç olmuştu. O dönemecin ardından yapılmamış, teşebbüs aşamasına bile gelmemiş darbelerle ilgili soruşturma ve yargılama süreci pekala başlatılabildi. Ergenekon ve Balyoz davaları yıllardan beri sürüyor. Bu davalarda TSK’nın onlarca generali tutuklanıp hapse atıldı ama nedense 28 Şubat soruşturması için beklendi.Bu soruşturma şimdi başladı ve dalga dalga devam ediyor.Fakat 27 Nisan e- muhtırası ile ilgili hala düğmeye basılmış değil.“Basılacak” deniyor. Ne zaman?Evet zamanlama önemli.Bu kritik siyasi soruşturma ve davalarla ilgili gerçekten de bir merkezden planlama yapıldığı iddiası Ankara’da çok yaygın.Acaba “zamanlama” gerçekten siyasi ihtiyaçlara göre mi belirleniyor? Özellikle muhalefetin bu konudaki iddiaları şu şekilde özetlenebilir:- Önce siyasal durum ve ihtiyaçlar değerlendiriliyor.- Ardından iktidara yakın yazılı, görüntülü ve internet medyası aracılığıyla psikolojik ortam oluşturuluyor.- Bu aşamalar tamamlandıktan sonra yargı devreye giriyor ve gözaltı dalgaları başlatılıyor...”Muhalefetin bu yöndeki iddiaları öteden beri vardı. 2007’de Ergenekon operasyonları başlatıldığında dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu ve benzeri pek çok iddiayı dile getirmişti. Ama o dönemde kamuoyunda pek etkili olmadı bu iddialar.Ama şimdilerde kamuoyu algısı giderek değişiyor. Adalete, yargıya karşı zaten zedelenmiş olan olan güven duygusu iyice aşınıyor.

Devamını Oku

Etek boyundan rejim tartışmasına mı?

30 Nisan 2012

Türkiye’nin gündemi çok hızlı değişiyor. Temel tartışma konularından biri bitmeden kapatılıp bir başkasının sayfası açılıyor.Önce “dindar gençlik yetiştirme” tartışmasıyla hareketlenmişti siyasal gündem. Ardından temel eğitimdeki düzenleme, imam hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılması düzenlemesi gündemi meşgul etti.Ardından muhafazakar sanat tartışmaları başladı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda belediye ile sanatçılar arasındaki gerilime Başbakan Erdoğan’ın müdahil olması ile konu başka bir boyuta taşındı.Erdoğan bu tartışmaya önceki gün son noktayı koydu:“Hem belediyeden maaş alacaksın, ondan sonra da yönetime verip veriştireceksin. Öyle şey olmaz. Tiyatroları özelleştirmeye götürüyorum. Buyurun istediğiniz gibi tiyatrolarınızı oynayın. Destek gerekirse, hükümet olarak istediğimiz oyunlara sponsor olur desteğimizi veririz...”Konu muhtemelen ilk toplantıda Bakanlar Kurulu’nun gündemine gelecek. Acaba özelleştirme sadece Şehir Tiyatroları ile mi sınırlı olacak, yoksa Devlet Tiyatroları’nı, Devlet Opera ve Balesi’ni, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı da kapsayacak mı?Önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.Ancak bu arada bir başka tartışma daha alevlenmiş durumda: Ulusal bayramlar nasıl kutlanacak?Bu konu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 19 Mayıs kutlamalarına ilişkin genelgesi üzerine tartışmaya açılmıştı. Bu tartışma şimdi Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararı ile yeniden ve daha şiddetli biçimde siyasal gündemin ilk sıralarına girmiş bulunuyor.Milli Eğitim Bakanlığı, 19 Mayıs Bayramı kutlamalarının sadece Ankara’da stadyumda yapılmasını, diğer illerde okullarda kutlanmasını öngörüyordu. Danıştay 10. Dairesi, “Hayır” dedi, genelgenin yürürlüğünü durdurdu.Danıştay’ın bu kararı muhalefet partilerince memnuniyetle karşılanırken, iktidar kanadı ise “garabet” diye ateş püskürüyor.Danıştay’ın verdiği bu karar üzerine ulusal bayramlarla ilgili tartışma nasıl şekillenecek?Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in önceki günkü açıklamaları bir ipucu veriyor aslında. Danıştay kararını “Çok garip ve tuhaf” diye niteleyen Bakan Dinçer, ulusal bayramlarla ilgili yönetmeliği tümden değiştireceklerini söylüyor. Yani sadece 19 Mayıs değil, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim kutlamaları da yeni esaslara bağlanacak. Bugünkü kutlama şeklini 1940’ların faşist İtalya ve Almanya ile Sovyetler Birliği uygulamalarına benzeten Dinçer, ulusal bayramları özüne uygun biçimde halka maledecek bir model üzerinde çalıştıklarını söylüyor.Bakan’ın tespitleri haklı olabilir. Gerçekten de artık günümüz dünyasında, çağdaş demokrasilerde bizdeki kutlama modelleri kalmadı. Devlet zoruyla bayram kutlaması olmamalı. Bayramlar özüne uygun biçimde halka maledilerek daha geniş katılımlı ve daha içten, daha anlamlı biçimde kutlanabilir. Totaliter rejimlere özgü görüntüler değiştirilebilir.Ama nasıl?Kavga ederek, inatlaşarak bu yapılmaya kalkışılırsa büyük ihtimalle iş rejim kavgasına dönüşecek.Ki rejim kavgasına dönüşeceğinin ipucunu da dün Devlet Bahçeli yaptığı yazılı açıklama ile veriyor:“Milli bayramların kaşınmasındaki ve üzerinde oynanmasındaki maksat, Cumhuriyetin yapı taşlarını kırmak. Taşıyıcı sütunlarını yıkmak ve son tahlilde hayasızca planlanan rejim değişikliğini hayata geçirmektir...”Evet, Devlet Bahçeli kutlama yönteminin değiştirilmesini böyle değerlendiriyor.Oysa hükümet bu konuda toplumsal ve siyasal mutabakat arasaydı, diyalog mekanizmalarını işleterek hem siyasal partilerin, hem sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerilerini de alarak ortak paydada çağdaş bir kutlama biçimi belirlenemez miydi?Baştan bu yola gidilseydi belki belirlenebilirdi. Ama bu noktadan sonra artık çok zor gözüküyor.Türkiye geçmiş yıllardaki 19 Mayıs bayramlarında kız öğrencilerin etek boyunu tartışıyordu şimdi de bir süre rejimi tartışacak gibi...

