Adım adım çağdaş sosyal demokrasiye...

17 Temmuz 2012

Dün başlayan kurultayın havası, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının satır aralarındaki mesajlar, CHP’de radikal bir değişim değil, akılcı ve yumuşak bir dönüşüm stratejisi uygulandığını gösteriyor. Eskiyi suçlamadan, kötülemeden, keskin bir hesaplaşmaya girmeden yeni CHP’yi anlattı dünkü kurultay konuşmasında Kemal Kılıçdaroğlu.Hatta biraz da bu nedenle konuşmasını, üslubunu sönük bulanlar, heyecan dozu düşük diye eleştirenler de oldu.Hükümetin uyguladığı politikaları eleştirirken, geçmiş kurultaylarda eski genel başkanın yaptığı gibi rejim kavgası sayılabilecek ifadeler kullanmamaya özen gösterdi. Örneğin yeni bir laiklik tartışması açmadı Kılıçdaroğlu.Partisinin geçmişini reddetmeden, geçmiş mirasa sahip çıkarak değişim, dönüşüm ve yenileşme vurgularını ön plana çıkardı. Bu nedenle değişimin ne anlama geldiğini bile Mustafa Kemal Atatürk’ün “Çağdaş uygularlık düzeyini yakalama ve aşma“ hedefine gönderme yaparak açıklamaya özen gösterdi.CHP’nin ve CHP’lilerin hassas olduğu bilinen Atatürkçülük, devrimcilik, laiklik gibi değerlerden sıkça bahsetti. Atatürk’ün kurduğu Kemalist, ulusalcı, bağımsızlıkçı CHP’yi kırıp dökerek, geçmişle bağını keserek değil, adım adım çağdaş sosyal demokrat bir çizgiye oturtacağının mesajını verdi.Yeni dönem politikalarının üç temel ilkeyi esas alacağını söyledi:1. İnsan merkezli politika. Yani, insana onurlu bir gelecek ve özgürlük vaat eden politika...2. Laik, aydınlanmacı idealler ile evrensellik...3. Katılımcılık. Siyasal süreçlere daha fazla katılımın sağlanması...Sosyal demokratların temel ilkelerinden biri olan hakça bölüşüm konusuna değinirken de şu önemli saptamayı yaptı Kılıçdaroğlu:“Adil ve hakça bölüşümü savunuyoruz elbette. Ama esnafıyla, sanayicisiyle, çiftçisiyle önce üreteceğiz, sonra hakça bölüşeceğiz. Zenginleşeceğiz. Yoksulluğu övünç alanı haline getirmeyeceğiz...”Sık sık “zamanın ruhunu iyi okumak“ gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu zenginleşme konusunda da bu vurguyu tekrarladı ve artık zenginliğin ve refahın temelinin bilgi toplumu hâline gelmekte yattığını kaydetti.Bu noktada sözü hemen eğitime ve üniversitelere getirdi. Üniversitelerle, eğitim sistemi ile ilgili sözleri son derece çarpıcıydı:“Bilgi toplumu olmanın kaynağı üniversitelerdir. Ama üniversiteler özgür değilse, özerk değilse bilgi üretemez. Bugün üniversitelerimiz suskun, Orta Çağ’ın medreselerine dönüştürülmüş durumda. Bunu kabul etmiyoruz. Özerk üniversite, özgür bilim adamları olsun istiyoruz.”4+4+4 diye formüle edilen yeni temel eğitim sistemine de ağır eleştiriler getiren Kılıçdaroğlu, “Aklın tutsak edildiği bir eğitim modeli, Türkiye’yi bilgi toplumuna dönüştüremez“ dedi.Ve hemen her kurultayda “Kürt sorunu“ dedi-demedi tartışması yapılıyordu. Dünkü konuşmasında adını koydu, “İster Güneydoğu sorunu deyin, ister Kürt sorunu. Türkiye’nin önünde bu sorun var. 35 yıldır bu cenaze ortada duruyor. O sorunu çözeceğiz. Türkiye’yi anaların ağlamadığı barış cenneti haline getireceğiz” iddiasını ortaya koydu.Konuşmasında sıkça demokrasi, özgürlük, hak, hukuk ve adalet vurgusu da yaptı Kılıçdaroğlu. Yargıya, özellikle de “Silivri mahkemeleri“ne çok ağır ifadelerle yüklendi. Bu eleştirileri salondan büyük alkış aldı. Delegeleri de dinleyicileri de heyecanlandırdı.Delegeler Kılıçdaroğlu’nu heyecanla dinlediler ama heyecanın asıl nedeni Genel Başkan’ın konuşmasındaki tema değil, hazırlayacağı listeye girip giremeyecekleri kaygısıydı.

Devamını Oku

Kurultay CHP’de neyi değiştirecek?

