Siyasal tartışmaların, siyasal durum tespitlerinin en önemli kavramıydı “vesayet”.
Vesayet denince de genellikle askeri vesayet, siyasal iradenin üzerine düşen asker gölgesi iradesi kastedilirdi.
Özellikle son yıllarda bu kavram ekseninde yürüdü siyasal tartışmalar ve siyasal mücadele.
2010 yılı 12 Eylül’ünde gerçekleştirilen anayasa referandumu, ardından yapılan paralel yasal düzenlemeler ve nihayet 2011 Haziran seçimlerinde AKP’nin yüzde 50 oyla yeniden iktidar olması ile birlikte “vesayet rejimi”nin tarihin çöplüğüne gömüldüğü varsayılıyordu.
Muhalefet her ne kadar aksini iddia etse, mevcut durumu zaman zaman “sivil diktatörlük” diye eleştiriyor olsa da iktidar çevrelerinin iddiası şuydu:
“Artık vesayet sistemi bitmiştir. Türkiye adım adım ‘ileri demokrasi’ye doğru yol alıyor.”
Fakat ne olduysa 7 Şubat günü oldu...
İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın, MİT’in önceki ve şimdiki müsteşarlarının da aralarında bulunduğu 5 MİT’çiyi ifadeye çağırmasıyla patlayan derin kriz, “vesayet” tehlikesini yeniden ve yeni biçimiyle gündeme taşıdı.
Başbakan Tayyip Erdoğan sağlık nedenleriyle İstanbul’daki evinde istirahat ettiği için bu krizle ilgili gelişmeleri uzaktan kumandayla yönetti. Önceki güne kadar da bu konuda hiçbir açıklama yapmadı.
Önceki gün partisinin İstanbul İl Gençlik Kolları toplantısında, evinden video konferans sistemiyle yaptığı konuşmada bu konuda çok önemli mesajlar verdi Erdoğan.
Özel yetkili savcıların MİT soruşturması ile ilgili girişimlerini, “Sınırlarını aşan girişim ve yetki gaspı” olarak niteleyen Başbakan, bu konuşmasında şu önemli vurguyu yaptı:
“Biz bu ülkede gayrimeşruluğa izin vermeyiz. Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz...”
Erdoğan’ın bu vurgusu, iktidar çevrelerinde, bu son olayla ilgili bir süredir yapılan değerlendirmelerle örtüşüyor. Özel yetkili savcılık makamının Başbakan’a kadar uzanabilecek biçimde ucu açık tutulan MİT’le ilgili bu soruşturma girişimi, iktidarın önemli isimlerince özel yetkili yargının vesayet girişimi olarak nitelendiriliyordu.
Başbakan Erdoğan’ın bu olayla ilgili olarak “Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” vurgusu da aynı paralelde.
Yani bu girişim, Başbakan Erdoğan tarafından da vesayet girişimi olarak algılanıyor. Hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün algısının da farklı olmadığına kuşku yok.
Zaten 7 Şubat’ta patlak veren bu krizin ardından alınan idari kararlar (İstanbul’da 11 polis şefinin görev yerlerinin değiştirilmesi, savcı Sarıkaya’ya dosyadan el çektirilmesi ve hakkında soruşturma başlatılması) ve yasal düzenleme vesayet girişimini bertaraf etmeyi amaçlıyor.
Peki bu vesayet girişimi nereden kaynaklanıyor? Klasik vesayetin kaynağı biliniyordu: Türk Silahlı Kuvvetleri...
Bu yeni vesayet girişiminin ardında hangi güç veya kurum var?
İktidar çevreleri bu soruya açık bir yanıt vermiyor. Her ne kadar kafalarda bir adres, bir güç merkezi var olsa da, bu açıkça ifade edilemiyor. Başbakan da açık bir adres vermiyor.
Verdiği adres özel yetkili yargının yetkisini aşarak, vesayete heveslenmesi.
Daha açık bir ifadeyle bu olayda herkesin aklından geçen “olağan şüpheli”yi (Fethullah Gülen Cemaati veya Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın deyişiyle “Camia”) hedefe koymuyor Başbakan Erdoğan.
Bu çerçevede Erdoğan’ın önceki günkü konuşmasında, “AK Parti’ye gönül verenler arasında çatışmaya, tezgaha ve fitne girişimine izin vermeyiz” cümlesinin de altının çizilmesi gerekiyor.
Yani bu olay konusunda bazılarının beklentisinin aksine topyekün “Gülen Camiası”nı hedef almıyor Erdoğan.
En azından şimdiki aşamada bu girişiminin sorumluluğu, emniyet ve yargıdaki “bir kısım unsurlarla” sınırlı tutuluyor.
İstanbul Emniyeti’nde bazı sorumlularla ilgili işlem geçen hafta yapıldı. Bunun devamı da gelebilir...
Ankara kulislerinde bundan sonra asıl önemli gelişmenin özel yetkili yargı alanında olabileceği konuşuluyor...
“Vesayet” girişimini kim yaptı?
Haberin Devamı