Devamını Oku

Bu iş bir haftada biter vekiller tahliye olur

26 Nisan 2012

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bosna Hersek’te Türkiye’den beklentilerin çok yüksek olduğunu belirterek, ”Özellikle iş adamlarının yatırım yapması, istihdam yaratılması en büyük beklenti olarak karşımıza çıktı. Türkiye’nin Bosna Hersek’e yatırım yapacak iş adamlarına özel bazı teşvikler getirerek ülkedeki bu sorunun üzerine biraz daha ciddiyetle gitmesi gerekiyor” dedi.Türkiye’den beklenti çokDüzenlediği basın toplantısında, Bosna Hersek’in bir çatışma ortamı değil barış ve huzur ortamı olması gerektiğine işaret eden Kılıçdaroğlu, ”Bu hem Avrupa için hem Bosna Hersek için hem değişik etnik gruplar için zorunludur. Bu bağlamda Bosna Hersek’in NATO ve AB’ye üyeliği çok önemlidir. Türkiye bu konudaki desteğini daha net, daha tutarlı ve daha sık şekilde dile getirmelidir. Bu şekilde Bosna’nın NATO ve AB süreci daha da hızlandırılmış olabilir” dedi. Kılıçdaroğlu, Bosna Hersek’in Türkiye’den beklentisinin çok yüksek olduğunu belirterek, Ticaret Odası, Müftülük gibi kurumlar dahil olmak üzere her yerde Türkiye’nin Bosna-Hersek için bir şeyler yapması gerektiğinin ifade edildiğini söyledi. Özellikle iş adamlarının yatırım yapması ve istihdam yaratılmasının en büyük beklenti olarak karşılarına çıktığını vurgulayan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:“Bu beklentileri boşa çıkarmamak gerekiyor. Türkiye’nin bu konuda gerekirse proje bazında gerekirse Bosna Hersek’e yatırım yapacak iş adamlarına özel bazı teşvikler getirerek, bu sorunun üzerine biraz daha ciddiyetle gitmesi gerekiyor. Eğer bu konuda bir yasal düzenleme yapılacaksa, böyle bir ihtiyaç varsa CHP olarak biz yasal düzenlemeye her türlü desteği vermeye hazırız. Ekonomide bize aktarılan en ciddi sorun işsizlik, yatırımların yetersizliği işsizliği gündeme getirmiş durumda, özellikle üniversite mezunları arasında işsizliğin yüksek olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu arada CHP’den beklentiler var, bunlar bize ifade edildi. Siyasal iktidar değişse dahi Türkiye’nin bu konudaki temel dış politikası değişmeyecektir. Kendilerine bir anlamda bu konuda güvenceyi de vermiş olduk. Bosna Hersek ile ilgili özel projelerin geliştirilmesi hazırlanması gerekiyor. TİKA’ya bu konuda önemli görevler düşüyor. TİKA, Bosna Hersek bazında gerekli çalışmaları yapmalıdır. Türkiye’ye olan yüksek beklentiler Türkiye tarafından boşa çıkarılmamalı ve bir hayal kırıklığı yaşanmamalı, işin özü bu.”Tutuklu vekillerKılıçdaroğlu, Türkiye’ye hareketinden önce havaalanında gazetecilerle sohbet ederken tutuklu milletvekilleri konusunu değerlendirdi. Dün Ankara’da Cemil Çiçek’in muhalefet partilerinin grup başkanvekilleriyle yaptığı ikinci zirve toplantısında uzlaşma sağlandığını belirten Kılıçdaroğlu, “Arkadaşlarımın bana verdiği bilgiye göre düzenlemenin yeri değişmiş, başka bir maddeye girmesi konusunda uzlaşmaya varılmış” dedi.Bir gazetecinin “İki hafta sonra tahliye olabilirler öyleyse” demesi üzerine Kılıçdaroğlu “Yok yok, iki haftayı bulmaz. Komisyondan bir günde geçer, Meclis’te bir günde kabul edilir, bir günde de onaylanır, önümüzdeki hafta biter” dedi. Kılıçdaroğlu, yasa Resmi Gazete’de yayımlanınca tahliye kararlarının da çıkacağını belirterek “Bir haftada biter bu iş” diye konuştu.‘Müslüman olmakla Türk olmak eşit sayılıyor’Kılıçdaroğlu’na basın toplantısında imam hatip lisesini (Gazi Hüsrevbey Medresesi) ziyareti ve din adamlarıyla görüşmeleri soruldu. ”Bunlar daha önceki yurt dışı ziyaretlerine göre daha fazla dikkat çekti, bu CHP’nin özel bir tercihi mi” sorusunu Kılıçdaroğlu, “Bosna Hersek’in sosyolojik yapısından kaynaklanan bir durumdur bu. Özel bir çaba, özel bir düzenleme değil” diye yanıtladı. Bosna Hersek’te Müslüman olmak ile Türk olmanın eşit sayıldığını belirten Kılıçdaroğlu, şöyle dedi: “Yani yabancılar buradaki Müslümanları Türk olarak görüyor, Türk olarak algılıyorlar. Gezimiz bu sosyolojik tablonun ortaya çıkarmış olduğu bir gerçeğin üzerine oturuyor. Her Bosna Hersekli Türkiye’yi çok yakından izliyor, akrabalarının büyük bir kısmı Türkiye’de, onlar sürekli gidip geliyorlar. Türk televizyonları, Türk dizileri izleniyor. İster Diyanet İşleri’ne gidin ister kahvede oturun ister Ticaret Odası’na gidin, isterseniz yerel askeri birliklerle oturup konuşun, aşağı yukarı aynı temayı her yerde görüyorsunuz.”Kılıçdaroğlu’na Saraybosna’daki askeri orduevinde Bosnalı şehitler için mevlit okutulması da soruldu. Şehitler için mevlit okutmalarının CHP için yeni bir şey olmadığını belirten Kılıçdaroğlu, daha önce Çanakkale Savaşları’nın büyük kahramanı Seyit Onbaşı için de mevlit okutturduklarına dikkat çekti. Kendisine böyle bir mevlit okutulmasının çok uygun olacağının ifade edildiğini belirten Kılıçdaroğlu, ”Biz bunu askeri birliğin içinde yaptık, son derece mutluyuz” dedi. ”Neden askeri birliğin tercih edildiği” sorunu da Kılıçdaroğu, ”Biz tercih etmedik, onlar oranın daha uygun olacağını ifade ettiler, çünkü şehitler asker olduğu için mevlitin orada okunmasının uygun olacağı ifade edildi” diye yanıtladı. “İmam hatip ziyaretiyle ilgili Türkiye’den eleştiri bekleyip beklemediği” sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu: ”Her alanda eleştiri gelebilir ama şunu çok açık ve netlikle söyleyeyim, biz Seyit Onbaşı için de mevlit okuttuk, yani bir eleştiri gelmedi. Bundan da bir eleştiri geleceğini sanmıyorum. Ziyaret ettiğimiz imam hatip okulu, 400 yıllık bir okul. Osmanlı’nın Avrupa’da yaptırdığı ilk eğitim kurumu, yani çok önemli bir kurum. Orasının ziyaret edilmesi son derece doğal, olması da gerekir. Ayrıca ben Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nı defalarca ziyaret ettim. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ziyaret etmek, gidip konuşmak, özel olarak eleştirilmesi gereken bir olay değil. Bu ilişkiler olmalı zaten ancak çok abartılı olmamalı. Kamuoyunda ’ben şuraya gittim’ diye, gösteri olarak, propaganda malzemesi olarak kullanıyor gibi bir hava yaratmak istemiyoruz. Ama buradaki ziyaretler önceden programlanan planlanan ziyaretlerdir.”THY’ye iletecekKılıçdaroğlu, Türkiye ile Bosna Hersek arasındaki ulaşımın pahalılığı konusunda da şikayet aldığını belirterek, iki ülke arasında özel havayollarının devreye girmesinin ya da THY’nin seferler sayısı ve ücret konusunda düzenleme yapmasının önerildiğini söyledi. Bunu THY yetkililerine aktaracağını belirten Kılıçdaroğlu, “Tabii özel hava yollarıyla ilgili söyleyebileceğim bir şey yok. Ama umuyorum THY, Bosna Herseklilerin bu taleplerini dikkate alır ve gerekli girişimi başlatır” dedi.

