Siyasetin bir numaralı tartışma gündemine bakılacak olursa, Türkiye şu günlerde Honduras benzeri bir Latin Amerika ülkesi görüntüsü veriyor.
Her gün darbe tehditleri ile yatılıp kalkılıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yuvalandığı, en üst rütbe ve makamları ele geçirdiği iddia edilen cunta yapılanmaları ile ilgili haberler her gün gazetelerin birinci sayfalarını işgal ediyor.
Aylardan beri iktidarın da muhalefetin de başlıca gündemi bu konu.
Ne oluyor Türkiye’ye?
Siyasi partilerin dünkü Meclis grup toplantılarının önemli gündem maddelerinden biri yine “İrticayla Mücadele Belgesi” ve “ıslak imza” konusuydu.
Özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmalarında Türk Silahlı Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanı’na yönelik önemli mesajlar vardı.
Yaklaşık beş aydan beri devam eden bu tartışmada bugüne kadar söylediklerine bakılırsa Başbakan’ın belgenin gerçekliği konusunda ilk günden itibaren kuşku duymuyor.
Çünkü Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde ama emir-komuta zinciri dışında, yani komuta kademesi dışında hükümete ve partisine karşı kötü emeller besleyen bir nüve olduğuna inanıyor. Muhtemelen sonuca ulaşmayan “Sarıkız” ve “Ayışığı” diye adlandırılan darbe girişimlerini yürüten kadronun artıklarının hala sinsi biçimde faaliyetlerini sürdürdüğünü düşünüyor Başbakan.
Ergenekon soruşturması kapsamında darbe hazırlığı gerekçesiyle gerçekleştirilen hemen her gözaltı operasyonu, her dalga Türkiye’yi derinden sarsıyordu. Fakat bu son olay, hepsinin ötesinde anlam ve önem taşıyor.
Çünkü bugüne kadar yürütülen operasyonlar, aralarında bazı muvazzaf subaylar da olsa daha çok emekli generaller, bazı öğretim üyeleri, gazeteci-yazarlar ve genellikle de hükümete muhalif kesimler üzerinden yürüyordu.
Dursun Çiçek imzalı “İrticayla Mücadele Eylem Planı” ile ilgili soruşturma ise doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Genelkurmay’ın kalbine, ordunun sinir uçlarının geçtiği merkeze yönelik.
Soruşturma nasıl yürütülecek, nasıl sonuçlanacak henüz bilmiyoruz. Bilinen iki önemli unsur var. Birincisi, daha önce düzmece olabileceği kanısı hakim olan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından da “hiçbir hukuki değer taşımayan kağıt parçası” diye nitelenen belgenin şimdi ıslak imzalı aslının savcıların elinde oluşu.
Genelkurmay Karargahı’nda hazırlandığı öne sürülen “İrtica İle Mücadele Eylem Planı” adı verilen belge ile ilgili tartışmalar 5 ay aradan sonra yeniden güncellik kazandı.
Çünkü beş ay önce belge fotokopi olduğu için “kağıt parçası” denilerek kapatılan tartışma, şimdi ıslak imzalı orijinal belge Ergenekon savcılarının elinde olduğu için çok daha kritik boyuta geldi.
Taraf Gazetesi’nin haberiyle günışığına çıktığında bu belge konusunda akıllara üç ihtimal gelmişti:
1. Bu girişim emir komuta zinciri içinde bir darbe hazırlığı olabilir,
Hükümetin uygulamakta olduğu açılım sürecinin önündeki en büyük tehlikenin DTP ve PKK’nın izlediği ve izleyeceği tutum olduğu ortaya çıktı.
DTP ve PKK’nın hafta başından itibaren izlediği tutum ve gösteriler Türkiye’yi ciddi biçimde rahatsız ediyor. Rahatsız olan sadece toplum değil. Gelişmelerden kurumlar da rahatsız, hükümet hatta Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de kaygılı.
Başbakan’ın son olarak “Milli Birlik Projesi” adını verdiği uygulamaların toplumu ayrıştıracağı kaygısı öne çıkmış durumda.
Yargının içine düşürüldüğü durum son derece önemli ve Silopi ’de yaşanan gelişmelerin bir daha tekrarlanabilmesinin garantisi yok. O zaman dağdan inecek diğer PKK’lılar için başka bir formül bulunması kaçınılmaz.
Türkiye, PKK’nın dış desteğini kesebilmek için yıllardan beri mücadele veriyor ama sonuç alamıyordu. Son dönemde ise hava belirgin biçimde değişti.
Hükümetin Irak merkezi hükümeti ve Kürt yönetimiyle sürdürülen açık ve örgütlü temasları olumlu sonuç verdi.
Daha da önemlisi ABD’nin tutumunda belirgin bir değişim başladı. Kuzey Irak’taki serbest terör üssü PKK açısından giderek korunaklı olmaktan çıkmaya, lojistik destek azalmaya başladı.
Ve son olarak da ABD’nin geçen hafta aldığı sürpriz bir kararla PKK’nın lider kadrosunu uyuşturucu kaçakçısı ilan etmesiyle PKK’nın tabutuna etkili bir çivi vuruldu.
Hükümetin yürüttüğü demokratik açılım sürecinin en kritik virajı önceki gün ve dün Habur’da geçildi.
PKK’nın talimatıyla silah bırakıp sınıra gelen 8 PKK’lı ilk sorgularından sonra serbest bırakıldı.
Tabii ki muhalefet başta olmak üzere bazı kesimleri son derece rahatsız eden görüntüler de yaşandı Habur’da. Sürecin bu aşaması hem siyasi, toplumsal ve psikolojik açıdan zordu, hem de hukuki açıdan.
Hukuki zorluğu, silah bırakıp sınırdan giren militanların “etkin pişmanlık hükmünden yararlanmak istemiyoruz” biçimindeki beyanları ve DTP yönetiminin de buna destek olmasından kaynaklanıyordu.
Açılım sürecine CHP’nin de şu veya bu şekilde katılmasını sağlamaya dönük yoğun bir çaba var.
Başbakan Erdoğan’ın görüşme için yaptığı manevralar, medya aracılığı ile yürütülen “görüşün” telkinleri.
Ve son olarak da Cumhurbaşkanı’nın ortaya attığı Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına ana muhalefet partisi liderinin de katılması önerisi.
Böylelikle kritik önemdeki ulusal sorunlarda ana muhalefeti sorumluluğa ortak etmek amaçlanıyor muhtemelen.