Kuvvetler ayrılığından tek kuvvete mi?

18 Ekim 2010

12 Eylül’de oylanan anayasa değişikliği paketindeki soyut düzenlemeler şimdi adım adım ete kemiğe bürünüyor, somutlaşıyor.Anayasa Mahkemesi’nin yapısı yeniden şekilleniyor. Meclis, Sayıştay ve Barolar Birliği kontenjanından gelen iki üyeyi onaylayıp gönderdi. İki üye de iktidarın arzuladığı yapıda geldi ve iktidar partisinin oylarıyla seçildi. Üye sayısı 17’ye çıkan Anayasa Mahkemesi’nde 12 Eylül’e kadar 7- 4 iktidar aleyhine işleyen denge artık tam tersine, iktidarın lehine dönmüş durumda.Adalet mekanizmasının en kritik tepe kurumu olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da anayasa değişikliği çerçevesinde yeniden oluşuyor. Bunun için önceki gün adliyelerde yapılan seçimin sonuçları oldukça çarpıcı. Adalet Bakanlığı’nın istediği liste bu seçimden firesiz çıktı. Yüksek yargı, öteden beri hükümetin başını ağrıtan kurumlardı. Başbakan bu kurumlarla zaman zaman girdiği çatışmalar sırasında hep kamuoyuna dönüp, elinin kolunun bağlandığı şikayetinde bulunmuş, iktidarda muhalefet rolünü başarıyla icra edebilmişti. Şimdi artık Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın şikayet konusu olmaktan çıktığı anlaşılıyor. Yargıtay ve Danıştay’daki değişim yeni HSYK’nın icraat hızına, yasal ve anayasal sürelere göre biraz daha zaman alabilir. Ancak Anayasa Mahkemesi ve HSYK’daki yeni durum çok önemli. Bu durum Türkiye’de yargı alanında yeni bir sürecin açılmış olduğunun işareti. Adli ve idari yargıda önceki gün yapılan seçimler belki bir süre daha tartışılacak. Adalet Bakanlığı’nın ve hükümetin bu seçimler üzerinde etkili olup olmadığı da tartışmnın bir parçası olacak. Fakat asıl önemlisi bugün itibariyle yargı alanında açılan yeni sürecin sistem üzerindeki etkisinin ne olacağı? Kuvvetler ayrılığı ilkesinin bu gelişmeden etkilenip etkilenmeyeceği iç siyasetin temel tartışma konularından biri haline gelecek.Kuvvetler ayrılığı konusunda Türkiye’nin yasama ile yürütmenin ilişkileri bağlamında zaten ciddi bir sorunu vardı. Yasamanın, özellikle de güçlü tek parti iktidarı dönemlerinde yürütmenin etkisinden çıkıp bağımsız biçimde denetim görevini hakkıyla yerine getirip getiremediği öteden beri tartışmalı bir konuydu. Şimdi üçüncü kuvvetin yani yargının da bu bakımdan tartışmalı bir konuma gelme riski var.İktidarın da muhalefetin de sözde istediği daha bağımsız, daha tarafsız bir yargı. Önceki günkü seçimin sonucu bu bakımdan önem taşıyor. Adalet Bakanlığı’nın desteklediği öne sürülen liste firesiz kazanıyor. Bu birinci nokta. İkinci nokta Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı seçimden en yüksek oyu alıyor. Kendi alanında (idari yargı) en yüksek oyu alan da Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü...Bu iki isim acaba yargı camiasının, hakim ve savcıların en sevdiği, en güvendiği iki isim olmasının bir sonucu mu?Yaksa, atama, terfi ve disiplin soruşturmalarının, sicil dosyalarının, hatta lojman taleplerinin bile bu isimlerin ve arkalarındaki siyasi gücün iki dudağı arasında olmasından mı?Bu şekilde oluşan yeni HSYK, yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi; yargının tarafsızlığını ve güvenilirliğini artırıcı yönde ciddi adımlar atabilecek mi? Yoksa yargı giderek tümüyle siyasi iktidarın etki alanına mı girecek? Yani Türkiye, kuvvetler ayrılığı sisteminden kuvvetler birliğine doğru mu yol alacak?Muhalefetin iddiası gidişin kuvvetler birliği yönünde, sivil dikta olduğu yönünde.AKP ve hükümet ise önceki günkü seçimle yargı bağımsızlığının, tarasızlığının daha da güçlendiğini, “ileri demokrasinin önünün açıldığını” savunuyor.

Devamını Oku

Meclis’in çözemediği sorunu YÖK Başkanı çözebilir mi?