16 Temmuz 2012

CHP Türkiye’nin en eski, en köklü partisi olmasının da etkisiyle en çok kurultay yapan partisi. Bugüne kadar tam 50 kurultay yaptı CHP. 33’ü olağan kurultay, 17’si ise olağanüstü. Bugünkü 34. Olağan, toplamda da 51. kurultay.İlginç olan bu kurultayların 5’inin Kemal Kılıçdaroğlu döneminde gerçekleşmiş olması...Bu kurultaylar neyi değiştirdi, yarın ne değişecek?Elbette her kurultay bazı değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Ki Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği 22 Mayıs 20120 kurultayında da sonraki olağanüstü kurultaylarda da biçimsel de olsa çok şey değişti CHP’de. Deniz Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olması başlı başına bir değişim.Parti vitrini tepeden tırnağa değişti, söylem değişti.Partinin efsane isimlerinin çoğu bugün yok. Bugün ideolojik olarak değilse bile isim bazında büyük ölçüde yenilenmiş durumda CHP.Bugünkü kurultay, CHP’nin bundan sonraki siyasal yörüngesi açısından önemli olduğu kadar Kılıçdaroğlu için de kritik öneme sahip.Çünkü son iki yılda 5 kurultay yapıldı CHP’de, pek çok şey değişti, değiştirildi ama muhtemelen Kılıçdaroğlu partiye ve parti yönetimine tam anlamıyla damgasını vuramadı. Bugünkü kurultayda bu fırsat var. Önceki kurultaylar Deniz Baykal - Önder Sav ikilisinin tercihleri doğrultusunda belirlenen delegelerle yapılıyordu. Bu kurultay ise Kılıçdaroğlu yönetiminde yapılan ilçe ve il kongrelerinde seçilen yeni delegelerle, yeni CHP’ye uygun yeni delegelerle gerçekleştiriliyor.Bugün başlayacak olan kurultayda 60 kişilik Parti Meclisi için kıyasıya yarış yaşanacak. Ki bu yarış günler öncesinden başlamıştı zaten. Günlerdir CHP içinde müthiş bir kulis faaliyeti yürütülüyor. 60 Kişilik Parti Meclisi için yüzlerce aday var. Ama herkes de biliyor ki Kılıçdaroğlu’nun vereceği anahtar liste fazla hasar görmeden seçimi kazanacak.Ve oluşacak yeni Parti Meclisi’nden yeni Merkez Yönetim Kurulu’nu belirleyecek Kılıçdaroğlu.Oluşacak bu yeni yönetim, partiyi Kılıçdaroğlu ve CHP için hayati önem taşıyan seçimlere hazırlayacak.İlk sınav muhtemelen 2013 yılı sonbaharına alınması düşünülen mahalli idare seçimlerinde verilecek. Kılıçdaroğlu bugüne kadar CHP’nin iç seçimlerinden zaferle çıktı ama henüz parlak bir sandık zaferi elde edebilmiş değil. 2010’da yapılan anayasa referandumundan umulan sonuç çıkmadı. 2011 milletvekili seçimlerinde ise dört puanlık artış her ne kadar buruk bir başarı olarak kabul edilmiş olsa da, Kılıçdaroğlu’nun koyduğu başarı çıtasının altında kaldığı bir gerçek.O yüzden önümüzdeki mahalli idare seçimleri ve ardından yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri kritik önem taşıyor.Mahalli idare seçimlerinde CHP oy oranını yüzde 30’lara tırmandırıp, iktidar alternatifi haline gelebilecek mi? Mevcut belediyeleri koruyup üstüne İstanbul veya en azından Ankara’da sürpriz bir başarı gösterebilecek mi? Yoksa AKP’nin şimdiden var gücüyle asılmaya başladığı İzmir ve Antalya’yı da mı kaybedecek?Kılıçdaroğlu, bugün başlayacak kurultayda oluşturacağı yeni parti yönetimi ile hazırlanacağı mahalli idare seçimlerinde gerçekten bir başarı hikayesi yazabilirse, parlak bir sonuç elde edebilirse işte o zaman CHP için gerçekten de iktidar yürüyüşü çok daha anlamlı hale gelecek. Cumhurbaşkanlığı ve ardından da genel seçimler için büyük avantaj elde edecek ve bugün başlayan kurultay da CHP’nin dönüm kurultayı olarak tarihe geçecek.Ama ya aksi olursa?Tartışmaya bile gerek yok; böyle bir olumsuzluk, bugünkü kurultayın Kılıçdaroğlu’nun son kurultayı olarak anılmasına neden olabilir.Çünkü Kılıçdaroğlu’nun daha ilk gün verdiği bir taahhüdü var. “Başarısız olursam başkaları gibi koltuğa yapışmam, daha iyi yapabilecek olanların yolunu açarım” diye özetlenebilecek açıklamaları olmuştu Kılıçdaroğlu’nun.Zaten kişilik olarak da parti içi seçim zaferleriyle yetinecek, kendi koltuğunu sağlamlaştırmaya çalışacak yapıda bir siyasetçi değil.O nedenle yeni PM ve içinden çıkaracağı yeni MYK konusunda hayati tercihler yapacak Kılıçdaroğlu...

Devamını Oku

Yasamanın mesajı ve mahalle baskısı...

