Gazze’de yaşanan insanlık dramına başından itibaren en ciddi ve etkili reaksiyonu gösteren ülke Türkiye oldu. Olay, Başbakan Erdoğan’ın içerdeki siyasi önceliklerini dahi en azından şimdilik ikinci plana atmış gibi gözüküyor. Başbakan Erdoğan mesaisinin büyük bölümünü bu meseleye ayırmış durumda.
Başbakan ve hükümet, iyi niyetle Gazze’deki dramı durdurmaya, ateşkesi sağlamaya çalışıyor. Bunun için her türlü “arabulucuk” görevine talip olduğunu açıklıyor.
Ancak bu noktada belki de Başbakan Erdoğan’ın üslubundan kaynaklanan bir sorunla karşı karşıya.
Türkiye, İsrail-Filistin çatışmasındaki arabuluculuk misyonuna bugün 10 gün öncesine göre çok daha uzakta. Çünkü 10 gün önce Türkiye hem İsrail ile hem de Filistin tarafı ile samimi ilişkiler içinde olan, iki tarafla da konuşabilen en etkili bölge ülkesi konumundaydı. İki tarafa da eşit mesafede durduğunu gösterebiliyordu.
Başbakan Erdoğan’ın ekonomik krizle ilgili değerlendirmeleri, açıklamaları tam bir çelişkiler yumağı. “Bizde TOKİ var, bize bir şey olmaz”, “Hamdolsun bizi teğet geçti”, “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” gibi gerçek durumu yansıtmaktan uzak pek çok ifadesi oldu Başbakan’ın.
Hala karşı karşıya olunan ekonomik felaketin ne kadar doğru okunduğu konusunda kuşkular olsa da Başbakan’ın son günlerdeki açıklamaları daha ayağı yere basan tespitler içeriyor.
Örneğin önceki günkü “Ulusa Sesleniş” konuşmasında “2008 zor geçti ama yılı kaybetmedik, ülkemizi büyüttük. 2009 da zor geçecek” diyor.
İran bir tarafa bırakılırsa İsrail’in Gazze operasyonuna, Gazze’de yarattığı insanlık faciasına en sert tepkiyi Ankara gösterdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda İsrail’i sert biçimde suçladılar.
Başbakan Erdoğan’ın tepkisini büyüten asıl faktör Gazze’de yaşanan insanlık dramının yanı sıra İsrail Başbakanı’nın Türkiye ile ilişkilerdeki samimiyetsizliği.
Türkiye , savunma sanayii başta olmak üzere İsrail ile bazı alanlarda stratejik işbirliği yapan ülkelerden biri.
Başbakan Tayyip Erdoğan kamuoyuna “başarılı” diye takdim ettiği büyükşehir belediye başkanlarından önce sırasıyla Antalya, Konya ve Kayseri’de mevcut başkanlarla yola devam edileceğini açıkladı. Ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ve Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun ikinci dönem adaylığını ilan etti.
Fakat parti içi ve parti dışı kamuoyunun asıl merak konusu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in durumuydu.
Üç dönemdir Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını yürüten Melih Gökçek ve çevresinin söylediğine bakılırsa, Gökçek dördüncü dönem de yüzde 50’nin üstünde bir oyla yine seçilebilir. Gökçek cephesinin iddiası bu.
Ancak belli ki Erdoğan Melih Gökçek’in anketlerine pek güvenmiyor ve o yüzden de AKP, Ankara için anket üstüne anket yaptırıyor. Aday için AKP Genel Merkezi’nin yaptırdığı iki anketi yeterli görmeyen Erdoğan şimdi üçüncü anketi bekliyor.
Bölücü terörle mücadele konusunda bir süredir hem güvenlik ve istihbarat alanında hem de diplomatik alanda yeni bazı hazırlıkların, yeni bazı gelişmelerin yapıldığı anlaşılıyor.
Özellikle Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin iki gün önce yaptığı açıklamalar ve Başbakan Erdoğan’ın bu açıklama ile ilgili değerlendirmesi, belirli bir tasfiye planı konusunda mesafe alındığını gösteriyor.
