Yolsuzlukla mücadele örneği...

16 Mart 2010

Adana Büyükşehir Belediyesi’nde geçen hafta patlak veren skandal, yolsuzlukla mücadele konusunda “örnek olay” olmaya aday görünüyor. Çünkü Belediye Başkanı’nın bağlı olduğu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, konuyla ilgili olarak dün son derece net ve örnek bir duruş sergiledi. Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, tutumunu iki cümleyle son derece açık ve net biçimde ortaya koydu. Birincisi, Belediye Başkanı Aytaç Durak ve rant paylaşımı kavgası içinde oldukları ileri sürülen yine MHP’li Belediye Meclisi Üyesi Mustafa Tuncel’e yönelik mesaj: Hemen partimizden istifa ediniz...İkincisi de, İçişleri Bakanlığı’na ve Cumhuriyet Savcılıklarına: Harekete geçin, gereğini yapın. Bahçeli’nin yolsuzlukla mücadele açısından bir kilometre taşı olabilecek bu tutumu, yolsuzluk iddiaları karşısında gösterilmesi gereken samimi tavrın çarpıcı bir örneği.Belediye Başkanı suçlu veya kusurlu olabilir, masum da olabilir, partili arkadaşının iftirasına da uğramış olabilir. Bunlar soruşturma sonucunda ortaya çıkacak. Ama o süreçte siyasi himaye görmeyeceği kesin. Tabii ki bu tutumla olayın partisine zarar vermesinin önüne geçmeyi de hedeflemiş olabilir Bahçeli. Aslında Bahçeli’nin koruması olsa da olmasa da, İçişleri Bakanlığı’nın, Durak’la ilgili iddialar konusunda harekete geçeceği kesindi. Bu hem bakanlığın görevi idi hem de zaten iktidar partisi, Aytaç Durak’ı seçim döneminden beri yakın izlemeye almıştı.Geçen dönemde AKP’den belediye başkanı olan Durak, son seçimlerde aday gösterilmeyince, MHP’nin yolunu tutmuş ve belediye başkanlığını da beraberinde götürmüş, AKP’ye ağır bir darbe indirmişti. O günden beri AKP’nin Durak’la ilgili ciddi iddiaları vardı ve bunlar muhtemelen araştırılıyordu. Tabii akla şu soru gelebilir: İktidar partisinin madem kuşkusu vardı geçen dönemde kendi partilerinden belediye başkanlığı yaparken niye bunların üstüne gitmedi?Bu sorunun yanıtı açıkta...Yanıtı ortada olan başka sorular da var. Örneğin muhalefet partilerine ait belediyelerdeki yolsuzluk iddiaları karşısında büyük hassasiyet gösteren hükümet, acaba kendi belediyelerine, kendi belediye başkanlarına karşı da aynı hassasiyeti gösterebiliyor mu?CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dünkü soruları ve eleştirileri de bu nokta üzerinde yoğunlaşıyor. Örneği Deniz Feneri soruşturmasından veriyor Baykal ve diyor ki;“Başbakan, ’Adana Büyükşehir Belediye Başkanı soruşturulsun’diyor. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı da soruşturulsun, Zahid Akman da, sen de, ben de soruşturulalım, hepimiz soruşturulalım. Niye sadece Adana Belediye Başkanı?” Bugüne kadar AKP’li belediye başkanları hakkında yüzlerce iddia ortaya atıldı. CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, bazı AKP’li belediyelerle ilgili çok ciddi belgeler, dosyalar koydu ortaya. Sonuç ne oldu? AKP’de iki genel başkan yardımcısı istifa ettirildi ama belediye başkanlarına pek bir şey olmadı. Acaba iktidar partileri de Devlet Bahçeli’nin dünkü tutumunu sergileyebilseler ne olur?Çok şey. Belki çok can yanar ama yolsuzlukla mücadele konusunda Türkiye gerçekten de ciddi bir adım atmış olur.

