Hükümet ekonomik kriz tehlikesinin geç de olsa farkına varmış durumda. Ancak yapılması gerekenler, alınması gereken acil önlemler konusunda hala kafalarda tereddüt var. Muhtemelen bunun da ana nedeni yaklaşmakta olan yerel seçimlere ilişkin kaygı...
Küresel finansal krizin yerel seçim süreci ile çakışması AKP açısından krizin kendisinden bile büyük tehdit haline gelmiş durumda. Özellikle de küresel krizin Türk ekonomisi üzerinde yaratabileceği olası olumsuzluklardan korunmak için IMF ile bir an önce yeni bir stand-by düzenlemesine gidilmesi önerilerini duymak bile istemiyor Başbakan Tayyip Erdoğan.
Çünkü, AKP ve Erdoğan bugüne kadar hep ekonomide sağlanan olumlu ve başarılı gelişmelerle övünüyor, ülkeyi IMF’ye muhtaç olmaktan kurtardığını savunuyordu. Gerçekten de küresel finansal sistem bir yıl önceki gibi olsaydı, uluslararası fonların Türkiye ilgisi artarak sürüyor olsaydı IMF’ye ihtiyaç yoktu. Türkiye yine artan oranda borçlanmaya dayalı ekonomik büyümesini bir süre daha devam ettirebilirdi.
Ancak ABD’de patlak veren, ardından Avrupa ve diğer ülke ekonomilerini sarsan finansal kriz işleri çok değiştirdi.
Bir süredir tırmanan bölücü terör ve ekonomik kriz tartışmalarına odaklanan ülke gündeminin ağırlığı bugünden itibaren yargıya kayıyor.
Terör ve ekonomik kriz tehdidi kuşkusuz gündemdeki yerini koruyacak. Fakat dün başlayan Ergenekon davası ile Anayasa Mahkemesi’nin türban ve AKP kararlarının gerekçelerinin bu hafta içinde Resmi Gazete’de yayınlanması yargı kararlarını siyasi tartışma gündeminin ana konularından biri haline getirebilir.
Gelişmeler tümüyle tesadüften ibaret olsa da AKP hakkındaki kapatma davası ile Ergenekon davaları arasında bağ kurmaya dönük iddialar hiç gündemden düşmedi.
Küresel finansal krizin estirdiği sert fırtınanın Türk ekonomisi üzerinde yaratabileceği olası hasarı hafifletmek için yürütülen hazırlık çalışmaları hız kazandı.
Bu konuda son günlerde toplantı üstüne toplantı yapılıyor Ankara’da ve önlem önerileri tartışılıyor. Ancak şu ana kadar ana çerçevesi kesinleşen sadece iki önlem var masada. Birincisi Türk vatandaşlarının yurtdışındaki paralarının çekilmesi, ikincisi de IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapılması.
Ekonomi kurmaylarının küresel finansal krizin Türk ekonomisi üzerinde olası etkileri konusunda yaptığı değerlendirmenin özeti şöyle:
“Finans krizi biçiminde patlayan banka ve mali aracı kurumları sarsan şimdi de reel ekonomilerde durgunluk biçimde ikinci merhaleye geçen kriz, Türkiye’yi ikinci aşamada etkileyecek. Yani bir banka krizi yaşamayacağız ama reel ekonomi ağır hasar görebilir. İki risk var: Birincisi genel ekonomik faaliyetlerde durgunluk ve hatta daralma. İkincisi ise küresel likiditenin daralmasıyla birlikte Türk ekonomisinin ihtiyaç duyacağı dış finansmanı sağlamada yaşanabilecek güçlükler. Şirketler kesiminin yüksek borçluluk durumu, 50 milyar doların üzerindeki kısa vadeli borçların geri ödenmesinde karşılaşılabilecek güçlükler. Mali bünyesi zayıf şirketlerin yaşayacağı muhtemel sıkıntılar ve ekonomideki durgunluğa paralel olarak işsizlik sayılarında patlama yaşanabilir...”
Başbakan Erdoğan son altı yılda enflasyon, büyüme, yatırım ve dış ticaret alanlarındaki olumlu gelişmeleri hemen her fırsatta gururla anlatıyor.
Haksız değil. Bugüne kadar işler iyi gitti ve Başbakan da hükümetleri döneminde ekonomide meydana gelen olumlu gelişmelerle haklı olarak övünüyor. Ama son altı yılda işler bütün dünyada iyi gitti. Hatta Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin çoğunda başarı performansı Türkiye’nin daha da ilerisinde oldu. Dünya bir bolluk dönemi yaşadı. Gelişmekte olan ekonomilere trilyonlarca dolar aktı. Türkiye de bundan payını aldı.
