Saraybosna
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Osmanlı coğrafyasından doğan devletlerle ilişkileri geliştirmek için adeta mekik dokuyor. Dört gün önce Suriye’deydi. Önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte Bağdat’ta ve dün de Bosna Hersek’te. Yarın Arnavutluğa geçecek.
Davutoğlu’nun Saraybosna gezisi önemli. Çünkü Bosna Hersek’te barışı sağlayan, eğreti de olsa cumhuriyeti bugüne kadar ayakta tutan Dayton Anlaşması ve buna dayalı olarak oluşturulan Yüksek Temsilcilik mekanizması bugünlerde ömrünü dolduruyor. Bunun yerine Bosna Hersek’in Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci başlayacak.
Yüksek Temsilcilik mekanizmasının yerini AB’nin atayacağı temsilcilik makamı alacak. Ve bu mekanizmada Türkiye’nin söz hakkı kalmayacak. Eğer müdahale edilmezse, önümüzdeki sürecin Boşnaklar aleyhine işlemesi ihtimali var ki, zaten şimdiden aleyhte uygulamalar başlamış durumda. Örneğin AB’nin sağladığı vize kolaylığında Boşnaklar’ın kapsam dışı tutulması...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile “açılım” konusunda yapacağı görüşme için izlenen süreç neredeyse açılım sürecinin önüne geçmiş durumda.
İki genel başkan arasında randevulaşma için mektuplaşma süreci yaşandı. Fakat bu da görüşmenin önünü açmaya yetmedi. Çünkü, Baykal’ın görüşmeyi kabul ettiğine ilişkin olarak gönderdiği 6 sayfalık cevap mektubu ve buradaki eleştiri ve suçlamalar Erdoğan’ın canını oldukça sıkmıştı. Erdoğan eleştiri ve suçlamaları görüşmeden sonuç alabilmek uğruna sineye çekti ama Baykal’ın kamera şartını kabul edilemez buluyor.
O nedenle de dün Irak ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada Erdoğan, Baykal’a telefon edeceğini belirterek “Kendilerini telefonla arayıp, görüşmemizin nasıl çok daha sağlıklı olabileceği hususunu tezekkür etmeyi düşünüyorum” dedi. Erdoğan’ın telefonda ne diyeceği aşağı yukarı belli; kamera koşulunun kaldırılmasını isteyecek.
Muhtemelen bu görüşmenin kritik önemine, konunun hassasiyetine işaret edecek ve muhtemelen şunları söyleyecek:
İktidar sözcüleri her ne kadar, “Bu işin seçimle alakası yok. Erken seçim kesinlikle gündemde değil” gibi açıklamalar yapsalar da Ankara’da artık atılan, daha doğrusu atılmaya çalışılan adımlar seçime endeksli.
Adında bile henüz kesinlik bulunmayan, “Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım”, son olarak da “Milli Birlik Projesi” diye tanımlanan açılım da, her ne kadar aksi iddia edilse de seçim hesaplarının gölgesinde tartışılıyor.
“Türkiye’nin en önemlisi meselesi” diye sunulsa da geri plandaki hesaplar seçim kaygıları üzerine kurulu.
O yüzden iktidar partisi tartışmanın her aşamasında anket yaptırıp oy oranının nasıl etkilendiğini ölçmeye çalışıyor. O yüzden açılımın adı üç haftada bir değişiyor. En sonunda da muhalefetin “ülkeyi bölüyorlar” eleştirilerinden etkilenildiği için “Milli Birlik Projesi” adı bulunuyor.
Başbakan Erdoğan dün partisinin Meclis Grubu’nda yürütmekte oldukları açılım projesinin, devlet projesi olduğunu bir kez daha yineledi.
Başbakan bununla konunun Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülüp, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yanı sıra Kurul’un asker üyelerinin de bilgi ve kabulü dahilinde bu çalışmaların yürütüldüğünü anlatmak istiyor.
Ancak bu devlet projesinin ayrıntıları konusunda projenin koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Başbakan Erdoğan resmi bir açıklama yapmadıkları için bu nokta belirsizliğini koruyor.