Devamını Oku

Kamyon tartışması nasıl bitecek?

16 Mart 2010

Ülke gündemini uzunca bir süreden beri Ergenekon ve benzeri darbe iddiaları, operasyonlar, soruşturma ve yargılamalar belirliyor.Türkiye tarihinin en yakıcı işsizlik sorunuyla karşı karşıya ama bu konu tartışma gündeminde kendine yer bulamıyor. Ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, yolsuzluk gibi konular da öyle...Geçen haftanın gündemine de Ankara’daki “kamyon vak’ası” damgasını vurdu.TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)’ya ait el bombalarını Ankara’ya taşıyan kamyonun polis tarafından yakalanıp Emniyet’e çekilmesi olayı...Savcılık soruşturmaya gerek olmadığına karar verip kamyonu serbest bıraktı ama bu olayla ilgili tartışma kolay kolay bitecek gibi gözükmüyor.Çünkü olay vahim olmanın da ötesinde. Ülkenin dış ve iç güvenlikle ilgili en önemli kurumu, milli ordusu adeta suç örgütü muamelesi görüyor.Kimin gönderdiği, nereden gönderildiği belli olmayan imzasız bir ihbar maili TSK’yı kamuoyu nezdinde yıpratacak, rencide edecek bir muamele için yeterli görülebiliyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da Milliyet’ten Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalarda olaya büyük tepki gösteriyor.Başbuğ’un tepkisi, ihbarın yapılmasından çok, bunun ciddiye alınmasına ve ardından izlenen yönteme yönelik. “Ben böyle bir ihbarın doğru olabileceğinin düşünülmesini bile çok ürkütücü buluyorum” diyor Orgeneral Başbuğ.Gerçekten de ürkütücü. Ülkenin iç güvenlik örgütü polis, ülkenin en önemli dış güvenlik kurumu olan, yıllardan beri bölücü terör belası yüzünden iç güvenlik harekatları yürüten milli ordunun, kurumsal olarak örgütlü bir biçimde suça hazırlanmakta olduğundan kuşkulanabiliyor. İhbarı ciddiye alıyor. Dahası Cumhuriyet Savcısı da buna inanıyor. O nedenle kamyon yakalanıyor, yolundan çevrilip Emniyet’e götürülüyor ve ne polis ne de savcılık Genelkurmay’a veya Merkez Komutanlığı’na telefon edip “Böyle bir ihbar aldık. Bu olaydan haberiniz var mı?” diye sorma gereği duymuyor. Duymuyor; muhtemelen, suç sayılan veya sanılan eylemin kurumsal olarak, örgütlü biçimde işlenebileceği ihtimali düşünülüyor.Evet bu derin güvensizlik gerçekten de ürkütücü...TSK bakımından daha da ürkütücü olan nokta, nefes alışlarının bile izleniyor, dinleniyor oluşu.Özellikle son birkaç yıldan beri TSK’nın bütün gizli bilgi ve belgelerinin, Dağlıca ve Aktütün olaylarında olduğu gibi bazı operasyon raporlarının bile bütün ayrıntılarıyla gazete sayfalarını süsleyebilmesi. Bu durum, gizliliğin esas olduğu bir kurum açısından gerçekten vahim bir durum.Ve sızan bilgi ve belgelerin hangisinin gerçek, hangisinin gerçek dışı olduğu da belli değil.Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu durumu, öteden beri TSK’ya karşı yürütülen “asimetrik psikolojik harekat” diye açıklıyor. Bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor.Gerçekten de bütün bunlar o asimetrik psikolojik harekatın bir sonucu ise bu harekatı yürüten, yönlendiren örgüt çok güçlü. Öyle anlaşılıyor ki, TSK bu harekata karşı mücadelesinde devletin diğer kurumlarından yeterli destek alamıyor.Başbuğ’un yakınmalarından çıkan sonuç bu.

Devamını Oku

Tek kişilik cunta olur mu?