Devamını Oku

Başbakan’ın yakın tarihten intikam alma çabası var

25 Nisan 2012

CHP lideri Kılıçdaroğlu Bosna Hersek yolunda gazetecilere konuştu. Başbakan Erdoğan’ın CHP üzerinden yakın tarihten intikam alma çabası içinde olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, bu dönemdeki bazı uygulamaları 12 Eylül dönemine benzetti: 12 Eylül versiyonunun postmodern bir tipini yaşıyoruz.CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu iki günlük bir program çerçevesinde Bosna Hersek’e giderken uçakta beraberindeki gazetecilerin sorularını yanıtladı ve Başbakan Erdoğan’a çok ağır ifadelerle yüklendi. Başbakan Erdoğan’ın CHP üzerinden yakın tarihten intikam alma çabası içinde olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, hükümetin bu dönemdeki bazı uygulamalarını 12 Eylül dönemine benzetti. Erdoğan’ın “Yeni Kenan Evren Modeli” uyguladığını iddia eden Kılıçdaroğlu, “Aralarındaki fark apolet ve idamların olmaması” dedi. Meclis’teki din ve cami polemiklerinden 28 Şubat soruşturmasına kadar her alanda soruları cevaplayan Kılıçdaroğlu, bir ara orta şiddetli türbülans nedeniyle ara vermek zorunda kaldığı konuşmasında çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Kılıçdaroğlu’nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:- Sayın Başbakan grupta konuştu, siz de konuştunuz. Din ve cami üzerinden bir tartışma gidiyor. Başbakan CHP’yi camileri satmakla eleştirdi ve belgeler gösterdi. Siz ne diyorsunuz?Ben şöyle bir belge göstermesini isterdim; şu tarih, şu genelge ile falanca camiyi ahıra çevirin diye bir yazı bekliyordum. Böyle bir yazı yok. Demek ki doğruları söylemiyor.- Siyasi tartışmanın bu eksende gitmesine ne diyorsunuz?Tek parti dönemi hepimizin ortak paydası, şu veya bu partinin dönemi değil. Eğer tarihi biliyorsak, tek parti dönemini biliyorsak zaten tarihle bu şekilde hesaplaşmaya kalkmazsınız. Sorun yakın tarihin Başbakan tarafından iyi bilinmemesidir. Türk siyasal tarihinde ölmüş liderlerle hesaplaşma hiç olmamıştır. Liderler yaşamlarını yitirdikten sonra da arkalarından olumsuz bir şey söylenmemiştir. İlk kez yakın tarihten intikam alma çabası var.Nedeni de şu; Başbakan CHP’ye bir şey söyleyemiyor. Ne politikasına, ne ilkesine bir söyleyeceği yok. Bir dönem “Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz” diyordu, şimdi kendisi Sivas’ın ötesine gidemez. “Projeleri yok” diyordu, bizim projelerimiz üçe dörde katladı AKP’yi. Seçimlerden sonra bizim politikalarımızı kullanmaya başladı. Tarihimizle uğraşıyor. Bir o kaldı. Pursaklar’da camiler yıkılmadı mı? Onun üstünde cami yıkıldı AKP döneminde. Malatya’da belediyenin camiyi yıkıp yerini yabancı bir firmaya sattığını Genel Kurul’da açıkladık. Öyle onlarca örnek verildi. Camilerin bir dönem askerler için kullanıldığı doğrudur. Belgeler de vardır. Kimse aksini de söylemiyor. Ordu savaşa gidecek. Kışlası yok, çadırı yok, nerde yatacak bu ordu? Bu ordu şehit olmaya gidiyor. Camide yatacak. O zaman ne vardı, askeri cemse mi vardı, tank mı vardı? Cepheye at sırtında gidiyor, camide yatan insan atlarını bir yere bağlayacak. Eğer olayları çarpıtırsanız yanlış yapmış olursunuz. Sayın Başbakan ölülerle mücadele edeceğine dirileri var burada, gelsin bizimle mücadele etsin. Söyleyecek bir şeyi varsa bize söylesin. Hem dini konulara girer hem istismar eder. Bu kadar iftira eden, bu kadar istismar eden görmedim. Bu kadar iftiracı, bu kadar yalancı siyasiye ilk kez şahit oluyorum.İmam hatiplerin kapatılmasını istemedik- Kutlu Doğum konuşmasından sonra 4 4 4 yasasını AYM’ye götürdünüz. İktidar da bunu “tezat” olarak nitelendirdi...Hiçbir çelişki yok. Kutlu Doğum Haftası’nda yaptığım konuşma bir siyasi konuşma değildir. O günün anlamına uygun bir konuşmaydı, o konuşma sadece o güne özgü duyarlılıkları içeriyor. Toplumun hemen hemen her dönem yaşadıklarını içeren bir konuşmaydı. Başbakan ise kendi grubuna konuşuyormuş gibiydi. Dini bu kadar istismar eden başka bir siyasi lider görmedim. O gün toplantıya geç başlandı. Kutlu Doğum Haftası geç başladı. Neden? Çünkü Başbakan o saatte bir düğündeydi. Şu ana kadar dillendirmedim, ama bizi zorunda bırakıyorlar. AYM’ye biz niye gidiyoruz? Biz hukuk devleti miyiz, evet. Eğer bir yerde anayasaya aykırılık düşünüyorsak bu işi mahkemeye götüreceğiz. Siz komisyonda yasayı anayasanın öngördüğü şekilde görüştünüz mü, hayır. Komisyon işgal edildi, vekillere söz hakkı verilmedi. Yasa oylama yapılmadan kabul edildi. Şekil yönünden gittik Anayasa Mahkemesi’ne. Zaten anlayamadığım bir şey var; hem “hukukun üstünlüğü” diyeceksiniz, hem “AYM’ne gittiniz” diye eleştiri getireceksiniz. Fransa’da Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili yasa kabul edildi. Orda parlamenterler AYM’ne başvurdu. Başta Erdoğan olmak üzere “Fransa’da demokrasi var” dediler, biz başvurunca “yok” diyorlar. İmam hatiplerin kapatılmasını istemedik hiçbir zaman talebimiz de olmadı. Bu ülkede saygın din adamlarına ihtiyaç var. İlahiyatları, imam hatipleri, Diyanet’i kuran biziz. CHP’nin bir özelliği var. Dini siyasete alet etmiyor. Sanki biz imam hatiplere karşıymışız gibi propaganda yapılıyor. Karşı olsak kurar mıyız? Buna benzer toplumun algısını olumsuz olarak çevirmek için çaba var.- Başbakan her grup toplantısında CHP’ye özel bir yer açıyor. Programlı şekilde yapıyor. Hatta biraz da alaysı ifadeleri de var. Size grup konuşmalarında savunmada kaldığınız eleştirileri yapılıyor. Daha farklı bir strateji izlemeyi düşünüyor musunuz?Savunmada kaldım diye düşüncem söz konusu değil. 