PKK yandaşlarının bazı kentlerde estirdiği terör havasının yarattığı tedirginlik ve kaygı, önceki gün Tokat’ta 7 askerin şehit edilmesiyle daha da derinleşmiş durumda.İktidarın da muhalefetin de bir numaralı gündemi bu konu. Ankara’da herkes “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” diye soruyor. İktidar kanadı, açılım sürecini baltalamak için birilerinin düğmeye bastığından kuşkulanıyor, DTP’yi, PKK’yı ve Ergenekon’u suçluyor. Muhalefet ise bizzat hükümetin açılım süreci ile Türkiye’yi bu noktaya getirdiği iddiasında.Kimin haklı olduğu ayrı konu ama bugün gelinen noktanın, gerçekten de açılım sürecinin de ötesinde, ülkenin huzuru ve sosyal barışı için dahi tehlike arzetmekte olduğu çok açık. Hükümet acaba bu noktaya kadar kötü yönettiği açılım sürecini bu aşamadan sonra toparlayıp sağlıklı bir rotaya sokabilecek mi? Bunun yanı sıra, kamu düzenini sağlayıp terörün yeniden tırmanmasının önüne geçebilecek mi?Bu soruların yanıtı kolay değil. Çünkü bu soruların yanıtları hükümetin becerisinin yanı sıra hükümet dışı unsurların ne yapacaklarına da bağlı.Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin DTP hakkında bugünlerde vereceği karara. Ki, bu kararın kapatma ve bazı milletvekillerinin üyeliğinin düşmesiyle sonuçlanma ihtimali çok yüksek.Anayasa Mahkemesi’nin ne karar vereceği elbette bilinmiyor ama eğer sonuç tahmin edildiği gibi çıkarsa ne olacak?DTP ve PKK, “Ne yapalım, hukukun kestiği parmak acımaz” diyerek sonucu metanetle mi karşılayacak?Şunu diyebilecek mi acaba DTP’liler:“Bugüne kadar biz de çok yanlış yaptık, terörle, terör örgütü ile aramıza mesafe koyamadık. Bundan sonra daha dikkatli hareket etmeliyiz. Anayasa’ya, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, hukuka ve yasalara saygılı davranıp, huzur ve güven ortamının gelişmesine, demokrasi ve insan hakları standartlarının yükseltilmesi yoluyla Kürt sorununun çözümüne biz de katkı yapalım...” Bunun da ötesinde PKK’nın kışkırtmalarıyla bir süredir İstanbul ve bazı Güneydoğu illerindeki taşlı sopalı, molotof kokteylli sokak gösterilerinin durdurulması konusunda da girişimlerde bulunması gerekiyor PKK’nın. Bunlar olsa, sorumlu, sağduyulu, soğukkanlı bir çizgiye gelinebilse elbette ülke çok rahatlar. Elbette o zaman tıkanma ihtimali yükselen açılım sürecinin önü açılabilir.Ama ya tersi olursa?Yani DTP’nin kapatılması kararı üzerine sokak gösterileri, bazı kentleri kamu düzeninin ortadan kalktığı, devlet otoritesinin sarsıldığı bir terör ortamına çevirirse, ortalık yakılıp yıkılmaya başlarsa ne olacak?İşte hükümetin de, aklı başında hiçbir siyasetçinin de düşünmek bile istemediği sonuç bu.Ama bu olumsuzluğun gerçekleşme ihtimali de düşük değil...