10 Temmuz 2012

Ergenekon soruşturması ve dalga dalga operasyonlar başlayalı 5 yıl oldu. Ardından Balyoz operasyonları geldi. KCK ile devam eden siyasi içerikli soruşturma ve davalar Türkiye gündeminin hep önemli maddelerinden birini oluşturdu. Son bir yıldan beri de tutuklu milletvekilleri tartışması gündemden düşmeyen konular arasında.Meclis tatilinden hemen önce çıkarılan yargı paketi ve özel yetkili mahkemelere ilişkin olarak getirilen yeni düzenlemeler tutuklu milletvekilleri tartışmasını yeniden alevlendirdi.Yasa değişikliğinde “adli kontrol” mekanizması hükmündeki ceza üst sınırının kaldırılması da olduğu için milletvekillerinin serbest bırakılacağı beklentisi oluştu.Aslında beklentiden çok temenni...Çünkü, yaklaşık bir yıldan beri tutuklu milletvekilleri sorununa çare bulamayan Meclis, yaptığı bu düzenlemeyle deyim yerindeyse zevahiri kurtarma yolunu tercih etti.“Adli kontrol” daha önce üç yıla kadar ceza öngören suç isnatları için uygulanabiliyordu. Şimdi bunun üst sınırı kalktı, müebbet ceza gerektiren suç isnatları için de uygulanabilme imkanı getirildi. Tabii ki “mahkemenin takdiri”ne bağlı olarak...Bu noktadan hareketle hem bazı hükümet üyeleri ama daha önemlisi de Meclis Başkanı Cemil Çiçek, hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, özel yetkili yargıya kritik mesajlar verdi.Cemil Çiçek, açık açık söyledi; “Bu, hükümetteki ve Meclis’teki anlayış değişikliğinin bir sonucudur. Mahkemelerimiz takdir yetkilerini kullanırken bu mesajı iyi okumalıdırlar” dedi.Cumhurbaşkanı da sözkonusu yasayı jet hızıyla onaylayarak, 3-5 yılı bulan tutuklu yargılamalar konusunda özel yetkili yargıya mesaj verdi. Bununla da kalmadı, hem yasal değişiklik öncesi milletvekilleri ile görüşmesinde özel yetkili yargı uygulamalarıyla ilgili yakınmasını dile getirdi Cumhurbaşkanı Gül, hem de dün bu konuda yeni bir mesaj verme ihtiyacı duydu. Tutuklu milletvekilleri ile ilgili soruyu yanıtlarken şunu söyledi Cumhurbaşkanı:“Şimdi artık mahkemeler çıkan yasaları yorumlayacaklar, gerekçelerine bakacaklar, ellerindeki bilgiler ve kanunlar çerçevesinde kararlarını verecekler...”Doğrudan “milletvekilleri serbest bırakılsın” demiyor Cumhurbaşkanı Gül. Ancak, uzayan bu tutukluluklardan duyulan rahatsızlık sonucu adli kontrol yetkisindeki sınırın kaldırıldığına işaret edilerek, buradaki gerekçenin iyi yorumlanmasını öğütlüyor.Peki yargı, yasama ve yürütmenin en tepe noktalarından gelen bu mesajları ne kadar ciddiye alıyor?Belirgin bir direncin olduğu açık. Ki bunun en net göstergesi, Diyarbakır’daki özel yetkili mahkemenin, bir tutuklu milletvekili için yapılan tahliye başvurusunu anında reddetmesinin ardından dün başka bir milletvekili için yapılan başvuruyu da reddetmesi oldu. Sözkonusu mahkeme red kararlarıyla, takdir yetkisini ne yönde kullanacağının işaretini verdi.Şimdi bütün dikkatler Silivri’de. Ergenekon mahkemesi, CHP milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın taleplerine ne yanıt verecek?Geçen hafta karar verilmedi. Önceki günkü duruşmadan da bu yönde bir karar çıkmadı. Henüz ne kabul ne de red kararı yok. Birkaç gün daha beklenti devam edecek.Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nın özel yetkili yargıya, “çıkan mesajı iyi okuyun, özellikle milletvekilleri için takdir yetkinizi tahliyeden yana kullanın” anlamına gelebilecek mesajları var.Fakat iktidarın, iktidar partisinin meseleye bu şekilde baktığını söyleyebilmek mümkün değil.Hatta, bugün AKP içinde hem Cumhurbaşkanı Gül’ün, İzmir Belediyesi’ndeki operasyonla ilgili sözleri ve sonraki mesajları eleştiriliyor, hem de Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in sözleri.Dün konuştuğumuz AKP’li önemli bir isim, yapılan açıklamaları, “yargı üzerinde mahalle baskısı oluşturmak” diye yorumluyor.Aslında baskı iki yönlü; başta milletvekilleri olmak üzere bir kesim uzun tutukluluklara son verilmesini isterken, bazı çevreler de, “Aman haa, kapıları aralamayın” diye mahalle baskısı yapıyor.

Devamını Oku

Tutuklu vekiller için kritik pazartesi...