40-45 dakikalık konuşmada Başbakan’ın bir saat önce yaptığı konuşmaya bir şeyler yetiştirmem zor. Konuşmamı daha önce hazırlıyorum. Ciddi aykırılıklar yada bilgi yanlışları varsa ona cevap veriyorum. İran konusunda Başbakan’ın istiskal edilmesini dile getirdim. Ömer Seyfettin’den bahsettim, bir hafta sonra cevap verdi. Bizim eleştirilerimize cevap veriyor Başbakan. Orda iki temel nokta var. Bazı arkadaşlar da dini konulara giriyormuşuz gibi şey... Biz hiçbir zaman dini konulara girmedik. “İki kitap yasaklandı” dedi. İlgili konuya cevap verdim, dini konulara girme diye bir şeyim olmadı. Ama gazetedeki arkadaşlar işi gücü bırakmış bu konulara girmişim gibi davranıyor. Suriye’de geldiğimiz noktayı ısrarla söylüyoruz, Başbakan cevap vermiyor. MEB ihaleleri Kamu İhale Yasası’nın dışına çıkarıldı. Neden? Gazeteciler sormuyor? Başbakan açıklasın. Niye açıklayamıyor? Bir; Kamu İhale Kurumu’na itiraz edildi. Biri başvuracak mahkemeye. Söylem gayrı ciddi. Aynı firma? Kim bu firma..? Yolsuzluğu yasayla örtmeye çalışıyorsunuz. 20 milyar doları hepimiz ödeyeceğiz. Başbakan buna yanıt vermiyor. Benim hiçbir soruma yanıt vermedi. Keşke gazeteciler alt alta yazsa. Sen, 34 kişi öldürüldü, istihbaratı kimden aldın; cevap yok.BÇG İŞLEMESİ: AİHM’ye kadar götüreceğim- BÇG’nin sizinle ilgili fişleme iddiaları için başbakanlığı mahkemeye vermiştiniz. Hükümet Danıştay’a savunma gönderdi. Fişlemeyi sahiplenmemiş Başbakanlık...Başbakan çelişiyor; “28 Şubat’ta görevden alınmıştın, 28 Şubatçılar seni iade ettiler.” Ya, beni fişlediler, nasıl göreve iade edecekler? Akıl var mantık var. Danıştay’a savunma gönderiyorlar. Diyorlar ki; 2004’e kadar isimsiz rapor vs. filan hepsi gelmiş, hiçbir resmi kayda geçirilmeden hepsi bekletilmiş, BÇG hiçbirine resmi bir hüviyet kazandırmamış. 2004’te tamamına resmi nitelik kazandırmışlar ve arşive kaydetmişler. Fişlemeyi AKP yapıyor aslında. Danıştay’a gönderdiği savunmada fişlemelerin Başbakanlık tarafından yapıldığını söylüyor. AİHM’ye kadar götüreceğim. Danıştay’da baskı yapabilirler. Ama ben bunu AİHM’e kadar götüreceğim.- 28 Şubat soruşturmasının nereye kadar uzanmasını bekliyorsunuz?Nereye kadar gideceğini savcılar bilir. Başbakan savcıya “Sen git arkadaş nereye kadar gidiyorsan” diye talimatı verdi. O da eline kılıcı alıp girecek. Nereye giderse gidecek.- 28 Şubat yargılamasına fişlendiğiniz için müdahil olacak mısınız?Hayır. Ben hukuki hakkımı zaten Danıştay’da takip ediyorum. Bana şunun yanıtı verecekler, 2004’te neden fişlemeleri kayda geçtiler, bana izah etmeleri lazım.Yeni Evren modeli- TBMM’de Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun kurulması, 35. maddenin kalkması, Genelkurmay Başkanlığı’nın MSB’ye bağlanması gibi kritik tartışmalara CHP nasıl bakacak?Bu konuda kanun teklifini veren biziz. Üstelik geçen yasama döneminde verdik. Bazılarınca hala askerlerin yanında gösteriliyor olmayı anlamakta zorlanıyoruz. Geçen gün “darbe hukukunu temizleyelim” dedik, teklif yaptık. Kanun teklifini verdik. Hala deniyor ki “CHP darbecilerle yan yana...” Kanun teklifini veren biziz, çağrı yapan biziz. Kaçan Recep Tayyip Erdoğan. Yüzde 10 barajı için kanun teklifi verdik. Kaçan kim? Gelmiyor. “Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirelim” dedik, gelmiyorlar. Bu yeni Kenan Evren modelidir. Kenan Evren’le Tayyip Erdoğan arasında temel iki üç fark var. Birinin apoletleri vardı bunun döneminde yok, onun döneminde idamlar vardı bunun döneminde yok. Onun dışında yaptığı şey aynı. Yazarlara çizerlere baskı var, haksız tutuklamalar var, poşu taktı diye çocuk aylarca hapiste kaldı, şimdi daha ağırını yaşıyoruz. Ortada 12 Eylül versiyonunun post modern bir tipini yaşıyoruz. Hala “CHP niye ön almak istemiyor” deniyor.- Resepsiyonda yoktunuz. Manzarayı nasıl gördünüz?Boykot tavrı değil. Ben 23 Nisan çocuklarının etkinliğine katılmayı tercih ettim. Çok da güzel oldu. Çocuklarla beraber oldum, özel boykot olsaydı hiç kimseyi göndermezdik.- Eşli davetiye normalleşme olarak kabul edildi. Sizce de öyle midir?Bir resepsiyondur, giderler gitmezler, kişiler hakkında yorum yapmam. Normalleşme diyorlarsa öyledir. Üzerinde çok durulacak bir şey değil.- “Kamusal alanda türban sorunu çözüldü” yorumları yapıldı.Kamusal alan bir kamu içindeki alan değildir. Cadde de, polis yolda bir şey sorarsa, yol da kamusal alandır. Kamu yetkilisiyle muhatap olduğunuz alandır.- Daha önce yapılanlar çok tartışıldığı için normali de çok tartışıldı?Daha önce, askerler BDP’liler olduğu için gelmiyorlar, gibi haberler çıkıyordu. Bu toplantıda BDP’liler var mıydı bilmiyorum, onun için mi katıldılar, bilmiyorum. Bizim açımızdan özel yasaklama getirmiş değiliz. Vekillerimizi serbest bıraktık.- Sonuçta ana muhalefet partisi liderisiniz. Acaba daha açık söyleyebilir misiniz, neden gelmediniz?Anıtkabir’e, Meclis Başkanımız Cemil Çiçek’in kabulüne katıldık. Resmi törenlere katıldık.- Başörtülü yada türbanlı eşlerin gelmesi normal mi?Geliyorlar zaten. Niye geliyorsunuz diye sorulması anlamsız zaten. Sorunlar olmuş, aşıldı, aşıldığı içinde memnunuz.- Anayasa yapımında Başbakan “Masadan kalkan taraf olmayacağız” dedi. Sizin tutumunuz ne olacak?Yeni anayasa yapılması konusunda CHP olarak her türlü desteği vermeye hazırız. En yetenekli, nitelikli vekilleri biz komisyona verdik. Başbakan’ın söylemlerinde çelişki var. Bir, “Masadan kalkmayacağız”, iki “Gerekirse biz başkalarıyla iş birliği yaparak anayasa değişikliği yaparız” diyor. Bu çelişki değil mi? Orda mısın, burada mısın? Biz anayasa yapılmasını istiyoruz, onunla ilgili kurallar belirlenmiş.