Yeni anayasa için kritik süreç başlıyor...

29 Mayıs 2012

Yeniden Uludere faciası ön plana geçtiği, tartışmaların ana ekseni bu olay üzerine kaydığı için bu hafta başkanlık sistemi yoktu siyasetin gündeminde.Ancak başkanlık sistemi tartışması her ne kadar haftalık grup toplantılarının ana gündeminde olmasa da herkesin kafasının bir yerinde bu konu kuşkusuz vardı.Yeni anayasa ve başkanlık sistemi siyasetin temel tartışma gündemi içindeki yerini bir süre daha koruyacak.Şu anda asıl merak konusu Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanının seçimi ve görev süresi ile ilgili yasa konusunda ne karar vereceğinde.Anayasa Mahkemesi eğer yasanın kritik maddesini, yani şimdiki cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıl olduğuna ilişkin hükmü iptal ederse, yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları zorunlu olarak rafa kalkacak.Çünkü bu durumda ülke, en kısa zamanda apar topar cumhurbaşkanlığı seçimine gidecek.Fakat karar iktidarın beklediği gibi, çıkarılan yasanın anayasaya uygun olduğu ve dolayısıyla CHP’nin iptal başvurusunun reddi yönünde olursa o zaman tartışmanın harareti yükselebilir.O durumda bütün hesaplar 2014’e dönük olarak yapılacak. Yeni anayasa, yeni sistem 2014 hesaplarına göre kurgulanacak.CHP ve MHP’nin “kesin hayır” dediği, iktidarın ve Başbakan’ın “tartışılsın” dediği başkanlık veya yarı başkanlık sistemi yeni anayasada nasıl formüle edilecek?Kritik soru bu. Bu yönde dört parti arasında uzlaşı mümkün değil. Bu durumda masadan kim kaçacak?CHP veya MHP mi, AKP mi?Erdoğan son günlerde sıklıkla tekrarlıyor, “Masadan kaçan taraf biz olmayacağız” diyor.Çünkü masadan kalkan taraf, ciddi bir siyasi bedel ödemek riskiyle karşı karşıya. Oyun bozanlık yapan parti olarak damga yiyecek. Uzlaşmayla yeni demokratik ve özgürlükçü bir anayasayı engelleyen parti olarak gösterilecek.O yüzden yazım işi, ulus tanımı, dil ve eğitim gibi kritik maddelere gelinceye kadar ağır aksak da olsa yürüyebilir. Bu ve benzeri kritik maddeler dışındaki bölümler, başkanlık sistemi ile ilgili bölümler dışında uzlaşmaya dayalı bir yazım süreci işletilebilir. Ama iş kritik maddelere gelince ne olacak?Anlaşmazlık çıksa dahi hiçbir siyasi parti kaçan taraf, masadan ilk kalkan taraf olmak istemeyecek. Herkes masada kalacak ama o masadan anayasa çıkmayacak.Yani tam anlamıyla kilitlenme durumu...Bu durumda muhtemelen Başbakan Erdoğan, dönüp muhalefeti halka şikayet edecek.Muhtemelen de şunu söyleyecek:“Biz yüzde 50 çoğunluğumuza rağmen muhalefetle eşit oy ve söz hakkına razı olduk. Ama buna rağmen görüyorsunuz yeni anayasayı engelliyorlar. Bize dayatmada bulunmaya çalışıyorlar. Bunu kabul edemeyiz...”Ve o noktadan sonra iş TBMM Anayasa Komisyonu’na taşınacak.İktidar çoğunluğu Anayasa Komisyonu’ndan başkanlık veya yarı başkanlık sistemine uygun arzu edilen metni çıkarabilir.Bu metnin Meclis Genel Kurulu’ndan geçmesi de sürpriz olmaz.Nasıl mı?İki şekilde geçer. Birincisi, AKP bir veya iki muhalefet partisi ile uzlaşmaya varabilir. En garantili yol gibi gözükse de bugünkü siyasi ortamda böyle bir uzlaşma çok zor gözüküyor. İkincisi ise tıpkı 2010 yılındaki kısmi anayasa değişikliğinde olduğu gibi AKP’nin yeni anayasayı tek başına Meclis’ten geçirmesi...Çok zor, hatta matematiksel olarak imkansız gibi gözükse de AKP bu yolla sonuç alabilir.BDP’den, MHP’den hatta CHP’den bazı milletvekilleri gizli oylamada AKP ile birlikte “evet” oyu kullanabilir.AKP’nin Başbakan Erdoğan’ın temel tercihi bu senaryodan yana değil. Partiler arası uzlaşma arzu ediliyor. Ancak bu olmaz,yeni anayasa için başka bir yol kalmazsa ise o zaman elbette ustalık döneminin ince taktikleri uygulamaya girebilir...

Devamını Oku

Çiçek: Meclis’in önünde ölüm orucuna mı yatayım?

