Bölücü terör eylemlerinin tırmanışa geçmesi ile birlikte Ankara’da çözüm ve çözümsüzlük üzerine üretilen formül ve senaryolar da çeşitlenmeye başladı.
Birbiri ardına gelen şehit haberleri tüm toplumun olduğu kadar elbette siyasetçilerin de yüreğini yakıyor. O yüzden de Türkiye’nin teröre karşı izlemesi gereken hareket tarzı üzerindeki tartışmalar zaman zaman seçim tartışmalarının dahi önüne geçiyor.
Bu konuda muhalefet hükümeti, hükümet de muhalefeti suçluyor. Muhalefet partilerinden “derhal Kuzey Irak’a girelim” gibi sonuçları iyi hesaplanmamış önerilerin yanı sıra ayağı yere basan, gerçekçi öneriler de geliyor aslında.
Örneğin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dün Radikal’den Murat Yetkin’e söylediği, “Irak’a da Suriye modeli uygulansın” formülü gibi...
Türkiye erken seçim noktasına milyonu aşan kalabalıkların katıldığı mitinglerin ardından geldi. 22 Temmuz’daki seçim sürecine cumhuriyetin temel değerleri, ulusalcılık ve laiklik tartışmalarıyla girildi.
Bu tartışmalar ve bunun yarattığı kutuplaşma eğilimleri kuşkusuz seçim kampanyasında ve seçim sonuçları üzerinde de etkili olacak.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin niye başarısızlıkla sonuçlandığı, Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Genelkurmay’ın 27 Nisan Bildirisi, türban, imam hatip liseleri, çokça konuşulacak seçim meydanlarında. Asker üzerinden siyaset, irtica, bölücülük, laiklik ve demokrasi tartışmaları da keskinleşecek.
Son günlerde tırmanışa geçen bölücü terör saldırıları, şehit cenazeleri de partilerin seçim propagandası üzerinde etkili olacak.
Seçimin baraj endişesi taşımayan üç iddialı partisi var: AKP, CHP ve MHP. Bu partiler şimdiden inceden iktidar hesabı yapıyor. Seçim beyannamesini, bir anlamda iktidar programlarını hazırlıyorlar.
Ama bir de düşme hattı var ki o kesimde tam bir panik havası hakim.
İttifak için aradığı ortağı bulamayan SP, AKP’nin liste dışında bıraktığı Milli Görüşçü milletvekillerini önemli bir fırsat olarak görüyor. SP yönetimi iki günden beri bu milletvekilleriyle tek tek temas kuruyor, açık çağrılar yapıyor: “AKP yanlış yörüngeye girdi. Siz Milli Görüş’ün gerçek adresine geri dönün, SP saflarındaki yerinizi alın. AB’ye, ABD’ye ve IMF’-ye karşı mücadelemize devam edelim...”
Çok sayıda AKP milletvekilinden olumlu yanıt aldıklarını da söylüyor SP’liler. Ancak ne yazık ki AKP’ye adaylık müracaatları olduğu için bu milletvekillerini aday gösteremiyorlar. “Olsun” diyor dün konuştuğumuz bir SP yöneticisi: “Bu seçimde gerçek Milli Görüş için, SP için çalışsınlar, bir iki yıl içinde nasıl olsa erken seçim olur, o zaman milletvekili olurlar, birlikte gerçek milli görüşü iktidara taşırız...”
AKP’nin küskün milli görüşçüleri SP’yi yüzde 10 barajı olmasa da yüzde 7’lik Hazine yardımı barajı konusunda bir miktar umutlandırmış durumda.
MERKEZ SAĞ EFSANESİ
Gerçekten de Türk siyasetinde bugünden yarına, akşamdan sabaha çok şeylerin değiştiği, değişebileceği bir kez daha yaşandı ve görüldü. Bundan sonra da hiç kuşku yok ki önemli değişimler gözleyebiliriz. Fakat bu seçim dönemine damgasını vuran en önemli gelişme hiç kuşku yok ki “merkez sağ kim?” sorusunun yanıt bulması oldu.
Artık merkez sağın gerçek sahibi kim, merkez sağda birleşme nasıl olmalı, bu boşluk nasıl dolacak tartışmaları biti. Bugün itibariyle AKP merkez sağın tek partisi, tek adresi. Gerisi teferruat...
Bu noktaya gelme konusunda AKP kurulduğu günden beri çaba harcıyordu. Kurulduğu günden beri kendisini bu noktaya konumlandırma gayreti içindeydi. Ancak hem kendisiyle, hem kendi dışındaki gelişmelerle ilgili beklentiler ve soru işaretleri bunun gerçekleşmesine daha doğrusu zihinlerde yer etmesine izin vermiyordu. Fakat son birkaç günde yaşanan gelişmeler kafa karışıklığını önemli ölçüde giderdi.
Bu bakımdan AKP ve Tayyip Erdoğan’ın orta sağdaki partilerin vizyonsuz, ufku dar, küçük hesaplar peşinde koşan liderciklerine çok şey borçlu olduğu da bir gerçek. Çünkü onlar küçük hesapları yüzünden önlerine gelen fırsatı değerlendiremediler ve AKP’yi alternatifsiz bıraktılar.
Üç beş gün öncesine kadar ANAP ile DYP’nin DP çatısı altında birleşme projesi AKP açısından ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Klasik merkez sağın tek çatı altında güçlü bir parti yapılanması oluşturabilmeleri ve seçimlerde yüzde 13-15 oy almaları, merkez sağın gerçek adresi tartışmalarını bir süre daha devam ettirebilirdi. Ve AKP’nin yapacağı hatalar, uğrayabileceği olası seçim başarısızlıkları, DP oluşumunu merkez sağın gerçek adresi konumuna da taşıyabilirdi. Ama olmadı. Bu birleşme sağlanamadığı gibi ANAP ve DP kendi bütünlüklerini dahi koruyup koruyamayacakları tartışmalı bir noktaya geldiler.
