Ankara kulislerinde birkaç günden beri Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçimden sonra müthiş bir sürpriz yapmaya hazırlandığı iddiası konuşuluyor.
Kulislere yansıyan bu iddianın kaynağı New York, Londra ve İstanbul merkezli.
İddiaya göre, Erdoğan çok yakın çevresine, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan tatsızlıklardan belki siyasi olarak fazla zarar görmeyebileceklerini, bu olayların partiye oy artışı bile sağlayabileceğini söylüyormuş. Ama öte yandan bu süreçteki olumsuz gelişmelerin kendilerine ciddi bir imaj ve itibar kaybettirdiğini de kabul ediyormuş.
Günlerden beri cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananların ve bundan sonraki olası siyasi gelişmelerin muhasebesini yapan Erdoğan bir süre önce çok önemli bir karara varmış: Sistemle ve kurumlarla olan gerilim ve kavga her ne pahasına olursa olsun bitirilecek...
Söylendiğine göre Erdoğan vardığı bu kararı 22 Temmuz seçimleri sonuçlanıncaya kadar kamuoyuna açıklamayacak. Şu anda da Abdullah Gül ve yakın çevresinde çok sınırlı bir kadro Erdoğan’ın bu kararını biliyor.
Son yıllarda uygulanan ekonomik politikaların, doğrudan gelir desteği ve benzeri tedbirlere rağmen tarım kesimini olumsuz etkilediği açık. Tarımsal ürünlerin tüketiciye yansıyan fiyatları belki yükseldi, enflasyon endekslerini yukarı çekti ama çiftçinin eline geçen fiyatlarda ciddi aşınmalar olduğu gerçek.
Muhtemelen de o yüzden Türkiye İstatistik Kurumu uzun yıllardan beri devam eden bir endeks serisine, çiftçinin eline geçen fiyatlar endeksine iki yıl önce hiçbir açıklama yapmadan son verdi. Çünkü en son 2005 yılı Ocak ayında açıklanan bu endekste çiftçi oldukça zararda gözüküyordu.
Çiftçilikle uğraşan, hayvancılıkla uğraşan küçük üretici sıkıntılı. Hükümet de bunun farkında, muhalefet partileri de...
O nedenle de siyasi partilerin seçim beyannamelerindeki en önemli vaat kalemlerinden birini çiftçiye verilecek ilave destekler oluşturuyor. Partiler böylelikle çiftçinin, köylünün gönlünü ve oyunu kazanabilmeyi umuyorlar.
Terör ve sınır ötesi operasyon tartışmaları, diğer yandan cumhurbaşkanını halk mı seçecek, meclis mi, referandum süresi kısalacak mı kısalmayacak mı tartışmaları, hâlâ zaman zaman seçim kampanyasının önüne geçebiliyor.
Ama artık seçime de 33 gün kaldı. Bu hafta sonundan itibaren meydanların harareti iyice yükselecek. Aslında seçim kampanyasının zeminini de büyük ölçüde bu tartışmalar oluşturacak gibi gözüküyor. Liderlerin bugüne kadar izledikleri stratejiye, kullandıkları üsluba bakılırsa kampanya çok sert geçecek. Daha şimdiden karşılıklı çok ağır suçlamalar yapılıyor.
Özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Baykal’ın birbirleriyle ilgili söylediklerine bakılırsa sanki hiç bir araya gelemeyecekler, hep kavgalı ve küs kalacaklar gibi.
Acaba bu kavgalı, gerilim dozu yüksek kampanya döneminin ardından 22 Temmuz gecesi seçim sandıkları nasıl bir tablo ortaya çıkaracak? Tek parti iktidarı mı, yoksa koalisyon mu?
Başbakan Erdoğan ve AKP’nin, 353 milletvekili ile cumhurbaşkanını seçememiş olmanın verdiği hırs ve intikam duygularıyla karışık bir ruh haliyle giriştikleri Anayasa değişikliği, 11. Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceğini tam anlamıyla çok bilinmeyenli denkleme dönüştürdü.
