Meslek eğitimi mi din eğitimi mi?

28 Şubat 2012

Türkiye en temel meselelerinden birini tartışıyor. Çözüm arıyor, reform hazırlıkları yapıyor. Adı reform, ama reform olup olup olamayacağı, meseleyi ne ölçüde çözüme kavuşturacağı ayrı konu. Ama tartışma tüm hızıyla sürüyor. Hem de kavgaya varan ölçüde...Reform yapılmaya çalışılan konu gerçekten de çok önemli, Türkiye’nin en temel, en hayati konularından biri.Eğitim reformu...“4+4+4” diye tarif edilen bir reform.Böylelikle zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkacak ama “kesintisiz”lik kalkacak, temel eğitim 4 yıla inecek...İşte tartışmanın büyüdüğü, kavganın koptuğu nokta da burası. 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin 4 yıla inecek olması.Muhalefet ayağa kalkıyor, TÜSİAD tepki gösteriyor, çok sayıda sivil toplum kuruluşu itiraz ediyor, hatta AKP içindeki bazı kadın milletvekilleri bile, “yanlış” demeye başlıyor.Karşı çıkanların temel itiraz noktası ve gerekçesi şu şekilde özetlenebilir:“Kesintisiz temel eğitimin 8 yıldan 4 yıla indirilmesi ve sonrası için uzaktan eğitim, açık öğretim yolunun açılması kız çocuklarınının eve kapatılmasıyla sonuçlanabilir....”Başbakan Erdoğan ve AKP, “Bizim öyle bir niyetimiz yok ama kaygınız varsa açık öğretimi ikinci dört yıldan sonra yapalım” diyerek teklifte değişiklik yapılacağını söyledi.Peki şimdi herkes rahatladı, itiraz bitti mi?Tabii ki hayır.Çünkü zaten yapılmak istenen, kız çocukları küçük yaşta eğitim alanından çekip eve kapatmak değildi.Bunu herkes başından beri biliyor ama yasa hazırlığında olanlar kafalarındaki gerçek niyeti açıklamadıkları gibi itiraz edenler de o noktaya dokunmadan, meselenin etrafından dolaşıyor. Meselenin adı tam olarak konmuyor, ama tartışma, ne meslek eğitiminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ne de kızların eve kapatılmasından ibaret.İşin aslı şu: Derinlemesine din eğitimi...Bunun görünür nedeni, çocukları 4. yıldan sonra mesleki eğitime yönlendirmek mi?Hayır...Tek neden, derinlemesine din eğitimi talebini karşılamak.Bu talep yeni değil, cumhuriyetin ilk yıllarından beri var. O nedenle zaten başlangıçta çağdaş, iyi eğitimli, bilgili imam ve hatip yetiştirmek için “meslek okulu” statüsünde açılan imam hatip okulları çok partili demokrasiye geçişle birlikte giderek yaygınlaştırılıp paralel eğitim kurumları haline getirildi. Çünkü bu yönde seçmen tabanında ciddi karşılığı olan bir talep vardı. Toplumun bir bölümü çocuklarının eğitim hayatına devam ederken aynı zamanda derinlemesine din eğitimi almasını, Kuran öğrenmesini, Arapça öğrenmesini istiyordu. Geçmişte imam hatipler üzerinden bu talep karşılanmıştı. Şimdi yine aynı sisteme dönülmek isteniyor.Yapılmak istenen buluğ çağına gelen çocukların imam hatiplerde derinlemesine din eğitimi almalarını sağlamak.Keşke Türkiye bu meseleyi serinkanlılıkla, açık açık, bütün yönleriyle tartışabilse.Acaba bu konu hiç mesleki eğitimle ilişkilendirilmeden uzlaşmaya dayalı bir çözüm yolu bulunamaz mı?Çocuklarının derinlemesine din eğitimi almasına gerek görmeyenlerin haklarını da koruyarak, Sünni Müslümanın da Alevinin de azınlık statüsündeki dindarların da çocuklarının aynı olanaklar çerçevesinde isteğe bağlı, derinlemesine din eğitim almalarını sağlayacak bir düzenleme yapılamaz mı?Örneğin seçmeli dersler konularak veya bazı okullarda özel sınıflar oluşturularak...Çözüm yolu her ne ise enine boyuna tartışarak, pedagojik değerlendirmeleri dikkate alarak, siyasal ve toplumsal uzlaşma sağlayarak ortak bir çözüme varmak imkansız mı?

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’nun mazereti kalmadı...