13 Ekim 2010

Çeyrek asra yakın zamandır tartışılan ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan üniversitelerdeki türban sorunu konusunda Türkiye’de ilk defa uygun bir iklim oluşmuş durumda.Görünüşe bakılırsa eğer iktidar yarın harekete geçerse muhalefetin de desteğini alacak ve kangren olmuş bu mesele ortadan kalkacak.Çünkü AKP bu meselenin çözümünü öteden beri arzuluyor. Hatta şu anda olmasa bile geçmişte bu konuda “toplumsal, siyasal ve kurumsal mutabakat aradığını” da belirtmişti. Dün eksik olan mutabakat bugün tam.CHP “tamam” diye teminat veriyor. MHP, “siz anlaşın ben destekleyeceğim” diyor.Ama AKP’de hareket yok. AKP neyi bekliyor? YÖK’ün genelgesiyle, YÖK Başkanı Profesör Yusuf Ziya Özcan’ın şu açıklamasıyla sorunun çözüldüğü mü sanılıyor?“Garanti ediyorum, bugün başörtülü öğrencilerin (üniversiteye) girmesini sağlıyorsak, başörtüsüz öğrenciler de mahalle baskısı görmeyecek. Hiç merak etmesinler...”Genelge ve bu sözler sorunu çözecek mi?Şimdilik fiilen çözmüş gibi. Artık bazı rektörlerin yanısıra mütevelli heyet başkanları da (Örneğin ETÜ Mütevelli Heyet Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu) “Üniversitemize türbanlı olan da olmayan da serbestçe girip eğitim alacaktır” teminatı veriyor.YÖK genelgesiyle yaratılan fiili durumun kalıcı olup olamayacağının hiç bir garantisi yok. Yarın çıkabilecek bir yargı kararı yine hayal kırıklığı yaratabilir. Hatta sorunu ağırlaştırabilir de.Sorunun tek gerçek ve kalıcı çözümünün uzlaşmaya dayalı yeni bir anayasa değişikliği olduğunu herkes biliyor aslında. AKP kurmayları da biliyor. Bu sefer siyasal ve toplumsal atmosferin uygun olduğunu da görüyorlar. Özellikle CHP’nin, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun çözümden yana tavır koymuş olmasının önemini de biliyorlar.Ancak buna rağmen AKP, mutabakat için, türbana gerçekçi ve kalıcı çözüm için CHP’nin kapısını çalmıyor.“Sorun çözümsüz kalsın, 2011 seçimleri için malzeme olur” diye düşünenler de olabilir ama AKP yönetimindeki asıl kaygı başka.AKP,uzlaşma için masaya oturulduğunda paketi sadece türbanla sınırlı tutamayacağını biliyor. CHP’nin, “Bununla birlikte YÖK’ü de kaldıralım, üniversiteleri özgürleştirelim” diyeceğini düşünüyor. Dahası milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasını talep edeceğini de...O yüzden “Referandum kampanyasında verdiğin sözü tut. Türban sorununu çöz, lokomotif ol” diye Kemal Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırıyor Başbakan Erdoğan ve AKP.Diğer bir nokta da AKP kurmayları, bu konuda YÖK’ün yarattığı fiili durumla türban konusunun en azından seçimlere kadar üniversite kapılarında krize yol açmayacağını düşünüyor.Açmayabilir...Fakat ya yarın Sincan Hakimliği, YÖK Başkanı Özcan hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın verdiği takipsizlik kararını kaldırırsa veya Danıştay kendisine yapılan başvuruyu ciddi bulur ve YÖK genelgesini iptal ederse ne olacak?Çünkü, türban sorununun gerisinde Anayasa Mahkemesi içtihatları var. Bu konuda bir değil 1989 yılından beri üç ayrı kararı var Anayasa Mahkemesi’nin. Bu üç karar da türbanı siyasal İslamın sembolü olarak değerlendiriyor ve üniversitede yasaklıyor.Ayrıca yürürlükteki Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrası Anayasa Mahkemesi kararları ile ilgili şu hükmü öngörüyor:“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”Yani sonuncusu 2008 yılına ait olan üniversitede türbanla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları hükümeti de Meclis’i de diğer yargı organlarını da bağlayıcı nitelikte. Elbette YÖK’ü ve YÖK Başkanı’nı da...O nedenle sorunun tek çözümü yeni bir anayasa değişikliği yapmak...

Devamını Oku

Gül yargı kavgasına müdahale edecek mi?

