Son günlerde siyasetçisinden, gazetecisine, işadamına, sıradan vatandaşına kadar herkesin birbirine sorduğu soru bu: Ankara’da ne oluyor?Yanıtı kolay değil bu sorunun. Olup bitenleri tüm yönleriyle kavrayabilmek, görünenin gerisinde neler yaşandığını çözebilmek en azından şimdilik çok güç.Ankara’da son on günde yaşananlar değme macera romanlarını, uluslararası şöhrete sahip romancıların hayal güçlerini dahi aşan gelişmeler.Olay, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast hazırlığı yapıldığı iddiasıyla başladı. Gelişmeler öyle bir boyuta geldi ki, soruşturmayı yürüten savcılar, Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli 30 kadar polisle Genelkurmay’ın en kritik birimlerinden biri sayılan Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’nın kapısına dayandı. Tatsız bazı gelişmeler yaşandı. Bu dairede devlet sırrı niteliğinde çok gizli bilgi ve belgelerin tutulduğu belirtilerek polisin içeri girmesine izin verilmedi. Yasa gereği bu bilgi ve belgeleri ancak soruşturma hakimi inceleyebiliyor. Ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi, dört günden beri, “Derin Devlet”, “Kontrgerilla Merkezi” diye adlandırılan birimin kozmik bürolarında arşiv incelemesi yapıyor.Soru şu: Hakim ve savcılar, Seferberlik Dairesi’nin kozmik bürolarında neyi arıyor? Suikast iddiası ile ilgili bilgi ve belge mi? Yaksa kuşkulanılan darbe hazırlığı iddialarına ilişkin kanıt mı? Veya Ergenekon belgelerini, geçmiş dönemlerdeki karanlık olayların ipuçlarını mı? Türk Gladyosu, derin devlet çeteleri bu operasyonla mı çökertilecek?Bilemiyoruz...İktidar kanadında yapılan yorum ve değerlendirmelerin özeti şu: TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) için kimse suç örgütü yakıştırması yapamaz. TSK Türkiye’nin en güzide kurumudur ve hepimizin gözbebeğidir. Ama her kurumda olduğu gibi orada da bazı yozlaşmalar olduğu bir gerçek. Bazı unsurların kendilerine anayasa ve yasalarca verilmemiş yetkileri kullanmaya kalkıştıkları biliniyor. Kurum olarak TSK’nın bu unsurlardan temizlenmesi, arınması gerekiyor. Bu da siyasi bir kararla değil, adil yargının vereceği hükümler doğrultusunda olacak...TSK da “hukuka saygılıyız, gerçeği yargı aydınlatacak” diyor. Ancak gelişmelerle ilgili değerlendirme hükümetten çok farklı. Bütün bu olaylar, TSK’ya karşı bir süreden beri yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekatın, TSK’yı itibarsızlaştırma operasyonlarının parçası olarak görülüyor.Emekli Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Ergenekon soruşturmasının başladığı ilk aylarda yapılan bazı yorum ve değerlendirmeler üzerine, “Kimse Türk Silahlı Kuvvetleri’ni suç örgüttü gibi gösteremez” diye sert bir çıkış yapmıştı.Ancak bugün yaşananlar, Arınç’a suikast iddiası, eski ve yeni Deniz Kuvvetleri komutanlarına suikast iddiası ile gözaltına alınan onlarca subay, gömülü silahlarla ilgili iddialar...Bu tabloya bakıldığında durum çok daha vahim. Ortaya atılan iddialarda en küçük gerçeklik payı varsa bu neyi gösteriyor? Ülkenin en önemli, en saygın kurumunda en azından bazı suç çetelerinin oluşmuş durumda olduğunu...Yok eğer bu iddiaların aslı astarı yok ve gerçekten de psikolojik harekatın bir ürünü ise işte o zaman durum çok daha vahim demektir...