27 Şubat 2012

Maçtan sonra televizyonlarda konuşan futbolcular, genellikle şu beylik cümleyi dile getirirler:“Önümüzdeki maça bakacağız...”Çünkü maçı kaybetmişlerdir ve oynayacakları ikinci maçı kazanmayı düşünmekten, o maçı kazanmayı hedeflemekten başka yapacakları, taraftara diyecekleri bir şeyleri yoktur.CHP kurultaylarından sonra da genellikle seçimi kaybeden muhaliflerin söyledikleri önceki güne kadar aşağı yukarı benzer oluyordu.Fakat önceki gün ve dün yapılan arka arkaya iki tüzük kurultayından çıkan sayısal sonuçtan sonra muhalefetin “Sonraki olağanüstü kurultayı” hedefleyebilecek umut ve enerjisi kalmadı.Kalmadı çünkü bu tüzük kurultayı muhalefet için, CHP’nin “eski sahipleri” için son şanstı. Bu eski yönetim döneminde belirlenen delegelerle yapılan son kurultaydı. Önceki gün ve dün yapılan kurultaylarda oy kullanan delegelerin tümü Deniz Baykal-Önder Sav yönetiminin belirlediği isimlerdi.O delege çoğunluğu eski muktedir Genel Sekreter Önder Sav’ın bir işaretiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturtmuştu.İlginçtir yine aynı delege çoğunluğu Kemal Kılıçdaroğlu’nun arzusu üzerine Önder Sav ve ekibini yönetim kademesinin dışına attı.Dünkü ve önceki günkü olağanüstü kurultaylar dizisi Deniz Baykal ve Önder Sav ekibinin CHP’de yeniden hakimiyet kurabilmek bakımından son şanslarıydı.Ama kaybettiler...Dün ikinci raundu yapılan olağanüstü tüzük kurultayı ile birlikte Kemal Kılıçdaroğlu, iki yıldan kısa bir süre içerisinde CHP’de dördüncü kurultay zaferini kazanmış oldu.Bu elbette önemli bir başarı ve CHP delegelerinin, CHP tabanının Kemal Kılıçdaroğlu’na olan güven ve umutlarının bir sonucu.Kılıçdaroğlu’nun yaşadığı bu kurultay zaferleri sonucu dün itibariyle genel başkanlığını, otoritesini tam olarak pekiştirdiği söylenebilir.Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’na “CHP’nin yeni lideri” diyebilmek için henüz erken.Liderlik için kurultay zaferlerinin seçim zaferi ile de taçlandırılması gerekiyor. Bunun için de CHP’de vadettiği dönüşümün gerçekleşmesi, “Yeni CHP” sloganının içinin sağlam biçimde doldurulması gerekiyor.“İki yılda bunu neden gerçekleştiremedi, 2011 seçimlerinde partinin oyu niye yüzde 25’lerde kaldı?” diye Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek, başarısız olduğunu söylemek tabii ki haksızlık olur.Çünkü şimdiye kadar Kılıçdaroğlu’nun hep mazereti vardı.Örneğin, yakın çevresinin de ifade ettiği gibi, kendi kadrosunu kuramamıştı. Etrafı Önder Sav’ın belirlediği isimlerce kuşatılmıştı. Hareket alanı dardı. Arzuladığı yönetimi, yakın çalışma ekibini bir türlü oluşturamamıştı. Mevcut yapıdan ancak bu kadarı çıkıyordu...Ama şimdi Kılıçdaroğlu’nun yakındığı engeller birer birer ortadan kalkıyor. Önceki gün ve dün yapılan iki ayrı kurultayla parti içi muhalefetin gücünü sıfırladı.Daha da önemlisi CHP’de şimdi ilçe kongreleri yapılıyor. Bu kongrelerden gelen ilk sonuçlar da Kılıçdaroğlu ekibi için umut verici. Kılıçdaroğlu’nun arzuladığı yeni CHP yapısı buralarda da oluşuyor. Örneğin Önder Sav’ın mahallesinde delege seçilemediği söyleniyor.Şimdi dört-beş aylık süreç önemli. Bu süreçte CHP’nin ilçe ve il örgütleri yeniden belirlenecek, kurultay delegeleri yenilenecek. Haziran sonu veya Temmuz ayı başlarında yapılacak olan olağan kurultaya kendi inisiyatifi ile belirlenen delegelerle girecek Kılıçdaroğlu. O kurultayda artık Baykal veya Sav delegeleri olmayacak. İstediği parti Meclisi’ni, istediği parti yönetimini oluşturacak.Yani hiçbir mazereti kalmayacak...Ve 2014 yılı Mart sonunda yapılacak olan mahalli idare seçimlerine mazeretsiz girecek Kılıçdaroğlu. Eğer bu kritik sınavı başarıyla geçer, iktidar yürüyüşünde umut verici bir hamle yapabilirse ne ala; o zaman CHP’nin gerçek anlamda lideri olur. Baykal’ı da Önder Sav’ı da partinin tarihi arşivine kaldırabilir.Aksi olursa işi zor...

