CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, terör ve Kürt sorununun çözümü konusunda yaptığı hamle ile ciddi puan topladı.
Bu hamle siyasetteki gergin havayı bir ölçüde yumuşatırken öte yandan da toplumda yeni umutların filizlenmesine neden oldu.
Çünkü öneri yabana atılacak gibi değildi.
Çeyrek asırdan fazla bir süredir devam eden bölücü terörün bitirilmesi ve Kürt meselesine barışçıl çözüm bulunması konusunda bütün siyasi partileri ve toplum kesimlerini ortak paydada buluşmaya davet ediyordu Kılıçdaroğlu.
Meclis’te siyasi partiler arasında bir mutabakat komisyonu oluşturulması, toplumda bu konularda söyleyecek sözü olan etkili aydın ve kanaat önderlerini bir araya getirerek çözüm üretme, barışçıl çözüm sürecine katkı sağlama yolunun açılması öneriliyordu.
Herkes akan kanın durmasını, anaların göz yaşlarının dinmesini, silahların susmasını istediğine göre öneri reddedilemeyecek cinstendi. Özellikle de iktidar açısından.
Nitekim öyle de oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan ve iktidar partisi Kılıçdaroğlu’nun önerisine sıcak yaklaştı. İki lider arasında yapılan görüşme kamuoyunda da bahar esintileri yarattı.
Bir tek MHP ve Devlet Bahçeli çok şiddetli tepki gösterdi öneriye.
Bahçeli, sorunun çözümü için bir masada buluşmak bir yana Kılıçdaroğlu’nu bölücülerin değirmenine su taşımakla suçladı.
Bahçeli ve MHP’ye göre, iktidar partisi AKP, 2009’daki “açılım” ile aslında “ yıkım” sürecini başlatmıştı. Kılıçdaroğlu’nun hamlesi ise daha da kötü; Bahçeli’nin deyimiyle Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi “çöküş” sürecini başlatma girişimi...
Evet Bahçeli çok sert, çok acımasız ifadelerle suçlamaya devam ediyor hem hükümeti hem de Kılıçdaroğlu’nu.
Kılıçdaroğlu, MHP’yi de uzlaşma masasına çekme konusunda hala umudunu koruduğunu söylese de bunun olmayacağı artık belli.
Peki bu durumda Kılıçdaroğlu’nun estirdiği rüzgar ne olacak? Duracak mı? Yoksa Başbakan ve AKP’nin önerdiği şekliyle, yani AKP - CHP işbirliği biçiminde devam mı edecek?
İşte Kılıçdaroğlu’nu zorlayacak durum bu.
Çünkü Kılıçdaroğlu öyle bir zamanlama ile bu hamleyi gerçekleştirdi ki tam da hükümetin meselenin çözümü konusunda çok yönlü sürdürdüğü girişimlerinin olgunlaştığı bir döneme denk getirdi.
Çünkü hükümet, bir süreden beri ikinci açılım planını hayata geçirebilmek için ulusal ve uluslararası düzeyde son derece gizli ve hassas bir plan üzerinde çalışıyordu.
Bir yandan içerde yapılabilecekler üzerinde teknik ve siyasi çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan da uluslararası düzeyde ABD ve AB başta olmak üzere diplomatik temaslar yürütülüyor, bu arada da Mesut Barzani ve Celal Talabani ile çok hassas görüşmeler yürütülüyordu.
Özellikle Talabani-Barzani ve ABD ekseninde yürütülen görüşmeler, bu kez farklı bir yöntemle sürdürülüyor. Çünkü PKK ile doğrudan görüşme süreci daha önce Oslo görüşmelerinin zabıtlarının basına sızmasıyla çökmüştü.
PKK ile devlet organlarının kestiği resmi temas bu kez yerini bir anlamda dolaylı görüşmeler sürecine bırakmıştı.
İşte tam da bu sürecin en kritik anında Kılıçdaroğlu’nun hamlesi geldi.
Acaba yürütülen bu süreçten haberdar olmuş muydu Kılıçdaroğlu, yoksa tesadüfen mi bu hamleyi yaptı; bilinmiyor.
Ancak bu noktadan sonra “MHP karşı çıkıyor o nedenle bu iş olmayacak veya MHP yoksa biz de yokuz” deyip geri çekilmesi artık siyaseten çok zor. Kendisi ve partisi açısından daha yıpratıcı sonuçları olabilecek bir durum.
Çünkü belli ki terör ve Kürt meselesinin çözümü konusunda bir süreden beri devam eden çalışmalar belirli bir olgunluğa erişmiş durumda. Mutfakta bir şeyler pişiyor. Henüz perde aralanmadığı için nelerin piştiğini tam olarak kimse bilmiyor ama mutfaktan bazı kokular sızıyor.
Bakalım Kılıçdaroğlu’nun da bu yemekte tuzu olacak mı olmayacak mı?
Örneğin Öcalan’a ev hapsi konusunda olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nun “bütün partiler kabul ederse bizim de başımız üstüne” deyip işin içinden sıyrılabilmesi pek öyle kolay olmayacak.
CHP ister istemez fikrini, çözüm önerisini ortaya koymak durumunda...
Kılıçdaroğlu’nu bekleyen zor tercih...
Haberin Devamı