2 Mart 2010

Ergenekon, Balyoz, Kafes derken darbe soruşturmaları geçen hafta sonundan itibaren yeni bir aşamaya girdi.Yaklaşık 2,5 yıl önce Ergenekon’la başlayan darbe soruşturmalarına Türk Silahlı Kuvvetleri hep mesafeli duruyordu. Hem önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, hem de şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu çerçevedeki iddiaların TSK’yı yıpratma amaçlı olduğunu düşünüyorlar, hatta TSK’ya karşı yürütülen asimetrik psikolojik harekata malzeme sağlandığından yakınıyorlardı.Fakat geçen hafta sonundan itibaren Genelkurmay’ın tutumunda çok ciddi bir değişim oldu.Genelkurmay’ın görevlendirdiği bilirkişi, Balyoz planları konusunda, “Belgeler eğer gerçekse bu bir darbe planıdır” dedi.Hemen ardından Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu öne sürülen ıslak imzanın inceleme süreci tamamlandı. Ve Genelkurmay Askeri Savcılığı, Kurmay Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasını talep etti. Çünkü “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” adı verilen belgenin altındaki ıslak imzanın Çiçek’e ait olduğu Jandarma Kriminal Laboratuvarı incelemesinde de kesinlik kazandı.Askeri Mahkeme Çiçek’in tutuklanması talebini reddetti. Ancak bu dava artık farklı bir aşamaya girmiş durumda.Şu an itibariyle her şey iddiadan ibaret olsa da iddialar ciddi, hatta vahim bulunmuştur.Askeri savcılık bu belgenin Albay Çiçek tarafından hazırlandığı kanaatine varmış olduğuna göre kovuşturma süreci bundan sonra nasıl işleyecek?Genelkurmay Karargahı’nın en kritik biriminde görev yapan Albay Çiçek, herhalde canı sıkıldığı için böyle bir rapor hazırlayıp altına imzasını attıktan sonra bunu Ergenekon savcılarının eline geçecek bir adrese bırakmadı.Eğer bu belge gerçekse ve Çiçek tarafından hazırlandıysa, buna kendi başına karar vermiş olması mümkün değil. Bir üst makamdan emir almış olması gerekir. Üst makam, korgeneral rütbesindeki Genelkurmay Harekat Başkanı. Aslında o da yeterli değil. Harekat Başkanlığı’nın da bu emri, bağlı olduğu Genelkurmay 2. Başkanı’nın talimatı üzerine vermiş olması gerekiyor. TSK’daki normal işleyiş ve prosedür bu.Genelkurmay Karargahındaki emir - komuta zinciri bozulmadıysa, bu zincirin dışına çıkılmadıysa normal işleyişin bu olması gerekiyor. Eğer zincir koptuysa o zaman durum daha da vahim.Askeri savcılığın yürüttüğü soruşturma ve Çiçek’in tutuklanması talebine kadar geçen sürede kimlerin ifade ve bilgisine başvurduğu, ne gibi bulgulara ulaştığı şimdilik bilinmiyor. Hazırlık soruşturmasının gizliliği kapsamında bu bilgiler gizli...Ancak hemen herkesin tahmin edebileceği bir gerçek var ki Çiçek eğer bu belgeyi hazırladıysa sorumlusu tek başına kendisi olamaz. Emir komuta zinciri dışında bu fiilleri gerçekleştirmiş olsa bile tek kişilik cunta olamayacağına göre Albay Çiçek’in bu işin tek sorumlusu olması mümkün değil...

Devamını Oku

Kilidi açacak formül seçim barajı...