Devamını Oku

Yeni CHP’nin dönüşüm sancıları...

26 Şubat 2012

Kavgası, tartışması aylardır süren CHP’nin olağanüstü kurultaylarından biri daha dün yapıldı. Bir başkası bugün yapılacak. Kurultaylar partisi CHP, yaptığı onca olağanüstü kurultaya rağmen temel iç meselelerini bir türlü çözüme kavuşturamadı.Bu kez kavuşturup kavuşturamayacağını bilmiyoruz. Ancak dün gerçekleştirilen olağanüstü tüzük kurultayı, CHP’nin siyasal geleceği bakımından tüzüğü demokratikleştirmenin daha ötesinde anlamlar içeriyor.Dünkü kurultay, Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki yıldan beri telaffuz etmekte olduğu “yeni CHP”nin nasıl dönüşeceği açısından büyük önem taşıyor.CHP’nin ayrışıp ayrışmayacağı, bölünüp bölünmeyeceği bakımından da önem taşıyor.CHP aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği, olağanüstü koşullar altında gerçekleşen 2010’daki olağan kurultayından bu yana bir değişim dönüşüm arayışındaydı. Dünkü kurultayda yaşanan kavga, gürültü ve tartışmalar da bu değişim ve dönüşümün sancıları olarak değerlendirilebilir.Kılıçdaroğlu, göreve geldiği günden beri “Yeni CHP” diyor.CHP’yi yenileştirmeyi, değiştirip, dönüştürmeyi arzuluyor. Dünkü kurultayda yaşanan kavga ve ayrışmalar da bu değişim ve dönüşümün doğal sonuçları.CHP çok partili demokratik düzene geçilmesinden bu yana üçüncü kırılma sürecini yaşıyor bugün.İlkini, İsmet İnönü döneminde 1960’lı yıllarda yaşamıştı. “Ortanın Solu” tercihiyle gerçekleştirilen yenileşme, değişim ve dönüşüm süreciyle yaşamıştı. O süreç partinin tutucu kanadının ayrışması, partiden kitlesel bir kopuş yaşanmasıyla, CHP içinden yeni bir partinin doğuşuyla noktalanmıştı.Ardından 1973 kurultayında Bülent Ecevit öncülüğündeki demokratik solcuların, İsmet Paşa’yı devirmeleri ile ikinci dönüşüm süreci yaşanmıştı.O süreç daha köklü ve tarihi bir değişim ve dönüşümü simgeliyordu. O süreç, devlet partisi, devletçi parti kimliğini CHP’nin üzerinden atma süreciydi. CHP’yi devletin değil, ezilenlerin, emekçilerin, işçilerin, köylülerin, gençlerin partisi yapma süreciydi. Yine bir kopuş yaşandı CHP’de. Ama partinin tabanı büyüdü, değişim toplumda kabul gördü Ecevit liderliğindeki CHP, ilk ve son defa iki seçim üst üste birinci parti oldu.Ama 1980 sonrasında açılan CHP, yeniden aslına rücu etti. Yeniden devletçi ve ulusalcı kimlik ağır basmaya başladı. Oy oranı da yüzde 20 - 25’lere takılıp kaldı.Şimdi Kılıçdaroğlu, 1970’li yıllarda Ecevit’in yaptığını yeniden yapmaya çalışıyor. CHP’yi ulusalcı, devletçi çizgiden daha halkçı, toplumcu bir tabana oturtmaya çalışıyor. Bunu yaparken de “CHP’nin eski sahipleri” ile sürekli karşı karşıya geliyor. CHP’de yaşanan bütün tartışmaların gerisinde, partinin eski sahiplerinin etkinliğini koruma gayreti ile yeni iktidar sahiplerinin güçlerini pekiştirme mücadelesi var aslında.Tüzük kurultayları ile ilgili yaşanan kavga da işin bahanesi. Taraflar elbette tüzüğün demokratikleşmesini istiyor. En başta da seçildiği günden beri bunu dile getiren Kemal Kılıçdaroğlu. Ama bu olayın tartışmalı biçimde olağanüstü kurultaya taşınması, tarafların son bir kez güçlerini sınamak istemesinin ötesinde bir anlam taşımıyor.CHP’deki eski ve yeni iktidar sahipleri, dün son kez güçlerini sınadılar.Ve görüldü ki CHP’de en azından bu dönem, Kemal Kılıçdaroğlu ne derse o olacak.Kılıçdaroğlu için bundan sonrası daha kolay. Bu aşamadan sonra il kongreleri yapılacak. Halihazırda eski yönetimin belirlediği delegelerle yapılan kurultaylar, bundan sonra yeni yönetimin seçtireceği delegelerle olacak.Peki dünkü kurultaydan sonra yaşanan gelişmeler, CHP’de yeni bir ayrışmayı, bölünmeyi beraberinde getirebilir mi?Muhalif kanadın önemli isimlerinden Önder Sav, “Hayır CHP’de ev sahibi biziz, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya karşı mücadele ederiz” diyor.Ama bu hiç bir şey olmamış gibi, herkesin yoluna devam edeceği anlamına gelmiyor.CHP’de bir bölünme, ayrışma sürpriz olmaz...