28 Mayıs 2012

“Yeni anayasa için ilk günden beri gece-gündüz durmadan uğraştık, uğraşıyoruz. İyi niyetle çalışıyoruz. 7 aydır cumartesi-pazar yollardayız. Halkla konuşuyoruz. Şimdi yazım aşamasındayız, tartışmalar oluyor ama en azından şimdilik olumlu yönde ilerlemeler kaydediyoruz.Bu iş elbette zor. Zorluk işin tabiatından kaynaklanıyor, sıradan bir kanun çalışması değil bu, tartışmalar elbette olacak. Tartışmalıyız da, ama kavga etmeden, birbirimize hakaret etmeden tartışmalıyız. Bu Meclis yeni anayasayı yapabilmelidir. Bunun için herkesin sorumluluk duygusu ile hareket etmesi gerekir. Türkiye artık mevcut anayasa ile yoluna devam etmemeli, edemez...”Neden edemezin gerekçelerini de sıralıyor Cemil Çiçek:Birincisi elbette herkesin üzerinde ittifak sağladığı, ülkeyi 12 Eylülcülerin yaptığı darbe anayasasından kurtarmak. İkincisi, 27 Nisan 2007’de yaşananlar ve Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin anayasa hükmü.Bu konuda şunları söylüyor Çiçek:“27 Nisan’da yaşanan problemler sonucu Cumhurbaşkanını halk seçsin dedik. Cumhurbaşkanı bundan sonra halkın yüzde 51 oyu ile seçilecek. Milletvekili seçiminde ise yüzde 33 - 35 oyla bir siyasi parti tek başına iktidar olabiliyor hatta seçim yasaları nedeniyle Meclis’te yüzde 65 çoğunluğa da sahip olabiliyor. Bu durumda hangisi güçlü olacak; iktidar mı, halktan yüzde 51 oy almış olan cumhurbaşkanı mı?Yine anayasadaki cumhurbaşkanının yetkilerini, hükümetin ve başbakanın yetkilerini düşünün, bunun sonucundan ne çıkar? Yetki çatışması çıkar...O nedenle de bu anayasa değişmelidir.”“Askeri darbelerden daha fazla zarar verir”“Değişmezse ne olur?” sorusuna verdiği yanıt da son derece çarpıcı Cemil Çiçek’in:“6-7 aydan beri üzerinde çalıştığımız yeni anayasanın yapılamaması, şu veya bu sebepten bu fırsatın heba edilmesi siyaset kurumuna askeri darbelerden çok daha fazla zarar verir...”Bu arada Çiçek, makamına ve kişiliğine yönelik olarak muhalefetten özellikle de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan gelen ağır eleştirilerden yakınıyor.Görev ve yetkileri ile ilgili anayasa ve içtüzük hükümlerini hatırlatıyor:“Eğer beni eleştirenler, bu maddeleri bilerek bu türlü ifadeler kullanıyorlarsa, bu son derece yakışıksızdır ve asla kabul edilemez. Hele hele bunu bir siyasi partinin genel başkanı söylüyorsa, ben ona yakıştıramam. Eğer bilmiyorlarsa o takdirde de bu çok cahilce bir değerlendirme olur...”Kılıçdaroğlu’nun eleştirileri büyük ölçüde tutuklu milletvekilleri ile ilgili sorunun çözülemeyişinde, bu konuda Meclis Başkanı’nın gereken inisiyatifi gösterememiş olmasında düğümleniyor.Bu konuda yapması gereken, yapabileceği her şeyi yaptığını düşünüyor Çiçek ve şöyle devam ediyor:“Ben Meclis Başkanı olarak, hukukçu olarak, tutukluluk sürelerinin çok uzadığını söyledim. Yargının tutuklu milletvekillerini serbest bırakması gerektiği yönündeki görüş ve temennimi dile getirdim. Yargı bu meseleyi çözsün dedim. Yargı çözmedi, çözümü Meclis’in bulması için devreye girdim. İktidar-muhalefet uzlaşması sağlamaya çalıştım ama iktidar, ‘ben bu şekilde yasa değişikliği ile çözüme taraftar değilim’ dedi... Bu noktada çözüm tıkandı...”Özetle Çiçek, tutuklu milletvekilleri sorununun çözümü konusunda gösterdiği onca gayrete karşın Kılıçdaroğlu’nun sert eleştirilerine hedef olmayı hazmedemiyor. Adeta isyan ediyor:“Mahkeme tahliye etmiyor. Siyaset bir çözüm formülü üzerinde uzlaşmaya yanaşmıyor. Peki ben daha ne yapayım? Meclis’in önünde ölüm orucuna mı yatacağım ben?”Bu soruya Kılıçdaroğlu’ndan cevap bekliyor Çiçek. “Yapabileceğim başka ne kaldı?” demek istiyor. Belli ki Kılıdaroğlu’nun eleştirilerine çok kırılmış, içerlemiş. Tutuklu milletvekilleri sorununa samimi çözüm arıyorsa kendisinin doğrudan Başbakan‘la görüşmesi gerektiğini söylüyor ve “Siz biraraya gelmiyorsanız, gelemiyorsanız ben ne yapayım?” diyor...Evet bugüne kadar, siyasetteki gerilimi düşürmek, uzlaşı yolları açabilmek için çaba gösteren Cemil Çiçek bile artık isyan bayrağını çekmiş durumda. Ankara’nın sinir katsayısı giderek yükseliyor.Ve Türkiye böyle bir ortamda temel toplumsal sözleşmesini, yani anayasasını yenilemeye çalışıyor. Hem de dört partinin mutabakatını sağlayarak...Olur mu dersiniz?

