Türkiye en temel meselelerinden birini tartışıyor. Çözüm arıyor, reform hazırlıkları yapıyor. Adı reform, ama reform olup olup olamayacağı, meseleyi ne ölçüde çözüme kavuşturacağı ayrı konu. Ama tartışma tüm hızıyla sürüyor. Hem de kavgaya varan ölçüde...
Reform yapılmaya çalışılan konu gerçekten de çok önemli, Türkiye’nin en temel, en hayati konularından biri.
Eğitim reformu...
“4+4+4” diye tarif edilen bir reform.
Maçtan sonra televizyonlarda konuşan futbolcular, genellikle şu beylik cümleyi dile getirirler:
“Önümüzdeki maça bakacağız...”
Çünkü maçı kaybetmişlerdir ve oynayacakları ikinci maçı kazanmayı düşünmekten, o maçı kazanmayı hedeflemekten başka yapacakları, taraftara diyecekleri bir şeyleri yoktur.
CHP kurultaylarından sonra da genellikle seçimi kaybeden muhaliflerin söyledikleri önceki güne kadar aşağı yukarı benzer oluyordu.
Kavgası, tartışması aylardır süren CHP’nin olağanüstü kurultaylarından biri daha dün yapıldı. Bir başkası bugün yapılacak. Kurultaylar partisi CHP, yaptığı onca olağanüstü kurultaya rağmen temel iç meselelerini bir türlü çözüme kavuşturamadı.
Bu kez kavuşturup kavuşturamayacağını bilmiyoruz. Ancak dün gerçekleştirilen olağanüstü tüzük kurultayı, CHP’nin siyasal geleceği bakımından tüzüğü demokratikleştirmenin daha ötesinde anlamlar içeriyor.
Dünkü kurultay, Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki yıldan beri telaffuz etmekte olduğu “yeni CHP”nin nasıl dönüşeceği açısından büyük önem taşıyor.
“Özel Yetkili Yargı” sisteminden kaynaklanan sorun ve tartışmalar uzunca süreden beri ülke gündemini işgal etmeye devam ediyor.
Son olarak MİT soruşturması nedeniyle doğan kriz de özel yetkili yargının “yetki aşımı”na bağlandı. Bu sorun MİT yasasında yapılan tek maddelik bir değişiklikle aşıldı ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu emekli ve görevli MİT’çiler soruşturma kapsamı dışına çıkarılabildi.
Ancak sorun ve tartışmalar bitmedi. Kolay kolay bitecek gibi de gözükmüyor.
Türkiye garip ülke; en kritik gündem konuları bile üç gün, bilemedin beş günde tüketiliyor. Mecburen tüketiliyor çünkü üç-beş gün sonra çok daha önemli bir başka kriz konusuyla karşı karşıya geliyoruz. Cumhurbaşkanlığı tartışması da öyle olmuş, arada kaynayıp gitmişti.
Uludere faciası, ardından ABD Büyükelçiliği’nde emniyetçilerin verdiği Ergenekon ve Deniz Baykal brifinglerinin yarattığı tartışma bile yarıda kesilmiş, MİT’le ilgili ifade ve sorgu krizi gündemi işgal etmişti.
Dün itibariyle, “iktidar - cemaat kavgası var mı yok mu” iddialaşmaları ve “MİT - özel yetkili yargı” tartışmalarının kaldırdığı toz duman ortamında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı tartışmasını da yeniden gündeme taşıdı.
MİT’e koruma kalkanı yasasına verdiği jet onay nedeniyle, önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bir süredir sergilemekte olduğu sert üslubuyla eleştiren Kılıçdaroğlu ardından konuyu Cumhurbaşkanı’nın görev süresi tartışmasına getirdi.
Siyasal tartışmaların, siyasal durum tespitlerinin en önemli kavramıydı “vesayet”.
Vesayet denince de genellikle askeri vesayet, siyasal iradenin üzerine düşen asker gölgesi iradesi kastedilirdi.
Özellikle son yıllarda bu kavram ekseninde yürüdü siyasal tartışmalar ve siyasal mücadele.
2010 yılı 12 Eylül’ünde gerçekleştirilen anayasa referandumu, ardından yapılan paralel yasal düzenlemeler ve nihayet 2011 Haziran seçimlerinde AKP’nin yüzde 50 oyla yeniden iktidar olması ile birlikte “vesayet rejimi”nin tarihin çöplüğüne gömüldüğü varsayılıyordu.
Varolan hukuksal ve yargısal soruna kökten çözüm getirmek yerine kişiye göre, duruma göre hukuk icat etmek, yasa çıkarmak bu olsa gerek.
Eski ve şimdiki müsteşarlarının da aralarında bulunduğu 5 MİT görevlisinin ifadeye çağrılması üzerine kopan kıyametin ardından durumu kontrol altına almak için AKP’nin bulduğu formülün krizi daha da derinleştirebileceği anlaşılıyor.
Bu formül Hakan Fidan ve arkadaşlarını belki savcının elinden kurtaracak, suçlanmalarını, yargılanmalarını engelleyecek ama yarattığı siyasi tartışma giderek büyüyecek gibi gözüküyor.
Müsteşar Hakan Fidan ve diğer MİT görevlilerini kurtarmak için hazırlanan yasa teklifinin Adalet Komisyonu’nda dün başlayan görüşmeleri öncesinde de sonrasında da Meclis’te yüksek gerilim hakimdi.
Yaşananlara devlet krizi de diyebilirsiniz, güç mücadelesi de. Ama durumu, klasik, öteden beri olagelen, zaman zaman alevlenen “Emniyet-MİT” çatışması diye izah etmek olası değil. Bu sefer çatışma daha derinlerde.
Özellikle de savcının ilk ifade çağrısının ardından Ankara’nın, devletin zirvesinin çok açık ve net tutum almasına karşın ertesi gün 4 MİT görevlisi hakkında yakalama kararı çıkarılması meydan okumadan farksız.
Ankara’nın değerlendirmesi böyle. Devletin zirvesi ve iktidar, bu olayı, yaşananları hiç de hafife almıyor. Bu iş ve işlemlerin birkaç işgüzar polis şefinin bireysel inisiyatifiyle yapılan işlemler, acemi bir savcının ifade çağrısı ve yakalama emri çıkarmasından ibaret olarak da görülmüyor.
Bu son olayın boyutlarının görünenden çok daha vahim olduğu düşünülüyor. Demokrasi açısından, hukuk açısından tehlikeli bir çıkış örgütlü, sistematik bir hareket olarak algılanıyor.