PKK terör örgütünün dün sabah saatlerinde Dağlıca yöresinde gerçekleştirdiği hain saldırı sonucu 8 askerin şehit olması Türkiye’yi derinden sarstı.Bu saldırı ve 8 askerin şehit olması elbette toplumu olduğıu kadar siyaseti, hükümeti de etkiledi.Bazı çevrelerde yine derin yorum ve değerlendirmeler yapılıyor. Şu deniyor özetle:“İşte tam hükümet bir çözüm üzerinde çalışırken, içeride ve dışarda yürütülen kritik temaslarla plan olgunlaşma aşamasında iken, bu provokasyonla çözüm sabote edilmeye çalışılıyor...”Doğru olabilir.Provokasyon veya değil. Terör Türkiye’nin bir gerçeği. Ve Türkiye ne yazık ki çeyrek asırdan fazla bir süredir mücadele ettiği bu sorunla başa çıkamıyor.Sorun küçülmüyor, aksine büyüyor, yaygınlaşıyor.Çeyrek asır önce soruna sadece “bölücü terör sorunu” diye bakılıyor öyle çözüm aranıyordu.Ama bugün durum farklı.Bugün terör sorunun yanısıra bir de Kürt sorunundan söz ediyoruz artık.Peki bu iki sorun arasında bağ var mı? Bu sorunlar iç içe mi, değil mi?İşte tartışma bu noktada bitmiyor.Başbakan Erdoğan da dahil siyasetçilerin büyük bölümü “Kürt sorunu yoktur. Kürt vatandaşlarımızın sorunları olabilir. Onlar da çözülecektir” diye yaklaşıyorlar. Ya da demeçlerinde o şekilde konuşmayı uygun görüyorlar. MHP ise zaten başından itibaren Kürt sorunu denmesine alerji duyuyor.Sorun serin kanlı biçimde, sağlıklı biçimde tartışılamıyor. Ortak çözüm arayışları da ne yazık ki bugüne kadar sonuç vermedi.CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun on gün önce başlattığı mutabakat arayışıyla esmeye başlayan olumlu rüzgarın sonuç vereceği de şüpheli.Bu arada hükümetin uzunca bir süredir sessiz ve derinden yürüttüğü yeni açılım veya köklü çözüm planının akıbetinin nereye varacağı da meçhul.Hükümetin hem uluslararası planda yürüttüğü diplomatik temaslar hem de ülke içinde yaptığı bazı hassas temas ve değerlendirmeler aslında önümüzdeki dönemde atılacak bazı somut adımları önemli ölçüde olgunlaştırmıştı.İktidar çevreleri temel eğitimde Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulması kararının da bu yeni planının bir parçası olduğunu söylüyorlar.Ve önümüzdeki dönemde sürpriz bazı yeni açılımların da gündeme gelebileceğini anlatıyorlar. Anlatıyorlardı...Şimdi terörün yeniden tırmanışa geçmesi bu süreci nasıl etkileyecek acaba?“Etkilemez” dedi dün konuştuğumuz AKP’li yetkili ve ekledi:“Ne yazık ki bu gibi menfur saldırılarla ilk kez karşı karşıya kalmıyoruz. Dün de oluyordu belki yarın da olacak. Ama hükümetimizin sorunun kalıcı çözümü konusundaki kararlılığı değişmez. Türkiye bu terör illetinden kurtarılacak...”Askeri ve güvenlik alınında atılacak adımlar az çok öteden beri biliniyor.İktidar çevrelerinden yansıyan bilgilere bakılırsa önümüzdeki dönemde terörle mücadele kesintisiz biçimde sürecek. Belirli dönemlerde rutin olarak gerçekleştirilen hava operasyonlarının yanısıra Kuzey Irak’a yönelik kapsamlı kara harekatı da masada bir opsiyon olarak tutuluyor.Bu arada ABD ve AB ile yürütülen diplomatik temaslara ek olarak son dönemde Kuzey Irak’taki serbest terör üslerinin tasfiyesi konusunda Iraklı Kürt liderler Mesut Barzani ve Celal Talabani ile yapılan temaslardan da bir an önce somut sonuç alınmasına ağırlık verilecek.Bu arada belki “Öcalan’a ev hapsi formülü” gibi sözleri pek duymayacağız önümüzdeki dönemde. PKK’nın nasıl silahsızlandırılacağı, af veya benzeri formüller de muhtemelen pek konuşulmayacak. Ama nihai çözümde bu ve benzeri formüller de hep bir opsiyon olarak gündemde tutulacak.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, terör ve Kürt sorununun çözümü konusunda yaptığı hamle ile ciddi puan topladı.Bu hamle siyasetteki gergin havayı bir ölçüde yumuşatırken öte yandan da toplumda yeni umutların filizlenmesine neden oldu.