Cumhurbaşkanı Sezer, cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin Anayasa değişikliğini ikinci defa veto hakkı olmadığından, referanduma götürme kararıyla Resmi Gazete’de yayınladı.
Şimdi cumhurbaşkanını halkın seçip seçmeyeceğine de halk karar verecek. Ama bu kararın ne zaman verileceği henüz belli değil.
AKP, referanduma ilişkin yasayı değiştirip, 120 gün olan süreyi 45 güne indirmiş ve YSK’nın gerekli hallerde bunu daha da kısaltabileceğini öngörmüştü. Yani 22 Temmuz’da çift sandık formülünü hayata geçirmek istemişti. Ancak bu yasa değişikliği henüz Cumhurbaşkanı Sezer’in onayından çıkmadı. Cumhurbaşkanı muhtemelen bu yasayı da veto edecek.
AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan 4,5 yıllık iktidar döneminin en zor en sıkıntılı dönemini yaşıyor.
Tırmanışa geçen bölücü terör, peş peşe gelen şehit haberleri hiç kuşku yok ki bütün ulusun herkesin yüreğini paralıyor, herkesi derinden üzüyor. Fakat yine hiç kuşku yok ki siyaseten en büyük sıkıntıyı iktidar partisi ve Başbakan yaşıyor.
Başbakan Erdoğan 4.5 yıllık iktidarı döneminde şu son birkaç aydan beri yaşadığı sıkıntılı günleri muhtemelen hiç tahmin etmemiş, aklına bile getirmemişti.
Oysa hemen her bakımdan şanslı bir dönem geçirmişti AKP ve Erdoğan, uluslararası konjonktürün estirdiği rüzgarın da etkisiyle ekonomide işler iyiye gitmiş, terör nispeten bir durgunluk, suskunluk evresine girmişti.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki talihsizliklerle birlikte her şey tersine dönmeye başladı. İlk defa bu süreçte çok güçlü bir toplumsal muhalefetle karşı karşıya geldi iktidar partisi. İktidara karşı Türkiye tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş büyüklükte kitle gösterileri yapıldı büyük şehirlerde. Milyonu aşan göstericinin katıldığı mitinglerin ardından cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan siyasal başarısızlık ve Genelkurmay’ın muhtıra niteliğindeki bildirisiyle sarsıldı AKP ve Başbakan Erdoğan.
Ardından cumhurbaşkanı seçilemediği için zorunlu erken seçim kararı geldi.
Oysa bunlar hiç hesaplarında yoktu Başbakan’ın ve kurmaylarının.
Söze geldiğinde bütün siyasiler terörle mücadelenin ulusal bir mesele olduğunu, bunun iç siyaset malzemesi yapılmaması gerektiğini söylüyor. Fakat bu kez öyle anlaşılıyor ki iç siyasetin en çarpıcı malzemesi olmaya aday terör konusu.
Şehit cenazelerinde, cami avlularında başlayan terör üzerinden siyaset iktidarla muhalefet arasında son derece acımasız bir sertlikle devam ediyor. Özellikle Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon tartışmalarının seçim kampanyasına damgasını vuracağı anlaşılıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, öteden beri terör olayları tırmanışa geçtiğinde hep gündeme getirilen Kuzey Irak’a askeri operasyon konusuna önceki gün verdiği net bir yanıtla aslında noktayı koydu. Yakın gelecekte, en azından seçimler öncesinde Kuzey Irak’a yönelik bir operasyon sözkonusu değil.
“Sınırlarımız içinde 5 bin terörist var. Bunlar halledildi mi Kuzey Irak’taki 500 teröristle ilgili operasyon safahatine geçilsin” diyen Başbakan’a dün çok çok ağır yanıtlar geldi.
