Adana Büyükşehir Belediyesi’nde geçen hafta patlak veren skandal, yolsuzlukla mücadele konusunda “örnek olay” olmaya aday görünüyor. Çünkü Belediye Başkanı’nın bağlı olduğu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, konuyla ilgili olarak dün son derece net ve örnek bir duruş sergiledi. Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, tutumunu iki cümleyle son derece açık ve net biçimde ortaya koydu. Birincisi, Belediye Başkanı Aytaç Durak ve rant paylaşımı kavgası içinde oldukları ileri sürülen yine MHP’li Belediye Meclisi Üyesi Mustafa Tuncel’e yönelik mesaj: Hemen partimizden istifa ediniz...
İkincisi de, İçişleri Bakanlığı’na ve Cumhuriyet Savcılıklarına: Harekete geçin, gereğini yapın. Bahçeli’nin yolsuzlukla mücadele açısından bir kilometre taşı olabilecek bu tutumu, yolsuzluk iddiaları karşısında gösterilmesi gereken samimi tavrın çarpıcı bir örneği.
Belediye Başkanı suçlu veya kusurlu olabilir, masum da olabilir, partili arkadaşının iftirasına da uğramış olabilir. Bunlar soruşturma sonucunda ortaya çıkacak. Ama o süreçte siyasi himaye görmeyeceği kesin. Tabii ki bu tutumla olayın partisine zarar vermesinin önüne geçmeyi de hedeflemiş olabilir Bahçeli.
Aslında Bahçeli’nin koruması olsa da olmasa da, İçişleri Bakanlığı’nın, Durak’la ilgili iddialar konusunda harekete geçeceği kesindi. Bu hem bakanlığın görevi idi hem de zaten iktidar partisi, Aytaç Durak’ı seçim döneminden beri yakın izlemeye almıştı.
Ülke gündemini uzunca bir süreden beri Ergenekon ve benzeri darbe iddiaları, operasyonlar, soruşturma ve yargılamalar belirliyor.
Türkiye tarihinin en yakıcı işsizlik sorunuyla karşı karşıya ama bu konu tartışma gündeminde kendine yer bulamıyor. Ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, yolsuzluk gibi konular da öyle...
Geçen haftanın gündemine de Ankara’daki “kamyon vak’ası” damgasını vurdu.
TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)’ya ait el bombalarını Ankara’ya taşıyan kamyonun polis tarafından yakalanıp Emniyet’e çekilmesi olayı...
Ergenekon, Balyoz, Kafes derken darbe soruşturmaları geçen hafta sonundan itibaren yeni bir aşamaya girdi.
Yaklaşık 2,5 yıl önce Ergenekon’la başlayan darbe soruşturmalarına Türk Silahlı Kuvvetleri hep mesafeli duruyordu. Hem önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, hem de şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu çerçevedeki iddiaların TSK’yı yıpratma amaçlı olduğunu düşünüyorlar, hatta TSK’ya karşı yürütülen asimetrik psikolojik harekata malzeme sağlandığından yakınıyorlardı.
Fakat geçen hafta sonundan itibaren Genelkurmay’ın tutumunda çok ciddi bir değişim oldu.
Genelkurmay’ın görevlendirdiği bilirkişi, Balyoz planları konusunda, “Belgeler eğer gerçekse bu bir darbe planıdır” dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan anayasa değişikliği ve yargı reformu konusunda son derece kararlı. Ancak anayasa değişikliği konusunda sadece Başbakan ve partisinin kararlılığı yetmiyor. Asgari siyasal mutabakat da gerekiyor.
Zaten anayasa değişikliği için en az 367 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu sayıya ulaşmanın yolu CHP ve MHP ile uzlaşma aramaktan geçiyor.
Bu amaçla önümüzdeki günlerde iktidar partisi yetkilileri CHP ve MHP’nin kapısını çalacaklar. Fakat, her iki muhalefet partisi de uzlaşmaya kapalı duruyor. Bu dönemde, bugünkü iktidar çoğunluğunun anayasa değişikliği yapmasına her iki parti de şiddetle karşı.
Bu durumda anayasa değişikliği nasıl gerçekleşecek?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iki üç hafta öncesine kadar bazı tereddütleri vardı. Mutabakat arıyordu, mutabakatsız bir anayasa değişikliğinin, referandum sürecinin risklerinden çekiniyordu.
Fakat yargıda Erzincan-Erzurum hattında iplerin kopmasıyla patlak veren yargı krizinin Erdoğan’a bütün riskleri göze aldırdığı anlaşılıyor.
HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu)’nın Erzurum’daki özel yetkili savcıları görevden alması, ardından olayla ilgili olarak yüksek yargı organları arasındaki en üst düzeydeki dayanışma gösterileri ve hükümete, Adalet Bakanı’na yönelik sert çıkışlar Erdoğan açısından deyim yerindeyse bardağı taşıran son damla oldu.
Bu gelişmeler üzerine Başbakan Erdoğan, son kararını verdi: Uzlaşmayla ya da uzlaşmasız her ne pahasına olursa olsun yargı reformu yapılacak. Bunun için gerekirse bütün riskleri göze alabiliriz...
Kurumlararası güvensizliğin, uyumsuzluğun giderek çatışmaya dönüştüğü bunun da devlet krizine yol açabileceği konuşuluyordu.
İş artık o noktayı geçti. Yaşananlar her bakımdan ağır bir devlet krizi.
O nedenle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, iki gündür uyarıyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü göreve çağırıyor. Yaşanan devlet krizinin rejim krizine dönüşme hatta ülkenin bekasını tehlikeye düşürme riski taşıdığını söylüyor.
Bahçeli, Cumhurbaşkanı’nın devlet zirvesini toplayıp, ortamı sakinleştirmesini öneriyor ve ardından da bir an önce seçime gidilmesini istiyor.
Balyoz operasyonu ve sorgulamalar İstanbul’da devam ederken Ankara’da da siyaset “Ne oluyoruz?”, “Nereye gidiyoruz?” sorularına yanıt arıyor.
Muhalefete ve toplumun önemli bir kesimine göre Türkiye giderek vahim bir noktaya doğru sürükleniyor.
Gerçekten de uzunca bir süreden beri ülkede yaşananlar olağan, normal değil. Sürdürülebilir de değil.
Ve ne yazık ki, normalleşme yönünde bir umut kırıntısı da yok gibi.
“Balyoz Darbe Planı” iddiaları akıllara 12 Mart döneminin ünlü Balyoz operasyonlarını getirmişti. Bu plan gerçekse bile kağıt üzerinde kaldı ama dün Ergenekon savcılarının gerçekleştirdiği operasyon adeta 12 Mart’taki Balyoz operasyonları gibiydi. Tek farkla ki o dönemde askerler yapmıştı operasyonu, şimdi askerlere karşı yapıldı.
Dün yaşananlar tam anlamıyla “balyoz” depremiydi. 17 emekli general ve amiral ile 4 muvazzaf amiralin de aralarında bulunduğu 50 civarında emekli ve muvazzaf TSK personeli dün gözaltına alındı.
Demokrasi tarihimizin en kapsamlı, en etkili darbe soruşturması gerçekleşti dün. Ergenekon operasyonları bile gölgede kaldı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Balyoz planlarında olduğu iddia edilen cami bombalamak, Türk jetlerini düşürmek gibi iddiaları “vicdansızlık” diye niteleyerek reddetmiş ve lanetlemişti.