Türkiye adeta büyük bir alt üst oluş yaşıyor. Yaşananlardan, olup bitenlerden mantıklı sonuç çıkarabilmek hayli güç. Ülke aylardan beri darbe iddiaları ile darbe soruşturmaları ile yatıp kalkıyor. Vahim suikast iddiaları birbirini izliyor. Bazı subayların kuvvet komutanlarına karşı suikast hazırlığı içindeyken yakalandığı iddia ediliyor, soruşturmalar açılıyor. Askeri personel arasında esrarengiz intihar olayları yaşanıyor. Ve son bomba hafta sonunda patlatılıyor; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast hazırlığı iddiasıyla iki subayın gözaltına alınıp serbest bırakılması...İnsanın kanını donduran vahim olaylar, vahim iddialar birbirini kovalıyor. Ne oluyor Türkiye’ye? Bazılarının söylediği gibi, bu yolla demokratikleşiyor muyuz? Yıllardır demokrasiye musallat olmuş derin devlet çeteleri mi ayıklanıyor? Askerin siyaset üzerindeki vesayeti mi kırılıyor? Bazı devlet kurumlarının içinin çok da temiz olmadığı gerçeğini Türkiye yakın zamanda öğreniyor değil. Ama yakın zamanda yaşananlar acaba salt devleti çetelerden temizleme operasyonu mu?Tartışmalı olan nokta bu.Acaba devleti çetelerden temizleme operasyonu görüntüsü altında, derin devleti ele geçirme savaşı mı yaşanıyor?Arınç’a suikast girişimi olayı konusunda dün Genelkurmay’ın yaptığı yazılı açıklama bu açıdan son derece düşündürücü. Genelkurmay’dan yapılan açıklama ve başkent kulislerinde kulaktan kulağa fısıldanan çok çarpıcı iddialar var bu olayla ilgili olarak.Genelkurmay’ın açıklamasında deniyor ki, “Evet iki subay gözaltına alınmış, haklarında soruşturma başlatılmıştır. Ancak o iki personel, başka bir askeri personeli izlemekle görevli olarak orada bulunmaktaydı...” Kulislere yansıyan iddia şu: “Genelkurmay uzunca bir süreden beri içerden bilgi ve belge sızdırmalarına karşı kapsamlı bir soruşturma yürütüyordu. Bu çerçevede kritik bir birimde görev yapan bir subaydan kuşkulanılıyor. Sözkonusu subayın, TSK’ya karşı asimetrik psikolojik harekat yürütenlere içerden bilgi ve belge sağladığı, sahte belge üretilmesine yardımcı olduğu yönünde ciddi kuşkular vardı. Bülent Arınç’a suikast iddiası ile gözaltına alınan albay ve binbaşı işte bu personeli izliyor ve suçüstü yapmaya çalışıyorlardı.” Ve işte bu noktadan itibaren bir başka komplo teorisi devreye giriyor: “Bilgi sızdıran askeri personelin izlendiği farkedilince, sözkonusu subayla ilişkisi olanlar, devletin bir diğer istihbarat servisini harekete geçiriyor. Cumartesi gecesi gerçekleştirilen polis operasyonu ile hem Genelkurmay’ın köstebek operasyonu sonuçsuz bırakılıyor hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yürütülen psikolojik harekata dehşetengiz bir suikast iddiasıyla malzeme sağlanmış oluyor.” Kulislere yansıyan bu iddia Genelkurmay’ın yaptığı resmi açıklama ile bir ölçüde doğrulanıyor. Fakat bütün bunlar en azından şu anda iddia. Gerçek olan ise devlet organları arasındaki çatışmanın tehlikeli boyutlara varmış olması...Psikolojik savaşın, fiziki çatışmaya dönüşme riski giderek artıyor... Erzincan’da tutuklanan MİT’çiler “polisle çatışabilirdik” dememiş miydi?