CHP lideri Baykal, “Bizzat Başbakan terörle mücadelenin önündeki en büyük engeldir...” derken MHP lideri Bahçeli de “Bugüne kadar etnik bölücülüğe cesaret veren ve güvenlik güçlerimizin terörle mücadelesini zaafa uğratan Başbakan Erdoğan, bugünkü kanlı ve karanlık tablonun baş mimarıdır” suçlamasında bulundu.
Türkiye çeyrek asırdan beri bölücü terör belasıyla uğraşıyor. Bu uğurda binlerce şehit verildi, onbinlerce vatandaşımız bölücü teröristlerin saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna kayıtlı 20 bini aşkın terörist ölü ele geçirildi. Çok kan ve gözyaşı aktı bu mücadelede.
Bugüne kadar bir yandan bu mücadele sürdürülürken bir yandan da siyasal platformda tartışması yapıldı. Ama siyasi tartışmalar hiç bu düzeye gelmedi. Hiçbir Başbakan bu kadar ağır bir suçlamanın hedefi olmadı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kamuoyunda günlerdir devam eden sınır ötesi operasyon tartışmalarına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın da katıldığı kritik güvenlik zirvesinden saatler öncesinde son noktayı koydu: Önce sınırımızın içini halledelim sonra ötesini...
Başbakan Erdoğan, gazete ve televizyonların Ankara temsilcilerine bugün resmi açılışı yapılacak olan AKP Genel Merkez binasını gezdirirken terörle mücadele konusundaki soruları yanıtladı.
Erdoğan terörle mücadele konusunda kamuoyuna yansıyan tartışmalara, şehit cenazelerindeki protesto gösterilerine ve bazı emekli generallerin televizyon programlarında hükümete yönelik eleştirilerine sert tepki gösteriyor.
Tırmanan terörün ve şehit cenazelerinin hükümete karşı bir yıpratma aracı olarak kullanılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, bazı çevrelerin 22 Temmuz seçimleri öncesinde kendilerine karşı adeta sistemli bir “psikolojik olumsuz hava” yaratma gayreti içine girdiklerini ifade ediyor.
“Neyi eksik, neyi yanlış yaptık?” diye soruyor Başbakan ve ekliyor:
“Terörle ilgili toplantılardan birinde Genelkurmay Başkanımıza ve kuvvet komutanlarına , ‘Bizden yana isteyip de vermediğimiz bir şey var mı?’ diye sordum. ‘Hayır’ dediler. Ama maalesef böyle aksi bir hava yaratılıyor. Güvenlik güçlerimize maddi, yasal, her yoldan ne gerekiyorsa yaptık.”
Tabii ki hükümetin bundan sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri’nden olsun diğer güvenlik birimlerinden olsun terörle mücadele konusunda gelecek tüm talepleri karşılayacağından kuşku yok.
Hiç kuşku yok ki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son günlerde en fazla canını sıkan, kafasını meşgul eden olay bölücü terör ve buna karşı alınacak yeni önlemlerin niteliği.
Muhalefetin söylemlerine ve kamuoyu baskısına bakılırsa hemen Meclis kararı alınıp Kuzey Irak’a yönelik olarak çok kapsamlı bir sınırötesi askeri operasyona girişilmesi gerekiyor. Ama bu Türkiye’ye ne kazandırıp ne kaybettirecek? Terör sorununu bıçak gibi kesip ortadan kaldırabilecek mi yoksa Türkiye’nin başına çok daha ağır dertler mi açacak?
Ankara’da son günlerde dillendirilen bir başka senaryo da -ki bölücü terörün tırmanışa geçtiği hemen her dönemde bu senaryolar canlandırılıyor- bazı Güneydoğu illerinde yeniden olağanüstü hal ilan edilmesi. Böylelikle özgürlüklerin daraltılması ve güvenlik birimlerinin operasyon etkinliğinin arttırılması.
Bu yolla en azından yurt içinde teröre yardım ve yataklık yapanlara, kitle desteği sağlayanlara karşı çok daha etkili mücadele edilebileceği, terör örgütünün içerden aldığı desteğin kesilebileceği varsayılıyor.