Devamını Oku

Erdoğan’ın yeni anayasa planı...

22 Mayıs 2012

Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin ortak mutabakatına, uzlaşmasına dayalı yeni anayasa konusunda Meclis Başkanı Cemil Çiçek, kamuoyuna iyimserlik pompalamaya devam ediyor. Fakat uzlaşmanın taraflarına,yani siyasi partilerin yetkililerine ve sözcülerinin açıklamalarına bakılırsa durum pek de parlak gözükmüyor.Cemil Çiçek, görüşmelerin iyi gittiğini, ortaya bir taslak metin çıkarabileceklerini söylüyor.Ama örneğin başkanlık sistemi üzerinde bir mutabakat çıkmayacağını, millet tanımı, dil, eğitim ve yüksek yargı gibi konularda uzlaşmanın imkansıza yakın olduğunu muhtemelen Çiçek de görüyor. Söyledikleri iyi niyet ve temenniden öte pek anlam taşımıyor Meclis Başkanı’nın.Uzlaşma Komisyonu’nun temel sıkıntısı dört partinin yüzde yüz mutabakatına dayalı karar alma koşulunun temel prensip olarak belirlenmesi.Bu temel prensibin, yani oy birliği koşulunun yaratacağı sıkıntı işin başında bilinmiyor muydu? Elbette biliniyordu. Bunun komisyonu kilitleyebileceği, hiçbir partinin masadan kalkmaması durumunda o masadan iş çıkmayacağı da biliniyordu. Dört parti ortak bir metin üzerinde uzlaşamaz ve hiçbir parti de masadan kalmazsa ne olacak?Bu noktada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Pakistan gezisi sırasında yaptığı değerlendirmeler son derece gerçekçi. Dört parti uzlaşabilir diye iyimser bir hava vermiyor Başbakan etrafa. Aksine gerçekçi çözümün ne olabileceğinin ipuçlarını veriyor.Uzlaşma Komisyonu’nun yürütmekte olduğu faaliyetin sonucunda neyin olamayacağının net biçimde ortaya çıkacağını biliyor Erdoğan. Bu komisyonun, çalışmaları sonucunda uzlaşılmış bir taslak metin çıkmasa bile, “dayatma ile anayasa değişikliği yapıldı” iddiasını mesnetsiz bırakacağını düşünüyor.Gerçekten de Uzlaşma Komisyonu, ortaya bir anayasa taslağı koyamasa bile Başbakan Erdoğan’a en azından şu gerekçeyi verecek:“Biz sonuna kadar uzlaşma aradık, bütün partilere eşit oy hakkı tanıdık. Ama buna rağmen muhalefet uzlaşmaya yanaşmadı...”Erdoğan bu veya benzeri ifadelerle rahatlıkla muhalefeti suçlayabilir... Başbakan Erdoğan, önceki gün Pakistan’da yaptığı açıklamada yeni anayasa konusunda kafasında nasıl bir plan olduğunun ip uçlarını veriyor aslında. Şunu diyor Erdoğan:“Masadan kaçan taraf olmayacağız. Dört parti kendi arasında mutabakata varamıyorsa, anayasayı yapabilecek gücü olan partilerle konuşuruz. CHP mi olur, MHP mi olur? BDP ile olmaz, yeterli sayısı yok....”Yani CHP veya MHP ile veya her iki partiyle birlikte uzlaşma arayacaklarını söylüyor.Eğer dörtlü uzlaşma masasından uzlaşma çıkmaz ise (ki, çıkmayacağı hemen hemen kesin gibi) ikili uzlaşma arayışlarına yönelecek iktidar partisi.Bu noktada da çok önemli bir kırmızı çizgisi olduğu anlaşılıyor Başbakan Erdoğan’ın. 2010 yılında seçmenin yüzde 58’lik desteği ile gerçekleştirilen 26 maddelik değişiklik paketi...“Bu paketi deldirtmeyiz” diyor Erdoğan.Bu paket kapsamında gerçekleştirilen özellikle yüksek yargı ile ilgili düzenlemeler konusunda CHP’nin de MHP’nin de şiddetli eleştiri ve itirazları var.Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin yapısı, Yargıtay ve Danıştay’ın yeniden yapılandırılması, HSYK’nın oluşumu gibi...Bu konudaki anayasa değişiklikleri ile yargı bağımsızlığının tümüyle ortadan kaldırıldığını iddia eden muhalefet şimdi iktidar ile nasıl uzlaşacak?“Zenginleştirelim derlerse destek veririz ama o maddelerin içini boşalttırmayız” diyor Erdoğan...Özetle CHP ve MHP ile uzlaşma ihtimali de çok güçlü gözükmüyor. BDP ile ise “olmaz” diyor Başbakan. Fakat bu “olmaz”a “şimdilik” kaydı düşmekte yarar var.Çünkü yarın siyasal koşulların nasıl şekilleneceği belli olmaz. “Sayı yetmiyor” diyor Başbakan Erdoğan ama eğer prensiplerde mutabakat sağlanacak gibi olursa “sayısal” durum sorun olmaktan çıkabilir.

