Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, aylardan beri feryat ediyor, teminat veriyor: Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye ve hukuka saygılıdır. Darbeci niyet ve eğilim taşıyan hiçbir personel TSK bünyesinde ba-rı-na-maz...
Kamuoyunu hangi oranda ikna ettiğini kestirmek güç. Açık olan şu ki, ikna olmayan, inanmayan ciddi bir kesim var.
Çünkü, TSK bünyesinde hazırlandığı iddia edilen darbe planlarına sürekli bir yenisi ekleniyor. Türkiye son iki yıldan beri darbeyle yatıyor darbeyle kalkıyor. Her gün yeni bir darbe hazırlığına ilişkin iddialar, belgeler ortaya dökülüyor.
Bunların sonuncusunun adı “Balyoz”muş.
Gazetelerin Ankara temsilcilerine ayrıntılı bilgi veren Genelkurmay ortaya atılan darbe iddialarını kesin bir dille yalanladı. Gündemdeki ’harp oyunu’yla ilgili sonuç raporunun üç yıl önce imha edildiği de açıklandı.
Darbe iddialarının ardı arkası kesilmiyor. En son, en vahim iddia, 1. Ordu’nun plan tatbikatı seminerinde darbe ortamı hazırlamak için yapılması düşünülenler, konuşulanlar...
Kaos ortamı yaratmak için camiler bombalanacak. Hava Kuvvetleri Ege’de kendi jetlerimizi düşürecek. Hükümet aciz gösterilecek. Gazeteciler dost - düşman diye ayrılacak, yüzbinlerce insan tutuklanıp stadyumlara hapsedilecek. Bankalara el konulup yeni hükümet kurulacak.
Bu iddialar vahim ötesi...
Referandum süresini kısaltmayı öngören düzenleme henüz yasalaşmadı. Ancak anayasa tartışması giderek tırmanıyor.
Hem anamuhalefet CHP hem de MHP anayasa değişiklikleri üzerinde değil uzlaşma, bu meseleyi konuşmaya bile karşı çıkıyorlar.
Hatta AKP’nin ne yapmak, yani anayasada ne yönde değişiklik yapmayı tasarladığı konusuyla da ilgili değil muhalefet. Sadece tahmin üzerine görüş açıklıyorlar, karşı olduklarını ilan ediyorlar. İktidar da ne gibi düzenlemeler yapacağını resmen ilan etmiş değil. Sadece bazı zihni ekzersizler ve bir de parti içinden veya dışından yapılan tahmini açıklamalar var ortada.
AKP’li politikacılar örnek verirken “YÖK meselesi” diyorlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi, anayasa değişikliği atağı için koşulların olgunlaşmasını bekliyor. Eğer koşullar olgunlaşırsa uygun bir zamanlama ile bir taşla birkaç kuşu birden vurmayı planlıyor iktidar partisi.
Bugün Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlanacak olan referandum yasası bu planın hazırlığı.
İktidar partisi, anayasa değişikliği konusunda muhalefetle uzlaşamayacağını görüyor. Tek başına anayasa değişikliği için gerekli olan 367 oyu yok.
Fakat, riskli bir girişim olsa da 330 oyla da anayasa değişikliği mümkün. Ona yetiyor AKP’nin oyu.
Davutoğlu’ndan ’yeni bir açılım’ için İsrail’e 6 şart:
* Barışçıl bir dil kullanmalı
* Barışçıl bir politika uygulanmalı
* Bölge halklarına saygılı davranmalı
Başlangıçta anayasal devlet kurumları arasında güven bunalımından, uygulamadaki bazı yetki sıkıntılarından söz ediliyordu. Son dönemdeki durum bunun çok ötesinde. Bugün artık durumu açıklamak için “güven bunalımı” değerlendirmesi çok hafif kalıyor. Bugünkü tablo tam anlamıyla çatışma, hatta devlet krizi tablosu.
Ancak Başbakan Erdoğan “hayır” diyor. Bu yöndeki tespit ve değerlendirmeleri reddediyor.
Reddetmenin de ötesinde muhalefet liderlerini, bu yöndeki açıklamaları nedeniyle sorumsuzlukla suçluyor.
Dün partisinin grup toplantısında bu konuya değinirken şunları söylüyor Başbakan Erdoğan:
Türkiye nereye gidiyor? Siyasi iktidar, asker, polis, yargı başta olmak üzere devlet kurumları arasındaki gerilim neyin işareti? Devlet organları çatışıyor mu?
Gelişmeler, ülkenin içine sokulduğu rota, bizi gerçek demokrasiye mi götürüyor yoksa bazılarının iddia ettiği gibi kaosa, tek parti diktasına mı sürüklüyor?
Son dönemde ülke gündemiyle ilgili hemen bütün tartışmalar bu sorular ekseninde yürüyor.
Ve en tepedeki siyasetçiden medyaya, toplumun hemen tüm kesimlerine kadar bu noktada da derin bir bölünme, cepheleşme yaşıyor Türkiye.
Hükümet son çeyrek asrın en iddialı ulusal projesini hayata geçirme iddiasında. “Anaların gözyaşını dindireceğim, 80 yıldır çözülemeyen Kürt meselesini çözeceğim” diye yola çıkıyor.
Yola çıkıyor ama yol hazırlığının, elle tutulur, tutarlı, gerçekçi bir yol haritası olmadığı da her adımda bir kez daha ortaya çıkıyor.
Önce 19-20 Ekim günlerinde Habur’da yaşananlar; kamuoyunda infiale neden olan görüntüler.
DTP’nin kapatılması ve sonrasında yaşananlar.