1 Mart 2010

Başbakan Tayyip Erdoğan anayasa değişikliği ve yargı reformu konusunda son derece kararlı. Ancak anayasa değişikliği konusunda sadece Başbakan ve partisinin kararlılığı yetmiyor. Asgari siyasal mutabakat da gerekiyor.Zaten anayasa değişikliği için en az 367 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu sayıya ulaşmanın yolu CHP ve MHP ile uzlaşma aramaktan geçiyor. Bu amaçla önümüzdeki günlerde iktidar partisi yetkilileri CHP ve MHP’nin kapısını çalacaklar. Fakat, her iki muhalefet partisi de uzlaşmaya kapalı duruyor. Bu dönemde, bugünkü iktidar çoğunluğunun anayasa değişikliği yapmasına her iki parti de şiddetle karşı.Bu durumda anayasa değişikliği nasıl gerçekleşecek?İktidar partisinin milletvekili sayısı ise 337. Meclis Başkanı oy kullanamayacağı için 336.Yani uzlaşma olmaksızın girişilecek bir anayasa değişikliğinin Meclis’te 367’yi bulabilmesi olanaksız. AKP tek başına ancak referandum yoluyla bir değişikliğin önünü açabilir . Ki o noktada da Başbakan Erdoğan’ın da söylediği gibi “bıçak sırtı” bir durum sözkonusu .Oylamalar sırasında eğer AKP, 7 fire verirse proje daha ilk adımda çıkmaza girecek. Bu ihtimal de yok değil. Çünkü iktidar partisi içinde “açılım” tartışmaları ile başlayan ve son dönemdeki gerilimlerden, krizlerden de rahatsızlık duyan 20’ye yakın milletvekili olduğu söyleniyor. Gizli oylamada bu milletvekillerinin anayasa değişikliği lehinde oy kullanmaması değişikliği tümden imkansız hale getirebileceği gibi parti içinde de ciddi krizler çıkarabilir. Bu riski aşmanın, referandum yoluyla da olsa 330’un üzerinde oyla anayasa değişikliğini geçirebilmenin aslında garantili bir yolu var.Şimdilik yüksek sesle telaffuz edilmiyor ama bazı AKP kurmaylarının kafasında olan formül de bu... Özel bir pazarlık görüntüsü verilmeksizin BDP’nin desteğini almak.Olmayacak şey değil. BDP anayasa değişikliğine destek verebilir. Ama, sadece yargı reformu, parti kapatmalarının zorlaştırılması ve Türkiye Milletvekilliği temel düzenlemelerine dayalı paketin BDP desteğini alabilmesi zor.BDP parti kapatmalarına ilişkin hükümlerden elbette muzdarip. Ancak o siyasi gelenek bu zorluğa alıştı. Zor da olsa, ızdıraplı da olsa isim ve amblem değişikliği ile yola devam edebiliyor. Asıl sıkıntı seçim barajında...Eğer pakete seçim barajının yüzde 10’dan yüzde 5’e çekilmesine ilişkin hükmü de eklenirse BDP’nin, hatta DSP’lilerin desteği kendiliğinden gelebilir.Bu formülün ayrıca referandumda da dengeleri değiştireceğine hiç kuşku yok.Baraj sorunu yaşayan bütün partiler iktidarla birlikte “evet” kampanyasına katılabilir. Başta SP, DP ve BBP olmak üzere parlamento dışındaki yüzde 10 mağduru bütün partilerin vereceği destek referandumu da garantiye almaya yetebilir...O nedenle anayasa paketine son anda baraj hükmü eklenmesi sürpriz olmaz.