Devamını Oku

Çiçek: “Özel yetki”de ölçü kaçtı...

23 Şubat 2012

“Özel Yetkili Yargı” sisteminden kaynaklanan sorun ve tartışmalar uzunca süreden beri ülke gündemini işgal etmeye devam ediyor.Son olarak MİT soruşturması nedeniyle doğan kriz de özel yetkili yargının “yetki aşımı”na bağlandı. Bu sorun MİT yasasında yapılan tek maddelik bir değişiklikle aşıldı ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu emekli ve görevli MİT’çiler soruşturma kapsamı dışına çıkarılabildi.Ancak sorun ve tartışmalar bitmedi. Kolay kolay bitecek gibi de gözükmüyor.Tartışma bir yandan hukuk çevrelerinde ve Meclis’te devam ediyor, diğer yandan da toplumun değişik kesimlerinden özel yetkili yargıya dönük itiraz ve tepkiler büyüyor.Dün de Ankara’da Meclis’in yanıbaşındaki “Milli Egemenlik Parkı”nda özel yetkili yargıyı protesto gösterisi vardı.İşte tam bu protesto gösterisinin yapıldığı anlarda Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila ile birlikte makamında ziyaret ettiğimiz Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le sohbet ediyorduk.Konu doğal olarak özel yetkili yargı konusundaki eleştiri ve tartışmalara geldi.Meclis Başkanı Çiçek, hem iyi bir hukukçu olduğu için hem de özel yetkili yargı ile ilgili yasal düzenlemelerin yapıldığı dönemde Adalet Bakanı olduğu için konuyu en iyi bilen siyasetçilerden biri.Muhalefetin ve bazı saygın hukukçuların özel yetkili yargı sisteminin tümden kaldırılması önerisine karşı çıkıyor Çiçek ve şunu söylüyor:“Özel yetkili mahkemeler konusunda tepkisel bazı değerlendirmeler yapılıyor. Bunu doğru bulmuyorum.Son yıllarda hayatın her alanında ihtisaslaşmaya, uzmanlaşmaya gidildiğini görüyoruz. Dünyada da öyle bizde de. İhtisaslaşma gazetecilikte de var, tıpta da var. Yargıda da olması normal ve gereklidir. Yargı alanında eskiden sadece hukuk ve ceza mahkemeleri vardı. Şimdi ise uzmanlık alanlarına göre aile, çocuk, ticaret gibi çok sayıda ihtisas mahkemelerimiz var. Özel yetkili mahkemeler de örgütlü suçlar alanında ihtisaslaşma ihtiyacından kaynaklandı...”“İtiraz uzmanlık mahkemesine değil, özel yetkili yargının aşırı yetkilerine, yargılama ve soruşturma usullerine” hatırlatmasını yaptığımızda şu yanıtı veriyor Çiçek:“O noktaya geliyorum. Şimdi bu konuda temelde iki şey söyleniyor:Birincisi, bu mahkemelerin tümüyle gereksiz olduğu ve kaldırılması gerektiği. O zaman terör suçları da örgütlü suçlar da normal ceza mahkemelerinde görülür. Numaratör hangi mahkemeyi işaretliyorsa orda görülür dava. Bu bir görüş....İkinci görüş ise, özel yetkili mahkemelere ihtiyaç vardır. Ancak, uygulamada ölçü kaçmıştır. Yetki alanlarını kendileri genişletmiştir. Uygulamalar ölçü tartışmasını gündeme getirmiştir. Bu bakımdan yetki konusunda yeni bir düzenleme gerekir.”“Siz herhalde ikinci görüşe yakınsınız..?” deyince, “Evet” diyor Çiçek ve devam ediyor:“Ben de öyle düşünüyorum, yani ikinci görüşten yanayım.. Uygulamada yetki konusunda ölçü kaçmıştır diye düşünüyorum. Zaten CMK’nın 250 ve 251. maddeleri ile ilgili bir düzenleme önerisi Meclis’e getirildiğine göre demek ki bu konuda bir ihtiyaç var...”Meclis’te önümüzdeki günlerde Terörle Mücadele Yasası ve CMK(Ceza Muhakemesi Kanunu) değişikliklerine ilişkin hem hükümet tasarısı hem de iktidar milletvekillerince verilen bir teklif ele alınacak. Bu arada CHP’nin de özel yetkili mahkemelerin tümden kaldırılması önerisi var. Hükümetteki genel eğilimden de anlaşıldığı kadarıyla özel yetkili mahkemeler kalkmayacak. Ancak hem görev alanları daraltılacak hem de savcıların soruşturma yetkilerine sınır gelecek.

Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi Gül’ün yolunu açacak mı?

21 Şubat 2012

Türkiye garip ülke; en kritik gündem konuları bile üç gün, bilemedin beş günde tüketiliyor. Mecburen tüketiliyor çünkü üç-beş gün sonra çok daha önemli bir başka kriz konusuyla karşı karşıya geliyoruz. Cumhurbaşkanlığı tartışması da öyle olmuş, arada kaynayıp gitmişti.Uludere faciası, ardından ABD Büyükelçiliği’nde emniyetçilerin verdiği Ergenekon ve Deniz Baykal brifinglerinin yarattığı tartışma bile yarıda kesilmiş, MİT’le ilgili ifade ve sorgu krizi gündemi işgal etmişti.Dün itibariyle, “iktidar - cemaat kavgası var mı yok mu” iddialaşmaları ve “MİT - özel yetkili yargı” tartışmalarının kaldırdığı toz duman ortamında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı tartışmasını da yeniden gündeme taşıdı.MİT’e koruma kalkanı yasasına verdiği jet onay nedeniyle, önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bir süredir sergilemekte olduğu sert üslubuyla eleştiren Kılıçdaroğlu ardından konuyu Cumhurbaşkanı’nın görev süresi tartışmasına getirdi.Bu konuda yasa çıktı, yürürlüğe girdi ama tartışma henüz sonuçlanmadı. 2007’de Abdullah Gül seçildikten sonra referandumdan geçerek yürürlüğe giren anayasa değişikliğine göre, bundan böyle cumhurbaşkanını halk doğrudan seçecek. Cumhurbaşkanlarının görev süresi 5 yıl olacak ve görev süresi dolan cumhurbaşkanları ikinci kez seçilebilecek.Anayasa hükmü bu. Son derece açık ve net.Fakat bu açık ve net hükme rağmen geçen yılın sonunda iktidar çoğunluğunun oylarıyla Meclis’ten çıkan uyum yasası, görev süresinin Abdullah Gül için 7 yıl olmasını öngörüyor.İşte CHP’nin de, diğer muhalefet partileri MHP’nin de BDP’nin de itirazı buna.Bir başka itiraz konusu da şu: Görevdeki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, seçildiği sırada Cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl olduğu için bu sürenin tamamlanmasını hükme bağlayan yasa, ayrıca Abdullah Gül’e Anayasa’da var olan ikinci defa seçilebilme hakkını da tanımıyor. Abdullah Gül, Ahmet Necdet Sezer, Süleyman Demirel ve Kenan Evren’i halk tarafından gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimine girmekten men ediyor. Burda da değiştirilen anayasa hükmüne sadık kalıyor uyum yasası...Kemal Kılıçdaroğlu, “Yürürlükteki anayasaya aykırılıklar içeren bu yasayı niye onayladın?” diye çıkışıyor Cumhurbaşkanı Gül’e.Gerçekten de Gül, önüne gelen yasaları hukukçularına titizlikle incelettiriyor, kendi görüş ve değerlendirmesini netleştiriyor ve genel olarak bir hafta-on günlük incelemenin ardından imzalayıp yayımlattırıyordu. Sözkonusu uyum yasasını ise ne hukukçularına incelettirme gereği duydu, ne de kapağını kaldırıp okuyup inceleme gereği...İmzalayıp gönderdi.Haksız sayılmaz. Çünkü, bu yasayla, yasadan önce yıllarca görev süresini tartışma konusu yaparak kendisini çok sıkıntılı bir konumda bırakmıştı, içinden çıkıp geldiği partisi. Muhtemelen bu nedenle bir kırgınlığı vardı. Ayrıca önüne gelen yasa doğrudan kendi konumunu ve siyasi geleceğini ilgilendiriyordu.O nedenle de, “CHP’nin itirazı varsa, anayasaya aykırı görüyorsa buyursun Anayasa Mahkemesi’ne götürsün” deyip bu tartışmanın dışına çıktı.Kılıçdaroğlu, şimdi bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüreceklerini söylüyor.Türkiye’nin önemli hukukçularının, anayasacılarının kanısı, Kılıçdaroğlu’nu destekler yönde. Yani çıkarılan yasanın anayasaya açık bir aykırılık oluşturduğunu söylüyorlar. Hatta bu yasaya olumlu oy veren pekçok hukukçu AKP milletvekili de öyle düşünüyor. Ama son ve kesin kararı Anayasa Mahkemesi verecek.Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal ederse bu yaz cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Ve eğer öyle olursa hiç kuşku yok ki AKP’nin adayı Abdullah Gül olacak. Aksi olursa 2014’teki seçimde Tayyip Erdoğan...Her şey Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara bağlı. Acaba kime yol açılacak?

