Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Umudum azalıyor” dediği bir noktada partisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na çok önemli, çok kritik temel bir öneriyle geldi: Başkanlık sistemi. Yani parlamenter demokrasiden, başkanlık sistemine geçiş...
Aslında bu öneri kimse için pek sürpriz olmadı. Başbakan Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi öteden beri sistem değişikliğinin şart olduğunu savunuyordu.
İktidar partisi sözcülerine göre, sistem değişikliğinin, yani “başkanlık sistemine geçişin Türkiye’ye sayısız yararları olacak. Hem demokrasi güçlenecek hem de istikrar sağlam bir temele oturacağı için ekonomi güçlenecek.”
Bugün sistem değişikliğinin neden kaçınılmaz olduğunu savunurken dile getirilen gerekçelerin başında, 2007 yılında gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili anayasa değişikliği geliyor.
Doğrudan halk tarafından seçilecek olan cumhurbaşkanlığı sisteminin, mevcut siyasal sistemde yürütülebilmesinin zorluğuna işaret ediyor iktidar sözcüleri ve kaçınılmaz biçimde çift başlılık ve güç çatışmasının yaşanabileceğini söylüyorlar.
Bu ihtimal gerçekten de yüksek.
Deniyor ki, seçmenin en az yüzde 50 artı bir oyunu alan politikacı cumhurbaşkanı seçilecek. Ama başbakan için aynı koşul sözkonusu değil. Mevcut seçim sistemiyle yüzde 35 oyla da yüzde 47 oyla da güçlü tek parti hükümeti kurabilmek mümkün.
Bu durumda yüzde 50 oy alan cumhurbaşkanı ile başbakan arasında güç ve yetki çatışması kaçınılmaz olabilir.
İkinci ve daha önemli bir gerekçe daha var. Özellikle de sistem değişikliğinin ateşli savunucularından Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun söyledikleri.
Kuzu, mevcut sistemin demokratik olmadığını, başkanlık sisteminin ise savunulduğu gibi bir tek adamlık veya tek adam diktatörlüğü olmayacağını, aksine kuvvetler ayrılığının daha iyi işleyeceği gerçek bir demokrasi olacağını savunuyor.
Gerçekten de Türkiye’de bugün kuvvetler ayrılığı kuralı işlemiyor.
Örneğin bugün kuvvetler ayrılığı kuralı çerçevesinde yasamanın yürütmeyi denetlediği söylenebilir mi? Parlamentonun hükümetin sunduğu bütçe yasasını reddetmesi veya herhangi bir bakan hakkında verilen gensoruyu kabul etmesi düşünülebilir mi?
Hayır...
Çünkü pratik işleyişte, özellikle de bugünkü gibi kuvvetli tek parti iktidarlarının olduğu dönemlerde yasama organı, adeta çoğunluğu elinde bulunduran yürütmenin ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri sorgusuz sualsiz yerine getirmekle yükümlü bir konuma ne yazık ki kolaylıkla getirilebiliyor.
Yargı erkinin ne ölçüde bağımsız olduğu veya olacağı ise zaten bitmeyen tartışmalı sorunların başında geliyor.
Özetle kuvvetler ayrılığı kuralı işlemiyor.
Evet bugün sistemin adı başkanlık değil, parlamenter sistem ama, pratik işleyiş başkanlık sisteminde dahi eşi benzeri görülmemiş bir yetki ve güç yoğunlaşması sözkonusu. Başkanlık sisteminden daha kuvvetli bir başbakanlık sistemi işliyor bugün Türkiye’de.
Yani, başkanlık sistemine karşı çıkarken yürürlükteki sistemin çok iyi işlediğini savunabilmek de gerçekten mümkün değil.
Çözüm mevcut sistemi terkedip başkanlık sistemine geçmekte mi yoksa parlamenter sistemi batıdaki örneklerinde olduğu gibi kurum ve kurallarıyla işletebilmekte mi?
Türkiye bu tartışmayı kişilere, “Tayyip Erdoğan’ın padişah yetkileri isteyip istemediğine” indirgemeden serinkanlı biçimde tartışmak durumunda.
İki yol var: Ya mevcut sistemi gerçek anlamda işler hale getirecek şekilde siyasi partiler ve seçim yasaları demokratikleştirilecek, yargı bağımsızlığı gerçekleştirilip kuvvetler ayrılığı sisteminin gerçek anlamda işleyebilmesinin önü açılacak. O arada cumhurbaşkanının yetkileri ve seçim usulü yeniden saptanacak.
Ya da ikinci yol, yani başkanlık sistemi tercih edilecek. Başkanlık sisteminin ülkeyi “tek adamlık” rejimine sürükleyeceği ise boş bir iddia. Çünkü mevcut sistem zaten bunu yaratmış durumda.
Başkanlık sistemi Türkiye’yi ‘tek adam’lığa mı götürür?
Haberin Devamı