12 Ekim 2010

Ankara’da gündem neredeyse hemen her gün siyaset ağırlıklı. Ama özellikle salı günleri siyasetin ağırlığı doğal olarak artıyor. Genel başkanlar partilerinin grup toplantılarında karşılıklı atışıyor.Geçen haftanın temel konusu türbandı. Bu hafta ise önceki gün HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu)’ndaki toplu istifa üzerine yaşanan yüksek yargı depremi oldu.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaşanan durumu “devlet krizi” diye tanımlarken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Başbakan’ın yargıyı, devleti ele geçirme projesi” diye nitelendirdi.Dün iki muhalefet lideri de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çağrı yaptı. İkisinin de talebi, iktidarın yüksek yargıya yönelik “kendine uygun yeniden yapılandırma” girişimlerinin frenlenmesi.Devlet Bahçeli, “AKP’nin kendi yargısını tanzim etme süreci başlattığını” ve sorunun bundan kaynaklandığını iddia ediyor.“Tehlike had safhaya ulaşmıştır” diyor ve ekliyor Bahçeli:“Sayın Cumhurbaşkanı mutlaka ve bir an önce devreye girmeli ve konunun muhteviyatı devlet krizine dönüşmeden, kurumların ahenkli çalışmasını sağlayıcı girişimlerde bulunmalıdır. Aksi takdirde yargıdaki başka istifalar, çekilmeler ve öfkeyle karışık atılacak yanlış adımlar çok ciddi sonuçlara yol açabilecektir...” Yani kuvvetler çatışması. Bu tehlikeye işaret ediyor MHP Lideri.Fakat bu çatışma zaman zaman düşük, zaman zaman da yüksek yoğunluklu biçimde öteden beri zaten devam ediyor.İktidarın gerçekleştirdiği son anayasa değişikliğinin temel gerekçesi de buydu aslında. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılması...12 Eylül referandumundan çıkan yüzde 58 oranındaki “evet”le iktidar, kendi açısından sorunun çözümü konusunda önemli bir mesafe zaten aldı.Şimdi HSYK’daki istifalar bir anlamda bu yeni durumun iktidarın hedefine bir adım daha yaklaşmasının sonucu. 8 yıldan beri hem Anayasa Mahkemesi ile hem de HSYK ile sorun yaşayan iktidar, artık daha rahat.Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yeniden yapılandırılmasında ciddi oranda söz sahibi olabilecek konumda.Anayasa Mahkemesi konusunda geçen hafta Meclis’te yapılan üye seçimi AKP için kritik önemdeydi. Hukuksal tartışma ve şikayetler devam edilİyor olsa da AKP istediğini aldı. CHP bu seçime itiraz ediyor, “hukuki değil” diyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, o nedenle Cumhurbaşkanı Gül’e çağrıda bulunuyor: “Müdahale edin, bu seçimi onaylamayın” diyor. Ve bu noktada çok kritik bir cümlesi var Kılıçdaroğlu’nun:“Herkesin, 70 milyonun cumhurbaşkanı olmak istiyorsa, her kesimin duyarlılıklarını dikkate almalıdır...” Cumhurbaşkanı Gül, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin çağrılarını dikkate alıp yüksek yargıdaki çekişmeye müdahil olur mu?Çok ama çok zayıf ihtimal...Çatışmalardan Erdoğan kârlı çıkıyorBaşbakan Tayyip Erdoğan, muhalefetin itirazlarını ciddiye alıp yanıt bile vermiyor. Ama fırsatını bulduğunda yüksek yargıya yüklenmeyi ihmal etmiyor. Yüksek yargıyı halka şikayet ediyor. Yüksek yargıyı, “hükümetin elini kolunu bağlamakla, siyaset yapmakla” suçluyor. Dün de istifa eden HSYK üyelerine çok ağır eleştiriler yöneltti Erdoğan. Başbakan ve iktidar partisi, devlet kurumları ile çatışmadan her zaman ve her halukarda siyaseten karlı çıkıyor. İktidarda sisteme muhalif görüntü seçmen nezdinde prim yapıyor. Erdoğan’ın yüksek yargıya yönelik şikayetleri “yargı bağımsızlığı” tartışmalarının önüne geçiyor.Bu tür kavgalarda kazanan hep Erdoğan oluyor. Hem iktidar olup hem de sistemin düne kadar dokunulmaz sanılan köklü temel kurumları ile çatışma, Erdoğan’ın seçmen tabanı nezdindeki prestijini yükseltiyor.