"Tarihi fırsat" iddiasıyla gündeme getirilen açılım süreci çok kritik bir dönemece, tehlikeli bir mayınlı bölgeye geldi.Abdullah Öcalan’ın hücresinin boyutu üzerinden PKK ve DTP’li unsurların bazı il ve ilçelerde günlerdir sürdürdüğü yaygın gösteri ve terör...PKK, birkaç aydır göreli suskunluk içinde. Ancak dün Tokat’ta bir jandarma timi teröristlerce pusuya düşürüldü. Bu saldırıda yedi askerin şehit olduğu bildiriliyor. Saldırıyı PKK mı yaptı, başka bir taşeron örgüt mü henüz bilinmiyor. Bilinen tek şey bunun kamuoyunda yarattığı derin üzüntü ve infial...Bunlar işin, kamu düzeni, asayiş ve terör boyutu...Bu gelişmeler açılım sürecine dönük tepki ve kaygıları haliyle arttırıyor.Ancak bunlardan daha da önemli bir gelişme bugün Anayasa Mahkemesi’nde esastan görüşülmeye başlanacak olan DTP ile ilgili kapatma davası.Bu durum, bilinmeyen, beklenmeyen bir sürpriz bir gelişme değil elbette. DTP hakkındaki kapatma davası açılalı iki yıldan fazla oldu ve bir gün elbette sonuçlanacaktı. Ve ilginçtir bu dava açıldıktan sonra DTP sözcüleri ve yandaşları Başsavcı’nın iddialarını güçlendirici yönde ellerinden gelini yaptılar. Partinin kapatılmasına neden olabilecek hiçbir faaliyetten geri durmadılar. Bu parti ile terör örgütü arasında organik bağ olduğunu bağıra bağıra gösterdiler.Şimdi “Partimiz kapatılırsa çok fena olur. Açılım biter” diyor DTP sözcüleri.Süreç elbette bitmez ama çok ağır yara alacağı açık.Aslında bu süreç, bizatihi DTP’nin yaptıklarıyla daha ilk adımda sakatlanmadı mı?Herkes açılımın ne olduğunu merak ederken, hükümet ne yapacağını sır gibi sakladığı bir dönemde ilk adım olarak Kandil’den ve Mahmur’dan PKK’nın direktifi ile Türkiye’ye giren grubun karşılanma görüntüleri sürece en ağır darbeyi vurmadı mı?Vurdu...Hükümetin plansızlığı, dikkatsizliği, hazırlıksızlığı, DTP’nin sorumsuzluğu yüzünden süreç ilk adımda yara aldı. Fakat bugün kapatma davası ve sonucunun hepsinden daha önemli olacağı anlaşılıyor. Aslında DTP içindeki “derin DTP”, daha açıkçası PKK uzantısı unsurlar başından itibaren bilinçli biçimde partilerini kapatılacak kıvama getirdiler. O nedenle DTP içerden ve dışardan yapılan dost uyarıların gereğini yerine getiremedi. Ankara’daki AB büyükelçileri DTP yöneticilerini defalarca uyardı: “Terörle, terör örgütü ile aranıza mesafe koyun...” Bunu yapamadı DTP yönetimi...Ve şimdi, bugün veya yarın kararın açıklanması bekleniyor. DTP’lilerin de çok iyi gördüğü gibi partinin kapatılma ihtimali çok yüksek.Bu sonucu gören DTP Eşbaşkanı Emine Ayna, Radikal’deki demecinde şunları söylüyor:“Demokratik siyaset kanallarını daha fazla açmayı tartışmak gerekirken, var olan siyasi organizasyonu ortadan kaldırmayı meşrulaştırırsanız burada sorun vardır. Açılımı bitiren devlettir. Demokratik siyaset kanallarını kapatmıştır. Halkı demokratik kanallar dışında silah da dahil olmak üzere farklı seçeneklere yönlendiriyorsun.” Yani, parti kapatılırsa silahlı terör meşru olur demeye getiriyor Emine Ayna. Çok talihsiz bir ifade...Bu ortamda hükümet tabii ki süreç bitti demeyecek ama, bu süreçten en azından kısa vadede sağlıklı sonuçlar beklemek hayal...
