Siyasi partiler birbiri ardına seçim bildirgelerini açıkladılar. Kimi ucuz mazot vaat etti, kimi üniversitede türban serbestisi, kimi terörün ve asayişsizliğin üstesinden geleceğini...
Fakat ucuz mazot dışında akıllarda fazla bir şey kalmadı. Çünkü bir numaralı tartışma gündemi bölücü terör ve Kuzey Irak’a kilitlenmiş durumda. O yüzden partilerin seçim beyannamelerindeki vaat ve hedefleri enine boyuna irdelenip tartışılamıyor.
Dahası muhalefet partilerinin hükümete yönelik eleştirileri de tek noktaya, bölücü terörle mücadele ve Kuzey Irak konusuna odaklanmış durumda.
İlk defa bu seçim döneminde muhalefet yolsuzluk iddiaları üzerinde bile fazla durmuyor. Varsa da yoksa da terör ve Kuzey Irak sorunu...
Seçime 20 günden daha az bir süre kaldı ve sanki siyasetçiler malzeme kıtlığı çekiyormuş gibi eski defterleri karıştırıp, eski tartışmaları yeniden alevlendiriyorlar.
Hâlâ Abdullah Öcalan’ın neden asılmadığının kavgası yapılıyor. Hâlâ
4 yıl önce ABD ile imzalanan kredi anlaşmasında “Kuzey Irak’a girmeme koşulu” olup olmadığı tartışılıyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal geçen hafta “1 milyar dolar hibe karşılığında ABD’ye Kuzey Irak’a girmeme taahhüdünde bulundunuz” diye hükümeti eleştirince kıyamet koptu. Baykal, “Elimde belge var” diyor, Başbakan Erdoğan yalanlıyor, Baykal’ın “müfteriden öte bir duruma düşeceğini” söylüyor.
22 Temmuz seçimlerinde nasıl bir parlamento aritmetiği oluşacak, kaç parti barajı geçecek, hangi parti iktidar olacak veya birinci parti çıkacak, şu anda bunların hepsi belirsiz.
Kesin olan tek şey yeni parlamentonun ilk önemli işinin 11. Cumhurbaşkanını seçmek olacağı.
Ve yaşadığımız başarısız seçim sürecinin ardından şimdi seçimle ilgili olarak kafalardaki en önemli soru da bu seçimin yeni dönemde kazasız belasız, krizsiz atlatılıp atlatılamayacağı... Bu soru hiç kuşku yok ki kamuoyunun kafasını meşgul ettiğinden daha fazla siyasetçileri kaygılandırıyor. O yüzden Başbakan Erdoğan meydanlarda seçmene “Bu sefer en az 370 milletvekili verin” çağrısı yapıyor. O zaman Anayasa Mahkemesi kararıyla kesin içtihat haline gelen cumhurbaşkanlığı seçimindeki toplantı yeter sayısına tek başına ulaşabileceği gibi ilk turda rahat rahat cumhurbaşkanını da seçebilecek. Tabii AKP 367 milletvekiline ulaşabilirse...
Bu seçimde hiçbir partinin 367 milletvekiline ulaşabilmesi olası gözükmüyor. Dahası tek başına hükümet için gerekli 275 sayısı bile çantada keklik değil.
Türkiye’de yıllardan beri “profesyonel ordu” tartışması yapılıyor. “Geçilebilir mi geçilemez mi, ne zaman geçilebilir?” diye.
Eğirdir Dağ Komando Okulu’na düzenlenen basın turunun ardından dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un birlikte yaptıkları basın toplantısında bu tartışma büyük ölçüde noktalanmış oldu. Orgeneral Başbuğ, 2008 yılından itibaren İç Güvenlik Harekat Bölgesi’nde görevli altı komando tugayının profesyonelleştirileceğini açıkladı.
Bugün halihazırda subay-astsubay ve uzman erbaşlarının yanı sıra er ve asteğmenlerin de görev yaptığı bu komando tugayları 2009 yılından itibaren tümüyle profesyonellerden oluşacak, bu birliklere er ve yedek subay alınmayacak.
Böylelikle terör mücadelesi de artık tümüyle iyi yetişmiş, uzman profesyonellerin işi olacak.
Güneydoğu’dan gelen şehit haberleri tüm toplumun yüreğini yakıyor. Tüm Türkiye üzülüyor, gencecik fidanların devrilmesine, erlerin, erbaşların subayların şehit edilmesine tepki duyuyor. Bölücü teröre ve onu himaye eden dış güçlere lanet okuyor, hatta zaman zaman Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon yapmadığı için hükümete tepki duyuyor.
