Meclis’te dün siyasi partilerin haftalık olağan grup toplantıları, parti liderlerinin birbirlerine karşı haftalık salvo atışları vardı.
Atışların dozu her hafta sertleşiyor.
Öyle ki artık karşılıklı söz düellosu, eleştiri sınırlarını aşıp, suçlamanın da ötesinde kavgada bile ağza alınmayacak hakaretler seviyesine ulaşıyor.
Dün önce AKP grup toplantısı yapıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan burada, ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na demediğini bırakmadı.
Yeni anayasa projesi uzunca bir süreden beri siyaset gündeminde önemli yer işgal ediyor. Sokaktaki sıradan vatandaştan tutun, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na kadar herkes yeni anayasanın elzem olduğunu düşünüyor.
Siyasetin bunca gerilimli, kavgalı, gürültülü bir süreçte ilerlemesine karşın, yeni anayasa meselesi, adeta siyaset üstü bir proje olarak yürütülmeye çalışılıyor.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, liderler ve siyasi partiler arasındaki gerilim ve kavgaların bu projeyi etkilememesi için büyük çaba gösteriyor. Bu bakımdan şu ana kadar başarılı olduğu da söylenebilir. Gerçekten de bunca kavga gürültüye karşın “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” en azından şimdilik, sükunet içinde uzlaşma arayışlarını sürdürüyor.
Teorik olarak olacak gibi gözüküyor. 26 Şubat günü Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun çağrısı ile tüzük değişikliği gündemi ile olağanüstü kurultay toplanacak, ardından muhaliflerin 362 imza ile sundukları talep doğrultusunda 1 veya 2 Mart günü yine tüzük değişirkliği gündemiyle ikinci olağanüstü kurultay yapılacak.
Şu anda genel merkez yönetimi bunun olacağını söylüyor. Çünkü muhalefetin sunduğu 362 imzalı başvuruyu yok saymak hukuken mümkün değil. Bunun gereği yapılacak. Ama sadece teorik olarak bu mümkün. Pratikte ikinci olağanüstü kurultayın toplanabilmesi mümkün değil; toplantı için gerekli çoğunluk sağlanamaz. Bunu yönetim de biliyor, muhalifler de. Muhaliflerin isyanı da bu yüzden zaten.
Muhalif kanat Kılıçdaroğlu’nun tüzük değişikliklerini kendi isteği, kendi planlaması doğrultusunda Kurultay’a onaylatıp, kendi taleplerini, en başta da Parti Meclisi’nin çarşaf liste yöntemi ile seçilmesi talebini kaynatacağını düşündükleri için itiraz ediyorlar.
Hatta bu nedenle muhalifler işi yargıya götürerek Kılıçdaroğlu’nun çağrısını mahkeme kararıyla geçersiz kılmak dahil her yolu denemeye hazır görünüyor.
Kurultaylar, daha doğrusu olağanüstü kurultaylar partisi diye anılıyor CHP. İktidar olamıyor, seçim kazanamıyor ama sürekli kurultaylarla veya kurultay kavgalarıyla siyaset gündeminde önemli yer işgal ediyor.
Olağan kurultaydan çok olağanüstü kurultay yapan bir siyasi hareket haline geldi CHP. Özellikle 1980 sonrası dönemde önce SODEP ve SHP ardından da CHP çok sayıda olağanüstü kurultay gerçekleştirdi ama bu kurultaylar da sorunu çözemedi.
Şimdi yine ciddi iç sorunlar var ve bu sorunları aşmak için yine olağanüstü kurultaya gidiyor CHP. Fakat, daha kurultay tarihi açıklanır açıklanmaz sorunun bu sefer de çözülemeyeceği ortaya çıktı. Hatta partinin iki numaralı ismi Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap, “Gerekirse, imza veren arkadaşlarımız ısrar ederse, 26 Şubat’tan sonra bir olağanüstü kurultay daha yapılabilir” diyerek bu kavganın 26 Şubat’ta da sonuçlanmayabileceği mesajını verdi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin “konjonktürel hesaplarla” hareket ettiğini “vizyoner” olmadığını söyledi.
Sarkozy’nin Ermeni soykırımını inkar etmeyi cezalandıran yasayı Ermeni oylarının yanı sıra “aşırı sağcı İslamofobik oyları” da almak için çıkardığını söyleyen Davutoğlu, “Bu Avrupa için kaygı verici” dedi. Davutoğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a da “Gorbaçov değil, Miloseviç olmayı tercih etti” eleştirisinde bulundu.
Moskova’da Türkiye-Rusya Federasyonu ÜDİK(Üst Düzey İşbirliği Konseyi) bünyesindeki Ortak Stratejik Planlama Grubu’nun toplantısına katılan Davutoğlu ile giderken olduğu gibi dönerken de uçak sohbetinin ana gündemi Fransa oldu. Moskova’daki görüşmeler sırasında da bu konunun gündeme geldiğini anlatan Davutoğlu, Suriye konusunda da önemli mesajlar verdi. Davutoğlu’nun soruları yanıtlarken yaptığı değerlendirmeler şöyle:
- Böylesi köklü bir devlet geleneğine sahip olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın konjoktürel hesaplarla hareket etmesi onun vizyoner olmadığını gösterir.
Çankaya’da farklı bir siyasi partiden seçilmiş cumhurbaşkanı olsa ve Meclis çoğunluğu el değiştirmiş olsaydı herhalde ancak bu kadarı olabilirdi. Ancak o zaman çoğunluğu oluşturan siyasi parti Cumhurbaşkanı’nı sıkıştırmak istese, önüne böyle el yakacak bir yasa bırakabilirdi.
Şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önünde seçilip geldiği siyasi parti olan AKP iktidar çoğunluğunun oylarıyla hazırlanıp kabul edilen bir yasa var. Anayasa’da 5 yıl olarak yazılı olan cumhurbaşkanının görev süresini “mevcut cumhurbaşkanı” için “7 yıl” diye belirleyen, “iki defa seçilebilir” hükmünü de “mevcut cumhurbaşkanı” için “bir defa” diye sınırlayan bir yasa.
Türkiye, aylardır, hatta anayasa değişikliğinin yapıldığı 2007 yılından beri bu konuyu tartışıyor. Siyaset tartışıyor, hukukçular tartışıyor, sokaktaki vatandaş tartışıyor. Sonuç, Tayyip Erdoğan’ın dediği oldu. Hukukçuların, anayasa profesörlerinin “anayasanın açık hükmü yasa ile değiştirilemez” yolundaki uyarıları iktidar çoğunluğu tarafından pek dikkate alınmadı.
Güç elindeyken, zirvedeyken belki de hiçbir diktatöre, hiçbir darbeciye nasip olmamış kadar halkı tarafından seviliyordu.
Baskıyla, korkuyla falan değil, insanların pek çoğu gerçekten seviyordu O’nu.
Belki de sevdirilmişti.
Dikta rejimlerine özgü, tek yanlı propagandaya dayalı, aksi propagandanın yasak olduğu bir ortamda yapılan halk oylamasından yüzde 92 oy almıştı.
Siyaset ve bazı yargı kurumları, özellikle son dönemde ülke gündemi, çok garip, hatta “abes” sayılabilecek tartışma konuları ile meşgul ediyor.
Örnek çok...
Ne yazık ki bir kısmı kanıksandı da...
Yargı alanındaki mevcut bazı uygulamaları, “Akla, mantığa, evrensel hukuka uygun değil” diye eleştirenler de aksini savunanlar da yoruldu. Ama değişen bir şey yok...