Devamını Oku

Siyasetin uzlaşma imtihanı...

21 Mayıs 2012

Başbakan Tayyip Erdoğan, partisinin anayasa uzlaşma komisyonundaki temsilcilerini kastederek, “Masadan kalkan taraf biz olmayacağız” diyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, ise masadan kalkanın, uzlaşmadan kaçanın seçmen tarafından sandıkta cezalandırılacağını söylüyor.Özetle muhalefet partileri açısından risk büyük. Uzlaşma masasından kalkan yanacak...İyi de siyasi parti temsilcileri uzlaşma komisyonundan niye kalksınlar? “Yeter artık, sıkıldık, biz gidiyoruz” mu diyecekler? Ya da “Sizin önerileri kabul edemeyiz” diye tepki gösterip mi masadan kalkacaklar?Hayır. Hiç bir muhalefet partisinin o masadan kalkmasına gerek yok aslında. Çünkü, iktidar veya muhalefet, herhangi bir siyasi partinin kabul etmediği hiçbir hükmün, düzenlemenin yeni anayasa taslağına girmesi mümkün değil. Dolayısıyla ortaya çıkacak (eğer çıkabilirse) yeni anayasa taslağı metni bütün siyasi partilerin ortak mührünü taşıyacak. Hiçbir siyasi parti de doğal olarak o metnin altına zorla imza atmayacak.Baştan yapılan anlaşma öyle. Uzlaşma komisyonunun ilk toplantısında bizzat Başbakan Erdoğan’ın tavsiyesi üzerine alınan prensip kararı var: Yeni anayasa taslağı, oy oranlarına, milletvekili sayılarına bakılmaksızın bütün siyasi partilerin, eşit oy ve ortak kararı ile yazılacak. Herhangi bir partinin “hayır” dediği madde, düzenleme o metne giremeyecek.Bu durumda hiçbir siyasi partinin o masadan kalkması gerekmiyor. Ki, zaten bütün siyasi partiler, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in dile getirdiği tehlikenin farkında. Kimse oyun bozanlık yapan, problem çıkarıp toplumu çok istediği yeni anayasadan mahrum bırakan taraf konumuna düşmek istemiyor.Bu durum, yeni anayasanın geleceği bakımından faydalı mı, değil mi ayrı konu.Çünkü, hiç kimse masadan kalkmaz ise uzlaşma görüntüde bozulmamış olacak. Fakat acaba o masadan anlaşma, uzlaşma çıkacak mı?Çok ama çok zor...Örneğin, komisyon şu anda yazım aşamasına geçmiş durumda. Yeni anayasa yazımı fiilen başladı.Ancak yeni anayasa hangi temele, hangi sistem esasına oturtulacak? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “siyasi istikrar ve ülkenin geleceği bakımından yararlı” gördüğü anlaşılan başkanlık veya yarı başkanlık sistemine mi geçecek Türkiye yoksa mevcut parlamenter sistemi devam ettirmeyi mi tercih edecek?Bu tercih netleştirilmeden, bu konuda genel bir uzlaşmaya varılamadan yeni anayasa yazmak mümkün değil. Çünkü yeni anayasanın temel omurgasını bu tercih belirleyecek.Bugün yürütülmekte olan başkanlık tartışmalarından sonuç alınabilmesi, bütün siyasi partilerin bu konuda uzlaşmaya varabilmeleri ise mümkün değil.Bu çok temel anlaşmazlık konularından biri...O kadarla da kalmayacak uzlaşmazlık konuları. Örneğin, laiklik tarifi, millet tanımının yeniden yapılması, dil, eğitim ve yargı ile ilgili temel düzenlemeler konusunda partilerarası uzlaşma sağlanabilecek mi?Çok zor.Örneğin millet tarifi, dil ve eğitim konularında MHP ile BDP’nin ortak noktada buluşabilmeleri imkanı yok gibi.Aynı şekilde yargı ile ilgili temel hükümler konusunda da AKP ile CHP acaba nasıl uzlaşacak?Aslında bu temel konularda dört siyasi partinin aynı noktada buluşabilmesinin zorluğu baştan beri biliniyordu. İktidar partisi ve Başbakan Erdoğan da bunu çok iyi görüyordu. Ama buna rağmen komisyonda dört partinin ortak kararının, oy birliğinin aranmasına dönük prensip kararına onay verdi Başbakan Erdoğan.Oy birliği koşulunun yaratacağı sıkıntı elbette biliniyordu. Bunun komisyonu kilitleyebileceği, hiçbir partinin masadan kalkmaması durumunda o masadan iş çıkmayacağı da biliniyordu.Buna rağmen bu prensip kararı niye alındı?Belki de iktidarın bu zorluğu, tıkanıklığı aşacak, henüz açıklanmamış sihirli bir formülü var...