Devamını Oku

“Vesayet” girişimini kim yaptı?

20 Şubat 2012

Siyasal tartışmaların, siyasal durum tespitlerinin en önemli kavramıydı “vesayet”.Vesayet denince de genellikle askeri vesayet, siyasal iradenin üzerine düşen asker gölgesi iradesi kastedilirdi.Özellikle son yıllarda bu kavram ekseninde yürüdü siyasal tartışmalar ve siyasal mücadele.2010 yılı 12 Eylül’ünde gerçekleştirilen anayasa referandumu, ardından yapılan paralel yasal düzenlemeler ve nihayet 2011 Haziran seçimlerinde AKP’nin yüzde 50 oyla yeniden iktidar olması ile birlikte “vesayet rejimi”nin tarihin çöplüğüne gömüldüğü varsayılıyordu.Muhalefet her ne kadar aksini iddia etse, mevcut durumu zaman zaman “sivil diktatörlük” diye eleştiriyor olsa da iktidar çevrelerinin iddiası şuydu:“Artık vesayet sistemi bitmiştir. Türkiye adım adım ‘ileri demokrasi’ye doğru yol alıyor.”Fakat ne olduysa 7 Şubat günü oldu...İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın, MİT’in önceki ve şimdiki müsteşarlarının da aralarında bulunduğu 5 MİT’çiyi ifadeye çağırmasıyla patlayan derin kriz, “vesayet” tehlikesini yeniden ve yeni biçimiyle gündeme taşıdı.Başbakan Tayyip Erdoğan sağlık nedenleriyle İstanbul’daki evinde istirahat ettiği için bu krizle ilgili gelişmeleri uzaktan kumandayla yönetti. Önceki güne kadar da bu konuda hiçbir açıklama yapmadı.Önceki gün partisinin İstanbul İl Gençlik Kolları toplantısında, evinden video konferans sistemiyle yaptığı konuşmada bu konuda çok önemli mesajlar verdi Erdoğan.Özel yetkili savcıların MİT soruşturması ile ilgili girişimlerini, “Sınırlarını aşan girişim ve yetki gaspı” olarak niteleyen Başbakan, bu konuşmasında şu önemli vurguyu yaptı:“Biz bu ülkede gayrimeşruluğa izin vermeyiz. Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz...”Erdoğan’ın bu vurgusu, iktidar çevrelerinde, bu son olayla ilgili bir süredir yapılan değerlendirmelerle örtüşüyor. Özel yetkili savcılık makamının Başbakan’a kadar uzanabilecek biçimde ucu açık tutulan MİT’le ilgili bu soruşturma girişimi, iktidarın önemli isimlerince özel yetkili yargının vesayet girişimi olarak nitelendiriliyordu.Başbakan Erdoğan’ın bu olayla ilgili olarak “Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” vurgusu da aynı paralelde.Yani bu girişim, Başbakan Erdoğan tarafından da vesayet girişimi olarak algılanıyor. Hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün algısının da farklı olmadığına kuşku yok.Zaten 7 Şubat’ta patlak veren bu krizin ardından alınan idari kararlar (İstanbul’da 11 polis şefinin görev yerlerinin değiştirilmesi, savcı Sarıkaya’ya dosyadan el çektirilmesi ve hakkında soruşturma başlatılması) ve yasal düzenleme vesayet girişimini bertaraf etmeyi amaçlıyor.Peki bu vesayet girişimi nereden kaynaklanıyor? Klasik vesayetin kaynağı biliniyordu: Türk Silahlı Kuvvetleri...Bu yeni vesayet girişiminin ardında hangi güç veya kurum var?İktidar çevreleri bu soruya açık bir yanıt vermiyor. Her ne kadar kafalarda bir adres, bir güç merkezi var olsa da, bu açıkça ifade edilemiyor. Başbakan da açık bir adres vermiyor.Verdiği adres özel yetkili yargının yetkisini aşarak, vesayete heveslenmesi.Daha açık bir ifadeyle bu olayda herkesin aklından geçen “olağan şüpheli”yi (Fethullah Gülen Cemaati veya Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın deyişiyle “Camia”) hedefe koymuyor Başbakan Erdoğan.Bu çerçevede Erdoğan’ın önceki günkü konuşmasında, “AK Parti’ye gönül verenler arasında çatışmaya, tezgaha ve fitne girişimine izin vermeyiz” cümlesinin de altının çizilmesi gerekiyor.Yani bu olay konusunda bazılarının beklentisinin aksine topyekün “Gülen Camiası”nı hedef almıyor Erdoğan.En azından şimdiki aşamada bu girişiminin sorumluluğu, emniyet ve yargıdaki “bir kısım unsurlarla” sınırlı tutuluyor.İstanbul Emniyeti’nde bazı sorumlularla ilgili işlem geçen hafta yapıldı. Bunun devamı da gelebilir...Ankara kulislerinde bundan sonra asıl önemli gelişmenin özel yetkili yargı alanında olabileceği konuşuluyor...