Çünkü öneri yabana atılacak gibi değildi.Çeyrek asırdan fazla bir süredir devam eden bölücü terörün bitirilmesi ve Kürt meselesine barışçıl çözüm bulunması konusunda bütün siyasi partileri ve toplum kesimlerini ortak paydada buluşmaya davet ediyordu Kılıçdaroğlu.Meclis’te siyasi partiler arasında bir mutabakat komisyonu oluşturulması, toplumda bu konularda söyleyecek sözü olan etkili aydın ve kanaat önderlerini bir araya getirerek çözüm üretme, barışçıl çözüm sürecine katkı sağlama yolunun açılması öneriliyordu.Herkes akan kanın durmasını, anaların göz yaşlarının dinmesini, silahların susmasını istediğine göre öneri reddedilemeyecek cinstendi. Özellikle de iktidar açısından.Nitekim öyle de oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan ve iktidar partisi Kılıçdaroğlu’nun önerisine sıcak yaklaştı. İki lider arasında yapılan görüşme kamuoyunda da bahar esintileri yarattı.Bir tek MHP ve Devlet Bahçeli çok şiddetli tepki gösterdi öneriye.Bahçeli, sorunun çözümü için bir masada buluşmak bir yana Kılıçdaroğlu’nu bölücülerin değirmenine su taşımakla suçladı.Bahçeli ve MHP’ye göre, iktidar partisi AKP, 2009’daki “açılım” ile aslında “ yıkım” sürecini başlatmıştı. Kılıçdaroğlu’nun hamlesi ise daha da kötü; Bahçeli’nin deyimiyle Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi “çöküş” sürecini başlatma girişimi...Evet Bahçeli çok sert, çok acımasız ifadelerle suçlamaya devam ediyor hem hükümeti hem de Kılıçdaroğlu’nu.Kılıçdaroğlu, MHP’yi de uzlaşma masasına çekme konusunda hala umudunu koruduğunu söylese de bunun olmayacağı artık belli.Peki bu durumda Kılıçdaroğlu’nun estirdiği rüzgar ne olacak? Duracak mı? Yoksa Başbakan ve AKP’nin önerdiği şekliyle, yani AKP - CHP işbirliği biçiminde devam mı edecek?İşte Kılıçdaroğlu’nu zorlayacak durum bu.Çünkü Kılıçdaroğlu öyle bir zamanlama ile bu hamleyi gerçekleştirdi ki tam da hükümetin meselenin çözümü konusunda çok yönlü sürdürdüğü girişimlerinin olgunlaştığı bir döneme denk getirdi.Çünkü hükümet, bir süreden beri ikinci açılım planını hayata geçirebilmek için ulusal ve uluslararası düzeyde son derece gizli ve hassas bir plan üzerinde çalışıyordu.Bir yandan içerde yapılabilecekler üzerinde teknik ve siyasi çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan da uluslararası düzeyde ABD ve AB başta olmak üzere diplomatik temaslar yürütülüyor, bu arada da Mesut Barzani ve Celal Talabani ile çok hassas görüşmeler yürütülüyordu.Özellikle Talabani-Barzani ve ABD ekseninde yürütülen görüşmeler, bu kez farklı bir yöntemle sürdürülüyor. Çünkü PKK ile doğrudan görüşme süreci daha önce Oslo görüşmelerinin zabıtlarının basına sızmasıyla çökmüştü.PKK ile devlet organlarının kestiği resmi temas bu kez yerini bir anlamda dolaylı görüşmeler sürecine bırakmıştı.İşte tam da bu sürecin en kritik anında Kılıçdaroğlu’nun hamlesi geldi.Acaba yürütülen bu süreçten haberdar olmuş muydu Kılıçdaroğlu, yoksa tesadüfen mi bu hamleyi yaptı; bilinmiyor.Ancak bu noktadan sonra “MHP karşı çıkıyor o nedenle bu iş olmayacak veya MHP yoksa biz de yokuz” deyip geri çekilmesi artık siyaseten çok zor. Kendisi ve partisi açısından daha yıpratıcı sonuçları olabilecek bir durum.Çünkü belli ki terör ve Kürt meselesinin çözümü konusunda bir süreden beri devam eden çalışmalar belirli bir olgunluğa erişmiş durumda. Mutfakta bir şeyler pişiyor. Henüz perde aralanmadığı için nelerin piştiğini tam olarak kimse bilmiyor ama mutfaktan bazı kokular sızıyor.Bakalım Kılıçdaroğlu’nun da bu yemekte tuzu olacak mı olmayacak mı?Örneğin Öcalan’a ev hapsi konusunda olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nun “bütün partiler kabul ederse bizim de başımız üstüne” deyip işin içinden sıyrılabilmesi pek öyle kolay olmayacak.CHP ister istemez fikrini, çözüm önerisini ortaya koymak durumunda...
Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili verdiği karar kimse için pek sürpriz olmadı. Sadece şüphe ve kaygıları gidermiş oldu.Yürürlükteki anayasa, “Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 5 yıldır, bir kişi en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir” diyor. Meclis’ten çıkan yasa ise “Görevdeki cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıldır. Ancak ikinci kez seçilemez” diyor.Çelişkili bir durum ve o nedenle de konu uzun süredir tartışma gündemindeydi.Yasaya oy veren iktidar partisine göre, “Anayasada ‘cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıldır’ diye yazıyor ama, bu hüküm halk tarafından doğrudan seçilecek cumhurbaşkanları için uygulanabilir...”AKP hukukçularına göre, Abdullah Gül anayasadaki eski hükme göre seçildiği için yeni düzenleme onu kapsamaz. Görev süresi için eski hüküm esas alınacağına göre ikinci defa seçilip seçilemeyeceği de yine eski anayasa hükümlerine göre engellenmişti.Muhalefet ve pek çok bağımsız anayasa hukukçusu ise tam aksi görüşteydi.O nedenle konu kritik ve tartışmalıydı. Günlerden beri Anayasa Mahkemesi’nin kararı bekleniyordu.Çünkü, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği sürpriz bir karar bütün siyasi hesap ve dengeleri alt üst edebilirdi. Türkiye bu yıl ani bir cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek durumuyla karşı karşıya kalabilirdi.Nihayet Anayasa Mahkemesi dün son noktayı koydu.Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresi 7 yıl ve 2014’te ilk kez halk tarafından yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi için de aday olabilir.Aslında sadece Gül değil, eğer isterlerse Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer için de adaylık yolu artık açık...Peki 2014’te kim aday olacak?Dün bu kararın açıklanmasından sonra bazı AKP kurmayları ile konuştuk.Söylediklerinin özeti şu:“Muhalefet elbette aday çıkarabilir. Bağımsız adaylar da olabilir. Ama seçilecek isim bellidir: Tayyip Erdoğan...”Bugünkü siyasal koşullar ve güç dengeleri de onu gösteriyor.Ama acaba Tayyip Erdoğan, bugünkü haliyle, yetkileri son derece sınırlı olan, icrai yetkileri olmayan bu makamı tercih edecek mi?Erdoğan Cumhurbaşkanlığını istiyor ama bugünkü yetki ve statüsüyle değil. Bu makama başkanlık veya yarı başkanlık statüsü ile talip olacağının mesajını uzunca bir süredir hem kendisi veriyor hem de yakın kurmayları...Yani Erdoğan’ın hesabı, 2014’te bugün başbakan olarak kullandığı yetkileri ile birlikte Köşk’e taşınmak...Hesap bu.Bunun için mevcut anayasada çok köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Muhalefetle uzlaşma gerekiyor.Muhalefet partileri bugün başkanlık veya yarı başkanlık sistemine kapalı olsalar da iktidar partisi bu yolu zorlayacak.Belki de anayasanın bu hükümlerinin Meclis’ten 330 oy bulunarak referanduma götürülmesi yolu dahi denenebilir.Bu süreçte Gül’ün nasıl bir tutum belirleyeceği de elbette önemli. Ancak, muhalefetin, bazı muhalif çevrelerin her ne kadar kendilerince “umutlu bir beklentisi” olsa da Gül ile Erdoğan arasında cumhurbaşkanlığı meselesi yüzünden çatışma çıkmayacak. Gül Erdoğan’ın karşısına rakip çıkmayacak. Ancak Erdoğan’ın vazgeçmesi halinde aday olacak.Peki, Rusya’daki Putin-Medvedev modelinde olduğu gibi Erdoğan Köşk’e çıktığında Gül de AKP’nin başına geçip başbakanlık görevini mi üstlenecek?O da bugünkü koşullar altında kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmüyor.Mevcut sistem korunur, cumhurbaşkanının görev ve yetkileri aynı kalır ise belki. Ama o durumda da Erdoğan için Çankaya cazip bir makam olmayacak.Ki zaten yine AKP çevrelerinde konuşulan bir projeye göre eğer başkanlık veya yarı başkanlık projesi gerçekleşmez ise, o zaman cumhurbaşkanı seçim sistemi yeniden gözden geçirilecek. Yani, cumhurbaşkanının yeniden Meclis’te seçilmesi ve yetkilerinin tamanen kaldırılarak “sembolik” makama dönüştürülmesi. Bu pek de arzulanmayan ama son çare olarak düşünülen model...