7 Temmuz 2012

Beklenti serbest kalacakları yönündeydi. Hem de gecikmeksizin hemen Cuma günü tahliyelerin başlayacağı umut ediliyordu.Ancak, Diyarbakır’daki KCK davasını gören özel yetkili mahkemenin Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın yeni yasa çerçevesindeki tahliye talebine jet hızıyla verdiği ret kararı, umutları biraz düşürdü.Şimdi umut, yerini kaygılı bir bekleyişe bırakmış durumda. Acaba daha önce olduğu gibi mahkemeler tahliye kararlarını yine peş peşe ret mi edecek?Kaygı bu...Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, yasa değişikliğinin teknik hazırlığında rol üstlenmiş önemli bir hukukçu. Yasa Meclis’ten geçtiği gün onun da tahliye umutlarını güçlendirici yönde bazı açıklamaları olmuştu. Fakat şimdi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan hayal kırıklığı konusunda ne diyecek Bekir Bozdağ?Bazı etkinliklere katılmak üzere seçim bölgesi Yozgat’ta bulunan Bekir Bozdağ ile dün telefonla konuştuk.Milletvekillerinin tahliye talepleri ve Diyarbakır’dan gelen şok red kararını nasıl değerlendirdiğini sordum.Yanıtı özetle şöyle oldu Bozdağ’ın:“Bizim yaptığımız son yasal düzenleme, mahkemelerin kararı verirken uyguladığı tutuklama nedenlerini değiştirmedi. Aynı şekilde tahliye nedenleri usulünde de bir değişiklik olmadı.Bu konuda yapılan tek değişiklik ‘adli kontrol’ sisteminde ceza üst sınırının kaldırılması oldu. Bunun dışında tutuklama ve tahliye ile ilgili usul hükümlerinde eskisinden hiçbir fark yok.Hakim takdirine müdahale edecek bir değişiklik yapılmadı. Sadece adli kontrol mekanizmasının kapsamı genişletilerek yargının eli bir anlamda güçlendirilmiş oldu. Ama bu noktada da tutuklama veya tahliye yine mahkemenin takdirine bırakıldı. Zaten olması gereken de buydu. Mahkemenin takdirine müdahale yönünde bir düzenleme doğru olmazdı. O durumda mahkemenin varlığının anlamı kalmaz.Özetle tutuklu milletvekilleri ile ilgili özel bir düzenleme yapılmış değil. Usül hükümleri bakımından da eski ile yeni arasında bir değişiklik yok. Sadece düşünce suçları ile ilgili bir kural değişikliği getirildi. O kural olduğu için uygulanacak...”Peki milletvekillerinin serbest bırakılacağı yönündeki beklenti nereden doğmuştu? Sebepsiz bir beklenti miydi?“Hayır” diyor Bozdağ ve ekliyor:“Eski durumda adli kontrol mekanizması sadece ceza üst sınırı üç yıla kadar olan suçlar için uygulanabiliyordu. Bu da milletvekillerinin tutuklu oldukları davalarda ceza üst sınırı yüksek olduğu için otomatik olarak onlar kapsam dışındaydı. Şimdi kapsam içindeler. Ama kararı verecek olan mahkeme. Mahkeme neyi takdir ederse o olacak...”Pazartesi kritik gün. Pazartesi günü muhtemelen Silivri’deki özel yetkili mahkeme Ergenekon duruşmasında Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile ilgili bir karar açıklayacak.Bu karar önemli. Eğer bir tahliye kararı çıkarsa, bu, KCK ve Balyoz davası için de emsal oluşturabilir.Bakalım Ergenekon davası hakimleri Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in dile getirdiği yürütme ve yasamadaki “anlayış değişikliği”ni takdirlerinde dikkate alacaklar mı?

Devamını Oku

Tutuklu vekiller serbest kalacak mı?

