Dün başlayan kurultayın havası, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının satır aralarındaki mesajlar, CHP’de radikal bir değişim değil, akılcı ve yumuşak bir dönüşüm stratejisi uygulandığını gösteriyor. Eskiyi suçlamadan, kötülemeden, keskin bir hesaplaşmaya girmeden yeni CHP’yi anlattı dünkü kurultay konuşmasında Kemal Kılıçdaroğlu.
Hatta biraz da bu nedenle konuşmasını, üslubunu sönük bulanlar, heyecan dozu düşük diye eleştirenler de oldu.
Hükümetin uyguladığı politikaları eleştirirken, geçmiş kurultaylarda eski genel başkanın yaptığı gibi rejim kavgası sayılabilecek ifadeler kullanmamaya özen gösterdi. Örneğin yeni bir laiklik tartışması açmadı Kılıçdaroğlu.
Partisinin geçmişini reddetmeden, geçmiş mirasa sahip çıkarak değişim, dönüşüm ve yenileşme vurgularını ön plana çıkardı. Bu nedenle değişimin ne anlama geldiğini bile Mustafa Kemal Atatürk’ün “Çağdaş uygularlık düzeyini yakalama ve aşma“ hedefine gönderme yaparak açıklamaya özen gösterdi.
CHP Türkiye’nin en eski, en köklü partisi olmasının da etkisiyle en çok kurultay yapan partisi. Bugüne kadar tam 50 kurultay yaptı CHP. 33’ü olağan kurultay, 17’si ise olağanüstü. Bugünkü 34. Olağan, toplamda da 51. kurultay.
İlginç olan bu kurultayların 5’inin Kemal Kılıçdaroğlu döneminde gerçekleşmiş olması...
Bu kurultaylar neyi değiştirdi, yarın ne değişecek?
Elbette her kurultay bazı değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Ki Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği 22 Mayıs 20120 kurultayında da sonraki olağanüstü kurultaylarda da biçimsel de olsa çok şey değişti CHP’de. Deniz Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olması başlı başına bir değişim.
Ergenekon soruşturması ve dalga dalga operasyonlar başlayalı 5 yıl oldu. Ardından Balyoz operasyonları geldi. KCK ile devam eden siyasi içerikli soruşturma ve davalar Türkiye gündeminin hep önemli maddelerinden birini oluşturdu. Son bir yıldan beri de tutuklu milletvekilleri tartışması gündemden düşmeyen konular arasında.
Meclis tatilinden hemen önce çıkarılan yargı paketi ve özel yetkili mahkemelere ilişkin olarak getirilen yeni düzenlemeler tutuklu milletvekilleri tartışmasını yeniden alevlendirdi.
Yasa değişikliğinde “adli kontrol” mekanizması hükmündeki ceza üst sınırının kaldırılması da olduğu için milletvekillerinin serbest bırakılacağı beklentisi oluştu.
Aslında beklentiden çok temenni...
Beklenti serbest kalacakları yönündeydi. Hem de gecikmeksizin hemen Cuma günü tahliyelerin başlayacağı umut ediliyordu.
Ancak, Diyarbakır’daki KCK davasını gören özel yetkili mahkemenin Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın yeni yasa çerçevesindeki tahliye talebine jet hızıyla verdiği ret kararı, umutları biraz düşürdü.
Şimdi umut, yerini kaygılı bir bekleyişe bırakmış durumda. Acaba daha önce olduğu gibi mahkemeler tahliye kararlarını yine peş peşe ret mi edecek?
Kaygı bu...
Çiçek: Şimdi yapılan genel düzenlemeler var. Anlayış değişikliği var. Bu kapsamda benim düşüncem, yargı milletvekilleri bakımından da adli kontrol düzenlemesini dikkate alarak tahliye kararı verebilir. Tabii bu ilgili mahkemenin takdirine bırakılmıştır...
Son bir yıldır Türkiye’nin ve siyasetin en önemli tartışma konularının başında tutuklu milletvekilleri sorunu geliyordu. Bir yıldan beri çözüm aranan bu soruna şimdi dolaylı bir çözüm çıktığı anlaşılıyor.
Sorun iktidarın ve parlamentonun özel yetkili yargı konusunda ortaya koyduğu irade ve anlayış değişikliğiyle ve “adli kontrol” mekanizmasıyla aşılacak.
Anlayış değişikliği şu: Hükümet özel yetkili yargı konusunda kamuoyundan, muhalefetten gelen eleştiri ve tepkileri değerlendirip bu mahkemelerin kaldırılmasını önerdi. Meclis öneriyi kabul etti ve düzenleme yasalaştı.
Kahire
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye muhalefetinin muhtemelen en fazla önem verdiği, en fazla güvendiği uluslararası aktör.
Muhaliflerin bütün toplantılarına katılıyor. Dün Kahire’de Arap Birliği ile yapılan Suriye muhalifleri toplantısının en önemli konuğu yine Davutoğlu idi.
Suriye toplantısının ardından Mısır’ın seçilen yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye kutlama ziyaretinde bulundu.
Uçak düşürme olayının duyulduğu ilk andan itibaren iç kamuoyunun da dünyanın da merak ettiği nokta, Türkiye’nin Suriye’ye karşı nasıl bir reaksiyon vereceği idi.
Türkiye serinkanlı, vakarlı bir duruş sergileyerek bazı beklentileri boşa çıkardı. Muhtemelen içerde ve dışarda bazı çevreler Türkiye’nin hemen bir misillemede bulunacağını, Suriye’nin bir uçağını veya bir askeri tesisini vuracağını bekliyordu.
Öyle bir maceraya girmedi Türkiye.
İlk günden itibaren bölge ülkelerini, müttefiklerini ve BM’yi bilgilendirme yolunu seçti.
Türk savaş uçağının Akdeniz’in uluslararası sularında Suriye tarafından vurulması, Türkiye’yi, Kıbrıs olaylarından bu yana askeri ve diplomatik alanda en ciddi krizlerinden biriyle karşı karşıya bıraktı.
Ankara üç günden bu yana kritik saatler yaşıyor. Bir yandan kayıp pilotlara ve uçağın enkazına ulaşılmaya çalışılırken diğer yandan da yoğun bir diplomatik ve siyasi temas trafiği yürütülüyor.
Şu ana kadar Türkiye’nin bu krizi başarılı bir şekilde yürüttüğü söylenebilir.
Türkiye’nin yanısıra uluslararası hukuku da ilgilendiren bu olayın, uluslararası platformlara taşınması önemliydi. Bu bakımdan konunun bugün NATO’da 4. madde kapsamında ele alınacak olması önemli. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşınması konusunda da girişimler sürüyor.