Başbakan Tayyip Erdoğan 2007 seçimlerinde yüzde 46 oyla ikinci kez iktidarı kazandığında iki temel vaadi vardı:Daha çok demokrasi ve insan hakları, daha yüksek refah...Bu hedef ve vaadin refah kısmı küresel krizle birlikte çöktü. Aslında Türkiye’deki çöküş, küresel krizden çok önce başladı. 2007’den itibaren tıknefes olan ekonomi küresel krizin miladı kabul edilen 2008 Ekim’ine gelindiğinde çoktan daralmaya, küçülmeye başlamıştı. Özetle şu anda enflasyon yüzde 5’lerde seyrediyor ama halkın refahı, ülkenin gayri safi yurt içi hasılası 2007’nin çok gerisinde. İşsizlik 2007 ile kıyaslanmayacak ölçüde artmış durumda...Demokrasi ve insan hakları vaat ve hedefine gelince...O noktada da durumun çok parlak olduğu söylenemez.Seçimlerin hemen ardından, yeni anayasa, sivil anayasa diye işe koyulan iktidar, o konuda da mesafe alamadı. Aksine anayasa değişikliğini türbana kilitleyip içinden çıkılmaz bir noktada bıraktı.Şu anda fazlaca bir ilerleme sağlanamamış olsa da daha fazla demokrasi ve insan hakları hedefi devam ediyor. Şimdiki hedef, demokratikleşme ve Kürt açılımı...Ancak o alandaki gelişmelerin de olumlu seyrettiğini söyleyebilmek güç. Hatta kimilerine göre süreç şimdiden kilitlenmiş durumda. PKK ve DTP’nin son günlerdeki eylem ve söylemleri açılım sürecine “bölücülük” suçlaması yönelten MHP ve CHP muhalefetini haklı çıkarıcı nitelikler gösteriyor. Bu gösteriler kamuoyunun önemli bir kesiminde hükümete ve açılım sürecine yönelik tepkileri körüklüyor...Bu gelişmeler haliyle iktidar partisinin iç bünyesini de etkiliyor. İç bünyedeki rahatsızlıkları, açılım sürecine yönelik itirazları yükseltiyor.Çelik: DTP, MHP’nin değirmenine su taşıyorPeki bu durum açılım sürecini sekteye uğratır mı?“Hayır uğratmaz” diyor dün konuştuğumuz AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve ekliyor:“Demokratikleşmeyi, demokratik açılımları halkımız için yapıyoruz. Ama öte yandan terörle mücadele kesintisiz sürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalı. Bu süreci teröre endeksli olarak algılamamak lazım...Şu anda PKK süreci sabote etmek için elinden geleni yapıyor. DTP de öyle. DTP adeta MHP’nin değirmenine su taşıyor. Aslında o partiler, kendi siyasi gelecekleri için belki de terörün bitmesini istemiyorlar. Terörden beslendikleri için terör bittiğinde marjinalleşeceklerini biliyorlar...” Çiçek: DTP hoşgörüyü suistimal ediyorSadece Hüseyin Çelik değil, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de DTP’ye ateş püskürüyor:“DTP terörle, terör örgütü ile arasına mesafe koyacağı yerde son günlerde neredeyse ‘Biz zaten aynıyız’ demeye getiriyor. Sorumlu davranmıyorlar. Bu yaptıklarına hiçbir hukuk devleti müsaade edemez, etmez. PKK da DTP de toleransı, hoşgörüyü suistimal ediyor. Parti olarak hükümet olarak bizim hedefimiz demokratik standartları yükseltmek. Bu standartları yükseltiriz ama bunu yaparken de bazılarının keyfiliğine kesinlikle müsamaha edemeyiz. Gereği neyse hukuk çerçevesinde yapılır...” Evet son günlerde yaşananlar, DTP ve PKK’nın faaliyetleri hükümeti fazlasıyla rahatsız ediyor. Ve DTP’nin açılıma destekle ilgili koşulları Abdullah Öcalan’ın hücresinin boyutlarına kadar vardırması da iktidar kanadında bardağı taşırma noktasına getiriyor.
Hükümet açılım tartışmalarında tam anlamıyla çapraz ateş altında kalmış durumda. Bir yanda PKK süreci dinamitlemek, hükümeti açığa düşürmek için bütün olanaklarını seferber ediyor, diğer yanda da CHP ve MHP’nin muhalefeti giderek sertleşiyor...Özellikle son günlerde Güneydoğu başta olmak üzere bazı şehirlerde PKK’lıların yürüttüğü yaygın gösteriler iktidar partisindeki sıkıntıyı arttırıyor.Şimdi hesapta olmayan birtakım gelişmeler yaşanmaya başlıyor. Açılım sürecinin önündeki serseri mayınlar patlamaya başlıyor. İşin başında hükümet muhtemelen, ABD’nin PKK terörüne karşı aldığı tavır ve Iraklı Kürt lider Mesut Barzani’nin tutum değişikliğinden umutlandı. Bu umutla ve uygun dış konjonktürün etkisi de hesap edilerek Anayasa değişikliğine dahi ihtiyaç duyulmadan gerçekleştirilecek basit birtakım demokratikleşme adımları ile Kürtlerin mutlu edilebileceğini, dış basıncın etkisiyle de bunalan PKK’lıların da silah bırakabileceğini umuyordu. Belki de sırf o nedenle, 19-20 Ekim günü yaşananlara göz yumuldu. Ilımlı bir atmosfer yaratabilmek uğruna hukuk ve yargının bir miktar eğilip bükülmesinde beis görülmedi. Ancak son günlerde gerek DTP’nin sert çıkışları gerekse de PKK’dan gelen açıklamalar, büyük şehirlerde yaşanan eylemler hükümeti ciddi biçimde zorluyor.O nedenle hükümetin bundan sonra kolayca atabileceği bir takım adımlarda bile tereddüte düşmesi kaçınılmaz olacak. Bir yandan PKK sözcüleri, (Kandil’den gelen ve pişmanlık yasası kapsamında serbest bırakılan PKK’lılar da dahil) açılım konusunda her gün yeni şartlar sıralıyorlar.Birinci koşul da Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabulü. Bu hem DTP’nin hem de PKK’nın olmazsa olmaz koşulu.Diğer koşullar da şu şekilde özetlenebilir:- Demokratik özerklik. Başlangıçta yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin, bir kısım vergilerin belediyelere bırakılması bu bakımdan yeterli gözüküyor.