4 Temmuz 2012

Çiçek: Şimdi yapılan genel düzenlemeler var. Anlayış değişikliği var. Bu kapsamda benim düşüncem, yargı milletvekilleri bakımından da adli kontrol düzenlemesini dikkate alarak tahliye kararı verebilir. Tabii bu ilgili mahkemenin takdirine bırakılmıştır...Son bir yıldır Türkiye’nin ve siyasetin en önemli tartışma konularının başında tutuklu milletvekilleri sorunu geliyordu. Bir yıldan beri çözüm aranan bu soruna şimdi dolaylı bir çözüm çıktığı anlaşılıyor.Sorun iktidarın ve parlamentonun özel yetkili yargı konusunda ortaya koyduğu irade ve anlayış değişikliğiyle ve “adli kontrol” mekanizmasıyla aşılacak.Anlayış değişikliği şu: Hükümet özel yetkili yargı konusunda kamuoyundan, muhalefetten gelen eleştiri ve tepkileri değerlendirip bu mahkemelerin kaldırılmasını önerdi. Meclis öneriyi kabul etti ve düzenleme yasalaştı.Ayrıca, ağır ceza öngörülen suç ve suçlamalarla ilgili tutuklu yargılamalar konusunda da yargıya bir başka seçenek sunuldu. Denetimli serbestlik veya adli kontrol mekanizması sisteminde ceza üst sınırı kaldırılarak yargıya, “tutuksuz yargılamayı esas alın, uzun tutuklulukları gündemden düşürün” mesajı verildi.Ancak merak konusu olan tutuklu milletvekillerinin durumu idi. Meclis bu yasal düzenlemelerle tutuklu milletvekilleri sorununu çözebilmiş miydi?Dün bu konuyu Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le konuştuk. Çiçek’e göre bu mesele önemli ölçüde çözüme kavuşturulmuş durumda.Özetle şunları söyledi dünkü sohbetimiz sırasında:“Meclisimizin kabul ettiği özel yetkili yargı konusunda yapılan değişikliklerin öne çıkan iki önemli unsuru var;Birincisi, özel yetkili mahkemelerin uygulamalarındaki bazı yanlışlar ve sıkıntılar konusundaki şikayetlere hükümet de hak verdi. Hükümetin özel yetkili yargı ile ilgili önerdiği düzenlemenin parlamentomuzda kabul edilip yasalaşması, aslında bu alanda bir anlayış değişikliği demektir.Bundan sonra yargı artık hem yürütmedeki, hem de yasamadaki bu anlayış değişikliğini dikkate almak durumundadır.İkincisi ise özel yetkili yargı ile ilgili tartışmalar özünde soruşturmaları yürüten savcıların işi geniş tutmalarından, aşırı derecede yaygınlaştırmalarından, önüne geleni tutuklama talebiyle hakim karşısına çıkarmaları ve hakimlerin de çoğu kez bu talebe uymalarından kaynaklanmıştır. Tutukluluk, uzun tutukluluk ciddi bir sıkıntı konusu olmuştur.Şimdi yeni düzenlemede adli kontrol sisteminde üst ceza sınırının kaldırılması, bu uzun süreli tutukluluk hallerinden doğan sıkıntı ve şikayetler nedeniyledir.Adli kontrol uygulamasında daha önce atılı suça ilişkin cezanın üst sınırının üç yıl olması gerekiyordu. Şimdi bu sınır kalktı.Dolayısıyla da tutuksuz yargılama ve halen yargılanmakta olan tutuklu sanıkların tahliyesi konusunda yargının elini güçlendirmiştir Meclis. Yani Meclis ve hükümet, hakim takdirine bağlı olarak tutuksuz yargılamadan yana bir irade ortaya koymuştur.Yargı bunu dikkate alacaktır...”Bu noktada yine tutuklu milletvekilleri akla geliyor. Yapılan bu düzenlemeden sonra tutuklu milletvekilleri serbest kalacak mı?Şu yanıtı veriyor Meclis Başkanı Çiçek:“Ben bu konudaki görüşümü öteden beri dile getiriyorum. Bu konuda partiler arasında bir uzlaşma sağlanarak yasal düzenleme yapılması için de bazı girişimler yaptım. Ancak o zaman milletvekilleri ile ilgili özel düzenleme konusunda partiler arasında uzlaşma sağlanamadı. Şimdi yapılan genel düzenlemeler var. Anlayış değişikliği var. Bu kapsamda benim düşüncem, yargı milletvekilleri bakımından da adli kontrol düzenlemesini dikkate alarak tahliye kararı verebilir. Tabii bu ilgili mahkemenin takdirine bırakılmıştır...”Bakalım yargı önümüzdeki günlerde nasıl bir karar verecek? Tutuklu 8 milletvekilinin tümünü yasa yürürlüğe girer girmez hemen tahliye mi edecek, yoksa bir-ikisini ayırıp onlar için bir süre daha tutukluluğun devamına mı karar verecek?Yasaya göre takdir elbette yargının olacak. Ancak parlamentonun ve hükümetin iradesi tahliye yönünde...

Devamını Oku

Davutoğlu: Asıl risk Suriye’de değil Mısır’daydı. Risk almasaydık bugün bu coğrafyada yoktuk