Milli Eğitim Bakanı Dinçer’den Kılıçdaroğlu’na: “66 ayını doldurmuş torunu varsa okula göndermek zorunda”4+4+4 diye formüle edilen yeni eğitim reformu ile ilgili siyasal ve hukuksal (CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu) tartışmalar tüm hızıyla devam ederken Milli Eğitim Bakanlığı da yeni dönemin program ve müfredat çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.Öncelikle ilk ve orta öğretimdeki toplam ortalama ders saatlerini yükselterek işe başlıyor Bakanlık. Bazı derslerin saatleri kısalacak ancak özellikle matematik ve fen bilimlerinde gelişmiş ülkeler ortalamasını yakalayabilmek için ders saatleri önemli ölçüde arttırılacak.Öğrencilerin ilk ve orta öğretimde aldıkları toplam zorunlu ders saati değişecek. Halen 8 yıllık temel eğitimin ilk yılında da son yılında da 720 saat olan toplam ders süresi, birinci sınıfta 623 saate düşürülecek sonraki yıllarda ise kademeli olarak arttırılarak 5. yılda 864 saate, 7 ve 8. yıllarda da 888 saate yükseltilecek.Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yeni dönemde uygulanacak haftalık ders çizelgesi ve eğitim programları konusunda dün bir grup gazeteci ile düzenlediği sohbet toplantısında çarpıcı açıklamalar yaptı.Örneğin 66 ayını doldurmuş çocukların okula gönderilmesi konusunda süren tartışma...Bu konuda CHP Genel Başkanı, “Torunum olsa ben göndermezdim” demişti.Bu sözlere atıf yapan Bakan Dinçer, “Bu konuda yasa gereği taviz yok. Eğer Sayın Kılıçdaroğlu’nun da 66 ayını doldurmuş torunu varsa onu da okula alacağız. Bunun tek istisnası hastanelerin psikoloji veya psikiyatri kliniklerinden alınacak raporlar olabilir. Yani çocuk sorunluysa muaf tutulabilir” diyerek bu tartışmaya noktayı koyuyor.Okula başlama yaşı bir yana ders saatlerinin artmasıyla birlikte zaten halen var olan “çocuklara fazla yükleniliyor” eleştirilerinin artacağı da hatırlatıldığında ise şu yanıtı veriyor Ömer dinçer:“Çocuklara çok yükleniliyor algısı doğru değil. İki nedenle doğru değil. Birincisi örneğin matematik dersini bir Singapur’dan 196 saat daha az veriyoruz. Ama verdiğimizden de daha fazlasını bekliyoruz çocuklardan. Daha az sürede daha çok şey vermeye çalışıyoruz. Bu sorun.İkincisi çocuklara çok fazla ev ödevi veriyoruz. Aslında o ödev ailelere veriliyor. O ödevlerle anne babalar uğraşıyor. Bu iki olgu çocuklara çok yüklenildiği algısını doğuruyor. Biz şimdi bunu değiştiriyoruz...”Tartışılan bir başka kritik nokta, seçmeli dersler.Örneğin Kürtçe seçmeli dersin nasıl verileceği...Kürtçe, Lazca, Abazca gibi bütün yerel dil ve lehçelerde okullarda kural olarak seçimlik ders verilebileceğini söylüyor Bakan Dinçer. Bunun için her okulda 10 - 12 gibi belirli sayıda öğrenci talebi olması gerekecek.Ancak hemen önümüzdeki ders yılından itibaren bu taleplerin tümüyle karşılanabilmesi de mümkün değil.