- Açılım sürecinde PKK’nın da taraf olarak muhatap alınması,- Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının iyileştirilmesi,- Genel af çıkarılması ve Abdullah Öcalan’ın da bu kapsamda serbest bırakılması...Bu taleplerin yerine getirilebilmesi mümkün mü?Değil... O yüzden açılım konusunda başlangıçta en azından DTP’nin desteğini almış gibi gözüken hükümet şimdi bu destekten de mahrum.Buna rağmen, çabalar sürdürülüyor. En önemli beklenti de Mahmur Kampı’ndaki sivillerin ülkeye dönüşünün sağlanması. Ve PKK’daki çözülmenin hızlanması...Ancak PKK da muhtemelen hükümetin bu beklentisini boşa çıkarmak için Mahmur’dan dönüşleri engellemeye çalışacak.Bu konuda Barzani yönetiminin tutumu önemli. Hem Mahmur kampında yaşayanların ülkeye dönüşü hem de PKK’daki çözülmenin hızlanması Barzani yönetiminin işbirliği ve etkinliğine bağlı.
Hükümetin açılım konusunda altyapısı iyi hazırlanmış, sonuçları iyi hesaplanmış kapsamlı bir projesi var mı yok mu tartışmalı. Eğer böyle bir plan var ise şimdiye kadar çok iyi gizlendiği kesin.Çünkü hali hazırda açılım konusunda bilinen tek somut örnek var. O da herkesin pişmanlık duyduğu 19-20 Ekim’deki Habur görüntüleri. Bir de İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 14 Kasım günü Meclis’te açıkladığı güven arttırıcı önlemler...Bunlar yeterli mi?CHP ve MHP’ye göre fazla, hatta bölücülük...DTP’ye göre ise, yapılanlar, söylenenler hiçbir şey. Şimdiye kadar yapılanlar, söylenenler yanlış değil ama eksik. Sorunun özünü kavramaktan uzak. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, açık ve net konuşuyor; çözüme giden yoldaki ilk adımın anadilde eğitim hakkı olması gerektiğini söylüyor.Ahmet Türk’ün meseleye yaklaşımı şu şekilde özetlenebilir:Bazı yerleşim birimlerine eski, Kürtçe isimlerinin geri verilmesi olumlu. Özel televizyonlarda Kürtçe yayının serbest bırakılması, üniversitelerde Kürdoloji enstitüleri kurulması, Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulması da yerinde adımlar. Yerinde ama yeterli değil. Kürtçe’nin eğitim dili olarak da kabul edilmesi gerekiyor. Kürtçe eğitim açılımın olmazsa olmaz eşiği.Tek devlete, tek bayrağa hiçbir itirazı yok Ahmet Türk’ün. Ancak Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi, kamusal alanda Kürtçe’nin ikinci dil olarak kullanılması konusunda ısrarlı. Bir başka ısrar da tam özerklik, otonomi olmasa da yerel yönetimlerin güçlendirilerek ülke çapında yerinden yönetime kapı aralanması.Aslında özeti şu söylediklerinin: “Tek devlete evet, ama tek millete hayır...” “Biz Türk milleti değiliz” diyor Ahmet Türk. Atatürk’ün söylediği “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk milleti denir” ifadesinin de kendileri bakımından anlam ifade etmediğini belirtiyor. Türk milleti kavramının üst kimliği değil, Türk etnisitesini tanımladığını düşünüyor. Onun için Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesini, Kürt dili ve edebiyatının gelişmesinin önündeki yasal ve anayasal engellerin kaldırılmasını talep ediyor. “Açılım o zaman açılım olur” demeye getiriyor.İşte açılımı anayasanın, hatta ondan da öte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin ana duvarına getiren nokta burası. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş felsefesi tek devlet tek millet esasına dayalı. Ahmet Türk ve DTP’nin önerileri doğrudan bu temel esasla çelişiyor. Bu önerilerden tek devlet iki millet çıkıyor.Şimdi sorun şu: Türkiye kuruluş ilkelerini tartışmaya açabilir mi?Mevcut siyasi ortamda çok zor... Hükümetin bu tartışmaya girmeyeceği çok açık. Başbakan defalarca söyledi, anayasanın değiştirilmesinin teklif dahi edilmesi sözkonusu olmayan ilk üç maddesine dokunulmayacağı vaadini dile getirdi. Eğitim dili ile ilgili 42. maddeyi değiştirmeye kalkmanın da Anayasa Mahkemesi’nce yorum yoluyla anayasanın başlangıç ve değiştirilemez maddeleri ile ilişkilendirilebileceği ihtimali yüksek. O nedenle hükümetin Kürtçe konusunda seçmeli dersten öte adım atabilmesi mümkün değil.