Devamını Oku

CHP’ye “tükürük yalatma” cezası mı?

15 Mayıs 2012

2011 seçimlerinin yapılıp yeni Meclis’in oluşmasının üzerinden yaklaşık 11 ay geçti. Bu 11 ay boyunca tutuklu milletvekilleri sorunu ülkenin ve siyasetin önemli gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor.Bu önemli hukuksal ve yargısal sorun uzun süredir siyasetin en önemli tartışma malzemesi.Aslında geçmiş örneklere bakıldığında çözüm çok basit: İlgili mahkemenin vermesi gereken tutuksuz yargılama kararı...Demokrasiye, Türkiye’nin geçmiş deneyimlerine, 50’li yıllardan bu yana zaman zaman yaşanan böyle bir sorunda, evrensel hukuka uygun düşen uygulama tutuklu 8 milletvekilinin 2011 yılı Haziran ayında serbest bırakılmasıydı. Örneğin en son 2007 seçimleri sonrasında PKK davasından tutuklu yargılanan Sabahat Tuncel’in seçilir seçilmez serbest bırakılmıştı.Fakat bu defa öyle olmadı. İlgili özel yetkili mahkemeler sözbirliği etmişçesine direndi. Bütün tartışmalara kulağını tıkadı yargıçlar. Evrensel hukuk ilkeleri, ileri demokrasi standartları da anlam ifade etmedi.CHP ve BDP direniş, boykot yöntemleriyle AKP’yi harekete geçirmeye çalıştılar ama o da sonuç vermedi.CHP, AKP ile bu konuda bir protokol yaparak yemin boykotundan vazgeçmişti; bekliyordu ki hükümetin de girişimleriyle bu konu en kısa zamanda çözülecek.Ama çözülemedi. Çözülebilme olasılığı da yok.AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, önceki gün akşam saatlerinde partisinin MYK toplantısında bu konuda alınan kararı, milletvekillerinin serbest bırakılması için yapılacak yasa değişikliğinin sakınca doğurabileceğini, ayrıca anayasaya da aykırı olacağını açıkladı.Aslında AKP başından itibaren bu meselenin çözümüne, milletvekillerinin serbest bırakılmasına karşı. Aslında sözkonusu isimlerin aday yapılmasına da büyük tepki göstermişti Başbakan Erdoğan; bu durumu “Silivri’den tünel kazma” olarak nitelemişti.CHP’nin yemin boykutu sırasında çok önemli bir iddiası daha olmuştu Başbakan Erdoğan’ın. “Göreceksiniz tükürdüklerini yalayacaklar” demişti.Yani CHP’nin direnişi bırakıp “tıpış tıpış gelip” yemin edeceğini söylemişti. Oysa CHP’liler “AKP ile protokol yaptık bu sorun çözülecek” diye beklentiyi sıcak tutmaya çalışıyordu.AKP “öneri getirin” dedi CHP’ye ama getirilen her öneriyi de bir kulp bulup reddetti.Önce dendi ki, “Eğer bu milletvekillerini serbest bıraktıracak bir yasal düzenleme yapılırsa maazallah Murat Karayılan da (PKK’nın Kandil Dağı’ndaki liderlerinden biri) aday olup gelir Meclis’te aramıza oturabilir...”Bu tehditle susturuldu muhalefet...Ardından başka öneriler de geldi hepsi reddedildi.Son haftalarda ne olduysa konu yeniden sıcaklaştı. AKP muhalefete göz kırptı, Meclis Başkanı Cemil Çiçek devreye girdi, uzlaşma sağlandı. Bulunan formül iktidar partisine iki hafta önce sunuldu.Cevap: Olmaz... Sakıncaları var, ayrıca Anayasa’ya da aykırı...AKP, Başbakan Erdoğan’ın 11 ay önce söylediği gibi CHP’ye ceza çektiriyor, “tükürdüklerini yalatıyor”...Çözüm özel yetkili mahkeme yargıçlarının insafında...Aslında Ankara’nın, iktidarın estirdiği hakim rüzgar yön değiştirirse hiç kuşku yok ki yargıçların bu konudaki tutumları da değişir ve tutuklu milletvekilleri bir iki hafta içinde serbest kalıp Meclis çalışmalarına katılabilir.Bunun da örneği yakın zamanda yaşandı.Deniz Feneri davasında öyle olmadı mı?Oldu. Ama acaba tutuklu vekiller konusunda da rüzgarın yönü değişecek mi?