- Umutlu musunuz?Ben umutsuz olmadım zaten...Süreç ‘Cadı avına’ dönecek- Özel yetkili mahkemelere karşıyız. Özel yetkili, mahkemelerin yaptığı soruşturmalara da karşıyız. Bu süreçle ilgili olarak Sayın Başbakan’ın bir açıklaması oldu, savcılara bir talimattır. Özel yetkili mahkemelerin savcılarına bir talimat. Siyasi otoriteden talimat alan bir yargılama düzeni, hukuku yargılar. Hukukun üstünlüğü değil egemen güçlerin üstünlüğü akla gelir. Aklımıza gelen de bu. Normalde hiç bu sürece müdahale etmemek gerekirdi. Hiçbir endişeniz olmasın. Bundan sonra da yine Sayın Başbakan’ın izniyle, talimatıyla, öngörüleriye, önceden bilgi verilerek pek çok operasyon yapılabilir. Bu süreç ’cadı avına’ dönecek” şeklinde konuştu.Her bakan döneminde farklı fişlenmişimKılıçdaroğlu, “Benimle ilgili hemen her bakan döneminde farklı fişleme yapılmış. Biri ‘Komünist’, biri ‘Faşist’ demiş. Hatta ‘Aczmendi’ bile demişler” dedi.Kılıçdaroğlu, geçen grup toplantısındaki konuşmasında “Genel Müdürlük yaptığı dönemde iki bakan hariç diğerleriyle kavga ettim” demişti. Dün de farklı bakanlar döneminde fişlendiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “Genel Müdür” olarak görev yaptığı dönemde 9 hükümetle ve değişik partilere mensup 10 ayrı Çalışma ve Güvenlik Bakanı ile çalıştı. Kılıçdaroğlu’nun bu 10 bakan arasında sadece Mehmet Moğultay ve Nihat Matkap ile kavgalı olmadığı, diğer 8 bakanla çeşitli sorunlar yaşadığı biliniyor. Kılıçdaroğlu’nun birlikte çalıştığı bakanlar şöyle:- 1991’de Mehmet Moğultay’ın kabine üyesi olduğu Demirel’in DYP-SHP koalisyon hükümeti döneminde Bağ-Kur Genel Müdürü oldu. 13 Mayıs 1992’de yine Moğultay döneminde SSK Genel Müdürlüğü’ne atandı.- 1993-1996 arasında DYP-SHP koalisyonunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan SHP’li Nihat Matkap, Aydın Güven Gürkan, Ziya Halis, Ateş Amiklioğlu ile çalıştı.- DYP-CHP koalisyonu niteliğindeki Çiller hükümetinde 1995-1996 tarihleri arasında CHP’li Bakan Mustafa Kul ile çalıştı.- 6 Mart 1996 ile 28 Haziran 1996 tarihleri arasında ANAYOL koalisyonu ile kurulan Yılmaz hükümetinde Emin Kul ile çalıştı.- 28 Haziran 1996’da kurulan Erbakan’ın Refahyol koalisyon hükümetinin Bakanı Necati Çelik ile çalışırken 20 Eylül 1996’da görevden alındı.- 1997’de yeniden SSK Genel Müdürü oldu ve 30 Haziran’da ANASOL-D koalisyonu ile kurulmuş olan Yılmaz hükümetinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan ile çalıştı.- 1999’da kurulan Ecevit’in ANAP ve MHP ile kurduğu koalisyon hükümetinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı üstlenen Yaşar Okuyan ile yaklaşık 6 ay çalıştıktan sonra kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.Demirel bana hiç kimse için vekil önerisinde bulunmadı- Süleyman Demirel’i kılavuz etme iddiaları, tartışmaları da sürüyor...O da yalan. Gerçekten yalan. Demirel’e bir sefer gittim. Bülent Ecevit’i anma programı içindi. Konuşma yapıp yapamayacağını sordum, “Gelirim” dedi. Ecevit’in en büyük siyasi rakibiydi, o yüzden tercih ettik. Kamuoyunun dikkatini çeker diye düşündük. Geldi konferans verdi. Niye bunu söyler, hangi gerekçeyle söyler? Bir başbakanın bunları kamuoyunda dile getirmesi akıl almaz. Ne diz çökmesi, ne bir şey, bizim böyle bir kültürümüz yok. Sen kimin önünde diz çöküyorsun arkadaş? Daha düzeyli bir tartışma isteriz. Ekonomiye girmiyor mesela. Demirel’le siyasi bir alışverişimiz yok, tamamen hayal ürünü, ama Demirel’e saygı duyarım. Her politikacıya saygı duyduğum gibi ona da saygı duyarım.- Sayın Haberal’ın adaylık sürecinde etkisi olduğu iddiası?O da hayal ürünü. Bu konuda açıklamalar da yaptım. Sayın Demirel bana, hiç kimseyi vekil göster, diye telkinde bulunmadı, önerisi de olmadı. Önerse de kabul ederim. Ama olmadı, olmayan bir şeyi niye saklayayım?- Üsluptaki bu sertleşme seçim hazırlığı olabilir mi?Yorumlanabilir evet. Ama bu sertleşme ona Cumhurbaşkanlığı yolunu açmaz. CHP’nin din düşmanı algısını kaldırıyoruz, yalanlarını tek tek ortaya koyuyoruz. Camiler nasıl kullanıldı, ortaya koyuyoruz. Dini siyasete alet etmeme kültürünü bu topluma getirmek istiyoruz. Saldırı silahlarını da onların elinden alacağız. - Dine bu kadar girmesi Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olabilir mi?Sanmıyorum. Oradan bizi sıkıştıracağını sanıyor ama bizi oradan sıkıştıramaz.Genel Kurul’da Haberal’ın iddianamesi okunacak- Bakan Hayati Yazıcı Silivri adaylarının darbe davalarını sulandırma için aday gösterildiğini iddia etti . Ne diyeceksiniz?Silivri davalarını sulandıran savcıların iddianameleri. Hamizdat’ı okursanız bütün ayrıntıları görürsünüz. Vekillerimizden Ömer Suha Aldan önümüzdeki hafta Genel Kurul’da (TBMM) Haberal’ın iddianamesini okuyacak. Örneğin, yanlış hatırlamıyorsam Hurşit Tolon bir parti kurmak istiyorlar, Haberal’ı davet ediyorlar. Haberal kabul etmiyor. Bir şey olursa ben partide yer almak istemiyorum, diye bant kaydı var. Eğer partimize gelirsen emrinde olacağız, diyor. Bunun üzerine Haberal’ı Ergenekon’un bir numarası yapıyorlar. Davayı sulandıran savcıların iddianameleri. Varsa darbe teşebbüsü adam gibi soruşturun.- Tutuklu vekillerin durumunda bir çözüm gözüküyor mu?Bizim hazırladığımız kanun teklifini sayın Meclis Başkanı diğer grup başkanvekillerine de verdi. Onlar görüşecek. Sanıyorum kabul edilir.Siyasetçi için tehlikeli şey sanatçıyla uğraşmaktır- İstanbul Büyükşehir tiyatrosu tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?Bir siyasetçi için en tehlikeli şey sanatçı ile uğraşmaktır. Sanatçının yazdığı kalıcıdır siyasetçinin geçicidir. Sanatçı bir şey söyleyince sizin ayıplarınızı gelecek kuşaklara taşır. Siyasetçinin sanatçı ile tartışması lehine değildir.