2 Temmuz 2012

KahireDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye muhalefetinin muhtemelen en fazla önem verdiği, en fazla güvendiği uluslararası aktör.Muhaliflerin bütün toplantılarına katılıyor. Dün Kahire’de Arap Birliği ile yapılan Suriye muhalifleri toplantısının en önemli konuğu yine Davutoğlu idi.Suriye toplantısının ardından Mısır’ın seçilen yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye kutlama ziyaretinde bulundu. Mursi’nin Cumhurbaşkanı sıfatıyla kabul ettiği ilk yabancı Dışişleri Bakanı oldu Davutoğlu.Bu önemli. Ama en az bu kadar önemli olan bir diğer unsur Suriyeli muhaliflerin toplantısı...Muhalif toplantıları, şimdiye kadar genellikle Türkiye’nin önayak olduğu bir girişimdi. Şimdi Arap dünyasının Arap Birliği’nin en önemli ülkesi sayılan Mısır da Türkiye’nin yanında, Türkiye ile paralel hareket ediyor.Bundan sonra Mısır’ın Suriye krizinde izleyeceği politik tutum çok önemli. Çünkü Suriye’deki isyan hareketinin sürükleyici unsuru da Mısır’da bugün iktidara gelen İhvan’ın kardeşi sayılabilecek örgüt: Müslüman Kardeşler...O yüzden Mısır’ın tutumu Suriye’deki gelişmeleri ciddi biçimde etkileyebilecek.Bu arada, Hükümetin Suriye politikası öteden beri muhalefet tarafından eleştiriliyor. Özellikle de son uçak düşürme olayının ardından eleştiri okları Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na yönelmiş durumda.Dün sabah saatlerinde özel uçakla Kahire’ye giderken yaptığımız sohbet sırasında Davutoğlu, muhalefetten gelen eleştirilerin haksız, tutarsız ve mesnetsiz olduğunu söylüyor.Şu yanıtı veriyor eleştirilere:“Suriye konusunda hükümetimizin risk aldığı söyleniyor. Aslında Türkiye, asıl büyük riski Suriye’de değil Mısır’da aldı.Tunus’ta başlayıp Mısır’da devam eden Arap Baharı, ilk işaretlerini verdiğinde sürecin nereye doğru ilerleyeceği konusunda manzara o kadar da belirgin değildi. O yüzden birçok ülke bu süreci okuyup değerlendirmekte çok geç kaldı ve hatta yanlış yerlerde durdu. Eski köhnemiş rejimlerin yanında halklarına karşı durdular.Doğru öngörüTam o esnada Türkiye çok büyük bir öngörüde bulunarak halkların yanında durduğunu açıkladığında gerçek anlamda bir risk almış oluyordu. Gidişat farklı yerlere doğru da gidebilirdi, ama bizim tarihsel okumamız ve duruşumuz bir tercihti ve o tercih doğru çıktı.Suriye tavrımız zorunluluktuOysa Suriye’de halk hareketleri başladığında Tunus, Mısır ve Libya’da hatta Yemen’de olanlardan dolayı gidişatı tahmin etmek daha kolaydı. O yüzden Suriye’de -sadece bu açıdan bakıldığında bile- alınan tavır, geçerliliği kanıtlanmış ve Arap Baharı ülkelerinde aldığımız tavırla tutarlı olunması açısından da zorunlu bir tavırdı. Aksine, Suriye’de bu tavrı almasaydık, orada halkını katleden rejimin yaptıklarına sessiz kalan bir tutum sergileseydik, bugün Arap Baharı ülkelerine bu kadar yakın olamaz, onlarla ilişkilerimizi bu kadar iyi tutamazdık.Suriye politikamızı eleştirip alternatif olarak tarafsız ve sessiz kalmamızı önerenlerin böyle bir durumda Arap ülkelerinin geri kalan kısmında bugün ne durumda olacağımıza dair bir tahminleri var mı acaba?”Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk ziyareti yaptığını söyleyen Davutoğlu, Mursi’nin kabul edeceği ilk yabancı dışişleri bakanının da kendisi olacağını vurguluyor. “Suriye politikamız bugünkünden farklı olsaydı burada bu kadar hüsnü kabul görmezdik” diyen Davutoğlu şöyle devam ediyor:“Esas derinlik Mısır’dadır”“Stratejik derinlik vizyonunun Suriye’de çöktüğünü düşünenler bir şeyi daha gözardı ediyorlar; esas derinlik Mısır’dadır ama Mısır’ın yönetiminde değil, halkında, medeniyetindedir.Bir defa Mısır köklü bir medeniyettir. İkincisi, Mısır entelektüel birikimi, donanımı ve canlılığı dolayısıyla her zaman Arap dünyasının mıhı (beyni) sayılan bir ülkedir. Muhammed Abduh’tan Reşid Rıza’ya, Hasan el-Benna’dan genel olarak bütün İhvan düşünürlerine ve başka görüşlere sahip entelektüellerin çıkıp fikirlerini bütün dünyaya yaydığı bir yerdir. Üçüncüsü, Mısır Arap milliyetçiliğinin de merkezidir. Cemal Abdülnasır’ın harekete geçirdiği ve bütün Araplar arasında yaygınlık kazanan büyük milli kimliğin de kaynağıdır.Öngörüde tam isabetDolayısıyla Türkiye aslında süreç içinde en büyük öngörüsünü Mısır konusunda yapmıştır ve bu konuda yüzde yüz isabet kaydetmiştir.”Davutoğlu, Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da devrim süreci başladıktan sonra yaptığı ve Mübarek’in çekilmesi gerektiğini ifade eden konuşmasının arkasından dönemin Mısır Dışişleri Bakanı’nın kendisine gönderdiği bir sitem mektubunu anlattı. Mısır’ın o günkü Dışişleri Bakanı, Başbakan Erdoğan’a olan saygılarını ifade ettikten sonra yine de o meşhur grup konuşmasının Mısır-Türkiye ilişkilerini bozacak nitelikte olduğu uyarısı yapmış.Davutoğlu da bir cevap mektubu kaleme almış ve şunları söylemiş:“Mısır sadece köklü bir devlet değil, aynı zamanda köklü bir medeniyettir de. Bu medeniyetin sahibi de halktır ve Türkiye köklü bir geçmişe sahip olan bu halkın yanında olacaktır. Bu Mısır devletine olan güvensizliğimizin bir ifadesi değil, Mısır halkına olan güvenimizin bir ifadesidir. Çünkü o halk en doğru kararı verecektir. Zaman da kimin haklı olduğunu ortaya çıkaracaktır...”Davutoğlu, yeni dönem Mısır Türkiye ilişkilerinin nasıl gelişeceğini de şu iddialı sözlerle özetliyor:“Demokratik Türkiye ile demokratik Mısır’ın ittifakının hem Türkiye hem de bölgeye çok şey kazandıracağını ve bölgenin şeklini de tamamen değiştirebileceğini söyleyebilirim...”

