Yargı uzunca bir süredir bütün siyasi tartışmaların odağında bulunuyor. Yargının hem yapısı, bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışma konusu, hem de işlevi.
Belediyelerdeki yolsuzluk iddialarından, şike soruşturmalarına, Ergenekon, Balyoz ve darbe soruşturmalarından Danıştay’daki idari yargı karar ve işlemlerine kadar hemen her önemli konu siyaseti de toplumu da kutuplaştırmaya yetiyor.
Son örnek Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği 19 Mayıs törenlerine ilişkin karar. İktidarın “garabet” diyerek şiddetli tepki gösterdiği bu karara CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yargı kararına saygı duymamız lazım, yargı kararı herkesi bağlar” diyerek alkış tutuyor.
Ama öte yandan Ergenekon veya belediyelerle ilgili yolsuzluk soruşturmaları ile ilgili yargısal karar ve işlemlerde tam tersi bir durum geçerli. O dava ve soruşturmalarda iktidar yargı ve yargısal süreçlere “saygı” beklerken muhalefet ateş püskürüyor. Bu tartışma, bu her kesimin kendine göre yargı ve yargı kararı beklentisi neden? Yargı neden bu kadar çok tartışılıyor?
Türkiye’nin gündemi çok hızlı değişiyor. Temel tartışma konularından biri bitmeden kapatılıp bir başkasının sayfası açılıyor.
Önce “dindar gençlik yetiştirme” tartışmasıyla hareketlenmişti siyasal gündem. Ardından temel eğitimdeki düzenleme, imam hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılması düzenlemesi gündemi meşgul etti.
Ardından muhafazakar sanat tartışmaları başladı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda belediye ile sanatçılar arasındaki gerilime Başbakan Erdoğan’ın müdahil olması ile konu başka bir boyuta taşındı.
Erdoğan bu tartışmaya önceki gün son noktayı koydu:
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bosna Hersek’te Türkiye’den beklentilerin çok yüksek olduğunu belirterek, ”Özellikle iş adamlarının yatırım yapması, istihdam yaratılması en büyük beklenti olarak karşımıza çıktı. Türkiye’nin Bosna Hersek’e yatırım yapacak iş adamlarına özel bazı teşvikler getirerek ülkedeki bu sorunun üzerine biraz daha ciddiyetle gitmesi gerekiyor” dedi.
Türkiye’den beklenti çok
Düzenlediği basın toplantısında, Bosna Hersek’in bir çatışma ortamı değil barış ve huzur ortamı olması gerektiğine işaret eden Kılıçdaroğlu, ”Bu hem Avrupa için hem Bosna Hersek için hem değişik etnik gruplar için zorunludur. Bu bağlamda Bosna Hersek’in NATO ve AB’ye üyeliği çok önemlidir. Türkiye bu konudaki desteğini daha net, daha tutarlı ve daha sık şekilde dile getirmelidir. Bu şekilde Bosna’nın NATO ve AB süreci daha da hızlandırılmış olabilir” dedi. Kılıçdaroğlu, Bosna Hersek’in Türkiye’den beklentisinin çok yüksek olduğunu belirterek, Ticaret Odası, Müftülük gibi kurumlar dahil olmak üzere her yerde Türkiye’nin Bosna-Hersek için bir şeyler yapması gerektiğinin ifade edildiğini söyledi. Özellikle iş adamlarının yatırım yapması ve istihdam yaratılmasının en büyük beklenti olarak karşılarına çıktığını vurgulayan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
“Bu beklentileri boşa çıkarmamak gerekiyor. Türkiye’nin bu konuda gerekirse proje bazında gerekirse Bosna Hersek’e yatırım yapacak iş adamlarına özel bazı teşvikler getirerek, bu sorunun üzerine biraz daha ciddiyetle gitmesi gerekiyor. Eğer bu konuda bir yasal düzenleme yapılacaksa, böyle bir ihtiyaç varsa CHP olarak biz yasal düzenlemeye her türlü desteği vermeye hazırız. Ekonomide bize aktarılan en ciddi sorun işsizlik, yatırımların yetersizliği işsizliği gündeme getirmiş durumda, özellikle üniversite mezunları arasında işsizliğin yüksek olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu arada CHP’den beklentiler var, bunlar bize ifade edildi. Siyasal iktidar değişse dahi Türkiye’nin bu konudaki temel dış politikası değişmeyecektir. Kendilerine bir anlamda bu konuda güvenceyi de vermiş olduk. Bosna Hersek ile ilgili özel projelerin geliştirilmesi hazırlanması gerekiyor. TİKA’ya bu konuda önemli görevler düşüyor. TİKA, Bosna Hersek bazında gerekli çalışmaları yapmalıdır. Türkiye’ye olan yüksek beklentiler Türkiye tarafından boşa çıkarılmamalı ve bir hayal kırıklığı yaşanmamalı, işin özü bu.”