Devamını Oku

Demokrasi ayıpları ve geçmişin hesaplaşması...

24 Nisan 2012

“Geçmişle yüzleşme, darbelerle hesaplaşma” bugün Türkiye’nin, özellikle de siyasetin ve yargının bir numaralı gündem maddesi haline gelmiş durumda.Türkiye uzunca bir süreden beri geçmişiyle yüzleşmeye çalışıyor veya çalışıyormuş gibi yapıyor. En azından geçmiş, Cumhuriyetin kuruluş yılları ve özellikle de “Tek Parti” döneminin baskıcı uygulamaları, siyasi tartışmaların önemli malzemesi halinde.“Dersim”le başlayan tartışma, şimdilerde camilerin ahır yapılıp yapılmadığı, Kuran’ın, Namaz Bilgisi ve “Hz. Ali Cenkleri” kitaplarının ve diğer bazı dini yayınların yasaklanıp yasaklanmadığı, dindarların mağaralarda Kuran okumak zorunda bırakılıp bırakılmadığı ekseninde devam ediyor.Başbakan Tayyip Erdoğan ile anamuhalefet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında cumhuriyet tarihi üzerinden yürütülen tartışma, karşılıklı hakarete varan bir üslupla sertleşerek sürüyor.Başbakan Erdoğan, bir süreden beri, Türkiye’de 1926-45 döneminde dindarların zülum gördüğünü, camilerin ahır yapıldığını, kapatılıp satıldığını iddia ediyordu. Dün cami kapatılması, satılması konusunda belge de sundu Erdoğan. İnönü imzalı bazı yasa ve kararnameleri delil olarak gösterdi.Erdoğan başarılı bir tartışma stratejisi ile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarının, tek parti döneminin tüm olumsuz uygulamalarının faturasını CHP’ye kesiyor. Bir numaralı yetkili ve sorumlu olmasına karşın Mustafa Kemal Atatürk’ün adını geçirmiyor Erdoğan, “İnönü” diyor. Dersim’in dramının sorumluluğunu da, camilerin ahır yapılması veya satılmasının sorumluluğunu da İnönü’ye ve dolayısıyla CHP’ye yükleniyor.Bu sorumluluklar, genişletilip fatura ağırlaştırılabilir, ki zaman zaman bu konulara da değinmişti Erdoğan. Örneğin, Menemen isyanının içyüzü veya İzmir suikastı davaları, İstiklal mahkemelerinin uygulamaları ve 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından azınlıklara yönelik olarak uygulanan “varlık vergisi” faciası gibi... Evet Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bazı uygulamaların gerçekten değil demokrasi ayıbı, ağır insan hakları ihlali niteliğinde olduğuna hiç kuşku yok. Ki zaten o döneme kimsenin demokrasi dediği de yok. Tek parti diktatörlüğü...Bugünkü CHP, “Tek Parti” diktatörlüğü döneminin CHP’si değil. Fakat, Erdoğan o döneme vurdukça Kemal Kılıçdaroğlu, savunmaya geçiyor.Ancak, Erdoğan’ın dile getirdiği tek parti dönemi uygulamalarını sahiplenmeye, savunmaya kalktığında, özellikle de 80 yıl öncesinin Türkiye koşullarını ve uygulamalarını bugünün penceresinden bakarak tartışmaya kalktığında bu işin üstesinden gelebilmesi mümkün değil Kılıçdaroğlu’nun. O nedenle bugün Erdoğan’ın çerçevesini belirlediği bu tartışmayı kaybetmeye mahkum Kılıçdaroğlu...Tabii ki bu tartışmadan Türkiye’nin ne kazanacağı da ayrı bir konu...Keşke iktidarla muhalefet arasındaki tartışmalar cumhuriyetin kuruluş yıllarının yanlışları, hata ve günahları üzerinden değil de bugünün demokrasi ayıpları ekseninde yürütülebilse.Türkiye elbette geçmişiyle de yüzleşsin. Atatürk ve İnönü dönemlerini de konuşsun. Adına çok partili parlamenter demokrasi dediğimiz 1950 sonrasında işlenen demokrasi ayıplarıyla; darbelerle, askeri müdahalelerle, işkence ve ağır insanlık suçları ile de yüzleşebilsin. Bu yüzleşmeden geleceğe dönük sağlıklı sonuçlar üretebilsin.Ama bütün bunları yaparken bugünden kopulmaması gerekiyor. Bugün yaşanan hak ve hukuk ihlalleri de tartışılsın. 10,5 aydan beri çözüme kavuşturulamayan tutuklu milletvekilleri sorunu ile de yüzleşsin Türkiye.