Devlet kurumları arasındaki ilişkinin durumu, Kuveyt yolculuğu sırasında Cumhurbaşkanı Gül’e soruluyor:“Kurumlararası çatışma mı var?” Tabii ki, “gelişmeler hoş değil, çatışma ihtimali var” diyecek değil Cumhurbaşkanı. Çünkü Anayasa’nın 104. maddesinde sayılan Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri arasındaki en önemli görev hükmü, “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” diyor.O nedenle de bu kritik soruyu yanıtlarken şunları söylüyor Cumhurbaşkanı Gül:“Kurumlar arası işbirliği olduğu için en çok kendi aralarında konuşuyorlar. Ama çok alt seviyede yetki temsil edilirken askeri savcı ile sivil savcı ya da savcı ile bir başka kurum arasında problem olabilir. Adalet, İçişleri, Genelkurmay, istihbarat arasında çok işbirliği var. Yapılacak çok iş olunca da ortada, o zaman kurumlar arası yetki sorunu oluyor. Bu kurumlar arasında çözülmeli ama dışarı yansıyor. Çatışma yok...” Yani çatışma yok diyor cumhurbaşkanı ama bazı sorunlar olduğunu da kabul ediyor. Sorun alanını “alt seviyede” diye değerlendiriyor.Ancak gelişmelere bakıldığında sorunun pek de alt seviyede olmadığı anlaşılıyor. Bugün kurumlar arasında hem de çok ciddi ve çok üst düzeyde önemli bazı sorunlar olduğu çok açık. Sorun olmasa Yargıtay Başkanı çıkıp niye “savunma durumundayız” diye yakınmak zorunda kalsın?Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ 6 aydan beri, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı ’asimetrik psikolojik harekat’yürütülüyor” diye feryat ediyor. Bu yakınma ne anlama geliyor? Bu harekatı kim veya kimler yürütüyor? Kimler doğrudan yada dolaylı destek sağlıyor?Bunları basına ve kamuoyuna açıklamıyor Genelkurmay Başkanı. Fakat, normal olarak haftada bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile ayrı ayrı yapılan görüşmelerde ayrıntılı değerlendirmeler yaptığına kuşku yok.Ancak öyle anlaşılıyor ki bu konuda askerin, Genelkurmay’ın değerlendirmeleri ile Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın değerlendirmeleri taban tabana zıt. Örneğin Kurmay Albay Dursun Çiçek olayı... Yani, “İrtica ile Mücadele” belgesi....Genelkurmay, bu olayı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaya yönelik asimetrik psikolojik harekatın bir parçası olarak değerlendiriyor. Belgenin gerçek olmadığı, düzmece olduğu konusunda ısrarlı asker.Hükümet ise bu olayı kendisine yönelik bir cuntasal faaliyet olarak değerlendiriyor.Özetle en azından askerle hükümet arasında ciddi bir güven sorunu olduğu çok açık. Ve bu sorun aşılamıyor. Yüksek yargı ile siyasi iktidar arasındaki ilişki de çok farklı değil. Devletin zirvesindeki tablo bu. Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi belki “çatışma” yok, devlet kurumları birbirinin boğazını sıkmıyor ama “uyum” olduğunu söyleyebilmek de güç.Bu durum, kuşkusuz en az siyasi gerilim, liderlerin sert üslubu kadar rahatsız edici. Ama siyasi gerilimden duyduğu rahatsızlığı açık açık ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, devlet kurumları arasındaki soruna gelince “alt seviyede sorun oluyor” demekle yetiniyor...
Hükümet, açılımın Türkiye’yi rahatlatacağına, ulusal bütünlüğü pekiştireceğine, anaların gözyaşını dindireceğine inanıyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise tam tersine. Dün konuştuğumuz Deniz Baykal, hükümeti çok ağır ifadelerle suçluyor. Terörle pazarlık masasına oturulduğunu, Öcalan’ın siyasi şahsiyet haline dönüştürülmekte olduğunu iddia ediyor.“Girdiği açılım yolunun nereye varacağını hükümetin kendisinin de bilmediğini” söyleyen Baykal ekliyor: “Girdikleri yolun yanlış olduğunu defalarca söyledik. Şimdi bu yanlışın içinde savruluyorlar. Türkiye’ye büyük zarar veriyorlar.Açılım adına birilerini muhatap alıyorlar, onlarla iş tutuyorlar. Demokratikleşmeye, demokratik doğal hakların verilmesine kimsenin itirazı yok. Ama hükümetin muhatap aldığı tarafların anlayışı o değil. Onlar ulusal ayrışma istiyorlar. Bunu görmeyen var mı? Bunu görerek bu projeye destek olmak demek, ulusal ayrışmaya destek olmaktır. Bunların açılımdan anladıkları Türkiye’nin içinden ayrı bir millet yaratma çabasıdır. Şimdi ‘demokratik özerklik’ istiyorlar. Yarın başka bir şey derler. Bunun anlamı çok açık; bu Türkiye’yi etnik temelde ayrıştırmaktır. Şunu iyi görmek lazım bugünkü talep, demokratikleşme talebi değil, milli ayrışma talebidir.Milli ayrışmayı kabul ederseniz devleti parçalamış olursunuz. Buna da müsaade etmezler.” Bu noktada şunu soruyoruz Baykal’a:- Devletin en üst güvenlik organı olan MGK’da bu projenin konuşulup kabul edildiği söylendi. MGK milli ayrışmayı, devletin parçalanmasını kabul edebilir mi?Yanıt veriyor Baykal: “Ben MGK’da o meselenin öyle konuşulduğunu zannetmiyorum. Nasıl ve nelerin konuşulduğunu bilmiyorum ama en azından Genelkurmay Başkanı’nın 30 Ağustos’ta yaptığı açıklama ortada. O Kurul’un en azından bir kanadı hükümetle aynı çizgide olmadığını ortaya koydu...” Baykal son gelişmelerin hükümetin açılım konusunda Öcalan’la doğrudan veya dolaylı bir müzakere süreci içinde olduğu açıkça ortaya koyduğunu söylüyor.DTP’lilerin sine-i millet kararından vazgeçmesi örneğini veriyor ve şöyle devam ediyor: “Sine-i milletten Öcalan’ın kararıyla vazgeçtiklerini söylediler. Hükümet bunu hazmetti, hazmetmek zorunda kaldı. Yarın başka şeyler olacak, onları da hazmedecekler, hazmettirmeye çalışacaklar. Bütün bu olup bitenler Öcalan’ı siyasi şahsiyet haline dönüştürme çabasıdır. Ellerinde çok kötü bir kurgu var. Hükümet daha çok taviz verecek...” Baykal, hükümetin artık bu işin içinden çıkamayacağını, çabaladıkça siyaseten batacağını savunuyor. Nedenini de şu sözlerle açıklıyor: “Silah ve terör bırakılmadan masaya oturursanız bunlar olur. Bu, vahim bir hatadır, biçareliktir, perişanlıktır. Hükümet kendi kararı ile bu tuzağın içine girdi.Bunların yaptıkları, yapmaya çalıştıkları dünyada bir ilktir. Terörle, silahı bırakmamış, teslim olmamış bir terör örgütüyle pazarlığa oturdular. Bu, teröre teslim olmaktır. Yenilmiş, çaresiz kalmış, teslim olmuş taraf haline düşme durumudur bu...Bu durum, Türkiye’de maalesef çok büyük siyasi gerilimler yaratacaktır. Bu hükümet bunun altından kalkamaz, halk bunları ilk fırsatta iktidardan uzaklaştırır. Ama ne yazık ki Türkiye de ağır bedel ödeyecek. ‘Anaların gözyaşını durduracağım’ diyen bu hükümet, daha çok gözyaşı akmasına neden olacak yeni sorunlar yarattı. Türkiye’yi çok zor günler bekliyor...” Evet, Başbakan Erdoğan açılımla “umut” vaat ediyor. Baykal’ın tespitleri ise vahim bir gelecek tablosu ortaya koyuyor...
Türkiye 6-7 aydan beri açılımla yatıp açılımla kalkıyor. Konu üzerinde siyasetin zirvesinde büyük kavgalar yaşanıyor. Tartışmalar sokağa taşıyor. Fakat gelinen noktada henüz bu alanda somut bir gelişme sağlanabilmiş değil.Başbakan Erdoğan bu konuda gelinen noktayı dün önce MİT Müsteşarı Emre Taner ile görüştü. Ardından da MGK üyesi bakanlarla bir açılım toplantısı yaptı.Toplantının gündeminin “açılım” olacağı kamuoyuna duyurulmuştu. Ancak içerdeki asıl gündem ne yazık ki açılım değil, asayiş oldu.Ki, öyle olması da son derece normal. Çünkü Türkiye günlerden beri sokak terörünü tartışıyor. İstanbul’da belediye otobüsleri yakılıyor, sokaktaki araçlar tahrip ediliyor, Mersin’de karakol baskınları düzenleniyor. Güneydoğu illerinde ise durum daha da vahim...PKK’nın talimatıyla sokağa dökülen gençler bazı Güneydoğu il ve ilçelerinde kepenk kapattırıyor, kamu binalarını tahrip ediyor. Özetle kamu düzeni alt üst ediliyor, asayiş meselesi açılım gündeminin önüne geçiyor.Daha işin başında ağır yara alan hükümetin açılım projesi son olaylar üzerine iyice tıkanma noktasına geliyor. Şimdi mesele bu tıkanıklığın nasıl açılacağında...Aslında hükümetin kısa vadede yapmayı öngördüğü düzenlemelerin önünde normal olarak bir engel yok. Bunları şimdiye kadar pekala hayata geçirebilirdi. Fakat adım atmakta zorlanıyor hükümet.Muhtemelen sokak eylemlerinin tırmanması, hükümet ve iktidar partisi içinde de kafaları karıştırıyor.Örneğin taş atan çocuklarla ilgili düzenleme. Görünüşte kimsenin itiraz etmeyeceği bir düzenleme ama haftalar öncesinde Meclis’e sunulmasına karşın komisyon görüşmelerini bir türlü başlatamıyor AKP.İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 13 Kasım günü Meclis kürsüsünde sıraladığı diğer düzenlemeler, özellikle yasa değişikliği dahi gerektirmeyen özel televizyonlarda 24 saat Kürtçe yayın serbestisi gibi konularda da bugüne kadar somut bir gelişme sağlanamadı.Başbakan Tayyip Erdoğan, “İnadına demokrasi, inadına açılım” diye haykırıyor ama pratikte bir arpa boyu bile mesafe alınamıyor.Muhtemelen bu adımların da sokağın, Güneydoğu’nun tansiyonunu düşürmeye yetmeyeceğini görüyor hükümet. Çünkü Güneydoğu’nun Kürt siyasi önderlerinin dile getirdiği taleplerle hükümetin açılım planlamasının çerçevesi ne yazık ki örtüşmüyor.Örneğin, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yoluyla adım adım demokratik özerklik talebi var. Hükümet bu talebe cevap verecek bir düzenlemeyi şu aşamada yapabilir mi? Hayır.Kürtçe’nin eğitim dili olması talebi?O da mümkün değil.İmralı sakini Abdullah Öcalan ile ilgili talepler?O da çok zor. Çünkü, Öcalan serbest bırakılıncaya kadar o taleplerin sonu gelmeyecek.O nedenle hükümet şimdilik bu talepleri dinleyecek. Ortamı yatıştırmaya dönük bazı küçük adımlar, güven arttırıcı önlemler belki alacak ama bugünkü asıl öncelik kentlerdeki asayişin nasıl sağlanacağı noktasında düğümleniyor...
Her ne kadar itiraz ediliyor, Anayasa Mahkemesi’nin kararı eleştiriliyor olsa da DTP’nin kapatılması kimse için sürpriz olmadı. Bu son, dava açıldığı günden itibaren DTP’liler tarafından da İmralı (Abdullah Öcalan) ve PKK tarafından da bekleniyordu.O nedenle aylar öncesinden hazırlıklar yapılmış, yedek parti oluşturulmuş, adı, amblemi belirlenmiş, öyle bekleniyordu.Önceki gün itibariyle de kiralık parti binalarından DTP’nin tabelaları indirilip yerine BDP (Barış ve Demokrasi Partisi)’nin tabelaları asıldı.Bunda anormal bir durum yok. Yeter ki kapatılan partinin devamı yönünde güçlü deliller bırakılmasın. Eğer öyle olursa yine kapanma tehlikesi var.Meclis’e istifa dilekçelerini gönderen kapatılan DTP’nin milletvekilleri de muhtemelen bu yeni partinin çatısı altında siyasi faaliyetlerini sürdürecekler.Sürdürecekler ama nasıl?Acaba sağlıklı bir durum değerlendirmesi yapabilecekler mi? Yoksa yine bugüne kadarki kısır döngü mü yaşanacak? Yani kusuru kendilerinde aramak, “Biz nerede hata yapıyoruz?” sorusunu düşünmek yerine, “Sistem bizim legal alanda siyaset yapmamıza tahammül edemiyor. Ama biz mücadelemizi sürdüreceğiz” diyerek eski yöntemle mi yola devam edecekler?Bu nokta önemli. Çünkü eğer bunca tecrübeden sonra Kürt siyasetçiler sağlıklı bir durum değerlendirmesi yapıp, “Evet biz de hata yaptık. Terör ve terör örgütü ile aramıza mesafe koyabilmeliydik” noktasına gelirlerse Türkiye’de bambaşka bir açılım atmosferi oluşabilir.Ama acaba bunu yapabilecekler mi?Çok zor. Çünkü bunu kapatılan DTP’nin önde gelen bazı sağduyulu isimleri yapmak istedi fakat başarılı olamadılar. Parti içindeki şahin kanat ve PKK buna müsaade etmedi.Bir kaç hafta önce, henüz DTP’nin akıbeti belli olmadan bu konuyu bu partinin önemli isimlerinden biriyle konuşmuştuk. Yani terör ve terör örgütü ile araya mesaf e koyma meselesini...Açıkça sormuştuk: “Sizin PKK ve Öcalan’a rağmen siyaset yapma imkanınız yok mu?” Açıkça “var” ya da “yok” demedi. “Bölgenin realitesi, PKK gerçeği, kitlelerin talep ve özlemleri” ni uzun uzun anlattı. Yani “hayır bu mümkün değil” demeye getirdi.Kurulan yeni parti acaba bu imkanı bulabilir mi?O da büyük ölçüde Öcalan ve PKK’nın tutumuna bağlı. Sızan haberlere bakılırsa yeni parti DTP’nin çıkamadığı “bölge partisi” çizgisinin dışına çıkacak, Türkiye partisi olacakmış. Siyasetini sadece Kürt sorunu ile sınırlı tutmayacak, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin tüm sorunlarına eğilip, tüm yörelerde güçlü olmaya çalışacakmış. Teröre ve şiddete karşı duracakmış...Bunları elbette zaman gösterecek. Ancak eğer bunu yapabilirse yeni parti, bugüne kadar hep Anayasa Mahkemesi duvarına çarpan eski ekseni değiştirip, terör ve terör örgütü ile araya mesafe koyabilirse gerçekten de bugün yaşanan gerilimin dozu önemli ölçüde düşer. En önemlisi de haftalardır devam eden sokak gösterileri konusunda bu partinin alacağı tavır. Giderek tırmanan, can alan bu eylemlerin durulması konusunda yeni parti çok önemli bir rol oynayabilir...
Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan zorlu bir süreçten geçmekte olduğunu hemen herkes kabul ediyor. İktidar da muhalefet de farklı tonlarda da olsa bu gerçeği kabul ediyor.Ve bu süreçten siyasal gerilimi arttırarak değil aksine düşürerek çıkılabileceği de ortada. Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçen hafta Tiran’dan siyasi liderlere mesaj gönderdi. “Ağzınızdan çıkanı kulağınız dinlesin” dedi. Hatta tansiyonu düşürmek için liderler zirvesi yapmayı düşündüğünü, bunun için bir ön çalışma yapacağını da söyledi. Ancak Cumhurbaşkanı’nın demecinin mürekkebi bile kurumadan Başbakan Tayyip Erdoğan’dan da muhalefet liderlerinden de ret yanıtı geldi. Belli ki liderler biraraya gelmemekte kararlı. Gerilimin düşmesinin değil tırmanmasının siyaseten kendi menfaatlerine olduğunu düşünüyorlar.Bu gerilimin ülkenin menfaatine olmadığı çok açık ve net.Bu açıdan bakılınca acaba, iktidarın, bizzat Başbakan Erdoğan’ın gerilimi tırmandırıcı bir üslubu tercih etmesinin mantığı ne?Anlık öfke mi?Öyle olmadığı dünkü Meclis görüşmelerine bakıldığında görülüyor. Dünkü görüşmelerde evet, muhalefet liderleri hem açılım konusunda hem de ekonomik kriz noktasında hükümete oldukça sert, ağır eleştiriler yönelttiler. Ancak son konuşma için kürsüye gelen Başbakan Erdoğan’ın yanıtları çok daha ağır, çok daha provokatifti. Hem de öyle anlık öfke patlaması biçiminde değil. Başbakan bugüne kadar muhalefetin dile getirdiği eleştiri ve suçlamaları biriktirmiş ve sert cevap için kapsamlı bir hazırlık yapmış. Başbakan’ın yanıtı ve üslubu muhalefet liderlerine göre çok sert ve kavgacı idi dün.Başbakan adeta, “Bu noktadan sonra muhalefetle işim olmaz” dedi. Konuşmasını bütçe ve ekonomik gelişmelerden çok açılım tartışmaları üzerine kurguladı. Yeniden eski defterleri açtı. Açılım konusunda SHP ve CHP’nin eski raporlarını okuyarak Baykal ve CHP’ye yüklendi. İktidar ortağı olduğu dönemdeki ekonomik uygulamalar ve Öcalan’ın getirilişi ve idam cezasının kaldırılması süreci ile ilgili olarak da Devlet Bahçeli ve MHP’ye...Ekonomiye de az da olsa yer verdi konuşmasında Başbakan Erdoğan. Ama daha çok MHP’yi suçlamak, eleştirmek için.Geçmiş krizlerden örnekleri hatırlattı. Özellikle Bahçeli’yi eleştirirken çok çarpıcı bir iddia ortaya attı. 2001 krizinde devalüasyondan iki saat önce Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin “bankalara hortumlatıldığını, 4 milyar dolar dövizin usulsüz olarak satıldığını” söyledi.Aslında bu konu o dönemde de çok tartışılmıştı. O dönemde de bu konu üzerine araştırmalar, soruşturmalar yapılmış ve konu kapanmıştı.Dün Başbakan konuyu yeniden açtı. Yapılan işlem gerçekten Merkez Bankası dövizlerinin bankalara hortumlatılması mıydı?Başbakan’ın söyledikleri o anlama geliyor. Ama eğer öyleyse Başbakan bu konuda şimdiye kadar niye bir soruşturma açtırıp sorumluların cezalandırılmasını sağlamadı? Hortumlanan 4 milyar doları o bankalardan niye geri alma yoluna gitmedi? Yoksa sırf polemik olsun diye mi bu iddiayı gündeme getirdi?Ekonomik krizle ilgili son noktayı da koydu Erdoğan: Teğet geçiyor...Ekonomik krizin Türk ekonomisine çok ağır bir darbe indirdiğinin aslında Başbakan da farkında.Ama bu gidişle, siyasetteki bu yüksek gerilimle Başbakan Erdoğan’ın çok önem verdiği açılım projesinin ne yazık ki teğet geçme, umutların bir başka bahara kalma riski her gün biraz daha artıyor...