CHP lideri Kılıçdaroğlu Bosna Hersek yolunda gazetecilere konuştu. Başbakan Erdoğan’ın CHP üzerinden yakın tarihten intikam alma çabası içinde olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, bu dönemdeki bazı uygulamaları 12 Eylül dönemine benzetti: 12 Eylül versiyonunun postmodern bir tipini yaşıyoruz.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu iki günlük bir program çerçevesinde Bosna Hersek’e giderken uçakta beraberindeki gazetecilerin sorularını yanıtladı ve Başbakan Erdoğan’a çok ağır ifadelerle yüklendi. Başbakan Erdoğan’ın CHP üzerinden yakın tarihten intikam alma çabası içinde olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, hükümetin bu dönemdeki bazı uygulamalarını 12 Eylül dönemine benzetti. Erdoğan’ın “Yeni Kenan Evren Modeli” uyguladığını iddia eden Kılıçdaroğlu, “Aralarındaki fark apolet ve idamların olmaması” dedi. Meclis’teki din ve cami polemiklerinden 28 Şubat soruşturmasına kadar her alanda soruları cevaplayan Kılıçdaroğlu, bir ara orta şiddetli türbülans nedeniyle ara vermek zorunda kaldığı konuşmasında çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Kılıçdaroğlu’nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
- Sayın Başbakan grupta konuştu, siz de konuştunuz. Din ve cami üzerinden bir tartışma gidiyor. Başbakan CHP’yi camileri satmakla eleştirdi ve belgeler gösterdi. Siz ne diyorsunuz?
Ben şöyle bir belge göstermesini isterdim; şu tarih, şu genelge ile falanca camiyi ahıra çevirin diye bir yazı bekliyordum. Böyle bir yazı yok. Demek ki doğruları söylemiyor.
“Geçmişle yüzleşme, darbelerle hesaplaşma” bugün Türkiye’nin, özellikle de siyasetin ve yargının bir numaralı gündem maddesi haline gelmiş durumda.
Türkiye uzunca bir süreden beri geçmişiyle yüzleşmeye çalışıyor veya çalışıyormuş gibi yapıyor. En azından geçmiş, Cumhuriyetin kuruluş yılları ve özellikle de “Tek Parti” döneminin baskıcı uygulamaları, siyasi tartışmaların önemli malzemesi halinde.
“Dersim”le başlayan tartışma, şimdilerde camilerin ahır yapılıp yapılmadığı, Kuran’ın, Namaz Bilgisi ve “Hz. Ali Cenkleri” kitaplarının ve diğer bazı dini yayınların yasaklanıp yasaklanmadığı, dindarların mağaralarda Kuran okumak zorunda bırakılıp bırakılmadığı ekseninde devam ediyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile anamuhalefet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında cumhuriyet tarihi üzerinden yürütülen tartışma, karşılıklı hakarete varan bir üslupla sertleşerek sürüyor.
“23 Nisan” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu, duvarına “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazısının kazındığı günün adı ve doğal olarak en önemli ulusal bayramlarımızdan biri. Ulusça Türkiye ve Türkiye Büyük millet Meclis’i dün bu bayramı ruhuna uygun biçimde kutlardı.
Meclis’te yapılan özel oturumda her yıl olduğu gibi siyasi parti başkanları konuşmalarında yine Meclis ve milli irade üzerine veciz ifadelerle süslenmiş değerlendirmelerde bulundular.
Meclis’te dört siyasi parti grubu olmasına karşın sadece üç grubun bu özel oturumda hazır bulunması, sadece üç parti başkanının konuşma yapması, altı çizilmesi gereken bir durum. Keşke BDP’nin bir temsilcisi de Genel Kurul’da milli egemenlik üzerine bir konuşma yapsaydı. Keşke onlar da askeri darbelerin milli irade ve demokrasiye verdiği hasarlarla ilgili görüşlerini açıklasalardı.
Yapmadılar...
Yürütülmekte olan 28 Şubat soruşturması da dahil bütün darbe ve darbe girişimlerinin soruşturulması, yargılanması konusunda siyasette ve toplumda genel bir mutabakat var.
Aslında bu mutabakat yeni oluşmuş değil. Üç ay önce de üç yıl önce de muhalefet darbelerden hesap sorulmasına karşı çıkmıyordu. O zaman bu ortak talep niye bugüne kadar bekledi? Bağımsız yargı neden harekete geçmedi veya geçemedi?
Neden şimdi? Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle “mazlumun ahı” neden bugün aheste aheste çıkıyor? Neden bu iş 10 yıl önce yapılamadı veya 3 yıl önce?
12 Eylül soruşturmasının 30 yıl geç başlamasını anlamak mümkün. Çünkü anayasa engeli vardı yargının önünde. 12 Eylül darbecileri 1982 anayasası ile kendileri için dokunulmazlık zırhı oluşturmuşlar ve bu zırh 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumuna kadar kaldırılamamıştı. O nedenle 30 yıl gecikti 12 Eylül soruşturması...
İçeriği tam olarak netleşmemiş olsa da biçimsel olarak 28 Şubat soruşturmasının nasıl ilerleyeceği aşağı yukarı belli oldu. Tıpkı Ergenekon davalarında olduğu gibi bu soruşturma da dalga dalga gelişecek.
Birinci dalga veya başlangıç operasyonu 28 Şubat sürecinin sembol isimlerinden olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Org. Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 18 emekli asker birinci dalgada tutuklanıp cezaevine konuldu.
18 emekli askerin tutuklanması soruşturmanın bittiği, bundan sonraki aşamanın iddianame yazımı aşaması olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, bu birinci dalga daha işin başlangıcı.