Devamını Oku

Milli irade darbeler ve tutuklu vekiller...

23 Nisan 2012

“23 Nisan” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu, duvarına “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazısının kazındığı günün adı ve doğal olarak en önemli ulusal bayramlarımızdan biri. Ulusça Türkiye ve Türkiye Büyük millet Meclis’i dün bu bayramı ruhuna uygun biçimde kutlardı.Meclis’te yapılan özel oturumda her yıl olduğu gibi siyasi parti başkanları konuşmalarında yine Meclis ve milli irade üzerine veciz ifadelerle süslenmiş değerlendirmelerde bulundular.Meclis’te dört siyasi parti grubu olmasına karşın sadece üç grubun bu özel oturumda hazır bulunması, sadece üç parti başkanının konuşma yapması, altı çizilmesi gereken bir durum. Keşke BDP’nin bir temsilcisi de Genel Kurul’da milli egemenlik üzerine bir konuşma yapsaydı. Keşke onlar da askeri darbelerin milli irade ve demokrasiye verdiği hasarlarla ilgili görüşlerini açıklasalardı.Yapmadılar...İktidar partisine olan tepkilerini, yasal, yargısal ve bazı idari uygulamaları bu yolla protesto etme yoluna gittiler. Kendilerince bir farklılık sergilediler.Özetle BDP kendisini, parlamentoda temsil edilen diğer üç siyasi partiden ayrı bir noktada konumlandırmayı tercih etti.Meclis özel oturumundaki konuşmalara son dönemin güncel yargılama ve soruşturmaları damgasını vurdu.Başbakan Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Meclis’in ve milli iradenin önemine bir kez daha vurgu yaptılar. Darbe ve darbe girişimlerini eleştirdiler.“Bu Meclis, artık darbelerle hesaplaşan bir Meclis’tir” diye sözlerine başlayan Başbakan Tayyip Erdoğan, “Meclis’e yönelik her türlü müdahale ve girişim, bu ülkenin istikbaline yönelik olacaktır. Milli iradeye ve demokratik rejime kastedenler er veya geç Meclis’ten, milletten ve yargıdan gereken cevabı alacaktır ve almaktadır...” diyerek darbeler konusunda net ve kararlı duruşunu bir kez daha yinelemiş oldu.Darbeler konusunda aslında bütün siyasi partilerin tutumu aşağı yukarı aynı.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de darbeleri lanetledi.“Darbe düşünceleri Meclisimizin birikimlerine saygısızlık anlamına gelecektir” diyen Bahçeli yeni anayasa çalışmalarının önemine işaret etti:“İlk sivil nitelikli yeni anayasa yapım süreci önemlidir ve Türk milleti hakettiği yeni anayasaya önümüzdeki yıla kadar mutlaka kavuşmalıdır. Önümüzdeki tarihi fırsat şahsi çekişmelere kurban edilmemelidir. Kavgayla değil barışla, küslükle değil kucaklaşmayla her meselemizin üstesinden geliriz...”Bahçeli’nin yeni anayasa vurgusu elbette önemli ancak en az o kadar önemli olan ve yeni anayasa çalışmalarınının seyrini etkileyebilecek kadar önemli ve kritik bir başka sorunu daha var bugün siyasetin ve özellikle de TBMM’nin.Tutuklu milletvekilleri sorunu...Seçimlerden bu yana Türkiye bu sorunu konuşuyor ama çözemiyor. Daha doğrusu çözme iradesi gösteremiyor veya göstermiyor. Seçimlerin üzerinden 10 aydan fazla süre geçti ve seçilen 8 milletvekili cezaevlerinde tutuklu.İşte anamuhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da dünkü konuşmanın “milli irade” bölümünü bu konuya ayırdı: “Halkın iradesiyle seçilen vekillerin halen tutuklu olmaları bir demokrasi ayıbı olarak karşımızda durmaktadır...”Evet, Türkiye bu ayıptan niye kurtulamıyor?Tutuklu vekiller muhalefete mensup oldukları için mi?MİT Müsteşarı’nı savcıdan, soruşturmadan korumak ve kurtarmak için üç günde yasa değişikliği yapabilen Meclis, milli iradenin tutuklu bölümü için 10,5 aydan beri niye harekete geçemiyor?İki maddelik bir yasa değişikliği ile çözülebilecek bir sorun neden ortada bırakılıyor?Anlaşılması güç.Ki aslında bu sorunun çözümü normal olarak yasal değişiklik bir gerektirmiyor. Geçen dönemde seçilen bir milletvekili (Sabahat Tuncel) PKK davasından tutukluydu ama seçildiği gün ilgili mahkeme milletvekilini serbest bıraktı. Şimdi ise Ergenekon ve KCK mahkemeleri 8 milletvekilinin tutukluluğu konusunda adeta inat ediyor.Belki de iktidarın estirdiği hakim rüzgar yargıçların tutuklulukta direnmesine neden oluyor.

Devamını Oku

Bağımsız yargı neyi bekledi?