Cumhurbaşkanı Gül, siyasetteki yüksek gerilimi düşürmek için harekete geçiyor. Cumhurbaşkanı liderler zirvesi için ön çalışma yaptığını da söyledi Resmi görüşmelerde bulunmak için dün Arnavutluk’un başkenti Tiran’a gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetecilerin son siyasi gelişmeler, terör olayları ve açılım süreci konusunda sorularını yanıtladı. Reşadiye’de 7 askerin şehit olduğu terör saldırısının provokasyon olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Ancak bu olay kesinlikle faili meçhul kalmayacaktır” dedi.Gül soruları şöyle yanıtladı: * Türkiye’de şiddet olayları var, 7 askerimiz şehit oldu. Açılım süreciyle ilgili liderler arasında çok sert tartışmalar oluyor. Cumhurbaşkanı olarak liderleri toplamayı öngörüyor musunuz?Gün soğukkanlı, dikkatli ve sorumlu hareket etme günüdür. Gün, milli dayanışmayı gösterme günüdür. Terör örgütünün ve terör örgütlerinin, onların hedefi hep bellidir. Hep zayıflatmak ve kaos ortamı çıkartmak ve buradan devleti milleti güçsüz hale getirip bir taraftan kendi propagandalarını yapmak ve bir taraftan da empoze etmektir. Şimdi bunlara hiç fırsat vermemek gerekir. Gün birlik beraberlik ve dayanışma günüdür. Her şeyden önce büyük bir vatanseverlik duygusu içinde bunun muhakkak gerçekleşmesi gerekir. Farklı görüşler, farklı düşünceler, farklı politikalar olabilir. Bunların hepsine de saygı duyulması gerekir. Ama herkesin ağzından çıkanı kendi kulağı bir dinlesin. Herkesin ağzından çıkanı, ayrım yapmadan (iktidar - muhalefet) söylüyorum; herkesin ağzından çıkanı kulağı dinlesin. Yani üsluplar, söylenen kelimeler, seçilen şeyler... Bütün bunlar bizim için çok önemli doğrusu. Onun için benim herkese çağrım, bugün için büyük bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmek, konuşmak lazım. Tabii ki farklı görüşler, farklı düşünceler hep uzaktan söylenmeyecek ki, bir araya gelip konuşmak lazım. Yanlışlar, doğrular samimi ortamda gerekirse kapalı ortamda\’85 Kapalı derken Meclis’i de kastetmiyorum. Önemli kişiler, liderler kendi aralarında gerekirse kapalı oturumda konuşmaları gerekir. Bilgi vermeye, duyurmaya da gerek yok bunlar için. Ama böyle bir dönemde kendi ülkemizi zayıf düşürmeye hakkımız yok. Terör bugünlük bir terör değil. 10 yıl önce de vardı, on yıl sonra da...Terörü bitirmek, yeni çıkacak olan terör örgütlerine fırsat vermemek, bütün bunları tabii ki sadece Türkiye’yi idare edenler, hükümet açısından da söylemiyorum, herkese söylüyorum, daha geniş kapsamda söylüyorum, bu herkesin sorumluluğundadır.Bugün hamasetten uzak, doğru olan şeyler söylenmelidir. Bunlar her açıdan söylenebilir, dinlenebilir. Bunların konuşulması ve teröristlerin işine yarayacak şekilde, moral bozacak şekilde olmaması gerekir. Bunu herkes için söylüyorum. İktidar, muhalefet, Meclis’in dışındakiler... Herkes için söylüyorum. Gün bu gündür* Cumhurbaşkanı olarak siz parti liderlerini yuvarlak masa etrafında toplamayı düşünüyor musunuz?Ben bunu düşünüyorum. Yalnız bundan önce tabii ki bir ön çalışma yapacağım. Bunun olabilirliğini görmem lazım.