Net olarak bilinenler sadece bazı AKP sözcüleri ile hükümete yakın, hükümetten iyi haber alan isimlerin televizyonlarda söyledikleri ve bir de DTP’nin talepleri.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Başbakan Erdoğan’a dün elden yolladığı, ardından da kamuoyuna açıkladığı cevap mektubunda sürpriz yok.
Mektup yeni bir açılım içermiyor. Deniz Baykal ve CHP sözcülerinin bugüne kadar söylediklerinin ötesinde çarpıcı ifadeler, çözüm önerileri yok mektupta.
Altı sayfalık cevap mektubunda açılım süreci değerlendiriliyor ve CHP’nin tutumu beşinci sayfadaki şu ifadelerle özetleniyor:
“Biz açılım politikanızı, etnik ayrımcılığı teşvik eden, sakıncalı bir politika olarak değerlendiriyoruz. ‘Açılım Politikası’nın terör örgütünü muhatap haline getirdiğini, bölgedeki etkisini ve gücünü arttırdığını görüyoruz... Bu politikanızın etnik ayrımcılığı milli eğitime taşıyarak çok tehlikeli bir süreci harekete geçireceğini görüyoruz. ’Anaların gözyaşını dindireceğiz’söylemiyle bu milleti etnik bölünmeye tabi tutma politikasının haklı kılınamayacağının da farkındayız. Bu nedenlerle çok önemli tutarsızlıklar, çelişkiler, belirsizlikler içeren, tehlikeli tuzaklar barındıran bu ‘Açılım Politikası’nda hiçbir şekilde sizinle birlikte olmayacağımız çok açıktır...”
Doğan Grubu’na kesilen 4,8 milyar liralık vergi cezası ve bununla ilgili tartışmalar sadece Türkiye’de değil ülke dışında da devam ediyor.
İçerde de dışarda da aklı başında herkes görüyor ki bu sıradan bir vergi denetimi, sıradan bir vergi cezası değil. Bu Türkiye’nin basın özgürlüğü, hatta demokrasi meselesidir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilgili hazırladığı son “İlerleme Raporu”nda da bu konu önemli yer tutuyor. AB de olayı basın özgürlüğüne saldırı olarak değerlendiriyor.
Erdoğan’ın eleştirel habere, yoruma tahammülü olmadığı öteden beri biliniyor. Medyayı kontrolu altında tutmayı arzuladığı da.
Yaşanan pek çok örnekte olduğu gibi Türkiye, Türk siyaseti, kritik önemdeki sorunları kriz haline dönüşmeden önce çözme becerisini ne yazık ki gösteremiyor.
Son örnek DTP’li milletvekilleri ile ilgili ifade krizi.
Bu sorun Nisan ayında Ankara 11. Ceza Mahkemesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdiği celp yazısı ile ortaya çıkmıştı. Zamanın Meclis Başkanı Köksal Toptan, o gün muhtemelen kendisinin de inanmadığı bir gerekçeyle mahkemeye yazı yazarak tebligatların milletvekillerine ulaştırılamadığını bildirmiş ve zaman kazanmıştı.
Normal olanı Mayıs’tan bu yana geçen altı ay içinde Meclis’in bu konuda bir çözüm bulmasıydı. Fakat bulunamadı ve konu kriz haline dönüştürüldü.
Adına önce “Kürt Açılımı” şimdi de “Demokratik Açılım” denilen iddialı projede iktidarın yola tek başına devam edeceği anlaşılıyor.
Çünkü geçen hafta sonunda yapılan DTP kongresinde ortaya çıkan tabloya bakıldığında bu partinin bile hükümetin uygulamaya çalıştığı projenin oldukça uzağında durduğu anlaşılıyor.
Tayyip Erdoğan ve kurmayları MHP’nin bu projeye destek değil, elinden geldiğince köstek olacağını baştan hesaplamışlar, siyasal planlamalarını ona göre şekillendirmişlerdi. Belki suçlamaların bu kadar ağır olacağını hesaplayamadılar...
Ancak en azından CHP’den kerhen de olsa bir destek bekleniyordu. Hala da bekleniyor. CHP’den tümden umut kesilmiş değil.