Hükümet tezkeresinin dün parlamamentoda büyük bir çoğunlukla kabul edilmesiyle Türkiye, Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi askeri harekat konusunda dönüşü olmayan bir yola girdi.
Belki hemen yarın değil, bir iki hafta içinde de değil ama Türkiye, boyutunu, askeri ve siyasi sonuçlarını şimdiden kestirebilmenin son derece güç olduğu askeri harekata adım adım yaklaşıyor.
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin de dün Ankara’dan ayrılmadan önce mutlu biçimde açıkladığı gibi hükümet tezkereyi hemen uygulamayı düşünmüyor. Irak’a ve ABD’ye yeterli süre tanınıyor.
Ama bu “yeterli süre” bugüne kadar olduğu gibi işi sulandıracak ölçüde aylara yıllara yayılacak bir süre değil. Dün konuştuğum etkili bir hükümet üyesinin ifadesiyle, “Herkesin aklını başına alıp, gereken adımları atmaya başlamasına yetecek makul bir zaman...”
O zaman dolduğunda da karşı taraf, yani Irak Hükümeti, Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ve ABD hala gerekenleri yapmamış, Türkiye’yi tatmin edici somut adımları atmamış olursa hükümet çok arzuluyor olmasa da düğmeye basacak. Türkiye açısından koşulların her bakımdan en uygun olduğu bir ortamda, terör örgütünün ve bu örgüte yardım ve yataklık yapanların, lojistik destek sağlayanların hiç beklemediği bir anda hükümet Genelkurmay Başkanlığı’na sınırötesi askeri harekat direktifini verecek. Ama önce diplomasi alanında atacağı adımlar var hükümetin.
2-3 Kasım tarihlerinde İstanbul’da Irak’a komşu ülkeler Dışişleri Bakanları toplantısı yapılacak. Bu toplantı kritik önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan Kuzey Irak’taki PKK varlığının üç ülkenin de işbirliği ile Türkiye’nin sınırötesi operasyonuna ihtiyaç kalmadan tasfiye edilebilmesi için ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile belki de son kez yüz yüze görüşecek. Muhataplarına hükümetin kararlılığını aktaracak.
İkincisi Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyareti. Erdoğan’ın 5 veya 6 Kasım günü Washington’da ABD Başkanı Bush ile yapacağı görüşme Türk-ABD ilişkileri açısından muhtemelen tarihsel bir dönüm noktasını oluşturacak. Görüşmede Temsilciler Meclisi gündeminde bulunan sözde soykırım tasarısı da ele alınacak ama asıl gündem Kuzey Irak’taki PKK varlığının tasfiyesi ve sınır ötesi harekat olacak.
Sınır ötesi operasyon tezkeresi bugün Meclis gündemine gelecek ve DTP’lilerin yanı sıra belki birkaç AKP milletvekilinin muhalefetine karşı büyük bir oy çokluğu ile kabul edilecek.
Böylelikle hükümetin, bugünden itibaren Kuzey Irak’a yönelik bir sınır ötesi operasyon için bir yıl süreli yetkisi olacak.
Fakat hükümet hâlâ “tezkereyi kullanmak zorunda kalmamak” umudunu koruyor.
Sorunun, Kuzey Irak’taki bölücü terör örgütünün Türkiye’nin tek başına bir askeri harekatına gerek kalmadan tasfiye edilmesiyle çözülmesini arzu ediyor.
Eğer bu olmazsa..? Teröristler Kuzey Irak’ta elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam eder, yerel unsurların yardım, yataklık ve lojistik desteği altında eğitimlerini tamamlayıp, cephanelerini temin ettikten sonra sınırı geçip Türkiye’de kan dökmeye, can almaya devam edecek olurlarsa...
İşte o zaman hükümet, hiç arzulamamış olsa da Türk Silahlı Kuvvetleri’ne en uygun zamanda gerekli direktifi verecek ve “Sınırı geç, gerekeni yap” diyecek.
Ama hükümet bu noktaya gelmek istemiyor. Bugüne kadar istemedi, o nedenle yıllardan beri gelen tezkere baskılarına direndi.
Türkiye’nin siyasal sisteminde referandum çok nadiren başvurulan bir mekanizma. Türk seçmeni bugüne kadar sadece dört kez referandum için sandık başına gitti. 1960 ve 1982’de anayasa için, 1987’de siyasi yasaklar ve 1988’de de yerel seçimlerin bir yıl öne alınması için. Pazar günü beşinci kez referandum için sandık başına gidilecek.