Devamını Oku

Esad rejimi nasıl cevaplandırılacak?

26 Haziran 2012

Uçak düşürme olayının duyulduğu ilk andan itibaren iç kamuoyunun da dünyanın da merak ettiği nokta, Türkiye’nin Suriye’ye karşı nasıl bir reaksiyon vereceği idi.Türkiye serinkanlı, vakarlı bir duruş sergileyerek bazı beklentileri boşa çıkardı. Muhtemelen içerde ve dışarda bazı çevreler Türkiye’nin hemen bir misillemede bulunacağını, Suriye’nin bir uçağını veya bir askeri tesisini vuracağını bekliyordu.Öyle bir maceraya girmedi Türkiye.İlk günden itibaren bölge ülkelerini, müttefiklerini ve BM’yi bilgilendirme yolunu seçti.Suriye’nin yaptığı elbette yanına kar kalmayacaktı.Bütün dünya biliyor ki Türkiye bu olaya bir yanıt verecek.Yanıtın nasıl verileceğinin ipuçlarını Başbakan Tayyip Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısında açıkladı.Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında “özür ve tazminat”ın sözü bile geçmiyor. Önce durum tesbiti yaptı Erdoğan ve ardından da Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesinde kalarak vereceği yanıtın nasıl olabileceğini anlattı.Uçak düşürme olayının gerçekleştiği an itibariyle Suriye’nin Türkiye bakımından artık ciddi bir “açık ve yakın tehdit unsuru” haline geldiğinin altını çizen Erdoğan’ın şu cümlesi de son derece önemli:“Türkiye yerini, zamanını ve yöntemini kendisi tayin ederek, bu haksızlığa karşı uluslararası hukuka dayalı haklarını kullanacak ve gerekli adımları atacaktır...”Evet, zamanını, yerini ve yöntemini kendisinin tayin edeceği bir cevap ve cezalandırma uygulaması yapılacağı kesin...Yine Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşmasında bu cezalandırma yöntemi ile ilgili olarak iki nokta ön plana çıkıyor.Birincisi, artık “açık ve yakın tehdit unsuru” haline gelen Suriye’ye dönük askeri yaklaşım açısı değişecek.Bu ülkenin kara, hava, deniz tüm askeri unsurları “düşman” ve dolayısıyla “hedef” olarak tanımlanacak. Örneğin Suriye ordusuna ait helikopterler 5 defa Türk hava sahasını ihlal etmiş. Düne kadar bu gibi durumlarda uyarı ile yetinilmişti. Bugünden itibaren ise Suriye’nin herhangi bir askeri aracının milim sınır ihlali “düşmanca saldırı” kabul edilip anında vurulacak.Türkiye’nin Suriye kara sınırındaki askeri varlığı takviye edilecek. Aynı şekilde Doğu Akdeniz’deki hava ve deniz sınırındaki kontroller yoğunlaştırılacak. Suriye’nin bütün askeri faaliyetleri yakın gözetim altında tutulacak. Yapacakları en ufak bir hata çok ağır şekilde karşılık bulacak.Bu arada kara sınırındaki askeri yığınağın arttırılmasına paralel olarak Suriye birliklerinin bu bölgede rejim muhaliflerine karşı yürüttüğü operasyonlar da dikkatle izlenecek.Yine bir kaç ay öncesinde sınırda bir olay meydana gelmişti. Türkiye’ye sığınmaya çalışan muhalif unsurlara Suriye unsurlarınca ateş edilmiş ve atılan bazı mermiler Türkiye tarafına isabet etmişti.Bu aşamadan sonra, benzer bir olay, sınırın Türkiye tarafına tek bir merminin düşmesi dahi saldırı olarak kabul edilecek ve anında çok sert karşılık verilecek.Birinci noktanın özeti bu.İkincisi ise Suriye’de yaşanan iç çatışma. Rejim muhalifleri ile Türkiye’nin ilişkisi.Başbakan Erdoğan bu noktada da Türkiye’nin bugünden itibaren izleyeceği stratejiyi şu çok net cümle ile özetledi:“Suriye halkı, bu eli kanlı diktatörden kurtuluncaya kadar Türkiye onlara her türlü desteği verecektir...”Bu cümledeki “her türlü” ifadesinin altını çizmek gerekiyor.Çünkü en azından görünürde bugüne kadar Türkiye Suriye’deki olaylara insani açıdan yaklaşıyor, sınıra gelen sığınmacılara kapıyı açıyor, onlara barınma imkanı sağlıyordu.Ama bir takım iddialar hep gündemdeydi, Suriye’nin ciddi yakınmaları vardı. “Türkiye isyancılara silah veriyor, eğitim veriyor” diye şikayet ediyordu.Bugüne kadar Türkiye bunları ne kadar yaptı bilemiyoruz. Ancak bu aşamadan sonra Esad rejimi yıkılıncaya kadar Türkiye, isyancılara her türlü desteği vereceğini birinci ağızdan, Başbakan’ın ağzından Tüm dünyaya açık açık ilan etmiş durumda.