Çünkü yeterli sayıda pedagojik formasyon sahibi öğretmen yok. Şu anda sadece Artuklu Üniversitesi’ndeki enstitüden sertifika almış 300 civarında öğretmen olduğu tahmin ediliyor. O bakımdan özellikle Kürtçe ile ilgili talebin önümüzdeki yıl tümüyle karşılanabilmesi mümkün değil. Ancak Artuklu ve Bingöl gibi sonradan Kürtçe bölümü açan üniversitelerden mezun sayısı arttıkça, öğretmen sayısı yeterli düzeye geldikçe bu talepler tümüyle karşılanabilecek.Bir başka eksiklik daha var önümüzdeki eğitim yılı için. Yeni ders kitapları. Bazı ders kitaplarının önümüzdeki eğitim yılına yetişmeyeceğini söylüyor Milli Eğitim Bakanı.Yeni sistemde zorunlu ve seçmeli ders uygulamalarında kitap, öğretmen veya başka bir takım eksikliklerin yaşanabileceğini açık yüreklilikle söylüyor.Ancak, öngörülen sistemden geri adım atılmayacağını, eksikliklerin, zaman içinde görülecek aksaklıkların süratle giderilerek bu reformun hayata geçirileceğinden endişesi yok.
Özel yetkili mahkemeler veya özel yetkili yargı sistemi Türkiye’de özellikle Ergenekon soruşturmalarının, tutuklamalarının başladığı son beş yıldan beri tartışma gündeminden düşmüyor.Tartışma başlangıçta ceza ve usul yasası değişiklikleri ve AB’ye uyum yasaları ile bu mahkemelerin yetkilerinin kısıtlandığı yönünde oluyordu. Fakat şimdi çok değişti. Şimdi, iktidar da muhalefet de özel yetkili yargı sisteminin yetkilerinin aşırılığından yakınıyor.CHP bu sistemin tümden kaldırılması gerektiğini savunurken iktidar ise “ıslah edilmesi” yani yetkilerinin kısıtlanarak yeniden düzenlenmesinden yana. Bakanlar Kurulu gündemindeki yasal düzenlemenin de bu yönde olacağı söyleniyor.İktidar düne kadar kulak tıkadığı özel yetkili yargı sistemine yönelik şikayetleri şu anda fazlasıyla önemsiyor. Çünkü kendisi de özel yetkili savcı ve mahkemelerin bazı uygulamalarından ciddi kaygı duymaya başlamış durumda.Neredeyse bir dönem askerin siyasal sistem üzerindeki etkisinden yakınıldığı ölçüde bugün özel yetkili yargının sistemi kilitleyebilecek uygulamalarından şikayet ediliyor iktidar çevrelerinde. “Özel yetkili yargı marifetiyle sistem üzerinde yeni bir vesayet odağı oluşturulmaya dönük faaliyetler”den söz ediliyor.Bu arada düne kadar özel yetkili yargı marifetiyle yürütülen operasyonlar konusunda hükümete büyük destek veren bazı çevrelerin özel yetkili yargının yetkilerinin daraltılmasına şiddetli tepki gösterdiği gözleniyor.Özel yetkili savcıların yetkilerinin daraltılması halinde ülkenin yeniden darbe tehdidiyle karşı karşıya gelebileceği yönündeki karşı çıkışlara hükümet kulağını tıkamış durumda.Hatta bir grubun, camianın özel yetkili yargının yetkilerinin daraltılmasına karşı tepkiyi kampanyaya dönüştürmesinin de tam tersi sonuç verdiği ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki kararlılığını arttırdığı ifade ediliyor.İktidar kulislerinden sızan bilgilere göre özel yetkili yargı ile ilgili yeni düzenleme sadece mevzuat değişikliğinden ibaret kalmayacak. Başta Ceza Muhakemeleri Usul Yasası’nın 250. maddesi olmak üzere yasalarda bazı düzenlemeler yapılarak özel yetkili savcıların ve yargının yetkileri yeniden düzenlenecek. Bu arada, tutukluk ve özellikle de uzun tutukluk sorunlarının giderilmesi için ek bazı düzenlemeler yapılacak. Sözkonusu yasal düzenlemelerin Meclis tatilinden önce gerçekleştirilmesi öngörülüyor.Bu yasal düzenleme çalışmaları sürerken diğer yandan da bazı idari tedbirlerin uygulamaya konması bekleniyor.Bu konuda HSYK’da bir süredir büyük bir gizlilik içinde sürdürülen kararname çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğu belirtiliyor.Bu kapsamda önümüzdeki günlerde kapsamlı bir hakim ve savcı atamaları kararnamesi yayınlanacak.Bu kararnamede özellikle İstanbul’da çok sayıda özel yetkili savcının görev alanlarının değiştirileceği, bazı özel yetkili savcıların bu yetkilerinin alınacağı, özel yetkili mahkemelerde görev yapan bazı hakimlerin de yerlerinin değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun terör ve Kürt