Devamını Oku

Erdoğan yargı reformunda kararlı

26 Şubat 2010

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iki üç hafta öncesine kadar bazı tereddütleri vardı. Mutabakat arıyordu, mutabakatsız bir anayasa değişikliğinin, referandum sürecinin risklerinden çekiniyordu. Fakat yargıda Erzincan-Erzurum hattında iplerin kopmasıyla patlak veren yargı krizinin Erdoğan’a bütün riskleri göze aldırdığı anlaşılıyor. HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu)’nın Erzurum’daki özel yetkili savcıları görevden alması, ardından olayla ilgili olarak yüksek yargı organları arasındaki en üst düzeydeki dayanışma gösterileri ve hükümete, Adalet Bakanı’na yönelik sert çıkışlar Erdoğan açısından deyim yerindeyse bardağı taşıran son damla oldu.Bu gelişmeler üzerine Başbakan Erdoğan, son kararını verdi: Uzlaşmayla ya da uzlaşmasız her ne pahasına olursa olsun yargı reformu yapılacak. Bunun için gerekirse bütün riskleri göze alabiliriz...Erdoğan bu yaklaşımını 18 Şubat günü görüştüğü Ümit Boyner başkanlığındaki TÜSİAD yönetimine de aktardı.O görüşmede de demokratikleşme, anayasa değişikliği ve yargı reformu konusunda Erdoğan’ın verdiği mesajlar şu şekilde özetlenebilir:“En azından yargıda reform için, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığının sağlanması için anayasa değişikliğini şart görüyorum. Yargıdaki bu durum artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. Böyle devam ederse Türkiye hakimler devleti haline gelecek. Buna müsaade edemeyiz. Etmeyeceğiz...” Yine o görüşmede Başbakan Erdoğan’ın söylediklerinden anayasa değişiklik paketinde kesin olarak yer alacak üç temel unsur ortaya çıkıyor:1. Yargı reformu: HSYK’nın yapısı kesin olarak değiştirilecek. Yargıtay ve Danıştay’ın kendi aralarından HSYK üyelerini belirlemesi, sonra da HSYK’nın bu yüksek mahkeme üyelerini belirleme sistemi kaldırılacak. HSYK’nın üye sayısı arttırılacak, Meclis’in de HSYK’ya üye seçmesi sağlanacak. Askere sivil yargının önü kesinlikle açılacak. Askeri Yargıtay kaldırılacak.2. Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili hükümler yeniden düzenlenecek. Venedik kriterleri esas olacak. Parti kapatmak zorlaştırılacak, terörle bağı kurulamayan, teröre bulaşmamış partiler kapatılmayacak. Başsavcının kapatma davası açması da belirli koşullara bağlanacak.3. Seçim Barajı: Erdoğan yüzde 10’luk seçim barajının yüzde 5 veya 7’ye indirilmesini de incelettiriyor. Ancak bu konuda bazı tereddütleri var. Barajın düşürülmesi ihtimali var ama zayıf. Fakat bunun yanı sıra temsil adaletini bir nebze de olsa arttırılabilmek amacıyla Türkiye milletvekilliği sistemi ile bir düzenleme yapılacak. Parlamentonun 450 üyesi mevcut sistemle belirlenecek. “Türkiye Milletvekilliği” diye adlandırılan 100 üyenin belirlenmesinde ise baraj aranmayacak. Bu 100 milletvekili her partinin aldığı oy oranına göre paylaştırılacak. Seçimde yüzde 1 oy alan parti de 1 milletvekiliyle parlamentoda temsil edilebilecek.Erdoğan’ın anayasa değişikliğinde olmazsa olmazları özetle böyle.En önemli düzenleme kuşkusuz yargı reformu. Bu reformu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de önemsiyor. Ancak inatlaşarak değil, uzlaşmayla, hem siyasal hem de toplumsal uzlaşmayla bu reformun gerçekleşmesini arzuluyor Gül. O nedenle hafta başında görüştüğü Yargıtay ve Danıştay Başkanlarına bu konuda bazı tavsiyelerde bulundu.Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in Yargıtay ve Danıştay başkanları ile ayrı ayrı yaptığı görüşmelerin ana gündemini de yargı reformu oluşturdu.Peki bir uzlaşma, asgari mutabakat zemini oluşturulabilir mi?Zayıf ihtimal gibi gözüküyor. Bu konu referanduma gidecek de acaba ne zaman?Hemen mi yoksa genel seçimle birlikte mi?Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde netleştireceği kararına bağlı...

Devamını Oku

Devlet krizi ve yargı...

