Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı seçildiği yaklaşık iki yıldan beri “Yeni CHP” diyor. CHP’de temel politika ve yaklaşımların değişeceğini söylüyor.
Ancak, kulağa hoş gelen, bu oldukça iddialı “Yeni CHP” projesinin altı henüz doldurulabilmiş veya kamuoyuna yeterince anlatılabilmiş değil.
Oysa Kılıçdaroğlu’ndan beklenti, tıpkı 1970’li yıllarda Bülent Ecevit’in yaptığı gibi bir dönüşümü hem sözde hem de özde gerçekleştirmesiydi.
Ecevit öncesinde her ne kadar “ortanın solu” diye kendine göre bir sol çizgi belirlemiş olsa da, CHP, devlet partisi, askerle yakın dirsek teması içinde yürüyen bir siyasi yapı özelliği taşıyordu. Ecevit, “demokratik sol” dedi. “Hakça bir düzen” dedi. CHP’yi devlet partisi konumundan çekerek adına uygun biçimde “halkın partisi” konumuna getirdi. Hakça bölüşüm ve özgürlük vaat etti. O günün koşullarında bu söylem ve program değişikliği tuttu.
Fakat 1980 sonrası CHP tekrar aslına döndü, halkın partisi olma kimliğinden yeniden devletin partisi kimliğine yaklaştı. Siyasi mücadelesini, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin temel ilkelerini koruma ve kollama ekseninde yoğunlaştırdı. Sosyal demokrat özünden uzaklaşıp devletçi bir çizgiye yöneldi. Askerle yakın mesai içinde bir görüntü vermeye başladı. En azından toplumsal algı bu yönde oluştu.
Kılıçdaroğlu bu görüntüyü, bu gerçeği veya algıyı değiştirmek hedefiyle yola çıkmış, onun için “Yeni CHP” sloganını ortaya atmıştı.
Bu hedefe yönelik olarak belki bazı adımlar attı fakat ortaya kapsamlı bir program ve politika değişikliği koyamadı.
Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasında çok önemli bir bölüm var. Dün en azından asker konusunda çok net bir tutum değişikliği sergiledi Kılıçdaroğlu.
Özeleştiri yaptı...
CHP’nin geçmiş dönemde bu tür Genelkurmay bildirilerine yeterli tepkiyi veremediğine, hatta zaman zaman destek açıklamaları yaptığına işaret etti. Ki, bunun son ve en çarpıcı örneği, 27 Nisan e-muhtırası olmuştu. O gün, e-muhtıraya bazı CHP sözcüleri açıkça destek vermişlerdi. Bu tür örnekleri saymadı Kılıçdaroğlu ama özeleştiri yapma cesareti gösterdi. Genelkurmay bildirilerini de şu sert ifadelerle eleştirdi:
“Eğer demokrasi diyorsak, her kurumun eleştiriye tahammül etmesi lazım. Genelkurmay Başkanı da buna dahildir. İki kişi eleştiri yöneltince hemen bir bildiri. Astsubaylar isyan ediyor, bir bildiri. Geçmişte bazı arkadaşlar Genelkurmay bildiri yayınlayınca tepki göstermezdi. Artık bundan sonra bildiri yayınlarsan (CHP’den) karşılığını alırsın. Sen kendine göre mazeret yaratırsan olmaz. Eleştiriye tahammül edeceksin, edemiyorsan o koltuğu terk edeceksin. Burası her önüne gelenin bildiri yayınladığı bir ülke değil. Patagonya değil. Herkes görevini yapacak...”
Kılıçdaroğlu’nun bu ifadeleri önemli.
Bu noktada Başbakan’a yönelik eleştirisinde de haklı.
Kılıçdaroğlu diyorki; Genelkurmay’ı rahatsız eden gelişmeler olduğunda bunu gidip bağlı olduğu siyasal otoriteye yani Başbakan’a anlatsın. Başbakan da gereken cevabı versin. Hiç kuşku yok ki doğru olan bu. Genelkurmay siyasi tartışmaların, polemiğin dışında dursun. Eğer rahatsızlık verici bir gelişme, haksız bir eleştiri veya hakarete maruz kalmışsa bunun karşılığını bağlı olduğu otorite, Başbakan versin.
Ki, düne kadar Başbakan’ın, iktidarın da en fazla yakındığı nokta bu değil miydi? Genelkurmay’ın bildiri yayınlaması,açıklama yapması, askeri vesayetin sonucu olarak gözükmüyor muydu?
Öyle değerlendiriliyordu.
Ancak geçen hafta yayınlanan bildirilere, tıpkı geçmişte bazı bildirileri CHP’nin alkışladığı gibi, bu kez Başbakan Tayyip Erdoğan destek veriyor. Genelkurmay Başkanlığı bir hafta içinde üç bildiri yayınlıyor, iktidar bu durumu olağan karşılıyor, hatta alkışlıyor.
Sanki roller değişmiş gibi...
Kılıçdaroğlu’nun özeleştirisi...
Haberin Devamı