sorununun çözümü konusunda başlattığı hamlede kritik nokta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın öneriye ne yanıt vereceği idi.Günlerdir nefesler tutuldu ve bugünkü Erdoğan - Kılıçdaroğlu zirvesinden çıkacak sonuç beklendi. Sürpriz çıkmadı dünkü görüşmeden.En azından Başbakan için “reddedilemeyecek bir teklif”ti Kılıçdaroğlu’nun ortak çözüm önerisi. Öyle de oldu. “Diğer muhalefet partileri de ‘evet’ derse biz varız” dedi Başbakan Erdoğan.Hatta daha da ileriye götürdü ve eğer MHP katı tutumunu sürdürürse o zaman AKP ile CHP’nin ortak bir “istişare komisyonu” oluşturabileceklerini söyledi. Görüşme sonrasında her iki taraftan da temkinli bir iyimserlik havası yayıldı.Bu görüşme en azından iktidarla anamuhalefet arasında var olan kavga, gerilim havasını yumuşatmış, bir anlamda bahar esintisi başlatmış oldu.Bu görüşmenin olumlu geçmiş olması elbette Kılıçdaroğlu formülünün işleyeceği anlamına gelmiyor. Formülün işleyebilmesi, Meclis’te “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” oluşturulabilmesi için MHP ve Devlet Bahçeli’nin de ikna edilmesi gerekiyor.Ancak, Bahçeli’nin hem önceki gün partisinin grup toplantısında yaptığı sert ve suçlayıcı konuşma, hem de dünkü açıklaması kapattığı kapıyı kolay kolay aralamayacağını gösteriyor.Buna rağmen CHP, MHP’yi ikna için çaba harcayacak.CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loloğlu, dünkü görüşmenin ardından bilgi verirken MHP’nin sürece dahil edilebilmesi konusunda “umudumuzu muhafaza ediyoruz” dedi ve şöyle devam etti:“MHP, ‘Benim önerim şudur’ derse, değişikliğe hazırız. Yeter ki, bu konunun içinde olacağı adımı atsın. MHP’nin katkısı önemlidir. İkna süreci sadece bizim işimiz değil, diğer partilerin de kendilerine düşeni yapması gerekir. Sayın Bahçeli’nin ifade ettiği görüşleri komisyona gelip ifade etmesini istiyoruz. Girişimlerimizden asla vazgeçmeyeceğiz...”Özetle CHP umudunu ve ikna çabalarını sürdürecek.Aslında MHP ve Bahçeli’nin öteden beri izlediği siyasal çizgiden bir sapma yok. “Kürt sorunu” sözünü duymak bile istemiyor MHP. Bu da anlaşılabilir bir durum.Ama öte yandan Türkiye’nin 30 yıla yakın bir süredir çıkmaza saplanmış bir terörle mücadele sorunu var. Bugün muhtemelen Bahçeli de kabul edecektir ki Türkiye’nin karşıya olduğu en temel sorun bu. Akan kanın durdurulması, ülkede huzur ve istikrarın sağlanması.Bundan daha önemli sorunu yok ülkenin. Öyle ki bu sorun yeni anayasadan bile öncelikli olmak durumunda. Bugün siyaset, 15 yıl önce, 30 yıl önce, 40 yıl önce 52 yıl önce olmuş darbeleri araştırmak için ortak komisyon oluşturabiliyor da niye karşı karşıya bulunduğu en temel en yakıcı sorunla ilgili ortak komisyon oluşturamıyor? Bunu anlamak zor.“Bu bir yıkım projesi, çöküş projesi” diyerek geçiştirilebilecek bir durum da değil.Bahçeli’nin itirazı var ise CHP sözcülerinin de ifade ettiği gibi oluşturulacak komisyonda bunu dile getirebilir. Hatta komisyona katılarak oradan kendilerince yanlış, tehlikeli karar önerileri çıkmasını da engelleyebilir.Görüşme imkanı bulabilirse muhtemelen Kılıçdaroğlu da bu ve benzeri ifadelerle Bahçeli’yi masaya çekmeye çalışacak ama zor...Bahçeli “hayır”da diretirse, görüşmeye bile yanaşmazsa ne olacak?Üç partili mutabakat komisyonu olmayacak iş. Ki zaten onu Başbakan da Kılıçdaroğlu da düşünmüyor bile.İkinci alternatif Başbakan Erdoğan’ın önerdiği AKP ile CHP arasında istişare komisyonu oluşturulması, terör ve Kürt sorununun çözümüne yönelik kritik adımların bu komisyonda iktidar ve anamuhalefet partilerinin mutabakatı ile belirlenmesi...Mantıklı, akla uygun bir öneri ancak acaba CHP bunu göze alabilir mi?CHP şimdilik bu alternatifi düşünmek bile istemiyor. Bahçeli’yi ikna etme konusunda hala az da olsa umutları var.