Devamını Oku

“Başkanlık sistemi” anayasaya nasıl yazılacak?

14 Mayıs 2012

Başkanlık sistemi tartışması, öyle gündem değiştirmeye dönük konu bulma sıkıntısından ortaya atılmış, sıradan, gelip geçici, gündem değiştirmeye dönük bir tartışma değil. Bu tartışmanın yeni anayasa hazırlıklarının bu aşamasında güncelleştirilmesi önümüzdeki süreç bakımından kritik önem taşıyor. Çünkü tartışmanın özü, rejimin, ülkenin siyasal ve yönetsel sisteminin temel karakteri ile ilgili.Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işareti ile yeniden alevlendirildiği anlaşılan başkanlık sistemi tartışması, hükümetin ve iktidar partisinin önde gelen isimlerince koordineli biçimde sürdürülerek kamuoyuna maledilmeye çalışılıyor.Hemen her gün iktidar partisinden bir yetkili veya bir bakan konuya ilişkin görüş ifade ediyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Başbakan Erdoğan da “bu konu enine boyuna tartışılsın, millet tercihini yapsın” istiyor.Evet, tercihi nihai olarak seçmen yapacak. Anayasa değişikliği önüne geldiğinde rejimin temel karakterini seçmen belirleyecek.Mesele işin o aşamaya kadar nasıl olgunlaştırılıp seçmenin tercihine sunulacağında...Bu bakımdan önümüzdeki bir hafta on günlük süreç önemli. Meclis’te yeni anasaya hazırlama komisyonunun yazım çalışmaları değil önemli olan. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar.Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin olarak kritik bir karar açıklayacak bu günlerde.İki ihtimal var. Birincisi, CHP’nin başvurusunu, itirazını yerinde görebilir Anayasa Mahkemesi ve “Anayasa’daki hüküm gereğince mevcut cumhurbaşkanının görev süresi de 5 yıldır” diyebilir.Bu durumda, sistem tartışmaları biter. Siyaset apar topar gidilecek halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmesi hazırlıklarına odaklanır.İkinci ihtimal, Anayasa Mahkemesi’nin mevcut cumhurbaşkanının 7 yıl süreyle görev yapmasına ilişkin yasa hükmünü anayasanın özüne uygun bulması.Bu şüphesiz Erdoğan ve AKP’nin planlarına paralel bir sonuç olacak. Dolayısıyla da başkanlık sistemine ilişkin tartışmalar daha da yaygınlık kazanacak.Peki bu durum yeni anayasa yazımı hazırlıklarını nasıl etkileyecek?İşte kritik nokta burası...Partiler arası uzlaşma komisyonu şu anda yeni anayasanın yazımı sürecine geçmiş bulunuyor.Yeni anayasa hangi temele oturtulacak? Sistemin, rejimin ana karakteri nasıl kurgulanacak? Bu konuda dört siyasi parti hangi ortak noktada uzlaşma sağlayacak? Daha doğrusu sağlayabilecek mi?İmkansız gibi...Şu anda yeni anayasa taslağının temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümü kaleme alınıyor. Bu konuda bütün partiler temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yana görüş ifade ettikleri için uzlaşma ihtimali yüksek.Ancak diğer bölümler, yasama, yürütme, yargı ve yerel yönetimlerle ilgili hükümler üzerinde uzlaşma sağlanabilmesi pek mümkün gözükmüyor.Bu konularda uzlaşma sağlanabilmesi için öncelikle sistem tartışmasının sonuçlanması gerekiyor.Türkiye’nin yeni sistemi yine parlamenter sistem mi olacak yoksa başkanlık veya yarı başkanlık sistemi mi? Bu sorunun yanıtı netleşmeden, bir mutabakat oluşturulmadan anayasa yazımı nasıl ilerleyecek?Örneğin cumhurbaşkanının görev ve yetkileri neye göre belirlenecek?Çok zor...Acaba iktidar kanadı şunu mu planlıyor?:“Uzlaşma komisyonu bir metin hazırlasın. Millet tanımı, dil, eğitim ve laiklik gibi netameli konularda bir ortak zemin oluşsun, sonrası kolay. Gerekirse Meclis Anayasa Komisyonu ve Genel Kurulu görüşmeleri sırasında verilecek önergelerle başkanlık sistemine uygun bir dönüştürme operasyonu yapılabilir...”Acaba kafalarla böyle bir düşünce, bir B planı var mı?Bilemiyoruz. Ancak konu, Meclis Genel Kurulu gündemine girdikten yüzde yüz uzlaşmaya da ihtiyaç yok. 330’un üzerinde oyla kabul edilecek metin halk oyuna sunulabilir...

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’nun özeleştirisi...