Devamını Oku

Sadece 'sürede' tek tip askerlik

11 Ekim 2010

Aylar değil, yıllardır devam eden, ettirilen spekülasyonun adı, “Bedelli Askerlik”.Çıkacak mı çıkmayacak mı? Şu veya bu nedenle tecil süresini uzatmış, yaşı ilerlemiş onbinlerce yükümlü her gün siyasi kulislerde estirilen rüzgara göre papatya falı açar gibi gelecek planlaması yapıyor, ertesi gün gelen bir açıklamayla planları ters yüz oluyor.Hükümet nedense bedelli askerlik beklentisi konusunda net bir açıklama yapmıyor, “olur” ya da “olmaz” demiyor. Beklenti diri tutuluyor.En son dün Suriye seyahati öncesi Başbakan Erdoğan bir gazetede yer alan bedelli askerlik haberi üzerine açıklama yaptı. Ver veya yok demedi sadece bu yöndeki haberleri “pişmemiş aşa su katmak” olarak değerlendirmekle yetindi.Peki ne olacak? “Tek tip askerlik” konusunda hükümet nasıl bir karar alacak? Bu karar çerçevesinde bedelli askerlik çıkacak mı?Dün bu konuyu hem iktidar partisinin etkili bir yöneticisi ile hem bir bakanla konuştuk.Kesin bir karar yok. Ancak eğilim aşağı yukarı belirlenmiş durumda.Edindiğim izlenimi şu şekilde özetleyebilirim:İktidar partisinin askerlikle ilgili yapılacak düzenleme konusunda bir yasa teklifi hazırlığı sözkonusu değil. Ancak belirli bir görüş parti içinde oluşmuş durumda.Parti sözcüsü Hüseyin Çelik, “tek tip” askerliğe, üniversite mezunuyla, profesörle, doktorla, ilkokul mezunu bir gencin aynı statüde askerlik yapmasına karşı olduklarını iki hafta önce resmen açıkladı.Ancak Genelkurmay’ın düşündüğü, Milli Savunma Bakanlığı’nda hazırlıkları süren yeni askerlik modeline ilişkin çalışmada bu yönde bir düzenleme zaten önerilmiyor.Emekli ve yeni Genelkurmay Başkanlarının dile getirdikleri ve şu anda Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde hazırlıkları süren çalışmada, sadece sürede tek tip öngörülüyor. Yoksa profesörle, doktorla, mühendisle, üniversite mezunları ile ilkokul mezunlarının tek tip askerlik yapmaları önerilmiyor. Farklı askerlik sürelerinin eşitlenmesi, kısa dönem askerliğin kaldırılması öngörülüyor. Sürenin eşitlenmesi halinde halen 15 ay olan genel askerlik süresinin düşürülmesine askerlerin bir itirazı yok.İktidar partisindeki genel eğilim, 15 aylık mevcut askerlik süresinin 9 aya düşürülmesi. Genelkurmay’ın ise bu aşamada bir yandan Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki çatışma ve istikrarsızlıkların sürmesi, diğer yandan da içerde bölücü terörün devam etmesi nedeniyle bu sürenin 12 ay olarak belirlenmesini önerebileceği iktidar kulislerine yansımış durumda.Milli Savunma Bakanlığı’nda askerlik tasarısı ile ilgili olarak yürütülen hazırlık çalışmalarında kısa dönem askerliğin kaldırılması önerilirken, üniversite mezunları için er ve erbaş dışı farklı bir model öngörülüyor. Üniversite mezunlarının, doktor, mühendis, hukukçu gibi TSK’nın ihtiyaç duyduğu alanlardan gelenlerin temel eğitimden sonra yedek subaylığa ayrılması, diğer branşlardan gelenlerin ise ihtiyaç durumuna göre yine yedek subay veya er ve erbaşlardan farklı bir statüde görevlendirilmeleri öngörülüyor.En çok konuşulan bedelli askerlik konusuna ise Genelkurmay’ın sıcak bakmadığı biliniyor. Aslında AKP yönetimi de terörün devam ettiği bugünkü ortamda bedelli askerlik uygulamasını doğru bulmuyor. Bunun ancak terörün kesin olarak tümüyle gündemden kalmasıyla düşünülebileceği ifade ediliyor.Dün konuştuğumuz hükümet kanadından yetkili bir isim bu konuda özetle şunları söyledi:“Sayın Başbakanımız muhtemelen önümüzdeki hafta Genelkurmay’dan brifing alacak. Ardından Milli Savunma Bakanlığı’nın tasarı taslağı Başbakanlığa gelecek. Ondan sonra hükümetimiz siyasi bir karar verecek. Kişisel görüşüme göre bu dönemde bedelli askerlik çıkmaz. Sadece şöyle bir ihtimal olabilir: Yaşı ilerlemiş olanlar için, örneğin 35 yaşın üstündekiler için birikimi eritmek amacıyla belki bir defalık düşünülebilir. Bu bir ihtimal olabilir. Onun ötesinde geneli kapsayacak bir bedeli askerlik uygulamasını bu dönemde kimse beklemesin...”Evet askerlik konusunda şu anda üç eğilim öne çıkıyor:1. Askerlik tek tip olmayacak, ama süre eşitlenecek. Üniversite mezunlarının bir bölümü yedek subay, bir bölümü de yedek subay benzeri ihdas edilecek bir statüde askerlik yapacak.2. 15 ay olan askerlik süresi düşecek. 12 aya indirilmesi kuvvetli ihtimal.3. Bedelli askerlik ihtimali ise çok düşük. 35 yaşın üstündekiler için belki...