24 Şubat 2010

Kurumlararası güvensizliğin, uyumsuzluğun giderek çatışmaya dönüştüğü bunun da devlet krizine yol açabileceği konuşuluyordu.İş artık o noktayı geçti. Yaşananlar her bakımdan ağır bir devlet krizi. O nedenle MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, iki gündür uyarıyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü göreve çağırıyor. Yaşanan devlet krizinin rejim krizine dönüşme hatta ülkenin bekasını tehlikeye düşürme riski taşıdığını söylüyor.Bahçeli, Cumhurbaşkanı’nın devlet zirvesini toplayıp, ortamı sakinleştirmesini öneriyor ve ardından da bir an önce seçime gidilmesini istiyor.Gelişmelerin vehametinin elbette Cumhurbaşkanı da farkında. Cumhurbaşkanı geçen hafta patlak veren yargı krizinin çözümü için yüksek yargı organlarının başkanları ile görüşüyordu. Fakat üç gün önce gerçekleşen Balyoz Operasyonu ile tetiklenen son kriz geçen hafta yaşanan yargı krizini bile gölgede bıraktı.Özellikle de dün tüm orgenerallerin katılımıyla Genelkurmay’da yapılan kritik toplantı ve ardından yapılan “durum ciddi” şifreli kısa açıklama, gerilimin boyutlarını büyütmüş durumda.Aslında hukukun, yargının işlediği normal bir demokraside yargısal bir faaliyetin derin bir devlet krizine neden olması anlaşılabilir bir durum değil elbette.Ne yazık ki bugünün Türkiye’sinde bunlar kriz sebebi oluyor.Oluyor çünkü Türkiye’de artık işin tam anlamıyla çivisi çıkmış durumda.Krizlere karşı emniyet subapı olması, son çare olması gereken yargı bugün kriz sebebi.O yüzden bugün Meclis’in ana gündemi yargı. CHP’nin hükümetin yargıya müdahaleleri ile ilgili olarak İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında verdiği gensoru bugün görüşülecek.Yeniden 19-20 Ekim 2009 tarihlerinde Habur’dan giriş yapan PKK militanlarının yargılanıp serbest bırakılmasında siyasetin rolü tartışılacak.Yeniden Erzincan-Erzurum hattında yaşananlar ve geçen hafta Erzincan Başsavcısı’nın gözaltına alınıp tutuklanmasıyla patlak veren krizin sebepleri tartışılacak.İktidar-cemaat ilişkilerinin yargı üzerindeki etkileri konuşulacak.Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin icraatları konuşulacak.Tabii bu arada Ergenekon soruşturmaları, son krizin sebebi Balyoz operasyonları da gündeme gelecek. Çok sert tartışmaların yaşanacağına kuşku yok.Ama sonuç çıkacak mı? Hayır çıkmayacak...Muhalefet tespitlerini kayda geçirecek ama bakan iktidar partisinin oylarıyla aklanacak, görevine devam edecek.Gensorunun ülkede bugün yaşanmakta olan ağır devlet krizinin aşılmasına katkı yapması da beklenmiyor.Krizin aşılıp aşılamaması veya şiddetinin hafifletilebilmesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bugün yapacağı görüşmeye, bir de İstanbul’daki özel yetkili ağır ceza mahkemesi yedek hakimliğinin vereceği kararlara bağlı.Cumhurbaşkanı Gül bugün Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile zirve toplantısı yapacak. Bu kritik zirve acaba ortamı yumuşatabilecek mi?