Ama şimdi rüzgar tersine döndü. Küresel finansal kriz bugün başta ABD olmak üzere gelişmiş ekonomileri yakıp yıkıyor. İlk başlarda Başbakan Erdoğan bu durumun Türkiye için “fırsat” olabileceğini söylüyordu. Şu aralar olmayacağını görmüş olmalı. Ancak hala küresel finansal krizin Türkiye ekonomisi üzerinde yaratabileceği olası tahribata karşı şimdiden önlem isteyenlere fena halde kızıyor.
Olmayacak mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan, bugünlerde en küçük bir eleştiriye dahi tahammül edemiyor. Kendisini veya hükümeti eleştiren veya öneride bulunanlara çok sert ifadelerle yanıt veriyor.
Küresel mali krizin Türk ekonomisi üzerindeki olası olumsuz etkilerine karşı şimdiden önlem alınmasını öneren iş dünyasına sert tepki veriyor, TÜSİAD’ı “yangına körükle gitmek”le itham ediyor.
Terörle ilgili görüş ve öneri açıklayan muhalefet partisi liderlerine çok sert yanıtlar veriyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile zaten uzun süreden beri ipler kopmuş durumdaydı. Son günlerde MHP ile de gerilimi adeta planlı biçimde tırmandırıyor Erdoğan. Önceki gün “ağzı olan konuşuyor” diye yadırgatıcı bir üslupla yanıt verdiği Devlet Bahçeli için dün de “Onu muhatap almıyorum” diyerek mesafeyi biraz daha aralamış oldu.
Erdoğan önceki günkü konuşmasında bir yandan “Terörün milletçe, iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte üstesinden geleceğiz” diyor ama öte yandan da muhalefet partileri ile köprüleri atacak ne varsa yapıyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ iade-i ziyaret kapsamında CHP ve MHP genel merkezlerini ziyaret ediyor, terörle mücadele konusunda görüş alışverişinde bulunuyor, kapsamlı değerlendirmeler yapıyor ama bu işi asıl yapması gereken Başbakan, muhalefetin hemen her eleştirisine, her önerisine kavga üslubuyla yanıt veriyor.
Türkiye gündeminde iki hayati konu var: Birincisi tırmanan bölücü terör eylemleri ve buna karşı uygulanacak yeni önlem ve yöntemler . İkincisi de dünyayı kasıp kavuran küresel krizin Türkiye ekonomisine olası etkileri...
Başbakan Tayyip Erdoğan bu iki konuda da eleştiri getirilmesine, soru sorulmasına son derece tahammülsüz.
Muhtemelen tam yerel seçimler öncesi başgösteren bu tatsız gelişmelerin ortaya çıkmış olması canını sıkıyor Erdoğan’ın.
O yüzden ekonomik kriz ve terörle ilgili sorulara yanıtı sert oluyor.
Türkiye günlerdir teröre karşı alınacak yeni önlemleri tartışıyor. Özellikle Aktütün ve ardından önceki gün de Diyarbakır’da meydana gelen terörist saldırılar toplumun infialini en üst seviyeye çıkardığı gibi yeni önlem arayışlarını da hızlandırmış durumda.
Önceki gün sınır ötesi operasyon tezkeresinin süresinin Meclis tarafından bir yıl uzatılmasının ardından dün de Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında Terörle Mücadele Yüksek Kurulu (TMYK) toplantısını yapıldı.
Merak edilen yeni ne gibi çözüm önlemlerinin getirileceği.
Aslında sihirli bir çözüm formülü olmadığını hemen herkes biliyor. Yapılanlar, yapılmaya çalışılanlar yıllardan beri bilinen, şu veya bu ölçüde uygulanan yöntemlerden farklı değil.
Türkiye’nin, Türk siyasetinin bitmeyen sorunu, bitmeyen tartışma konusu yolsuzluklar. Ve hemen her yolsuzluk tartışmasının yaygınlaştığı dönemlerde gündeme getirilen dokunulmazlıklar konusu. İktidar ve muhalefet bir türlü ortak noktada buluşamıyor bu konuda. İktidara gelenler nedense muhalefetteyken kaldıralım dedikleri dokunulmazlıklara sıkı sıkıya sarılıyorlar.
Herkes yolsuzlukların hesabının sorulması, bu pis çarkın durdurulması yok edilmesi konusunda hem fikir.
Fakat bu hesap nasıl sorulacak, yolsuzluk çarkı nasıl durdurulacak?
İki temel yolu var: Birincisi yargının harekete geçmesi ve ikincisi de parlamentonun denetim görevi çerçevesinde harekete geçip sistemi arındırması.