Dün Ankara’ya gelen Irak Başbakanı ile yapılan görüşmelerin de ana gündemini Irak’ın kuzeylindeki PKK varlığının nasıl tasfiye edileceği, terörle mücadele konusunda yapılacak işbirliğinin esasları oluşturdu.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani’ye göre bu ülkedeki PKK varlığının tasfiyesinin ön koşulu, PKK’lıların Türkiye’ye dönüşte hapse değil, ellerini kollarını sallayarak evlerine dönebilmelerinden geçiyor.
CHP, bir süre önce belediye meclisindeki partili arkadaşlarını, “rüşvet istemekle, yamyamlık yapmakla” suçlayan ses kaseti yayınlanan Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmaya karar verdiğini açıkladı.
Aslında Çankaya belediyesindeki bu olay zaten soruşturma kapsamındaydı. İktidar partisine ait belediyelerle ilgili iddiaları genellikle es geçen hükümet CHP’li Çankaya Belediyesi’ndeki skandalın üzerine gitmekte hiç vakit kaybetmemiş, İçişleri müfettişlerinin hazırladığı rapor adli makamlara intikal ettirilmişti.
CHP de vakit geçirmedi üç kişilik bir komisyon oluşturularak Belediye Başkanı Eryılmaz ve Belediye Meclis üyelerinin ifadeleri alındı. CHP komisyonunun hazırladığı raporda, “aydınlatılması gereken önemli iddialar ve usulsüzlükler olduğunun saptandığı” belirtildi. Bir süre önce Genel Merkez’e sunulan bu raporla ilgili olarak CHP Genel Saymanı Mustafa Özyürek dün şu açıklamayı yaptı:
“Raporu değerlendiren Merkez Yönetim Kurulumuzca Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına ve ayrıca ilgililer hakkında disiplin işlemlerinin başlatılmasına karar verilmiştir...”
Demokrasinin en temel ilkelerinden biri özgür, dürüst ve sağlıklı bir seçim sisteminin varlığı ise bu sistemin esası da hiç kuşku yok ki, sağlıklı bir seçmen kayıt sistemidir.
Türkiye’de de geçmişte zaman zaman tartışma konusu olmuş olsa da genelde seçmen kütüklerinin sağlığı konusunda olumsuz bir kanaat oluşmuş değildi. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçmen kütüklerinin düzenlenmesi ve seçimlerin gözetimi konusundaki uygulamalarına olan güven oldukça yüksekti.
O yüzden de 2007 seçimleri öncesinde ilan edilen seçmen kütüklerindeki seçmen sayısında bir önceki sayıya göre bir tutarsızlık gözlenmiş olsa da bu tartışma fazla büyütülmedi.
“Demek ki daha önceki seçmen listelerinde bir hata vardı, YSK bunu düzeltti” diye düşünüldü.
Bütçe görüşmelerinin ilk gününde konuşan muhalefet liderleri hiç malzeme sıkıntısı çekmedi. Genel Başkanların çantaları, dosyaları oldukça yüklüydü. Malzemenin hükümete karşı kullandıkları kozların çoğunu da yine hükümet, Başbakan Tayyip Erdoğan verdi muhalefetin eline.
Başbakan Erdoğan’ın küresel kriz konusunda son ikibuçuk aydan beri söylediklerini dün kendisine karşı Deniz Baykal da, Devlet Bahçeli de kullanma imkanı buldu. Bu, Erdoğan ve kurmaylarının küresel krizi ve bunun Türk ekonomisine yansıyabilecek etkilerini doğru okuyup algılayamamalarının bir sonucuydu.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dile getirdiği “öngörüsüzlük” eleştirisi, gerçekten de 2009 Program ve Merkezi Yönetim Bütçesi’nin daha ilk satırlarından itibaren açıkça görülüyor. Kriz fırtınasının Atlantik ötesinden tüm şiddetiyle esmeye başladığı bir ortamda Meclis’e getirilen tasarı, Başbakan’ın söylemine uygun olarak “Hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” varsayımı üzerine oturtulmuş.
Örneğin Türk ekonomisinin bu yıl yüzde 4 büyüyeceği öngörülürken, bu büyüme hızını 2009’da da aynen koruyabileceği iddiasına dayalı bir kurgu var program ve bütçede. Oysa bu yıl dahi büyümenin yüzde 1,5-2’ler seviyesinde kalacağı daha tasarı yasalaşmadan hemen hemen kesinlik kazanmış durumda.