AKP’nin merkez sağın tek adresi olması yönünde attığı çok önemli bir adım da önceki gün açıklanan milletvekili aday listeleri oldu.
AKP aday listesiyle de topluma çok önemli bir mesaj veriyor. Evet bu partinin başta Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç olmak üzere önderlerinin, kurucularının büyük bölümü “Milli Görüş” kökeninden gelen isimler. Mevcut milletvekillerinin çoğunluğu da öyle.
Aday listelerinin dün saat 17.00’de Yüksek Seçim Kurulu’na verilmesiyle birlikte partiler seçim sürecindeki en zor en kritik evreyi geçtiler.
Birleşme ve ittifak arayışları, rakip partilerden aday transferi yarışları artık geride kaldı. Şimdi partiler için en önemli sorun, listelere giremeyen kırgın ve küskünlerin açtıkları, açacakları yaraları süratle sarmak.
Son birkaç gün siyasi partiler açısından çok zor çok hayati bir karar süreciydi. Tabii ki bu sürecin her parti için ayrı önemi, ayrı bir hazırlığı vardı.
AKP tek başına iktidarı kaybetmemek, Milli Görüşçü değil, merkez partisi olduğuna tüm toplumu inandırabilmek için vitrininde önemli yenilikler yaptı. Eski sol kökenli politikacıları vitrinine alarak liberal kamuoyuna mesaj vermeye çalıştı.
Erkan Mumcu tabii ki CHP için çalışmadı; bu partinin siyasi hedeflerini düşünerek hareket etmedi. Henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil ama muhtemelen kendine göre bir oyun planı vardı. O planını uygulamaya çalıştı. Ama sonuçta bu işten en azından şimdilik CHP karlı çıktı.
DP’de birleşme formülünün son anda çökmesiyle birlikte CHP, ANAP’tan çok önemli iki transfer gerçekleştirdi. Eski bakanlar Lütfullah Kayalar ve Edip Safter Gaydalı muhtemelen bugün CHP listelerinden aday gösterilecek.
Kayalar da Gaydalı da sıradan siyasetçiler değil. Gaydalı 2002 seçimlerinde Bitlis’ten bağımsız aday olup seçilen bir isim. Bu kez de seçimi alacağına kuşku duyulmuyor. Ayrıca, CHP’nin zayıf gözüktüğü Güneydoğu Anadolu bölgesinde bu partiye hareket getirebilecek bir isim.
Kayalar da öyle sadece kendi seçim bölgesi Yozgat’ta değil, öteden beri zaafiyet yaşadığı Orta Anadolu bölgesinde de yeni seçmen kazandırabilecek bir siyasi kimlik.
Ankara’da özellikle son bir iki aydan beri yaşananları anlayabilmek hayli güç. Türkiye son derece önemli dış sorunlarla karşı karşıya, sınır ötesi askeri harekat gibi tarihsel kararlar tartışılıyor. Ama tartışma kamuoyunda yapılıyor, devletin zirvesinde değil. Çünkü zirvede uyumsuzluk hakim.
Aslında uyumsuzluk sözü hafif kaçıyor. Bugün devletin zirvesinde ciddi bir çatışma ve kavga havası hakim. Başbakan, Cumhurbaşkanı ile dün de görüşmedi. “Genelkurmay Başkanı ile görüş ayrılığımız var” diyor. Anayasa Mahkemesi ile kavgalı olmanın ötesinde mahkemelik olma yolunda. Diğer yüksek yargı organları ile de Başbakan’ın ve hükümetin yıldızının barışık olduğunu söyleyebilmek güç. Üniversitelerle ve YÖK’le zaten öteden beri kavgalı, çatışmalı bir ilişkisizlik durumu var.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan uzun süredir haftalık görüşmelerini yapamıyorlar, askeri tatbikat sırasında yanyana geliyorlar ama birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. Çünkü küsler...
Başbakan, “bana bağlı” dediği Genelkurmay Başkanı ile “sınır ötesi askeri harekat” gibi çok önemli, çok kritik bir konuyu gazete ve televizyonlar aracılığıyla konuşuyor.
Başbakan Erdoğan, basın aracılığıyla Genelkurmay’ın talebi olması durumunda gereken siyasi kararı alacaklarını, Meclis’ten sınırötesi operasyon kararı çıkaracaklarını söylüyor.
Dün gazeteciler Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a soruyor:
- Kuzey Irak’a girme konusunda hükümetten bir talebiniz oldu mu?
Günlerden beri Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik olarak gerçekleştirebileceği bir askeri operasyon konusunda senaryolar üretiliyor. Kandil Dağı’na sınırlı bir hava operasyonu mu yapılacak yoksa Türkiye çok büyük bir güçle karadan Irak’a mı girecek? Veya ikisi birlikte mi yürütülecek? Yoksa 22 Temmuz seçimlerine kadar hiçbir şey olmayacak mı?
Hiçbir şey olmayacak demek doğru değil. Ciddi bazı girişimler zaten başlatılmış durumda.
Peki ne zaman?
Tabii ki hiçbir yetkili bu netlikte söylemiyor durumu. Kime sorarsanız sorun yanıt aşağı yukarı aynı: Şartlar oluştuğunda, gerektiğinde Türkiye uluslararası hukuk çerçevesinde meşru müdafaa hakkını kullanır ve sınır ötesi operasyon yapılır.