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önerisi, çözüm formülü işleyecek mi?Büyük ölçüde bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’la yapacakları görüşmeye bağlı. En azından iktidarla ana muhalefet partisinin sorunu bir masa etrafında oturup konuşmak, çözüm yollarını tartışmak konusunda prensip mutabakatına varabilmeleri önemli bir adım olur.Fakat acaba Başbakan ne diyecek?“Evet” mi, “ha-vet” mi diyecek Erdoğan?Bugün ortaya çıkacak.Ancak bu kritik görüşme öncesinde MHP’nin ortaya koyduğu keskin tavır işi şimdiden zora sokmuş durumda.MHP Genel Başkanı, dün, son sözünü söyledi; CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu çok sert, çok ağır ifadelerle eleştirdi dün partisinin grup toplantısında.Sorunun “Kürt sorunu” diye tarif edilmesine şiddetle karşı olan Bahçeli, “Bizim hiç kimseyle sözde Kürt sorunu bağlamında görüşecek ve fikir alışverişinde bulunacak bir niyetimiz ve merakımız yoktur” diye kestirip attı.Bu öneriyle CHP’nin AKP ve BDP ile aynı safta birleşerek “bölücülüğün şeytan üçgenini oluşturduğunu” da iddia eden Bahçeli’nin CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirileri şu şekilde özetlenebilir:“Geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi ile yıkım projesini konuşmadık, bugün de CHP ile çöküş planını konuşmayacağız. CHP’nin yaklaşım ve önerileri, PKK maşalarıyla ve İmralı canisinin saçmalıklarıyla neredeyse bire bir aynıdır... CHP Mustafa Kemal’in kemiklerini sızlattı...”Kemal Kılıçdaroğlu her ne kadar “umudumu koruyorum” dese de Bahçeli bu ağır ifadeleriyle kapıyı kapatıyor.“Akil adamlar” formülü için geriye AKP ve BDP kalıyor. Yani Bahçeli’nin “bölücülüğün şeytan üçgenini oluşturdukları” iddiasındaki üç parti...Bu formül MHP’siz işletilebilir mi?Kolay değil. O nedenle de dün Bahçeli’nin bu ağır sözlerine aynı sertlikle yanıt vermedi Kemal Kılıçdaroğlu. Çağrısını ve gerekçelerini tekrarladı:“Biz yeni bir açılım yapmıyoruz. Biz, çözüm yöntemi öneriyoruz. Parlamentoda bir araya gelelim. Anayasa konusunda bir araya geliyoruz. Neden bu konuda bir araya gelmiyoruz? İyi niyetle gidiyoruz. Bu ülke, çözüm üretecek kapasitede ve yetenektedir. Her partide, bu sorunun çözümü ile ilgili kafa yoracak insanlar vardır. Neden bir araya gelmiyoruz? Bütün milletin kolektif iradesini, sorunun çözümü için anahtar olarak kullanalım. Eğer bir toplum beraber konuşmayı beceremiyorsa, yan yana gelemiyorsa, anlaşamıyorsa o toplumun geleceğinden herkes endişe duyar. Bir araya gelebilmeli, konuşabilmeli, tartışabilmeliyiz.Eğer siz sorunlar karşısında çözüm üretmezseniz topluma çaresizliği verirsiniz. En büyük tehlike, toplumun kendini çaresiz hissetmesidir. Çaresizlik, demokrasinin önünde de, özgürlüklerin önünde de en büyük güç olarak karşımıza çıkıyor. O nedenle aydınlara, kanaat önderlerine, siyasal partilere çağrı yaptım. Çaresizliği topluma dayatamazsınız. Bir araya geleceğiz, konuşacağız ve çare üreteceğiz...”Bu sözlerle Bahçeli’yi masaya çekebilmesi çok güç.Bu durumda acaba Başbakan Erdoğan’ın tavrı ne olacak?“MHP dışarda kalsa bile biz üç parti bir araya gelip bu meseleyi konuşalım bir çözüm yolu üretelim” diyecek mi Erdoğan?Kesin sonucu bugün öğreneceğiz ama Erdoğan’ın bunu demesi zayıf ihtimal.Belki, “Görüyorsun diğer muhalefet partileri uzlaşmıyor. Bu işler, öyle sizin sandığınız kadar kolay olsaydı biz şimdiye çoktan yapardık” diyecek.Belki de Kılıçdaroğlu’na farklı bir öneri sunacak. 2009’da başlatılan ancak yürümeyen “açılım projesi”ne işlerlik kazandırmak için CHP’nin desteğini ve katkı sunmasını isteyecek.