Hükümet son çeyrek asrın en iddialı ulusal projesini hayata geçirme iddiasında. “Anaların gözyaşını dindireceğim, 80 yıldır çözülemeyen Kürt meselesini çözeceğim” diye yola çıkıyor.
Yola çıkıyor ama yol hazırlığının, elle tutulur, tutarlı, gerçekçi bir yol haritası olmadığı da her adımda bir kez daha ortaya çıkıyor.
Önce 19-20 Ekim günlerinde Habur’da yaşananlar; kamuoyunda infiale neden olan görüntüler.
DTP’nin kapatılması ve sonrasında yaşananlar.
Ardından başta Güneydoğu olmak üzere bazı kentlerdeki sokak olayları...
Geçen hafta başlatılan KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınan çok sayıda DTP’li belediye başkanı ve politikacı.
Tam bu gelişmelerin neden olduğu gerilimin nasıl düşürüleceği tartışılırken dün yepyeni bir sorun ortaya çıktı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin zorla ifadeye getirilmesi kararı. Bu gerçekleşmeyince de “Görüldükleri yerde gözaltına alınmaları” kararı...
Kriz yeni ama sürpriz değil.
Meselenin başlangıcı Nisan ayında. Çünkü ilk duruşma Mayıs ayındaydı ve mahkeme, Nisan ayında söz konusu milletvekillerinin ifade vermesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tebligat göndermişti.
O gün durumun vehametini gören TBMM Başkanı Köksal Toptan, sudan bir gerekçe ile mahkemeye bir yazı göndermiş (milletvekillerinin seçim bölgelerindeki yoğun çalışmaları nedeniyle tebligatın ulaştırılamadığı yönündeki yazı) ve çözüm için süre kazanmıştı.
Eylül ayına ertelenen duruşmaya kadar Meclis’in önünde çok uzun bir süre vardı.
Ve eğer bu sorun çözülmek isteniyor ise yapılacak işlem son derece basit. Anayasa’nın yasama dokunulmazlığı ile ilgili 83. maddesinde bir cümlelik değişik...
İktidar partisi başlangıçta sorunun çözümü için yoğun bir çalışma içine girmiş gibi göründü. Adalet Bakanlığı, Meclis komisyon başkanlıkları harekete geçti. Nasıl bir formül bulunacağı, usul yasası değiştirilerek sorunun üstesinden gelinip gelinemeyeceği araştırıldı. Anayasa değişikliğinin nasıl yapılabileceği tartışıldı.
Fakat hiçbir şey yapmadı hükümet. Kürt sorununu çözmek gibi iddialı bir hedefe yürümek isteyen bir siyasi iktidarın sorun çıkaracağını bile bile bu meseleyi bugüne kadar kulak arkası etmesini anlayabilmek güç.
Aslında güç değil. Çünkü “dokunulmazlık” maddesi el yakıyor. Dokunulmazlıkları mevcut haliyle korumak istiyor iktidar.
Oysa bizim anayasamızdaki dokunulmazlık hiçbir batı demokrasisinde yok. Hiçbir batı demokrasisi hırsızlık, suistimal, rüşvet ve benzeri yüz kızartıcı suç isnatlarını dokunulmazlık kapsamında görmüyor. Ama bizim sistemimiz görüyor.
Bu tür yüz kızartıcı suç isnatlarını, hatta trafik suçlarını bile dokunulmazlık kasmanda tutan bugünkü sistem ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek bazı suç isnatlarını ise dokunulmazlık kapsamı dışında tutuyor.
İşte eski DTP’li yeni BDP’li milletvekillerini “zorla götürülme” riski ile karşı karşıya getiren suç isnadı da bu kapsamda. Konuşma ve demeçlerinde “bölücülük propagandası” yaptıkları iddiası ile zorla ifadeye getirilmeleri isteniyor milletvekillerinin.
Böyle bir uygulama yasal çerçevede kaçınılmaz olabilir. Ancak şimdiye kadar zaten epey darbe almış olan açılım sürecine ciddi bir darbe daha indireceğine kuşku yok.
Milletvekillerine açılım gözaltısı mı?
Haberin Devamı