Devamını Oku

Kriz aşılamıyor

8 Ağustos 2010

HABER ANALİZYüksek Askeri Şura’da baş gösteren atama ve terfi krizi devam ediyor. Bir haftadan beri her gün “bugün veya yarın çözülür” deniyor ama çözülemiyor.Çözülemiyor çünkü kriz derin. Ve taraflar pozisyonlarını değiştiremiyorlar.Hükümet ve Başbakan Tayyip Erdoğan son derece net ve kararlı: Orgeneral Hasan Iğsız Kara Kuvvetleri Komutanı olamaz...Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de farklı düşünmüyor.Ama öte yandan komutanlar da bu konuda geri adım atamıyorlar.Üç gün önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner ile görüştü. Önceki gün de Başbakan Erdoğan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile. Özellikle dünkü Başbakan-Başbuğ görüşmesinin yumuşamanın önünü açabileceği ve atama krizinin bugün yarın çözüme kavuşturulmasını sağlayabileceği umuluyordu.Olmadı.Gerilim düşmedi.Mevcut tabloda düşmesi de zor.Çünkü, Genelkurmay Başbakanı Orgeneral İlker Başbuğ Kara Kuvvetleri Komutanlığı için Orgeneral Iğsız’ı kendi bireysel tercihi olarak önermedi. Dahası yeni Genelkurmay Başkanı adayı Orgeneral Işık Koşaner’in de tek başına görüşü değil bütün orgenerallerin ortak görüşü ile bu öneri yapılmıştı. O nedenle şimdi sadece İlker Başbuğ’un geri adım atması yetmiyor. Ki, Başbuğ da şu ana kadar geri adım atıp, Kara Kuvvetleri için yeni bir isim önerisi yapacağı yönünde bir eğilim belirtmedi.Aynı şekilde Işık Koşaner’in de Iğsız yerine alternatif bir isim önerilmesine bu aşamadan sonra TSK içinde sıkıntı yaratabileceği gerekçesiyle sıcak olmadığı biliniyor.Bu tam bir kilitlenme durumu.Kilitlenmenin aşılabilmesinin en basit anahtarı olarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı için atama kararnamelerinin 30 Ağustos’a kadar bekletilmesi akla geliyor. O zaman Orgeneral Işık Koşaner de otomatik olarak emekliye ayrılmış olacak. Ve komuta kademesinde çok daha köklü değişiklikler kaçınılmaz hale gelecek. Muhtemelen de Jandarma Genel Komutanlığı’na atanan Orgeneral Necdet Özel önce Kara Kuvvetleri Komutanı ardından Genelkurmay Başkanı olacak. Bu akla geliyor ama formül olarak ne Başbakan Erdoğan ne de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kafasında en azından şimdilik böyle bir formül olmadığı söyleniyor.Cumhurbaşkanı Gül’ün de Başbakan Erdoğan’ın da beklentisi Orgeneral Işık Koşaner’in Iğsız dışında bir orgeneralin Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na önerilmesini sağlaması.Eğer Orgeneral Koşaner, önce kendisini sonra da ordu komutanları ve komuta kademesini hükümetin kabul edebileceği bir orgeneralin kara kuvvetleri komutanlığına önerilmesi konusunda ikna edebilirse sorun aşılacak.Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın arzusu bu. Sorunun daha fazla gecikmeden bu şekilde çözülmesi.Dün İstanbul’a giden Cumhurbaşkanı Gül bugün akşam saatlerinde tekrar Ankara’ya dönecek ve girişimlerini sürdürecek.