Açılıma destek düşüyormuş. Hem de çok sert bir şekilde, yüzde 69,3’ten yüzde 31,1’e inmiş hükümetin Kürt açılımına yönelik kamuoyu desteği.Aslında şaşılacak bir şey yok. Kimse için sürpriz de değil desteğin düşmesi. Başbakan Tayyip Erdoğan da partisi de bir süredir bu gelişmenin farkında. Onun için il il, Türkiye’yi dolaşmak, ev ev açılımı anlatmak planları yapılıyor AKP’de.Artık o kadar belli ki AKP tabanının bile tam desteğini alamıyor açılım. Gelişmelerden parti teşkilatları da bazı milletvekilleri de rahatsız.Açılım projesini yürüten hükümet partisini de toplumun büyük çoğunluğunu da kaygılandıran ne?Adil Gür’ün Akşam gazetesi için yaptığı araştırmaya göre 6-7 Haziran’da yüzde 69,3 olan açılım projesinin kamuoyu desteği, 14-16 Kasım’da yapılan son ankette yüzde 31,1’e düşmüş.Geçen beş aylık sürede ne oldu da bu düşüş yaşandı?Bir kere işin başından itibaren strateji yanlıştı. Hükümet başından beri açılımın adına ne diyeceğine bile karar veremedi. Kürt açılımı dendi, Başbakan “hayır” diye itiraz etti, “Bu bir demokratik açılımdır” dedi. Ardından “kardeşlik projesi” dendi. Son olarak da “Bu bir devlet kararıdır, devlet politikasıdır” denilerek “Milli Birlik Projesi” isminde karar kılındı.Adı bir yana projenin ne olduğu, kapsamı, içeriği de sır gibi saklandı.Başlangıçta söylenen sadece bu proje ile “akan kanın duracağı, terörün biteceği, anaların göz yaşının dineceği” gibi beylik ifadeler.İçişleri Bakanı Beşir Atalay yaz aylarında pek çok çevre ile siyasi parti ve sivil toplum örgütü ile açılım görüşmesi yaptı. Ama hiçbir görüşmesinde hükümetin ne yapmak istediğini anlatmadı, sadece görüş topladı. İşte bu ortam içinde 6-7 Haziran’da açılıma destek yüzde 69,3 olmuş.Belli ki o dönemde toplum çoğunluğu “Hükümet bir şeyler yapacak ve terör bitecek, anaların göz yaşı dinecek” diye düşünüp içeriğinin ne olduğunu bilmediği bu projeye destek olmuş.Projenin içeriği hala tam olarak bilinmiyor. Özel televizyonlarda Kürtçe yayın, Kürtçe yer adlarının iadesi ve taş atan çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları gibi hiç kimseyi rahatsız etmeyecek düzenlemeler dışında somut, tepki çekecek bir düzenleme yok.Buna rağmen ne oldu da kamuoyu desteği Kasım ayında yüzde 31’e düştü?Muhalefetin negatif propogandası mı etkili oldu? Hayır...Olan tek şey var... Hala açılımın içeriği kapsamı net değil ama yaşanan somut bir örnek olay var açılımla ilgili...19-20 Ekim günlerinde Habur’da yaşananlar.O görüntüler. Kuzey Irak dağlarından ellerindeki silahı sınırın öbür yanında arkadaşlarına bırakıp giren terör örgütü elemanları. Onlara gösterilen ilgi. Çadırda mahkeme kurulup, yargıcın teröristin ayağına getirilmesi. “Örgüt adına barış mesajı getirdim” diyen teröristin, hukuk eğilip bükülerek “etkin pişmanlık” maddesinden yararlandırıp serbest bırakılması. Sonra da aynı militanların örgüt üniformalarıyla DTP’nin seçim otobüsünün üzerinde zafer gösterisi yapmaları.Projeyi sakatlayan, kamuoyu desteğini yerle bir eden en önemli gelişme bu olay, bu görüntüler.Çünkü bu görüntüler, muhalefetin hayır kampanyasına, “Türkiye’yi bölüyorlar, terör örgütüyle pazarlık masasına oturuyorlar” propogandasına delil niteliğinde bir katkı yaptı.Bu noktadan sonra düşen kamuoyu desteğini yeniden yukarılara taşıyabilmek çok kolay gözükmüyor...