8 Mayıs 2012

Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı seçildiği yaklaşık iki yıldan beri “Yeni CHP” diyor. CHP’de temel politika ve yaklaşımların değişeceğini söylüyor.Ancak, kulağa hoş gelen, bu oldukça iddialı “Yeni CHP” projesinin altı henüz doldurulabilmiş veya kamuoyuna yeterince anlatılabilmiş değil.Oysa Kılıçdaroğlu’ndan beklenti, tıpkı 1970’li yıllarda Bülent Ecevit’in yaptığı gibi bir dönüşümü hem sözde hem de özde gerçekleştirmesiydi.Ecevit öncesinde her ne kadar “ortanın solu” diye kendine göre bir sol çizgi belirlemiş olsa da, CHP, devlet partisi, askerle yakın dirsek teması içinde yürüyen bir siyasi yapı özelliği taşıyordu. Ecevit, “demokratik sol” dedi. “Hakça bir düzen” dedi. CHP’yi devlet partisi konumundan çekerek adına uygun biçimde “halkın partisi” konumuna getirdi. Hakça bölüşüm ve özgürlük vaat etti. O günün koşullarında bu söylem ve program değişikliği tuttu.Fakat 1980 sonrası CHP tekrar aslına döndü, halkın partisi olma kimliğinden yeniden devletin partisi kimliğine yaklaştı. Siyasi mücadelesini, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin temel ilkelerini koruma ve kollama ekseninde yoğunlaştırdı. Sosyal demokrat özünden uzaklaşıp devletçi bir çizgiye yöneldi. Askerle yakın mesai içinde bir görüntü vermeye başladı. En azından toplumsal algı bu yönde oluştu.Kılıçdaroğlu bu görüntüyü, bu gerçeği veya algıyı değiştirmek hedefiyle yola çıkmış, onun için “Yeni CHP” sloganını ortaya atmıştı.Bu hedefe yönelik olarak belki bazı adımlar attı fakat ortaya kapsamlı bir program ve politika değişikliği koyamadı.Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasında çok önemli bir bölüm var. Dün en azından asker konusunda çok net bir tutum değişikliği sergiledi Kılıçdaroğlu.Özeleştiri yaptı...CHP’nin geçmiş dönemde bu tür Genelkurmay bildirilerine yeterli tepkiyi veremediğine, hatta zaman zaman destek açıklamaları yaptığına işaret etti. Ki, bunun son ve en çarpıcı örneği, 27 Nisan e-muhtırası olmuştu. O gün, e-muhtıraya bazı CHP sözcüleri açıkça destek vermişlerdi. Bu tür örnekleri saymadı Kılıçdaroğlu ama özeleştiri yapma cesareti gösterdi. Genelkurmay bildirilerini de şu sert ifadelerle eleştirdi:“Eğer demokrasi diyorsak, her kurumun eleştiriye tahammül etmesi lazım. Genelkurmay Başkanı da buna dahildir. İki kişi eleştiri yöneltince hemen bir bildiri. Astsubaylar isyan ediyor, bir bildiri. Geçmişte bazı arkadaşlar Genelkurmay bildiri yayınlayınca tepki göstermezdi. Artık bundan sonra bildiri yayınlarsan (CHP’den) karşılığını alırsın. Sen kendine göre mazeret yaratırsan olmaz. Eleştiriye tahammül edeceksin, edemiyorsan o koltuğu terk edeceksin. Burası her önüne gelenin bildiri yayınladığı bir ülke değil. Patagonya değil. Herkes görevini yapacak...”Kılıçdaroğlu’nun bu ifadeleri önemli.Bu noktada Başbakan’a yönelik eleştirisinde de haklı.Kılıçdaroğlu diyorki; Genelkurmay’ı rahatsız eden gelişmeler olduğunda bunu gidip bağlı olduğu siyasal otoriteye yani Başbakan’a anlatsın. Başbakan da gereken cevabı versin. Hiç kuşku yok ki doğru olan bu. Genelkurmay siyasi tartışmaların, polemiğin dışında dursun. Eğer rahatsızlık verici bir gelişme, haksız bir eleştiri veya hakarete maruz kalmışsa bunun karşılığını bağlı olduğu otorite, Başbakan versin.Ki, düne kadar Başbakan’ın, iktidarın da en fazla yakındığı nokta bu değil miydi? Genelkurmay’ın bildiri yayınlaması,açıklama yapması, askeri vesayetin sonucu olarak gözükmüyor muydu?Öyle değerlendiriliyordu.Ancak geçen hafta yayınlanan bildirilere, tıpkı geçmişte bazı bildirileri CHP’nin alkışladığı gibi, bu kez Başbakan Tayyip Erdoğan destek veriyor. Genelkurmay Başkanlığı bir hafta içinde üç bildiri yayınlıyor, iktidar bu durumu olağan karşılıyor, hatta alkışlıyor.Sanki roller değişmiş gibi...

Devamını Oku

Abdullah Gül, Medvedev rolünü kabul edecek mi?

