Hükümetin IMF’ye “Ümüğümüzü sıktırmayız, bizim şartlarımızı kabul ederlerse anlaşma yaparız” diye özetlenebilecek meydan okuması bitti. Ayaklar suya erdi ve şu anda IMF ile müzakere süreci başlamış durumda.
Müzakere süreci başladı ama hükümette IMF konusunda kafaların hala net olmadığı anlaşılıyor. İşin birinci derecede sorumlusu sayılabilecek isim olan Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, “ihtiyati stand-by yapacağız” diyor.
Acaba öyle mi olacak?
Aslında ihtiyati stand-by kriz öncesinde, bundan önceki anlaşmanın sona erdiği ilkbahar ve yaz aylarında geçerli bir modeldi. O zaman Türkiye’nin IMF’nin parasına ihtiyacı yoktu, sadece uluslararası piyasalara güven vermek için ihtiyati bir çıpa olarak Türkiye’nin arkasında durduğunu göstermesi yeterli idi.
Uçak elden geçirilmiş. Gövde, kanat aksamı, iniş takımları ve motorlardaki bütün önemli parçalar yenilenmiş, ilave emniyet unsurları eklenmiş. Tecrübeli kaptan uçağı havalandırıyor. Kalkış tamamlandıktan, yol güzergâhındaki riskli bölge aşıldıktan sonra otomatik pilota bağlıyor ve yeni, genç, cevval uçuş ekibine devrediyor uçağı. Hava şeker gibi, etraf güllük gülistanlık, her şey yolunda gidiyor, uçuş ekibi de yolcular da hayatlarından çok memnun. Kokpit ekibi, uçağı önceki kaptanlardan çok daha iyi uçurduklarını, yolu kısalttıklarını düşünüyorlar hatta bu düşüncelerini yolcularla da paylaşıyor. Gerçekten de umulmadık biçimde olumlu hava koşullarının da etkisiyle yolculuk çok iyi geçiyor. Bu arada otomatik pilot devreden çıkıyor. Olsun, işler yine yolunda ve ekibin keyfi daha da yerine geliyor, “biz bu işi daha iyi yapıyoruz” inancı iyice güçlenmeye başlıyor. Ancak tam bu sırada hava bozuyor. Günlük güneşlik sakin ortam birden değişiyor, fırtınalar esmeye, uçak sallanmaya başlıyor. Ekip yolcuları “merak buyurmayın, bizim otomatik pilota falan ihtiyacımız yok” diye rahatlatıyor. Ve karşıda
“cümülo nümbus” adı verilen bulut kümeleri görülmeye başlıyor. Ki bu bulut kümeleri tecrübeli pilotların korkulu rüyası kuvvetli dolu ve yağmurların, çok kuvvetli elektrik ve hava akımlarının bulunduğu alanlar.
Nispeten daha az tehlikeli bulut kümelerinden birini geçtikten sonra “Hamdolsun cümülo nümbus’u teğet geçtik” diye anons yapıyor, kaptan pilot. Oysa asıl tehlike, asıl cümülo nümbus henüz geçilmemiş. Uçak hızla ona doğru ilerlerken durumu radardan izleyen kule, uçuş ekibini uyarıyor. Kokpitteki uçuş mühendisi feryat ediyor. Uçaktaki tecrübeli yolcular, emekli pilotlar “aman dikkat” diyerek kaptan pilotu uyarmaya çalışıyor ama ikinci pilot “Efendim yapacak bir şey yok. Ayrıca biz o bulut kümesinin içinden de geçebiliriz” diye kaptana gaz veriyor...
DÜĞMEYE BASILIYOR
Sanayiciler, bankacılar, piyasalar günlerdir hükümetin Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkacak olumlu bir mesaj bekliyor. Beklenti, Türkiye’nin küresel krizin olumsuz etkilerini en az hasarla atlatabilmesini sağlayacak bir ekonomik önlemler paketi.
Bugüne kadar bu beklentiyi karşılayacak müjdeyi alamadı piyasalar.
Ekonomik Koordinasyon Kurulu her hafta Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in başkanlığında toplanıp durum değerlendirmesi yaptı, önlem önerilerini tartıştı. Tartışmaya da devam ediyor.
Ancak bugüne kadar çıka çıka tek bir önlem çıktı: Meclis’te görüşülmekte olan Varlık Barışı yasa tasarısı. Yani Türk vatandaşlarının yurtdışında veya yastık altında tuttukları paraların vergisiz, soruşturmasız sisteme alınması. Onun da ne getireceği, hangi derde deva olacağı meçhul.
Ya sev ya terk et” polemiği devam ediyor. Bu anlama geldiği ileri sürülen sözleri gerekçe gösteren bazı aydınlar, gazeteci ve yazarlar düne kadar toz konduramadıkları Başbakan Erdoğan’ın demokratlığından ciddi biçimde kuşkuya düşmüş durumda.
Erdoğan’a peş peşe “Bushlaşma!”, “Demirelleşme!”, “Çillerleşme!” uyarıları yapılıyor.