17 Nisan 2012

Yürütülmekte olan 28 Şubat soruşturması da dahil bütün darbe ve darbe girişimlerinin soruşturulması, yargılanması konusunda siyasette ve toplumda genel bir mutabakat var.Aslında bu mutabakat yeni oluşmuş değil. Üç ay önce de üç yıl önce de muhalefet darbelerden hesap sorulmasına karşı çıkmıyordu. O zaman bu ortak talep niye bugüne kadar bekledi? Bağımsız yargı neden harekete geçmedi veya geçemedi?Neden şimdi? Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle “mazlumun ahı” neden bugün aheste aheste çıkıyor? Neden bu iş 10 yıl önce yapılamadı veya 3 yıl önce?12 Eylül soruşturmasının 30 yıl geç başlamasını anlamak mümkün. Çünkü anayasa engeli vardı yargının önünde. 12 Eylül darbecileri 1982 anayasası ile kendileri için dokunulmazlık zırhı oluşturmuşlar ve bu zırh 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumuna kadar kaldırılamamıştı. O nedenle 30 yıl gecikti 12 Eylül soruşturması...Peki 28 Şubat soruşturmasını ne engelledi?Bağımsız yargının elini kim tuttu? Ya da şimdi birileri düğmeye bastığı için mi harekete geçti bağımsız yargı?Soruları uzatmak mümkün ama yıllardır tartışması devam eden bu meselenin şimdi yargıya taşınmış olması da her şeye rağmen önemli. Türkiye’nin, Türk demokrasisinin geçmişin kara ve karanlık sayfalarıyla şu ya da bu şekilde hesaplaşmaya başlaması elbette önemli. Soruşturmalardan çıkacak hukuki sonuçlar önemli ama demokrasi ve ahlaki bakımlardan doğacak etkiler, anlayış değişiklikleri belki de gelecek için çok daha önemli.En azından bundan sonra demokrasi dışı arayışlar akıllara gelmez. Onun için önemli...Türkiye’nin artık darbe tartışmalarını bir şekilde sonuçlandırıp demokrasi tartışmalarına, hukuk tartışmalarına odaklanabilmesi için de önemli.Yeter ki bu soruşturmalar sağlıklı, hukuka uygun biçimde yapılıp sonuçlandırılabilsin.Geçmişteki demokrasi, hak hukuk ihlalleri ile demokrasi ve hukuk çerçevesinde hesaplaşılabilsin.Geçmişte yapılan haksızlıkların hukuksuzlukların hesabı sorulurken yeni haksızlıklara, hukuk ihlallerine meydan verilmesin.İşte zaten bugün hemen herkesin başlangıçta mutabık olduğu darbe soruşturmaları ile ilgili görüş ayrılıkları tam da bu noktada başlıyor. Muhalefette ve bazı çevrelerde bu işin “öç alma mantığı ile, cadı avına dönüştürülebileceği” kaygıları ağır basıyor.Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuk ihlallerine dikkati çekiyor ve 28 Şubat soruşturmasının da “intikam duyguları” ile rayından çıkarılabileceği tehlikesine işaret ediyor.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bütün darbelerin yargılanmasından yana ama onun da kaygıları var:“AKP zihniyeti, meseleyi kaşıyarak kendisine siyasi rant elde edeceğini düşünüyorsa bilsin ki Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olacaktır...”Her şeye rağmen Bahçeli de soruşturmanın başlamış olmasını önemsiyor ve bir an önce sonuçlandırılmasını temenni ediyor:“12 Eylül, 28 Şubat ve her türlü darbe girişimi mutlaka hukuki anlamda neticeye kavuşturulmalı ve Türkiye bu yükten artık kurtulmalıdır. Zira sürekli darbeyi konuşmaktan ve geçmişe saplanıp kalmaktan aziz milletimiz bunalmış ve yorulmuştur...”Bahçeli haklı. Türkiye bu soruşturmaları bu davaları bir an önce tamamlayıp hesaplaşmasını sonuçlandırabilmeli. Sorumluluğu olan herkesten elbette hesap sorulmalı. Ama hukuk çerçevesinde; yeni mağdurlar, yeni hesaplaşma konuları yaratmadan...

Devamını Oku

Darbe soruşturmasında ilk dalga...

16 Nisan 2012

İçeriği tam olarak netleşmemiş olsa da biçimsel olarak 28 Şubat soruşturmasının nasıl ilerleyeceği aşağı yukarı belli oldu. Tıpkı Ergenekon davalarında olduğu gibi bu soruşturma da dalga dalga gelişecek.Birinci dalga veya başlangıç operasyonu 28 Şubat sürecinin sembol isimlerinden olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Org. Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 18 emekli asker birinci dalgada tutuklanıp cezaevine konuldu.18 emekli askerin tutuklanması soruşturmanın bittiği, bundan sonraki aşamanın iddianame yazımı aşaması olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, bu birinci dalga daha işin başlangıcı.Dosyanın kapağı yeni açılıyor.Aslında soruşturulan konular kamuoyu açısından sır değil. Örneğin ilk dalga gözaltı ve tutuklamalardaki sorgulamaların ana temasının Batı Harekat Konsepti ve BÇG (Batı Çalışma Grubu) belgeleri üzerinden yürütüldüğü anlaşılıyor.Soruşturmanın esası “28 Şubat” ama en azından birinci aşamada 28 Şubat kararları değil, bu kararların türevleri inceleniyor.Yani Çevik Bir imzası ile yayınlanan BÇG emirleri ve bu çerçevede yürütülen faaliyetler, fişlemeler...Peki bu faaliyetler cuntasal bir faaliyet mi yoksa emir komuta zinciri içerisinde yürütülen faaliyetler mi? Anayasal ve yasal bir dayanağı var mı?Örneğin o dönemde “irtica” nasıl bir numaralı iç tehdit haline geldi? Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirildi mi, değiştirilmedi mi?Değiştirildi ise bunun Bakanlar Kurulu kararı ile olması gerekiyor. Ki buna bağlı olarak dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne irtica ile mücadele konusunda ne gibi bir talimat verdi?Çevik Bir’in “Genelkurmay Başkanı adına” imzaladığı BÇG belgeleri acaba bir hükümet talimatına dayanıyor mu?Bu konuda Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği arşivlerinden savcılığa gelen ve gelecek olan ıslak imzalı “çok gizli” kayıtlı belgeler büyük önem taşıyor.1985 yılından 1997 yılına kadar Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri’nde “bir numaralı iç tehdit” olan “bölücü terör” 1997 yılında ikinci sıraya geriliyor ve bunun yerine irtica, “Bir numaralı iç tehdit” olarak belgeye giriyor. Normal olarak bu değişikliğin Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülmesi ve ardından Bakanlar Kurulu kararı ile yapılması gerekiyor. Acaba gerçekten öyle mi oldu?Ve bunun ardından Başbakan Genelkurmay’a bu tehdit değişikliğine paralel olarak ne gibi önleyici tedbirler talimatı verdi?Yapılanlar eğer en azından şeklen kaynağını anayasa ve yasalardan aldı ise bu belgelerin devletin arşivinde olması gerekiyor.Şimdi savcılık bu belgelerin asıllarını ilgili yerlerden istiyor.Önceki gün ve dün tutuklanan şüphelilerin ifadeleri ile gelen bu belgeler incelenecek. Bunun sonucunda emir komuta zincirinin faaliyetlerinin anayasa ve yasalara şeklen uygun olup olmadığı veya emir komuta dışı bir cuntasal faaliyet olup olmadığı ortaya çıkacak.Bu olayın sadece bir boyutu, daha çok da şekli boyutu...Bunun yanı sıra Türkiye’nin 28 Şubat MGK’sına giden süreçte yaşadıkları, haksız-hukuksuz fişlemeler, bazı sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü faaliyetler, YÖK ve üniversitelerde yaşananlar da bu soruşturmanın kapsamı içerisinde.En önemlisi de o dönemde siyaset alanında yaşanan sıra dışı gelişmeler, bu gelişmeleri tetikleyen faktörler, milletvekili istifaları, o dönemde iktidar olan RP hakkında açılan kapatma davası süreci ve yargı alanındaki gelişmeler de yine savcıların merceği altında.Süreç yeni başladı. Soruşturmanın ikinci ve üçüncü dalgaları çok daha önemli olacak gibi...

Devamını Oku