Gidilecek de acaba seçmenin ne kadarı gidecek? Bugünkü havaya bakılırsa bu referandum seçmenin pek de ilgisini çekmemiş gibi gözüküyor. Bu referandumun seçmen açısından hiçbir somut sonucu yok. Referanduma sunulan anayasa değişiklik paketi cumhurbaşkanın 5 yıllık süreler için halk tarafından seçilmesini, seçimlerin 4 yılda bir yapılmasını ve Meclis toplantı yeter sayısının her halükarda 184 olmasını öngörüyor. Bu düzenlemeler bugünden yarına neyi etkileyecek? Hiçbir şeyi...
Aslında söz konusu anayasa değişiklikleri geçen Mayıs ayında yapılırken kamuoyunun bu meseleye ilgisi vardı. O zaman önemliydi bu konu. Çünkü Meclis cumhurbaşkanını seçemiyordu ve sistem kilitlenmişti. Onun için zaten referanduma sunulan değişiklik 11. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngörüyor. Fakat 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan yeni parlamento tablosu kilidin anahtarını açtı ve Abdullah Gül’ü 11. Cumhurbaşkanı seçti.
Ve aslında Gül’ün cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren referandum gündemindeki anayasa değişikliği anlamını kaybetti. Aksine geleceğe dönük bir hukuksal problem haline geldi. Çünkü bir yandan Meclis’in seçtiği 11. Cumhurbaşkanı görevi başında ama öte yandan da 11. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngören anayasa değişikliği için bir aydan beri gümrük kapılarında oy kullanılıyor.
Kuzey Irak’a yönelik askeri harekat konusunda Meclis’ten alınması gereken yetki tezkeresi muhtemelen bir iki hafta içinde görüşülüp karara bağlanacak. Aslında artık tezkerenin çıkmaması/çıkarılmaması gibi bir durum söz konusu değil. Tezkere Meclis’ten geçecek, hem de büyük bir çoğunlukla geçecek.
Çünkü DTP dışındaki muhalefet bu tezkerenin çıkarılmasını iktidar partisinden daha çok istiyor. MHP ve CHP adeta zorluyor hükümeti, “Meclis’ten yetki alıp Kuzey Irak’a girin” diye.
Tezkereye MHP ve CHP’den tam destek gelecek. Fakat AKP Grubu’ndan tam destek geleceği kuşkulu. AKP içinde tezkereye ve sınır ötesi operasyona karşı ciddi bir muhalefet var. Özellikle Kürt kökenli milletvekilleri, Kuzey Irak’a yönelik askeri operasyona şiddetle karşı. Onlar, “askeri operasyonun sorunu çözmeyeceği gibi işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirebileceğini” düşünüyorlar. Bu düşüncelerini açıkça ifade ediyorlar da...
Başta Kürt kökenli milletvekilleri olmak üzere AKP Grubu, tezkere oylamasında ciddi fire verebilir. Ancak muhalefetin desteği tam olduğu için Hükümetin istediği yetki bir iki hafta içinde Meclis’ten çıkacak.
Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon ve bunun iç hukuk bakımından altyapısı olan tezkere tartışmaları yıllardan beri yapılıyor Ankara’da. Muhalefet ve bazı çevreler 2003’ten beri bunun için sıkıştırıyor AKP iktidarını. PKK terörünün tırmanış gösterdiği, büyük boyutlu terör saldırılarının meydana geldiği hemen her dönemde herkesin aklına sınır ötesi operasyon geliyor.
Sınır ötesi operasyonun neyi ne kadar çözebileceği ayrı konu. O pek fazla tartışılmıyor. Sınırın ötesinde neyle karşılaşılacağı da...
Meclis’ten tezkere çıkarılıp sınır ötesi operasyon yetkisinin hükümetin cebinde olmasını Genelkurmay da istiyor. Genelkurmay da gerektiğinde sınır ötesi operasyon yapabilmenin terörle mücadeleyi etkinleştirebileceğini öngörüyor. Bunu yakın geçmişte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ da ayrı ayrı açıkça ifade ettiler.
Asker doğal olarak bu konuda topu siyasi otoritenin, hükümetin önüne bırakıyor; “Direktifi verin biz gereğini yapalım” diyor.
Türkiye, gerek ABD gerekse de ABD’nin kontrolündeki merkezi Irak Hükümeti nezdinde uzunca bir süredir PKK terörüne karşı mücadelede işbirliği için ikna diplomasisi yürütüyor.