Özetle Başbakan’ın yaklaşımı önemli. Ancak MHP’nin tutumu belli olduğu için her halukarda masanın bir ayağı eksik kalacak.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, pozitif siyaset ve yapıcı muhalefet adına belki de en önemli hamlesini yaptı. Başbakan Tayyip Erdoğan’a “reddedemeyeceği bir teklif” sundu.Başbakan Erdoğan’ın gündemi, Uludere faciası, terör ve Kürt sorunu gibi yakıcı konuların dışına taşıyıp kürtaj ve sezaryen eksenine oturtmaya çalıştığı bir ortamda, yaptığı çıkışla Kılıçdaroğlu dikkatlerin yeniden terör ve Kürt sorununa odaklanmasını sağladı.Aslında Kılıçdaroğlu yeni bir şey söylemedi, yeni bir öneri gündeme getirmedi. Bir yıl önce seçim kampanyası sırasında da sıklıkla dile getirdiği “akil adamlar komisyonu” önerisini yineledi.Ancak bu kez zamanlaması önemliydi. PKK terörünün tüm yakıcılığıyla etkisini hissettirdiği, her gün şehit cenazelerinin kalktığı, anaların ağladığı bir ortamda bu teklifin güncellenmesi kuşkusuz etkiyi arttırdı.Partisinin geliştirdiği önerinin bir yandan Meclis’e, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e sunulmasını sağlayan Kılıçdaroğlu, bölücü terörü ve Kürt meselesinin çözümünü konuşmak için Başbakan Erdoğan’dan randevu talep etti.CHP ve Kılıçdaroğlu’nun önerisi sürpriz değil. Mucizevi bir çözüm formülü de değil. Sadece çözümü aramanın yolunu gösteriyor.Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin katılımıyla oluşturulan anayasa uzlaşma komisyonuna benzeyen iki yeni komisyon öneriyor CHP ve Kılıçdaroğlu:Meclis’teki dört siyasi partinin vereceği terör ve Kürt sorununa hakim ikişer üyeden oluşacak bir “akil adamlar” komisyonu oluşturulsun. Bunun yanısıra Meclis dışında da tüm etkin siyasi oluşumların, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla başka bir akil adamlar komisyonu oluşturulsun.Her iki komisyon da bu meselenin çözüm yollarını tartışsın. Meclis dışı komisyon önerilerini Meclis’e getirsin. Meclis’teki akil adamlar komisyonu da kısa, orta ve uzun vadede atılabilecek adımları tartışsın, hem Kürt sorununun çözümü, hem de terörün bitirilmesi için alınacak önlemleri belirlesin. Anayasa ve yasalardaki değişiklikler konusunda ortak teklifleri hazırlasın.“Bu sorunu siyaset çözecek. Ama 40 yıldır çözememiş, daha fazla zaman yitirmeden şimdi çözme adımlarını atalım” diyor Kılıçdaroğlu.Çözüm önermiyor, çözümün üretilebileceği mekanizmaları öneriyor. “Çözüm uzlaşmaya dayalı bulunmalı” diyor.Başka bir şey daha söylüyor Kılıçdaroğlu; illa da kendi önerdikleri mekanizmaların geçerli olması konusunda ısrarlı olmayacağını belirtiyor. İktidar partisinin veya diğer muhalefet partilerinin daha iyi bir çözüm formülleri varsa onu da kabul edeceklerini söylüyor.CHP ve Kılıçdaroğlu’nun muhtemelen terör ve Kürt meselesinin çözümü konusunda düşündüğü, geliştirdiği bir plan taslağı var. Ancak şimdilik bunu tartışmaya açmıyor. Bu konuda kendisini de bağlamıyor, ortak çözüm bulalım çağrısı yapıyor diğer siyasi partilere ve topluma.Bu nokta son derece önemli, bugün Türkiye’nin bu en önemli, en zorlu meselesinin çözümü konusunda hangi siyasi parti bir plan önerse diğerlerinin karşı çıkacağına hiç kuşku yok.Ayrıca, önerilecek formülün siyasi getirisinin yanısıra belki de getirisinden daha yüksek riskleri olacağı da biliniyor.O nedenle eğer Türkiye’nin bu en zor, en hayati meselesine çözüm bulunacaksa, bazı adımlar atılacak, bazı kararlar alınacaksa bunun için mümkün olduğunca geniş bir uzlaşma zemini olması gerekiyor.Bu da ancak kısa vadeli siyasi çıkarların bir kenara bırakılmasıyla mümkün.Acaba siyasi partiler onu yapabilecekler mi?Bu bakımdan Kılıçdaroğlu’nun yarın Başbakan Erdoğan’la yapacağı görüşmenin sonucu kritik önem taşıyor.