Devamını Oku

Ankara’da Balyoz sancısı

23 Şubat 2010

Balyoz operasyonu ve sorgulamalar İstanbul’da devam ederken Ankara’da da siyaset “Ne oluyoruz?”, “Nereye gidiyoruz?” sorularına yanıt arıyor.Muhalefete ve toplumun önemli bir kesimine göre Türkiye giderek vahim bir noktaya doğru sürükleniyor. Gerçekten de uzunca bir süreden beri ülkede yaşananlar olağan, normal değil. Sürdürülebilir de değil.Ve ne yazık ki, normalleşme yönünde bir umut kırıntısı da yok gibi.Dün Meclis’te muhalefet partilerinin haftalık olağan grup toplantıları vardı. Hem CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hem de MHP Lideri Devlet Bahçeli yine iktidarı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı çok sert ifadelerle eleştirdiler.Her iki liderin de ortak görüşü, iktidarın gerilimden siyasi rant devşirme stratejisi güttüğü yönündeydi. Deniz Baykal, “Birileri (iktidar), masadan hesabı ödemeden kaçmanın planlarını yapıyorlar. Hır çıkarıp dayak yiyecek, yiyince de ağlaşacak...” Baykal, iktidarın yargıyı ve askeri tahrik ederek sorun çıkarmaya çalıştığını ima ediyor; yani kapatma davası veya askerin gelişmelere 27 Nisan 2007 benzeri sert reaksiyon vermesi ile...Yaşanan son gelişmelere bakılırsa mantıklı sayılabilir...Ancak iktidar cephesinden bakıldığında ise bu gelişmeler normal hukuk sürecinin doğal bir sonucu. Hiçbir şeyin üstünün örtülmemesi, bir yanlışlık varsa ortaya çıkarılması ve sorumlularının hesap vermesinden ibaret.Acaba gerçekten öyle mi? Arkasında hiçbir siyasi hesap yok mu?Bazılarına göre yok, bazılarına göre var...Asker cephesine gelince... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelişmelerden mutluluk duyduğu, “Bunlar hukukun gereğidir” diye düşündüğü elbette söylenemez.“Balyoz” soruşturmasının, emekli ve muvazzaf komutanların, general ve amirallerin gözaltına alınmasının Orgeneral Başbuğ’u “Sabrımız taşıyor” sözlerini yeniden akıllara getiriyor. Önceki gün başlayan operasyon acaba o sabır sınırını ne ölçüde zorluyor?Bilemiyoruz...Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelişmelerden duyduğu rahatsızlık katsayısının çok yüksek olduğu kuşkusuz.Başbakan Yardımcısı (Erdoğan yurt dışında olduğu için aynı zamanda Başbakanvekili) Cemil Çiçek’in önceki günkü sürpriz Genelkurmay Karargahı ziyareti de manidar.Çiçek, bu görüşme ile ilgili açıklamasında, “Önceki gün bir gazetede gündeme gelen ‘işaret ve parola’ olmak üzere, bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile görüşme yapılmıştır” diyor.Ancak önceki gün olup bitenler gözönüne alındığında bu kritik görüşmenin sadece “işaret ve parola”dan ibaret olduğuna inanabilmek güç.Askerin rahatsızlığını, duyduğu tepkiyi en üst seviyede Başbakan Yardımcısı’na iletmiş olması kuvvetle muhtemel.Ve Çiçek’in bu kritik görüşmenin ardından dün de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den randevu istediği ortaya çıktı. Ancak bu bilginin basına yansıması ve spekülasyonların yoğunlaşması üzerine, “Yanlış anlaşılabilir” gerekçesiyle bu randevu iptal edildi.İptal edildi ama bu bile spekülasyonların önünü kesmedi.

Devamını Oku

Balyoz operasyonu...