Devamını Oku

Özür ve tazminat yetmez...

25 Haziran 2012

Türk savaş uçağının Akdeniz’in uluslararası sularında Suriye tarafından vurulması, Türkiye’yi, Kıbrıs olaylarından bu yana askeri ve diplomatik alanda en ciddi krizlerinden biriyle karşı karşıya bıraktı.Ankara üç günden bu yana kritik saatler yaşıyor. Bir yandan kayıp pilotlara ve uçağın enkazına ulaşılmaya çalışılırken diğer yandan da yoğun bir diplomatik ve siyasi temas trafiği yürütülüyor.Şu ana kadar Türkiye’nin bu krizi başarılı bir şekilde yürüttüğü söylenebilir.Türkiye’nin yanısıra uluslararası hukuku da ilgilendiren bu olayın, uluslararası platformlara taşınması önemliydi. Bu bakımdan konunun bugün NATO’da 4. madde kapsamında ele alınacak olması önemli. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşınması konusunda da girişimler sürüyor.Tabii bu konuda Suriye’ye her konuda arka çıkmaya devam eden Güvenlik Konseyi’nin iki daimi temsilcisi Rusya ve Çin’in tutumları kritik öneme sahip. Bu iki ülke ikna edilemediği sürece konunun Güvenlik Konseyi’ne götürülmesinin anlamı kalmıyor.Bu açıdan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun üç günden beri aralıksız sürdürdüğü telefon diplomasisiyle, Türkiye’nin “ne yapalım oldu bir kere deyip, olayı küllendirmeye bırakmayacağı” dost - düşman, müttefik bütün önemli ülkelere net biçimde anlatılmış durumda.Peki bu görüşmelerde Türkiye, daha doğrusu Davutoğlu mevkidaşlarından ne istiyor, ne bekliyor?Bu soruyu dün bir yetkiliye sorduğumda şu kısa yanıtı verdi:“Bu görüşmeler, bu diplomasi trafiği yanlış yorumlanmamalı. Sayın Bakan, hiç kimseye, hiçbir ülkeye ‘aman araya girin, Suriye özür dilesin’ falan demiyor. Sayın Bakanın söylediği şu: Bakın olayın özü budur. Bu olayı Türkiye sineye çekmeyecek. Bunun bölgede ciddi sonuçları olur. Bunu bilin...”Olayın tarafı ve sorumlusu Suriye ile ise yazılı olarak verilen nota dışında bir temas yok.Türkiye’nin “şimdiye kadar olması gerekirdi” diye beklediği olmazsa olmaz koşul şu:Suriye, önce yaptığının yanlışlığını kabul edip özür dilecek. Tazminat ödeyeceğini taahhüt edip ödeyecek.Bu yeterli mi?Hayır...Ankara bu olayı, üstü özür ve tazminatla kapatılamayacak kadar önemli ve ciddi bir sorun olarak görüyor.Suriye’deki Baas rejimi ve Beşşar Esad, düne kadar halkına zulmeden, ağır insan hakları suçu işleyen bir diktatörlük rejimi olarak değerlendiriliyor, rejimin değişmesi, dönüşmesi için baskı uyguluyordu. Bugün ise Türkiye açısından buna ek bir başka nokta daha ön plana çıkmış durumda:“Bu son olay göstermiştir ki Suriye artık Türkiye açısından ciddi bir güvenlik riskidir...”Hükümetin değerlendirmesi bu. Bu değerlendirme Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından görüştüğü tüm yabancı ülke bakanlarına da iletiliyor.Bu güvenlik riski nasıl bertaraf edilecek?Akla hemen askeri seçenek, savaş geliyor. Ama hayır. Suriye’ye savaş ilan edilmeyecek. Öncelikle Suriye üzerindeki baskının şiddeti arttırılacak. Rejimin canını yakacak ciddi bazı yeni önlemler, yaptırımlar uygulamaya sokulacak. Ki önümüzdeki dönemde kademeli biçimde uygulamaya konulacak yaptırımları Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisinin bugünkü grup toplantısında açıklaması bekleniyor.Bu arada, İran’ın Suriye’nin özür dileyip tazminat ödemesi ile bu meselenin kapatılması yönünde bazı diplomatik girişimler yürüttüğü, önümüzdeki günlerde beklenen özür açıklamasının gelebileceği belirtiliyor.Ancak Ankara’da bugün hakim olan havaya bakılırsa özür ve tazminat zaten cepte. Suriye bunu en kısa zamanda yapacak.Fakat meselenin bununla kapanması mümkün değil. Suriye rejimi er geç “bedel” ödeyecek. Belki bugün değil, bir hafta, bir ay sonra ama uygun görülen bir zamanda Suriye’ye örnek bir ceza kesilecek.

Devamını Oku