Onur Öymen yarım ağız özür diledi. Deniz Baykal birkaç kez “yanlış anlaşıldı” diyerek işi tatlıya bağlamaya çalıştı ama CHP’de Dersim gafının yol açtığı deprem devam ediyor.İstanbul’da, Tunceli’de, Alevilerin ve Tuncelililer’in yoğun yaşadığı her yerde hatta Almanya ve Avusturya’da büyük tepki görüyor CHP ve CHP’liler. CHP’nin sevilen, saygı duyulan yüzü Tuncelili Kemal Kılıçdaroğlu’nun çabaları da tepkileri dindirmeye yetmiyor. Onur Öymen’in 10 Kasım’da açılım görüşmeleri sırasında Meclis’te yaptığı Dersim gafı, yaranın kabuğunu kaldırdı. Sadece Tunceli’de değil, CHP tabanında çok daha yaygın bir rahatsızlık yarattı. Tepkinin büyümesinde, yaygınlaşmasında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yönelik yıpratma, sıkıştırma stratejisinin de, parti içindeki ve parti dışındaki yönetim muhaliflerinin propagandasının da kuşkusuz etkisi var. Ancak bu sonucu değiştirmiyor. CHP, tam açılım üzerinden hükümeti köşeye sıkıştırmaya hazırlanırken, şimdi kendi içinde Dersim hasarını tamir etmeye çalışıyor. Bir anlamda savunma pozisyonuna geçiyor. O nedenle dünkü grup konuşmasında Genel Başkan yine bu konuya açıklık getirmeye çalıştı. Şunu söyledi dün Baykal: “Yanlış anlamadan kaynaklı olarak arkadaşımız da özür diledi ama bu sistemli kampanya yürütülüyor. Her toplumun tarihinde yaşanmış acı olaylar vardır. Izdıraplar vardır. Bu ızdırapları üzüntüyle anıyoruz. Ama hangi ülkede bu acılar istismar edilir? Şu an sistematik bir biçimde kriz yaratılıyor. Olay sadece Dersim değil. Cumhuriyet tarihinde yaşanmış birçok isyan var. Kolay bir dönüşüm değil. Yüzyıllık alışkanlıklar var. Bunları kimse bir mezhep tartışmasının, kimlik tartışmasının içine sürüklemeye kalkmasın. Olay bu değil. Başbakan ve başkalarının kullanmaya çalıştığı bu olay öyle değildir. Yaşananlar ‘Kerbela’ olarak değerlendirilseydi sonuçlar böyle mi olurdu? Sayın Başbakan başka kapıya, başka kapıya, Aleviler’den sana hayır yok...” Baykal, Başbakan’a kızmakta, AKP’yi bu mesele üzerinden oy avcılığı yapmakla suçlamakta haklı olabilir. Ama bu sonucu değiştirmiyor. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun, o talihsiz konuşmayı, o talihsiz benzetmeyi yapan Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in hiç mi suçu yok?Aslında Dersim gafının partiyi ciddi bir sorunla karşı karşıya getireceğinin daha Öymen kürsüden inmeden Baykal da başka CHP kurmayları da farkına vardılar. Tepkiler başlayınca da Kemal Kılıçdaroğlu, “Sayın Öymen gereğini yapmalıdır” dedi.Ama Öymen hiç oralı bile olmadı. Acaba Baykal ne düşünüyor Öymen için?“Zaman her şeyin ilacıdır. Bu da geçer, unutulur, Tuncelililer ile arayı düzeltiriz” diye mi düşünüyor?“Şimdi iktidar bu mesele üzerinden kendi yaptıklarını unutturup CHP’yi yıpratmaya çalışıyor. Onur Bey istifa ederse bir gedik açılır. Bu da iyi olmaz” diye mi düşünüyor? Bilemiyoruz...CHP kulislerinde konuşulanlara bakılırsa hemen değil ama bir süre sonra, belki de bu olayla ilgili tepkiler bir miktar yatıştıktan sonra Onur Öymen sessiz sedasız Genel Başkan Yardımcılığı koltuğunu terk edecek.