22 Şubat 2010

“Balyoz Darbe Planı” iddiaları akıllara 12 Mart döneminin ünlü Balyoz operasyonlarını getirmişti. Bu plan gerçekse bile kağıt üzerinde kaldı ama dün Ergenekon savcılarının gerçekleştirdiği operasyon adeta 12 Mart’taki Balyoz operasyonları gibiydi. Tek farkla ki o dönemde askerler yapmıştı operasyonu, şimdi askerlere karşı yapıldı.Dün yaşananlar tam anlamıyla “balyoz” depremiydi. 17 emekli general ve amiral ile 4 muvazzaf amiralin de aralarında bulunduğu 50 civarında emekli ve muvazzaf TSK personeli dün gözaltına alındı.Demokrasi tarihimizin en kapsamlı, en etkili darbe soruşturması gerçekleşti dün. Ergenekon operasyonları bile gölgede kaldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Balyoz planlarında olduğu iddia edilen cami bombalamak, Türk jetlerini düşürmek gibi iddiaları “vicdansızlık” diye niteleyerek reddetmiş ve lanetlemişti. Gerçi, askeri savcıların soruşturma başlattıklarını, soruşturma sonucunda kamuoyunun bilgilendirileceğini de söylemişti.Fakat Başbuğ’un soruşturması tamamlanmadan Ergenekon Savcıları ellerindeki belgelerin inandırıcılığına, sağlamlığına kanaat getirerek dün itibariyle düğmeye bastılar.Bu iddialar gerçekten insanın kanını donduracak kadar vahim. Ve bir an önce aydınlanması hem ülkenin geleceği ve demokrasi adına elzem hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarı için elzem.Genelkurmay’ın bugüne kadarki gelişmeler konusunda kamuoyunda yaratmaya çalıştığı izlenim şuydu: “Geçmişte bazı yanlışlar yapılmış olabilir. Ancak bunlar münferit olaylardır ve TSK’ya maledilemez. TSK yanlış yapanları demokrasiye ve hukuka aykırı hareket edenleri içinde barındırmaz, gereğini yapar. Balyoz planları da dahil TSK ile ilgili iddiaların pek çoğu da asimetrik psikolojik harekat amacıyla üretilen düzmece belgelerdir...” Hatta yürütülen bu asimetrik psikolojik harekatın artık sabırlarını zorladığını da belirtmiş Orgeneral Başbuğ ve çok tartışılan şu sözleri de söylemişti:“Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Elimizdeki pek çok bilgiyi açıklamak zorunda kalacağız...” İşte aslında şimdi tam da onun zamanı. Başbuğ ve TSK elinde ne varsa açıklamalı. Açıklamalı ki kafa karışıklığı ve tereddütler bir nebze giderilebilsin. Çünkü bu konuda kafa karışıklığı çok fazla olduğu gibi, toplumun hemen her kesimi de yine ikiye bölünmüş durumda.Bir bölüm, darbe planlarına, darbeci generallerin camileri bile bombalamayı planlamış olabileceğine peşinen inanıp gerçekleştirilen operasyonları yürekten destekliyor. Ama bir diğer kesimi de olup bitenleri iktidarın ve iktidara yakın bir cemaatin TSK’yı etkisizleştirme planı olduğunu düşünüyor.Örneğin dün sabah saatlerinde, Balyoz operasyonunun kapsamının henüz belli olmadığı sıralarda konuştuğumuz CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Ülkedeki gerilim bilinçli bir şekilde tırmandırılıyor” diyor ve devam ediyor: “Artık suç imal edilen bir ülkeyiz. Bir yandan darbe soruşturmaları, darbe gözaltıları yapılıyor ama diğer yandan da sanki askeri darbe dönemini yaşıyor gibiyiz. Demokraside esas olan öngörülebilirliktir. Ama bugün öngörülebilirlik değil, aksine darbe dönemlerindeki gibi her türlü sürpriz gelişme ve sürpriz suçlamanın beklenebileceği bir ortam sözkonusu . Hukuk askıya alınmış, imzasız ihbar mektupları ile, gizli tanık ifadeleri ile insanlar suçlanıyor, gözaltına alınıyor, aylarca, yıllarca tutukluluk halleri devam ediyor.Ülkede vahim bir manzara var. Yaygın bir suçlama ve soruşturma dönemi yaşıyoruz...” İktidar kanadı ise “Her şeyi yargı aydınlatacak” diyor. Bu doğru ama Türkiye o alanda da ciddi bir güven bunalımı yaşıyor...

Devamını Oku