Fakat ne yazık ki şu ana kadar işbirliği yönünde karşı taraftan somut bir adım gelmiş değil. İki hafta önce Irak’la bir güvenlik anlaşması imzalandı ama onun da Kuzey Irak’taki otonom Kürt yönetiminin muhalefeti nedeniyle ne ölçüde hayata geçirilebileceği belli değil.
Türkiye işbirliği konusunda aylardan, hatta yıllardan beri sabırla bekliyor. Ama terör beklemiyor. Terör örgütünün hain saldırıları her gün can almaya devam ediyor.
Ve geçen pazar günü Şırnak’ta meydana gelen saldırı, 13 askerin şehit edilmesi bardağı taşıran son damla oldu.
Sınır ötesi operasyon konusunda muhalefet ve iç kamuoyundan gelen baskılara uzun süreden beri direnen, bunun son seçenek olması gerektiğini düşünen hükümet de dün itibariyle bu son seçenekten yana tutum almış durumda.
Önceki gün ve dün Ankara’da terörle mücadele gündemli yoğun bir trafik yaşandı. Konu önce Bakanlar Kurulu’nda ele alınıp genel çerçevesi itibariyle enine boyuna değerlendirildi. Ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başkanlığında Çankaya Köşkü’nde Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın da katıldığı bir devlet zirvesi yapıldı.
Dün de Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında yapılan Terörle Mücadele Yüksek Kurulu toplantısının ardından iç ve dış kamuoyuna çok önemli bir açıklama yapıldı. Açıklamanın can alıcı paragrafı şu:
“Haksız ve demokrasi dışı girişimler ve oyunun kuralları hesapta olmadık biçimde değiştirilerek yenilgiye uğratılmışlık” duygularının verdiği hırs ve tepki ile alelacele hazırlanmıştı anayasa değişikliği paketi.
Nisan ayının siyasi atmosferi ve koşullarında hazırlanan paketin AKP açısından bir numaralı amaç ve hedefi, parlamentoda seçilmesi engellenen Abdullah Gül’ü halk oyu ile cumhurbaşkanı seçtirmekti.
Fakat 22 Temmuz seçimlerinden çıkan sonuç işleri çok kolaylaştırdı. Yeni Meclis Abdullah Gül’ü 11. Cumhurbaşkanı seçip Çankaya’ya gönderdi.
AKP bir yandan da anayasayı tümden değiştirecek yeni bir anayasa hazırlığına girişti. Bu yeni anayasayı mümkün olan en kısa sürede parlamentodan geçirip halk oyuna sunmaya karar verdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde dün yaptığı konuşmada da tıpkı daha önce Ankara’da Meclis’in yeni yasama yılını açarken altını çizdiği gibi, önümüzdeki dönemde, bireysel özgürlükler alanının daha da genişletileceğini söyledi.
Aslında Cumhurbaşkanı Gül’ün seçildiği günden beri üzerinde en fazla durduğu konu, ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve toplumun çatışma ortamından, ülkenin terör ortamından çıkarılıp, barış, uzlaşı ve refah ortamına geçebilmesi... Kuşkusuz bu, sağduyu sahibi herkesin dileği. Ama nasıl olacak? Güneydoğu’da akan kan nasıl durdurulacak? Toplumda belirtileri gözlenen fay kırıklıkları, kutuplaşma emareleri nasıl törpülenecek?
Gül’ün önceki akşam Strasbourg’da Türk derneklerinin temsilcileri ile yaptığı sohbet toplantısında, dünkü resmi temasları sırasında ve Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmalardan bu konuyla ilgili olarak özetle şu yanıt çıkarılabilir:
“Türkiye, zengin kültürel ve sosyolojik farklılıkları olan bir ülkedir. Biz farklılıklarımızı zenginlik olarak görüyoruz. Ama bu farklılıklarımızı ön plana çıkarıp bunları çatışma konusu yapmak yerine ortak noktalarımızı, ortak ideallerimizi ön plana çıkarabilirsek çok daha ileri noktalara gidebiliriz... Farklılıklarımızı yaşayalım, farklılıklarımızı özgürce ifade edebilelim. Şiddeti desteklememek, terörü övmemek kaydıyla her türlü ekstrem fikri, düşünceyi özürce ifade edebilelim. Ama bunları çatışma konusu yapmayalım.”