“Yüksek tansiyon, siyasi gerilim...”,
“Siyasal ve toplumsal kutuplaşma eğilimlerinin güçlenmesi...”,
“Anayasal devlet kurumları arasında güven bunalımı...”,
“Anayasal devlet kurumları arasında çatışma...”
Dün Meclis’te liderler günüydü. Her salı olduğu gibi yine iktidar ve muhalefet liderleri birbirlerine verip veriştirdiler.
Parti genel başkanlarının ana gündemi, yargı tartışması, Habur’da yaşananlar ve Hatip Dicle’nin dile getirdiği iddialardı; yandaş yargı iddiaları.
Evet, yargı uzun süredir siyasi tartışmaların odağında. Uzun süre de öyle kalacağı anlaşılıyor.
Çünkü Türkiye’de ilginç gelişmeler, ilginç tartışma ve çatışmalar yaşanıyor.
Böyle bir şeyin olup olamayacağı bir yana normal bir demokraside, hukuk devletinde bunun tartışılması bile anormal bir olay.
Ne yazık ki şu anda siyasetin gündemi uzunca bir süreden beri bu konu.
Hükümet yargıdan şikayetçi, yargı hükümet müdahalelerinden. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısına ilişkin anayasa değişikliği hazırlıkları bu tartışmayı zaten canlı tutuyordu.
Ancak eski DEP’li Hatip Dicle’nin ortaya attığı bir iddia şimdi tartışmayı çok daha boyutlandırmış durumda.
Hükümetin seçime kadar gerçekleştirmeyi ve sonuç almayı çok istediği üç önemli projesi var:
Açılım süreci, anayasa değişikliği ve ekonomide iyileşme...
Ancak her üç projede de ne yazık ki inisiyatif doğrudan hükümetin, iktidar partisinin elinde değil. Dış etkenler, dış destek ve köstekler önem kazanıyor.
Bugünlerdeki en heyecanlı tartışma konusu kuşkusuz anayasa değişikliği. İktidar partisinin artık sıfırdan yeni anayasa, sivil anayasa gibi bir iddiası zaten yok.
Seçimlerin normal tarihine daha birbuçuk yıla yakın zaman var ama Türkiye şimdiden seçim havasına girmiş durumda.
İktidarıyla muhalefetiyle artık tüm taraflar hesaplarını seçime dönük olarak kurguluyor.
Karşılıklı suçlamaların, eleştirilerin dozu giderek hakaret düzeyine yükseliyor.
Sözde kimse gerilimden yana değil, ama pratikte gerilim ateşinin üstüne benzin dökme yarışı var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de dün görüşünü açıklamasının ardından artık kesinleşti ki, Türk Silahlı Kuvvetleri için yeni bir görev tanımı yapılacak.
Yapılacakların ipuçları Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve hükümet yetkililerinin bir süredir yaptıkları açıklamalardan belli.
Hükümet ilk iş olarak EMASYA diye adlandırılan protokolü yürürlükten kaldıracak. Askerin kentlerdeki güvenlik ve istihbarat yetkisi olmayacak. Mülki amir, yani vali toplumsal olaylarda gereklilik veya zorunluluk doğması halinde askeri birliklerden yine yardım isteyebilecek, alabilecek ama inisiyatif askerde olmayacak.
Bunun için öyle uzun boylu müzakereye, hatta Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı ile “paslaşma”sına da gerek yok. İçişleri Bakanı’nın imzalayacağı, “...tarih ve ... sayılı protokol yürürlükten kaldırılmıştır” biçiminde iki satırlık bir genelge yeterli.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve partisi anayasada en azından 5 -6 maddelik bir değişiklik yapabilmeyi çok arzuluyor.
Hatta Meclis’te uzlaşma olmasa dahi referandum yoluyla bunu gerçekleştirmek de Erdoğan’ın planları arasında. Referandum süresinin 120 günden 60 güne indirilmesine dönük yasa değişikliği de bunun için yapılıyor.
Henüz kesin biçimini almış değil ama hangi maddelerin değiştirileceği de aşağı yukarı belli.
Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı ve üyelerinin atanmasına ilişkin düzenleme ilk sırada. İkincisi, askere sivil yargı yolunun açılmasına ilişkin değişiklik. Üçüncüsü de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümler. Bu üç konunun yanısıra duruma göre demokratikleşmeye ilişkin bir kaç hüküm daha pakete dahil edilecek.
Türkiye’de bugün darbe tehdidi var mı yok mu? Darbeyi yapacağından kuşku duyulan kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “yok” diyor.
Muhalefet inanıyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, demokrasiye yönelik bir darbe riski olmadığını söylüyor.
İktidar kanadı net bir şey söylemiyor, geçmiş yıllardaki darbe planlarını hatırlatıyor.
Türkiye’nin bugün tartışmakta olduğu darbe planı (Balyoz) vahim ötesi iddiaları içeriyor.