* Hepsi bir arada mı tek tek mi?Hepsi bir arada. Zaten defalarca tek tek hepsiyle görüştüm. Bütün bu olayları teferruatlı bir şekilde defalarca basına yansımadan, hiçbirinizin bilgisi olmadan görüştüm. Bütün öngörülerimi teferruatlı olarak konuştum. Liderler de ona saygı gösterip, onlar da kendilerinde muhafaza ettiler. Bunun (liderler zirvesi) açıkçası bir ön çalışmasını yapacağım. Tabii ki yapmayı düşünüyorum. Olabilirliğini görürsem beraber de yapmayı düşünüyorum. Ama buna bakarak...* Bu hassas ortamda iktidar muhalefet arasında gerilim yükseldikçe bu topluma da olumsuz yansıyor...Onu söyledim. Bugün tam tersine tüm Türkiye’de moralleri daha güçlü yapmamız lazım ki terör örgütü ayıklanabilsin.* 7 askerin şehit olduğu Tokat’taki terör eylemini yapanların kim olduğuna dair istihbarat birimlerinden bilgi alacağınıza dair bir açıklamanız vardı...Bu işin zamanı, yeri, yapılış şekline baktığınızda çok aleni bir provokasyon ve bir plan var ortada. Yanlış da anlaşılmasın provokasyon deyince hemen terör örgütünün dışındakiler akla gelir, onu söylemek istemiyorum. Diyarbakır’da da hatırlarsanız 2 sene önce bir polis otosuna terör örgütü saldırmıştı. Çok sayıda polis şehit olmuştu. Onu da devlet yaptı diye yürüyüş yaptılar, ondan sonra da katilleri bulundu. PKK terör örgütünün elemanları ortaya çıktı. Başka örgütler de olabilir. Herkes olabilir... Bu iş faili meçhul kalmaz. Kesinlikle bu iş faili meçhul kalmaz. Nasıl Diyarbakır’daki bu olay 1 sene sonra da olsa ortaya çıkarıldı. Bu da muhakkak kesinlikle faili meçhul kalmayacak. Türkiye bütün varını gücünü kullanıp, bunu ortaya çıkaracaktır. Ama dikkati çekmek isterim bunun yeri, hem coğrafi olarak yeri, hem mevkii olarak yeri çok önemli. Anadolu’nun ortasındaki bir mevki olarak yeri, hem yapılış şekli, hem zamanı çok açık. Türkiye bu oyunlara gelmemesi lazım Bu işin üstesinden muhakkak kalkmamız lazım. Hep beraber. Onun için soğukkanlı, sakin, düşünüp de konuşmak lazım..* Zamanlama olarak Başbakan’ın ABD seyahati, Anayasa Mahkemesi’nde DTP davası gündemdeydi. Açılım sürecini kesmek için mi oldu bu eylem?Bütün bunlar, hepsi olabilir. Çok daha geniş bir şekilde düşünürüm doğrusu... * PKK mı?Belli örgütler var. Şunlar şunlar mı diye sorduğumda değiller diye bir bilgi yok. Hepsi olabilir. PKK örgütü dahil hepsi olabilir. * Son gelişmeler açılım sürecini nasıl etkiler?Terörle mücadele kısa orta ve uzun vadeli planlar vardır. Uzun vadeli plan şudur, terör örgütünü tecrit etmektir. Demokrasi terör örgütünü halktan tecrit eder. Terör örgütü halkla bütünleşmek ister, istismar etmek ister, halkı kullanmak ister, halkı zehirlemek ister.* Meclis’te yaptığınız açılım konuşması çok eleştirildi. Siz bugün de o konuşmanın arkasında mısınız?Meclis’te yaptığım konuşmanın tabii ki arkasındayım. Çok üzerinde fikir yürüttüğüm, hazırlandığım bir konuşma. Başka birisinin hazırladığı metni okumadım. Kendi hazırladığım bir konuşma. Cumhurbaşkanı Gül ile görüşen Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bamir Topi, “her alanda verdiği destek” için Türkiye’ye teşekkür etti. Gül daha sonra ziyaret ettiği Cumhurbaşkanı Turgut Özal Kültür ve Eğitim Merkezi’nde Arnavutlar’ın büyük sevgi gösterileriyle karşılandı.