Hükümetin yürütmeye çalıştığı açılım sürecinin önünde çok sayıda mayınlı alan var. En yakın olanı da DTP hakkındaki kapatma davası.DTP ile ilgili kapatma davası açılalı iki yıl oldu. Dava iki yıldan beri devam ediyor. İktidar partisi hakkında açılan kapatma davasını 4,5 ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede karara bağlayan Anayasa Mahkemesi bu davada işi ağırdan alıyor.Belki de konunun gerek ülke içinde gerekse de dışarda, Avrupa Birliği ve Avrupa kamuoyundaki hassasiyeti dikkate alınıyor. Ancak doğal olarak hukukun gereği de yerine getirilecek. Zaten Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “DTP hakkındaki kapatma davasında raportör arkadaşlar bu ayın (Ekim) sonuna kadar raporlarını tamamlayacaklarını ifade ettiler. Ondan sonra da gündeme alma söz konusu olacak” demişti.Haşim Kılıç bu açıklamayı 14 Ekim günü yapmıştı ve yine o açıklamaya göre raporun 25 gün önce bitmesi gerekiyordu. Belli ki bitmemiş...Fakat bitecek ve Aralık veya 2010’un ilk aylarında Anayasa Mahkemesi bu davayı görüşüp sonuçlandıracak.Geçmiş örneklere, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarına bakılırsa DTP’nin kapatılması ihtimali çok yüksek. Kapatma durumunda da DTP’nin bazı yöneticilerinin, milletvekillerinin siyaset yasağı kapsamına girmesi ihtimali doğacak. Milletvekilliği ve dolayısıyla dokunulmazlığı düşecek bazı DTP milletvekillerinin yargılanmaları gündeme gelecek. Tabii ki bütün bunlar şimdilik ihtimalden ibaret ama yüksek ihtimal.Ve bu ihtimalin gerçek olması açılım sürecine ağır bir darbe indirecek. En azından bugünkü ılımlı havayı bozacak.Taş atan çocuklarla ilgili yasal düzenleme, bazı yerleşim yerlerine eski, Kürtçe isimlerinin verilmesinin yolunun açılması gibi küçük adımlar bile şu anda Güneydoğu’da, DTP’nin güçlü olduğu yörelerde olumlu bir atmosfer yaratmış, umutları arttırmış görünüyor. Parti kapatma kararının çıkması acaba o yörelerde nasıl karşılanacak?DTP’liler, “hukukun kestiği parmak acımaz” diyerek durumu kabullenip, tıpkı HEP’in kapatılmasından bu yana olduğu gibi yeni bir parti ile sükunet içinde yola devam kararına varabilecek mi?Yoksa PKK ve parti içindeki bazı radikal unsurların taktiği mi devreye girecek? Yani “Açılımın içi boş, bize legal alanda siyaset yapma hakkı bile tanınmıyor” propagandası ile ortamı germe, sertliği körükleme yolu mu denenecek?Şu anda açılım sürecine yönelik toplumsal ve siyasal muhalefetin üstesinden gelme ve bu arada da sürecin kazasız ilerlemesi, Habur’dan beklenen yeni ve kitlesel girişlerin sükunet içinde gerçekleşmesi üzerinde kafa yoran hükümet DTP davasını ve sonuçlarını henüz düşünmek bile istemiyor.Ancak o dava bir süre sonra kaçınılmaz olarak gündeme gelecek ve sonuçlanacak. Ve bu sonucun bazı mayınları patlatma ihtimali yüksek.