7 Mayıs 2012

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, bir süredir tartışma gündemi dışında olan “Başkanlık sistemi”nin fitilini dün yeniden ateşledi.Mevcut sistemin tam anlamıyla bir parlamenter sistem olmadığını, kuvvetler ayrılığı ilkesinin, yasamanın yürütme üzerindeki denetiminin işlemediğini dile getiren Bozdağ, “başkanlık sistemi”nin yeni anayasa çalışmaları kapsamında tartışılması gerektiğini söyledi.Evet hiç kuşku yok ki bu tartışmayı yapacak Türkiye. Fakat ne zaman ve nasıl?Yeni anayasa hazırlıklarını sürdüren TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki partilerarası anayasa uzlaşma komisyonu sürecin birinci aşamasını tamamladı. Yeni anayasa ile ilgili görüşler alındı. Şimdi ikinci aşama yazım süreci başlayacak.Normal olarak başkanlık sistemi tartışılacaksa bu aşamada tartışılıp karara varılması ve anayasanın temel kurgusunun da buna uygun biçimde yapılması gerekiyor.Fakat, bu yola şimdi girilmesi halinde, komisyonun kilitlenmesi, zoraki uzlaşı tiyatrosunu bitirmesi ihtimali çok yüksek. Bunu bütün taraflar biliyor.İktidar partisi de muhalefet partileri de bu uzlaşı görüntüsünü bozan taraf olmak istemiyor. En azından bu aşamada hiçbir parti oyun bozanlık edip masadan kalkan taraf konumuna düşmek istemiyor. Bugün için bütün siyasi partiler toplumdaki genel talep ve beklenti doğrultusunda daha demokratik, çağdaş anayasadan yana görünüyor.Bu genel doğrultuda uzlaşı veya en azından uzlaşı görüntüsü var. Ancak bu uzlaşı görüntüsü, işin ayrıntısına gelindiğinde, kritik maddelerin yazımına geçildiğinde de sürdürülebilecek mi?Örneğin başkanlık sistemi üzerinde bu komlisyon uzlaşıya varabilir mi?Hayır...Sadece o da değil; ulus tanımının yenilenmesi, eğitim ve dil konuları gündeme geldiğinde de komisyonda keskin görüş ayrılıklarının açığa çıkacağına hiç şüphe yok.Bu konularda prensip kararı gereği bütün partilerin oybirliği ile karar alabilmesi imkansıza yakın.Başkanlık sistemi de öyle. Eğer sistem, gerçekten başkanlık veya yarı başkanlık olacaksa, yeni anayasanın da buna göre kurgulanabilmesi için işin başında bu tartışmanın sonuçlandırılması gerekiyor.Ama bu konuda uzlaşma ihtimali yok. O nedenle muhtemelen komisyonun hazırlayacağı metin başkanlık sistemine dayandırılmayacak.Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi de dahil kritik tartışmalı konular Meclis Genel Kurulu’nda netleştirilecek.AKP, sistem değişikliği de dahil temel kritik konuları Meclis Genel Kurulu’nda istediği gibi anayasa metnine yerleştirebilecek. Başkanlık sistemi de 367 olmasa bile 330’un üzerinde bir çoğunlukla yeni anayasaya eklenerek halk oyuna sunulacak.Sonra da kulislerde uzun süredir konuşulmakta olan Rusya modeline işlerlik kazandırılmaya çalışılacak.Tıpkı dün Moskova’da yaşandığı gibi. Rusya’da anayasal zorunluluk nedeniyle devlet başkanlığı koltuğunu bir dönem Başbakan Medvedev’e bırakan Putin, beklendiği gibi yine Devlet Başkanlığı seçimini kazandı ve koltuğu devraldı, Medvedev de Başbakanlığa geçti ya...Acaba bu model Türkiye’de de işleyecek mi?Cumhurbaşkanı Abdullah Gül görev süresini tamamlayınca Cumhurbaşkanlığı makamına Tayyip Erdoğan çıkacak Gül de AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini mi üstlenecek?Koşullar uygun olduğunda Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkacağına pek kuşku yok. Fakat acaba Abdullah Gül, Medvedev rolünü kabul edip önce AKP Genel Başkanlığı seçimine girip ardından da Başbakan olacak mı?AKP içinde “olacak” diyenlerin sayısı az değil. Hatta Gül’ü yakından tanıyan, uzun süre birlikte siyaset yapan isimler bile “niye olmasın” diyor. “Hayır bu senaryo tutmaz” diyenler ise şunu söylüyor:“Türkiye’nin siyasi ve sosyal şartları çok farklı. Daha da önemlisi Abdullah Gül, Medvedev değil. 7 yıl cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra, içi boşaltılmış, yetkileri Çankaya’ya taşınmış bir Başbakanlık makamı teklifini elinin tersiyle iter...”Aslında epeydir 2014 yılına dönük cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık hesapları yapılıyor, alternatif senaryolar konuşuluyor.Ama acaba iki hafta sonra bu konuda Anayasa Mahkemesi ne karar verecek?Ya CHP’nin başvurusunu haklı görüp iptal kararı verirse ne olacak?Gül’ün bir dönem daha seçilmesinin önü açılırsa da başkanlık tartışması gündemde kalacak mı?

Devamını Oku