Devamını Oku

Cumhurbaşkanı'ndan 'itidal' çağrısı

5 Ağustos 2010

Yüksek Askeri Şura toplantılarındaki sıkıntı ağır bir devlet krizine dönüşmeden terfi listesi tamamlandı. Bunun üzerine önceki gün akşam saatlerinde aşıldı sanılan sıkıntılar, dün hükümetin Kara Kuvvetleri Komutanlığı için düşündüğü Org. Atila Işık’ın emekliliğini istemesiyle farklı bir boyut kazandı.Komuta kademesine ilişkin soru işaretleri daha da arttı. Dahası Orgeneral Işık’ın emeklilik talebi bireysel bir çıkış mı yoksa orgeneraller toplantısında belirlenen bir stratejinin ilk adımı mı? TSK üst kademesinden yeni istifa ve emeklilik dilekçeleri gelecek mi?Bu sorular dün Ankara’da gerilimi yeniden tırmandırdı. Net bir açıklama gelmediği için de çok sayıda senaryo ve spekülasyon ortaya atıldı.Org. Koşaner Köşk’e çağrıldı Org. Atila Işık’ın emekliliğini istemesi ve başka istifaların da olabileceği ihtimali üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül devreye girme ihtiyacı duydu.Gül, Kara Kuvvetleri Komutanı ve müstakbel Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’i Çankaya Köşkü’ne davet etti.Yaklaşık 40 dakika süren bu görüşmenin ardından bir açıklama yapılmadı. Ancak yine kulislere sızan haberlere göre, Cumhurbaşkanı Gül, Koşaner’e TSK içindeki gelişmeleri sordu ve “itidal” tavsiyesinde bulundu. Görüşmede Cumhurbaşkanı Gül’ün olası Kara Kuvvetleri Komutanı’nın kim olabileceği konusunda da görüş alışverişinde bulunduğu ve Koşaner aracılığıyla diğer tüm komutanlara da “herkesin tam bir devlet sorumluluğu içinde hareket etmesi gerektiği” mesajını gönderdiği öğrenildi. Ancak bu görüşmenin ardından da hala Org. Koşaner’in Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasına ilişkin kararname çıkmadığı gibi Kara Kuvvetleri Komutanı’nın kim olacağı da netleşmedi. Evet şimdi Işık’ın da ayrılmasının ardından Kara Kuvvetleri Komutanı kim olacak? Yanıt hala net değil. Sadece alternatifler konuşuluyor. Önceki gün Jandarma Genel Komutanlığı’na atanan Orgeneral Necdet Özel ve 1. Ordu Komutanlığı’na atanan Org. Erdal Ceylanoğlu’nun isimleri ön plana çıkıyor. Org. Ceylanoğlu kıdem olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na yakın gözüküyor. Fakat onun da adı 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten komutan olarak geçtiği için iktidar partisinin pek de sıcak bakmadığı bir isim. Org. Necdet Özel’e ise 2013’te Genelkurmay Başkanı olacak isim diye bakılıyordu. Ancak şimdi Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanırsa 2012’de kadrosuzluktan emekliye ayrılacak.Bütün bunların ötesinde Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ bu konuda Başbakan’a yeni bir öneri sunacak mı?Çünkü Org. Başbuğ daha önce Orgeneral Iğsız’ı önermiş ve bu öneri kabul görmemişti. O nedenle Başbuğ yeni bir isim önermekte zorlanıyor.Aslında Org. Başbuğ, Kara Kuvvetleri Komutanlığı için Orgeneral Hasan Iğsız’ı önermesi halinde bu kararnamenin geri döneceğini günler öncesinden biliyordu. Çünkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbuğ’u Orgeneral Iğsız’ı önermemesi konusunda uyarmış, “Önüme Org. Hasan Iğsız’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasına ilişkin kararname gelirse geri çeviririm” demişti.Buna rağmen Org. Başbuğ neden Iğsız’ı önerdi?Sızan bilgilere göre, Iğsız’ın önerilmesi sadece Başbuğ’un fikri değildi. Ondan daha çok müstakbel Genelkurmay Başkanı, şimdiki Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner, Iğsız’ı istemişti.Dahası kriz başgösterdiğinde Şura üyesi orgeneraller durum değerlendirmesi yapmışlar ve bu toplantıda da şimdi hükümetin Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesini düşündüğü Org. Atila Işık da dahil bütün orgeneraller Orgeneral Iğsız isminde ısrar edilmesi konusunda ortak görüş belirtmişlerdi.İşte o nedenle Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı düğümü dün akşam saatlerine kadar çözüme kavuşturulamadı.Bu sorunun nasıl aşılacağı konusunda Ankara kulislerinde çok ilginç seçenekler konuşuluyor. Şöyle ki:Birinci ihtimal: Org. ilker Başbuğ, krizin büyümemesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin daha fazla yıpranmaması için daha önce verdiği Iğsız önerisini geri çekip, Kara Kuvvetleri Komutanlığı için Orgeneral Erdal Ceylanoğlu veya Orgeneral Necdet Özel’i Başbakan’a yazılı olarak önerebilir. O zaman, sorun gerçekten de çözüme kavuşmuş olur. Ancak Başbuğ bu adımı atar mı?İkinci ihtimal: Başbuğ geri adım atmamak için 30 Ağustos’da sona erecek olan görevini daha önce bırakır, emekliliğini ister ve Genelkurmay Başkanlığı makamını boşaltır. Hükümet de Orgeneral Koşaner’in kararnamesini hızla yürürlüğe koyar ve Koşaner Kara Kuvvetleri Komutanlığı için aynı gün isim önerir ve sorun biter.Üçüncü ihtimal: Eğer Başbuğ istifa etmez, Kara Kuvvetleri için yeni bir isim vermemekte direnirse ve hükümet de müdahale etmezse, o zaman çok daha farklı bir tablo ortaya çıkar. O durumda 30 Ağustos günü geldiğinde Orgeneral Başbuğ da Orgeneral Koşaner de otomatik olarak emekli olacakları için, hem Genelkurmay Başkanlığı hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığı boşalır. Bu durumda Bakanlar Kurulu Deniz veya Hava Kuvvetleri komutanlarından birini Genelkurmay Başkanlığı’na atayabileceği gibi mevcut ordu komutanlarından birini veya önceki gün Jandarma Genel Komutanlığı’na atanan Orgeneral Necdet Özel’in sabah Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na akşam da Genelkurmay Başkanlığı’na atanması gündeme gelebilir.Ancak zayıf ihtimal...Kuvvetli ihtimal ise Orgeneral Koşaner’in atama kararnamesinin öne çekilmesi ve Koşaner’in önerisiyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atama yapılması...

Devamını Oku

‘Artık uygulayıcı değil karar verici oluyoruz’