Devamını Oku

Kişiye ve duruma göre hukuk...

14 Şubat 2012

Varolan hukuksal ve yargısal soruna kökten çözüm getirmek yerine kişiye göre, duruma göre hukuk icat etmek, yasa çıkarmak bu olsa gerek.Eski ve şimdiki müsteşarlarının da aralarında bulunduğu 5 MİT görevlisinin ifadeye çağrılması üzerine kopan kıyametin ardından durumu kontrol altına almak için AKP’nin bulduğu formülün krizi daha da derinleştirebileceği anlaşılıyor.Bu formül Hakan Fidan ve arkadaşlarını belki savcının elinden kurtaracak, suçlanmalarını, yargılanmalarını engelleyecek ama yarattığı siyasi tartışma giderek büyüyecek gibi gözüküyor.Müsteşar Hakan Fidan ve diğer MİT görevlilerini kurtarmak için hazırlanan yasa teklifinin Adalet Komisyonu’nda dün başlayan görüşmeleri öncesinde de sonrasında da Meclis’te yüksek gerilim hakimdi.Muhalefet liderleri partilerinin olağan grup toplantılarında konuşurken, ana gündemleri MİT ve ifade kriziydi. Buna bağlı olarak iktidarın geliştirdiği formüle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da MHP Lideri Devlet Bahçeli de çok ağır ifadelerle, suçlamalarla karşı çıktılar.Komisyon görüşmeleri dün başlayan teklifle, MİT Müsteşarı ve görevlileri ile Başbakan’ın özel temsilcisi sıfatıyla görev ifa edenlerin Başbakan’ın izni olmaksızın soruşturulamayacağı hükmü ekleniyor MİT yasasının 26. maddesine. Ayrıca bu hükmün başlamış, yürüyen soruşturmalar için de geçerli olması öngörülüyor.Muhalefet işte bu formüle ateş püskürüyor. Hem Kılıçdaroğlu, hem de Bahçeli Başbakan Erdoğan’a karşı çok ağır suçlamalarla, hakarete varan ifadelerle yükleniyorlar.Gerçekten de MİT-Yargı ve Emniyet çekişme ve çatışması ortamının sıcaklığında bulunan bu formülün soruna ne ölçüde köklü çözüm bulacağı, hukukiliği tartışılır.Yaşanan benzer gelişmelerde uygulanan çifte standart da tartışılır. Bir değil birden fazla çifte standart örneği de gösterilebilir. Örneğin, daha önce MİT görevlileri sorgulanıp tutuklandığında iktidardan hiç kimsenin “Başbakan’dan izin alınmadan bu sorgulama ve tutuklamanın yapılması hukuksuzdur” deyip itiraz etmemesi de eleştirilebilir.Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklanıp hapse konulduğunda hükümetin neden hassasiyet göstermediği de sorgulanabilir.Örnekler çoğaltılabilir.Fakat muhalefet hiç bu örneklere dahi gitmeden doğrudan siyasi iktidarı ve Başbakan’ı suçlamayı tercih ediyor.Getirilen formüle karşı şiddetli bir tutum sergileyen Kılıçdaroğlu, bu düzenlemenin “Erdoğan’ın siyasi hayatının en büyük hatası” olacağını söylüyor. Şöyle devam ediyor Kılıçdaroğlu:“Bu özel yasa (MİT Yasasının 26. maddesinin değiştirilmesine ilişkin teklif), devleti illegal konuma getirecek olan bir yasadır. Eğer bunu yaparsanız büyük bir hukuksuzluğa imza atmış olacaksınız. ‘Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilen’ dediğiniz andan itibaren Başbakan’a bağlı bir çeteden bahsedersiniz. Bu devletin çeteleşmesi demektir. Recep Tayyip Erdoğan’a çete kurma yetkisi vermek diye bir şey olabilir mi?”Bahçeli ise doğrudan MİT soruşturması nedeniyle sızan-sızdırılan bilgi ve belgeleri esas alarak iktidara ve Başbakan’a yükleniyor. Bir anlamda öteden beri kendisinin savunduğu “AKP’nin bölücülüğün önünü açtığı” tezinin bu olayla doğrulandığını düşünüyor muhtemelen.Arada olan devletin temel kurumlarına oluyor. Onlar bir yandan kendi iç çatışmaları ile itibarlarını eritirlerken, diğer yandan da siyasi tartışmaların odağı haline geliyorlar.Keşke iktidar bu olaya ve kişiye göre yasal düzenleme yapmak yerine, muhalefete de uzlaşma eli uzatabilseydi ve yargı tartışmalarını bitirmeye dönük daha köklü ve evrensel hukuka uygun adımlar atmaya yönelebilseydi.