Ve tepkiler zaman zaman da acaba askerimizin neyi eksik noktasına gelebiliyor. Terör mücadelesine karşı teçhizat ve ekipman eksikliği mi var? Varsa niye giderilemiyor?
Yoksa eğitim eksikliği mi var? Eğitimsiz genç Mehmetçikler eğitimli, tecrübeli bölücü teröristlerin karşısında boy hedefi mi oluyor?
Bu ve benzeri pek çok kuşku uyandırıcı sorunun yanıtlarını Genelkurmay’ın Eğirdir Dağ Komando Okulu’na düzenlediği basın turunda öğrenebiliyoruz.
“Uzlaşma” veya “mutabakat” gündelik siyaset dilinde muhtemelen en sık kullanılan sözcükler. Fakat gerçekte uzlaşı kultürü Türk siyasetine çok uzak bir kavram.
Partiler, genel başkanlar uzlaşmayı bir tür yenilgi gibi gördükleri için olsa gerek, inatlaşmak, meydan okumak siyasette daha bir geçer akçe...
Fakat bugün gelinen noktada geçmişin inatlaşmalarının birikimi ve yeni üretilen sorunları toplumu kutuplaştırarak, uzlaşma zeminlerini tümüyle ortadan kaldırarak aşabilmek mümkün değil.
Ama iktidar adayı partilerin genel başkanları miting meydanlarında inatlaşmayı dozunu arttırarak, kavga havasına sokarak sürdürüyor. Miting meydanlarından yansıyan havaya bakılacak olursa sanki bundan böyle Başbakan Erdoğan’ın ne Deniz Baykal ile ne de Devlet Bahçeli ile yan yana gelmesi mümkün değil gibi.
Başbakan Erdoğan önceki gün izlediğimiz Batman ve Erzincan mitinglerinde gördüğü ilgiden son derece memnun. Değişik kanallardan gelen anketler de Erdoğan’ı mutlu ediyor. 22 Temmuz’da yeniden tek başına iktidar konusunda artık hiç bir tereddüdü, kaygısı yok Başbakan’ın. Oylarını çok arttıracağını, yüzde 50’ye yakın bir noktaya ulaştırabileceğini umuyor.
Ama tek tereddüdü var; MHP’nin barajı aşması durumunda cumhurbaşkanlığı seçiminde çıkabilecek kilitlenme ve kriz...
Erzincan dönüşü Genel Yayın Müdürümüz Tayfun Devecioğlu ile birlikte uçakta sorularımızı yanıtlayan Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçiminin yeniden kilitlenmesi durumunda ikinci bir erken seçimin de ihtimal dahiline girebileceğini söylüyor.
Peki seçimden sonra bir yumuşama süreci başlamayacak mı? Çünkü oy oranı ne kadar yüksek çıksa da, tek başına hükümet kuracak sandalye sayısına ulaşsa da muhalefetle uzlaşma olmaksızın cumhurbaşkanı seçmenin mümkün olmadığını kendisi de kabul ediyor Erdoğan. Bu durumda muhalefetle uzlaşma arayışına gitmeyecek mi?
22 Temmuz seçimleriyle oluşacak yeni parlamentonun ilk ve en önemli görevi 11. Cumhurbaşkanı’nı seçmek olacak.
Anayasa Mahkemesi kararıyla içtihat haline gelen üçte ikilik (367 milletvekili) toplantı yeter sayısı nedeniyle bu kez seçim ve seçim sürecinin Nisan ayında başarısız geçen ilk denemeden çok farklı olacağına hiç kuşku yok.
Geçen seferkinin aksine bu kez zorunlu bir uzlaşma arayışı sürece damgasını vuracak. Ki, kulislere yansıyan iddialara göre Başbakan Erdoğan da şimdiden bunun zihni hazırlığı içinde. O nedenle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olma şansının artık sıfıra yakın olduğu iddiaları kulislerde konuşuluyor.
Aslında Nisan ayındaki başarısız cumhurbaşkanlığı süreci Türkiye’de “olamayacakları” net biçimde herkese gösterdi. Cumhurbaşkanı tek partinin (Meclis’teki sandalye sayısı ne kadar yüksek olursa olsun) dayatması ile gerilim ve çatışma ortamı ile seçilemeyecek. Cumhurbaşkanı sistemle, kurumlarla, tüm toplum kesimleri ile uzlaşma ile seçilecek.