17 Temmuz 2010

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “eksen kayması” iddialarına, tartışmalarına tepkili. “Nereye kaymış Türkiye’nin ekseni?” diye soruyor ve kendisi yanıtlıyor:“Eksen kaymadı, aksine güçlendi. Türkiye’nin Batı kurumlarındaki gücü ve etkinliği arttı...”Bugün Davutoğlu’nun kızı Meymune’nin İstanbul’da düğünü var. Aile, heyecanlı, telaşlı. Kız babası Ahmet Davutoğlu da elbette çok heyecanlı, bu mutlu anları ailesiyle birlikte yaşamayı çok arzuluyor. Ama öte yandan diplomasi maratonu...Önceki akşam “kına gecesi”nin hemen ardından AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) toplantısına katılmak için Kazakistan’a Almaata’ya uçuyor. 4,5 saatlik uçak yolculuğu sırasında Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi ile birlikte Davutoğlu ile sohbet imkanı buluyoruz.Davutoğlu, muhalefetten, bazı köşe yazarlarından gelen haksız eleştiri ve suçlamalardan yakınıyor. Hükümetin, Dışişleri Bakanı olarak kendisinin ve bakanlık bürokrasisinin yaptıklarının takdir görmesi gerekirken çok ağır eleştiri ve ithamlara maruz kalması belli ki Davutoğlu’nu üzüyor, kızdırıyor.Sözü Meclis Genel Kurulu’nda yaşanan NATO tartışmasına getiriyor Davutoğlu: “Meclis’teki görüşmelerde, istihza eder bir şekilde, ‘Rasmussen söz vermişti ne oldu?’ diye sordular. ‘Yakında olacak, dış politikada bazı hedeflere ulaşılması bir süreç işidir’ diye cevap vermiştim o gün. Önceki gün oldu. Büyükelçi Hüseyin Diriöz NATO Genel Sekreter Yardımcılığı’na atandı. NATO’da ilk defa bu kadar önemli bir görev alıyoruz. Sembolik bir görev değil bu. Terörle mücadeleden sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığı görevi. Aylardır takip ediyorduk, sonuç aldıkÖ”Davutoğlu, NATO’da alınan bu sonucu, hükümetin ve Dışişleri Bakanlığı’nın takipçiliğine, doğru zamanda doğru işler yapılmasına bağlıyor.Ve konuyu yine eksen tartışmasına getiriyor:“Bu durum, eksen kaymasının ötesinde Türkiye’nin ağırlığının arttığını, eksenin güçlendiğini gösterir...Dış politika, hedeflerinizi böyle takip ettiğiniz bir süreçtir. ABD, İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere dışında NATO’da ilk kez oluyor bu. Daha önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne de genel sekreter yardımcılığı verilmişti ama onlar sembolikti. Bizim aldığımız öyle değil... Eski algı şuydu; karar verici mevkide birileri, bir de uygulayıcılar olur. Biz bunu kırıyoruz, karar mekanizmalarına giriyoruz, karar veriyoruz...”“Bugün Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerdeki mevcudiyeti ile eksen arasındaki duruma bir bakmak lazım” diyen Davutoğlu, tabloyu şöyle özetliyor:* Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı,* Hüseyin Diriöz, NATO Genel Sekreter Yardımcısı,* Ahmet Üzümcü, BM Kimyasal Silahların Önlenmesi Örgütü Genel Direktörü,* Ekmeleddin İhsanoğlu, İKÖ Genel Sekreteri.* Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanlığı’nı ise yakında Türkiye devralıyor.* AGİT Genel Sekreterliği’ne aday olacağız. Kendisi açıkça söylemiyor ama Davutoğlu’nun bu konudaki duygusu şu şekilde özetlenebilir:“Evet son dönemde Türkiye komşuları ile tarihsel bağları olan Ortadoğu ülkeleri ile, İslam ülkeleri ile ilişkilerini en üst seviyeye getirdi. Ama bunu yaparken Batı’dan kopmadı, iddia edildiği gibi yüzünü Doğu’ya çevirmedi. Aksine Batı ile ilişkilerini daha da güçlendirdi. Batı kurumlarında tarihte hiç görülmemiş biçimde üst düzey yönetim görevlerini aldı. Bu niye takdir görmüyor da eleştiriliyor. Dışardan kıskanılıyor olabilir, ama içerde...”Haksız mı?“Türkiye yönünü batıya çevirdi” eleştirisini anlamasının mümkün olmadığını da vurgulayan Davutoğlu, “Batı’da olmak için Doğu’yu bir tarafa bırakmamız mı gerekiyor?” diye soruyor ve ekliyor:“Örneğin İKÖ Genel Sekreterliği’ni bırakmamız mı gerekiyor. Eğer bu istenirse bırakmayacağız. Ama beraber yürütmeye hazırız. Zaten yürütüyoruz.”Tahran Anlaşması kalıcıDavutoğlu, çok eleştirilen ABD ile ilişkilerin limonileşmesine neden olan Tahran Anlaşması konusunda da şunları söylüyor:“Muhammed El Baradei (Atom Enerjisi Kurumu Başkanı)’nın daveti üzerine girdik biz bu sürece. ABD ile İran’ın birbirine güvenmediğini, ama her ikisinin Türkiye’ye güvendiğini söyledi. Her aşamada bilgi verdik. Her şey geçer ama Tahran’ın imza attığı o anlaşma kalır. Çünkü İran’ın imza attığı tek anlaşma o.”

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu türbana nasıl formül bulacak?