Devamını Oku

Kol “yen içinde” mi kırılacak?

13 Şubat 2012

Yaşananlara devlet krizi de diyebilirsiniz, güç mücadelesi de. Ama durumu, klasik, öteden beri olagelen, zaman zaman alevlenen “Emniyet-MİT” çatışması diye izah etmek olası değil. Bu sefer çatışma daha derinlerde.Özellikle de savcının ilk ifade çağrısının ardından Ankara’nın, devletin zirvesinin çok açık ve net tutum almasına karşın ertesi gün 4 MİT görevlisi hakkında yakalama kararı çıkarılması meydan okumadan farksız.Ankara’nın değerlendirmesi böyle. Devletin zirvesi ve iktidar, bu olayı, yaşananları hiç de hafife almıyor. Bu iş ve işlemlerin birkaç işgüzar polis şefinin bireysel inisiyatifiyle yapılan işlemler, acemi bir savcının ifade çağrısı ve yakalama emri çıkarmasından ibaret olarak da görülmüyor.Bu son olayın boyutlarının görünenden çok daha vahim olduğu düşünülüyor. Demokrasi açısından, hukuk açısından tehlikeli bir çıkış örgütlü, sistematik bir hareket olarak algılanıyor.MİT’in, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın hedefe konması da anlamlı bulunuyor...Şu anda hükümet Ankara’yı sarsan bu ifade ve yakalama krizinin ardından bir dizi önlem hazırlığında.Düşünülen önlemlerin, Savcı Sadrettin Sarıkaya’ya dosyadan el çektirmek ve üç polis şefini Ankara’ya tayin etmekten ibaret olmayacağı açık.İkinci adımda Meclis’e geçen hafta sonunda Hakan Fidan ve diğer MİT görevlerini koruma kalkanı altına alacak tek maddelik yasa düzenlemesi yapılacak.Ancak geçici önlem de olsa bu düzenlemenin sınırları genişleyecek. Belki teklifin özü de değiştirilerek, doğrudan özel yetkili mahkeme ve savcıların yetkilerini düzenleyen Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 250 ve 251. maddeleri de değiştirilerek kritik görevlerdeki tüm üst düzey bürokrasinin sorgulanması Başbakan’ın iznine tabi tutulacak.İkinci aşamada ise özel yetkili yargının görev ve yetki sınırı sil baştan yeniden düzenlenecek.Bunlar işin hukuki tarafında yapılacak düzenlemeler...İşin bir de idari düzenlemeler noktası var. Ki, o alan çok daha kritik ve bir o kadar da karmaşık. Güvenlik ve yargı bürokrasisinde dengelerin yeniden tesis edileceği hamle o noktada ortaya çıkacak.Bu konuda son bir kaç gündür Ankara’da pekçok spekülatif haber dolaştırılıyor, ilginç bazı senaryolar dillendiriliyor.Sorgulama krizinin öncesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunulan kritik bir dosyadan söz ediliyor. Rivayet o ki bu dosya, bazı kritik birimlerdeki “cemaat örgütlenmesi”yle ilgiliymiş...Bugün için bunlar kulis dedikodusundan ibaret.Siyasi iktidarın, özel yetkili yargı ve Emniyet’in kritik birimlerindeki kadroları gözden geçirme ihtiyacı içinde olduğu ise bir gerçek.Bu konuda şu günlerde yoğun bir hazırlık faaliyeti yürütülüyor.Bu hazırlıkların sonucunda önümüzdeki haftalarda iki kritik kararnamenin yayınlanması sürpriz olmayacak.İlkinin Emniyet müdürleri kararnamesi olacağı belirtiliyor. Bu kararnamenin dışında kritik birimlerdeki bazı polis şeflerinin de yer değiştirebileceği anlatılıyor.Bu arada Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun da yaz kararnamesini beklemeden özel yetkili hakim ve savcılarla ilgili olarak da kapsamlı bir değişiklik kararnamesi yayınlaması sürpriz olmayacak.İşin özeti şu: MİT olayı, Emniyet’te de yargıda da ciddi bir kol kırma operasyonu ile noktalanacak. Kol kırılıp yen içinde mi kalacak, yoksa düşecek mi onu önümüzdeki günlerde anlayacağız...

Devamını Oku