Mecburi uzlaşma dönemine doğru...

Haberin Devamı

“Uzlaşma” veya “mutabakat” gündelik siyaset dilinde muhtemelen en sık kullanılan sözcükler. Fakat gerçekte uzlaşı kultürü Türk siyasetine çok uzak bir kavram.

Partiler, genel başkanlar uzlaşmayı bir tür yenilgi gibi gördükleri için olsa gerek, inatlaşmak, meydan okumak siyasette daha bir geçer akçe...

Fakat bugün gelinen noktada geçmişin inatlaşmalarının birikimi ve yeni üretilen sorunları toplumu kutuplaştırarak, uzlaşma zeminlerini tümüyle ortadan kaldırarak aşabilmek mümkün değil.

Ama iktidar adayı partilerin genel başkanları miting meydanlarında inatlaşmayı dozunu arttırarak, kavga havasına sokarak sürdürüyor. Miting meydanlarından yansıyan havaya bakılacak olursa sanki bundan böyle Başbakan Erdoğan’ın ne Deniz Baykal ile ne de Devlet Bahçeli ile yan yana gelmesi mümkün değil gibi.

Bu görüntü 22 Temmuz’a kadar da değişecek gibi de değil.

Peki ya 23 Temmuz sabahı ne olacak?

Yeni dönem parlamentonun ilk işi geçen Nisan ayında gerçekleştirilemeyen 11. Cumhurbaşkanı’nı seçmek. Bu seçimin inatlaşarak, dayatmayla olamayacağını herkes yaşayarak öğrendi.

Şimdi yine aynı şeyler mi yaşanacak? AKP, Erdoğan’ın meydanlarda seçmenden istediği 370 milletvekilini kazanamazsa cumhurbaşkanlığı seçim süreci yine mi kilitlenecek? İki ay sonra yeniden mi erken seçime gidilecek? Yoksa 370 milletvekili olan bir parti acaba “güç bende artık” deyip istediği adayı dayatma ile cumhurbaşkanı seçebilecek mi?

Soruları uzatmak mümkün...

Mevcut durumda hiçbir partinin 367 veya daha yukarı sayıda milletvekili çıkarabilmesi olası gözükmüyor. Onun için yeni cumhurbaşkanını seçmenin birinci olmazsa olmaz koşulu, partilerarası uzlaşmadan geçiyor.

Belki yeni hükümet oluşumu için de uzlaşma kaçınılmaz olacak. Yeni meclisin üç parti ve 20-25 kişilik DPT’li bağımsızlardan oluştuğunu ve hiçbir partinin 275 milletvekiline ulaşamadığını düşünün. Ne olacak o zaman?

Bugün kolay uzlaşabilecekleri sanılan CHP ve MHP’nin toplamı da 275’e ulaşamaz ise ne olacak?

O durumda cumhurbaşkanını seçmek için gerekli olan uzlaşma, yeni hükümet oluşumu için de kaçınılmaz hale gelecek.

Ve eğer iktidar adayı partiler Türkiye’nin kronikleşen bazı sorunlarını samimi olarak çözmek istiyorlarsa onun için de uzlaşma şart.

Örneğin önceki gün açıklanan AKP’nin seçim beyannamesinde türban sorunu ile ilgili tek bir paragraf yok. AKP sözcüleri her ne kadar “öncelikli değil” deseler de bu konu Türkiye’nin ciddi sorunlarından biri. Fakat bu sorunu AKP’nin tek başına çözüme kavuşturabilmesi de mümkün değil.

YÖK ve üniversite reformu, imam hatip meselesi...

Bu konularda da iktidar partisinin seçim beyannamesinde bir çözüm formülü yazılmamış. Oysa geçen 4,5 yıllık iktidar sürecinde AKP’nin başını ağrıtan ciddi sorunlar bu konularda düğümleniyordu. Ve çekirdek seçmen kitlesinin beklentisine rağmen 350’nin üzerinde bir Meclis çoğunluğu ile bile bu sorunların üstesinden gelemeyeceğini yaşayarak gördü AKP.

Onun için 23 Temmuz sabahından itibaren siyasetin birinci gündem maddesinin “uzlaşma” olacağına hiç kuş-ku yok.

AKP-CHP veya AKP-MHP uzlaşması mı daha kolay, yoksa CHP-MHP mi?

Acaba hangi uzlaşma modeli Türkiye’nin sorunlarına kalıcı çözümler üretebilir?

DİĞER YENİ YAZILAR