2 Temmuz 2010

“Çözeriz” demek kolay ama nasıl çözüleceğini söyleyebilmek, hangi formülle çözüleceğini söyleyebilmek en azından Türkiye’nin bugünkü toplumsal ve siyasal atmosferinde hiç de kolay değil.Peki imkansız mı? Hayır, imkansız da değil. Bu mesele çözülür. Ancak çözülebilmesi için önce Türkiye’nin başka temel meselelerinin çözülmesi gerekiyor. Önce siyasal gerilimlerin, toplumsal kutuplaşmanın giderilmesi, siyasal ve toplumsal atmosferin yumuşaması gerekiyor.Zaten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Herkes okuyabilecek, türban sorununu çözeceğiz” derken bunu YÖK Yasasını veya Anayasayı değiştirerek yapacaklarını söylemiyor. “Bunun için gereken toplumsal desteği yaratacağız” diyor.Yetmez. Bunun için toplumsal uzlaşmanın yanısıra, kurumsal ve siyasal uzlaşmanın da sağlanması gerekiyor.Kılıçdaroğlu’nun dünkü Radikal’de yayınlanan türban demecinden sonra CHP’nin hukukçu kurmayları ile konuştuk. Onlar da bu sorunun çözümü için sihirli bir formül olmadığını söylüyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararlarından sonra konunun çok daha çetrefil hale geldiğini düşünüyor CHP’nin hukukçu kurmayları.“Çözülemez değil, çözülür ama bunun için Türkiye’nin gerçekten normalleşmesi gerekiyor” deniliyor.Üniversitelerdeki türban yasağı konusunda CHP kurmaylarının düşündüğü formülün aşamaları şu şekilde özetlenebilir:- Bu dönemde, bu gerilim ve kavga ortamında türban yasağı konusunda adım atmak mümkün değil.- Ülkenin bir seçim geçirip rahatlaması, hem toplumsal hem de siyasal tansiyonun düşmesi lazım.- Yasağın temeli, türbanın normal bir kıyafet veya inanç gereği olmasından değil; siyasal İslamın sembolü olmasından veya toplumun önemli bir bölümünde yer etmiş olan bu yöndeki algı...Bunun kırılması önem taşıyor.Toplumsal ve siyasal mutabakat bu algıyı değiştirebilir.Bu toplumsal, siyasal ve hatta psikolojik bariyerler aşıldıktan sonra işin hukuki ve teknik yanı başlıyor.Bu noktada eğer uygun toplumsal ve siyasal atmosfer oluşursa o zaman yine anayasa değişikliği gündeme gelecek. En geniş siyasal ve toplumsal mutabakatla, kavga ederek değil, uzlaşarak bir anayasa değişikliği yapılacak.Anayasa’nın eğitim hak ve ödevi ile çalışma hak ve ödevi konularını düzenleyen hükümlerinde değişiklik gerçekleştirilecek. “Kamusal alan” tanımı, “Kamu hizmeti alan”, “kamu hizmeti veren” personel tanımları yeniden yapılacak.Kılık kıyafet zorunluluğu sadece kamu hizmeti verenler açısından geçerli olacak. Kamu hizmeti alanlar ise Devrim Yasaları’na aykırı olmamak kaydıyla kamusal alanda istedikleri kıyafeti giyebilecekler.Bu durumda, üniversitelerde öğrenciler “kamu hizmeti alanlar” kapsamında olacağı için türban dahil istedikleri kıyafeti giyip, takabilecekler. Ancak öğretim üye ve elemanları yine yasak kapsamında olacak.Devlet hastaneleri, mahkemeler ve tüm devlet daireleri de aynı kapsam içinde olacaklar. Hizmet alanlar için bir zorunluluk olmayacak ancak hizmet veren personel doktor, hemşire, hakim, savcı, tüm devlet memurları şu anda olduğu gibi yine türban yasağı kapsamında olacak. Öğrenciler için türban serbest olacak. Ancak tıp fakültelerinde hem hizmet alan hem hizmet veren statüsündeki intörn öğrencileri (uzmanlık eğitimi alan ama aynı zamanda tedavi hizmetlerini de yerine getiren öğrenciler) veya aynı zamanda derslere de giren doktora öğrencileri yasak kapsamında olacak mı olmayacak mı?Belli değil...Aslında CHP’lilerin bu formülünün, AKP’nin yıllardan beri hayata geçirmeye çalıştığı ve her seferinde de CHP’nin muhalefet duvarına ve Anayasa Mahkemesi bariyerine takılan formülünden farkı yok. AKP de “kamu hizmeti verenler için yasak devam etsin, hizmet alanlar için kaldırılsın” diyordu.AKP de bunun için toplumsal ve siyasal uzlaşma arıyordu. Ancak bir takım korku ve kaygılar nedeniyle toplumsal uzlaşma sağlanamadı. Aksine korkular daha da derinleşti, toplum gerildi, cepheleşti. Siyasal mutabakat ise CHP’nin keskin tutumu yüzünden oluşamadı. Yeni dönemde ne değişecek?Kılıçdaroğlu muhtemelen CHP iktidarında Türkiye’nin normalleşeceğini, kaygı ve korkularından sıyrılacağını düşünüyor. Toplumdaki sert kutuplaşmaların ortadan kalkmasıyla, türbanla ilgili “Siyasal İslamın simgesi” olgusu veya algısının da giderilebileceğini öngörüyor.Yapılacak düzenlemeye AKP ve MHP de itiraz etmeyeceğine, kimse Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu da yapmayacağına göre sorunun çözümü en azından kağıt üzerinde mümkün gözüküyor...

Devamını Oku