DTP “Kimi kimin vatanından kovuyorsun?” diye polemiği sürdürüyor.
Başbakan Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısında “Benim öyle bir ifadem olmamıştır” dedi. Gerçekten de Başbakan’ın ağzından hiçbir zaman “Ya sev ya terket” diye bir söz çıkmadı.
Başbakan Erdoğan ilk başlarda muhtemelen küresel krizin ABD’deki mortgage problemi ve onunla sınırlı olduğunu düşünüyor ve o yüzden de “bize bir şey olmaz, bizde TOKİ var” diyordu. Bu krizin Türkiye’ye önemli fırsat pencereleri açabileceğine inanıyordu. Şu anda bunların gerçekleşmeyeceğini, ekonomi bürokrasisi ve elbette Başbakan Erdoğan da görüyor. Önlem önerilerine eskisi gibi sert reaksiyon göstermiyor artık Başbakan. Fakat hala krizin gereklerine uygun düzenlemeler konusunda tam olarak ikna olmuş değil.
Bugün iş dünyası, bankacılar ve hatta ekonomi bürokrasisi hiç zaman kaybetmeden İMF ile anlaşma yapılmasından yana. Başbakan da bu öneriye tümüyle kapalı değil ama şartları var. “Büyümeden fedakarlık edemeyiz, IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” diyor Erdoğan.
Erdoğan’ın söylediklerine bakılırsa hükümet haklı olarak ekonominin yüksek oranlı büyümesini sürdürmesini arzuluyor ama IMF buna itiraz ediyor.
Acaba gerçekten öyle mi?
Bugün Meclis Genel Kurulu’na gelecek ’Varlık Barışı’ yasa tasarısına, Türk bankalarının dış yükümlülüklerine belli bir süre devlet garantisi verilmesi maddesinin de eklenmesi düşünülüyor. Zira diğer ülkelerin bu garantiyi vermiş olması, Türk bankaları ve şirketleri açısından haksız rekabet yaratıyor ve risk sigortası primlerinin anormal düzeylere çıkmasına neden oluyor
Hükümet küresel krizin olası etkilerine karşı önlem arayışlarını sürdürüyor. Henüz piyasaların beklentilerini karşılayabilecek düzeyde ortada kapsamlı bir önlem paketi yok ama bölük pörçük de olsa bazı adımlar atılmaya başlandı.
Dış kaynak için büyük umutlar bağlanan “varlık barışı” yasa tasarısı bugün Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek. Bu yasa ile Türk vatandaşlarının ülke dışında bulunan milyar dolarlarının ülkeye çekilmesi, böylelikle doğabilecek bir döviz açığına çare bulunması hedefleniyor.
Ne kadar para gelir?
Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP’nin küresel mali krizle ilgili değerlendirmeleri tıpkı döviz kurları gibi dalgalı bir seyir izliyor.
Birkaç aydan beri bütün dünyada hükümetlerin aylardan beri bir numaralı gündemi mali kriz. Gelişmiş ekonomilerdeki mali kuruluşların teker teker sallanmaya başlaması üzerine trilyon dolarları bulan devlet müdahaleleri ile sistem ayakta tutulmaya çalışıyordu. Merkez üssü ABD olan deprem ardından Avrupa’yı vurmuş ama sarsıntının etkileri henüz Türkiye’ye ulaşmamıştı. Fakat ulaşacağı kesindi.
İşte bütün ülkelerin krize karşı tedbir almaya çalıştığı bu ortamda Başbakan Erdoğan, bu krizin Türkiye’yi etkilemeyeceğini varsayıyordu. Hatta bu krizin Türkiye için bir fırsata dönüştürülebileceğine de inanıyordu.
Muhtemelen Başbakan Erdoğan ve sık görüştüğü kurmayları gelişmeleri net okuyamamıştı. Başbakan önce küresel mali krizi, tetikleyicisi olan mortgage probleminden ibaret sandı. O nedenle de “Bizde mortgage yok, TOKİ var biz sağlamız bize bir şey olmaz” dedi. Ardından “Bizim bankalarımız çok sağlam bize bir şey olmaz” noktasına gelindi.
Enerji Bakanı Hilmi Güler, dün BOTAŞ Genel Müdürü ile birlikte yaptığı basın toplantısında yüzde 22,5’luk zammı savunurken bunun bir zorunluluk olduğunu söyledi.
Çünkü Yüksek Planlama Kurulu’nun Şubat ayındaki bir kararı ile ithal fiyatlarda veya döviz kurlarında meydana gelecek artışların doğalgazın satış fiyatına yansıtılması kesin hüküm altına alınmış. Döviz kurlarında son dönemde yüzde 30 civarında bir artış olduğuna göre zam da kaçınılmaz olmuş...
Bakan ve Genel Müdür’ün dün yaptıkları zam savunmasının özeti bu.
Uygulanan ekonomik programın mantığı, yürürlükteki YPK kararı ve döviz kurlarındaki artış BOTAŞ’ın fiyat ayarlamasını zorunlu kılıyor olabilir.