“Şekilden esas”a girilir mi?

8 Haziran 2010

Anayasa Mahkemesi’nin beklenen kritik kararı dün açıklandı. Yüksek Mahkeme, CHP’nin anayasa değişiklik paketinin iptaline ilişkin başvurusunu 9-2’lik bir çoğunlukla kabul etti.Şimdi Ankara bu “9-2”nin anlamından yola çıkarak sonuç üzerine tahmin yürütmeye çalışıyor.Anayasa Mahkemesi’nden yapılan açıklamada, değişikliğin “şekil yönünden incelenmesine karar verilmiştir” deniyor.Bu açıklamanın hemen ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede, “Mahkeme, kesinlikle esasa girmeyecektir. Girmemelidir, esas konusunda bir karar vermemelidir” diyor.Arınç, Anayasa Mahkemesi’nin “esasa girmemesi” gerektiğini neden tekrarlama ihtiyacı duyuyor? Kaygı niye?Arınç’ı ve AKP’yi kaygılandıran unsur, geçmiş tecrübeler ve Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerinin incelenmesi konusunda oluşturduğu içtihat.Çünkü, Anayasa Mahkemesi, 2008 yılında üniversitelerdeki türban yasağı ile ilgili anayasa değişikliğini de şekil yönünden incelemişti. Ama çıkan iptal kararı, içerik denetimi sonucuydu.O günkü başvurunun incelenmesi sırasında da şekil yönünden inceleme şu sırayı izlemişti:- Oylama ve Meclis görüşmeleri usulüne uygun yapılmış mı?Evet yapılmış...- Değişiklik Anayasa’da öngörülen 367’nin üstünde bir çoğunlukla mı kabul edilmiş?Evet, 411...O zaman şekil yönünden bir eksiklik kalmıyor.Ancak bakılan bir nokta daha var:- Teklif usulüne uygun verilmiş mi?Evet, usulüne uygun verilmiş.Peki eksiklik?Anayasa’nın “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” olan ilk üç maddesinin yapılan düzenlemeden etkilenip etkilenmediğine bakılıyor. Bunun için de Anayasa Mahkemesi değişikliğin içeriğini inceliyor.Türbanla ilgili düzenlemede aynen bu yapılmıştı. Şekil denetiminde içerik incelemesi yapılmış ve bu düzenlemenin Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan laiklik ilkesine, yani değiştirilmesinin teklif dahi edilmemesi gereken hükmün dolaylı biçimde değiştirildiği sonucuna varılmıştı.Anayasa Mahkemesi bu kez nasıl bir yöntem izleyip nasıl bir sonuca varacak?Yüksek Mahkeme konuyu enine boyuna değerlendirecek ve bir karara varacak. Bu kararın ne çıkacağını bugünden kestirebilmek mümkün değil. Çünkü Anayasa Mahkemesi dünkü açıklamada da belirtildiği gibi konuyu önce saf şekil yönünden inceleyecek. CHP’nin sunduğu şekle ilişkin belgeler, yani ilk teklifteki imza skandalı ve oylama sırasında yaşananlara ilişkin delillere bakılacak. VATAN’da ve diğer gazetelerde yayınlanan açık oy kullanma ve bir AKP milletvekilinin hazırladığı hayır oyu verenler listesine ilişkin fotoğraflar incelenecek. Mahkeme belki de bu verilere dayanarak şekil yönünden iptal kararı verecek. Ya da bunları yeterli bulmayacak. O zaman yine CHP’nin başvurusunda yer alan Anayasa’nın 2. maddesinin dolaylı biçimde değiştirildiği iddiasını inceleyecek. Tıpkı türbandaki gibi... Yüksek yargı ile ilgili düzenlemelerin yine dolaylı biçimde Anayasa’nın değiştirilemez 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesini değiştirdiği sonucuna varacağı yönünde bazı çevrelerin beklentisi ve talebi var. Aynı şekilde iktidarın da kaygısı bu...9-2 SİNYAL Mİ?İktidar kanadında kaygıyı besleyen kritik unsur dünkü oylamada çıkan sonuç. Dünkü oylamada iktidarın beklentisi raportörün önerdiği biçimde başvurunun reddedilmesiydi. Ancak 11 üyeli Anayasa Mahkemesi’nde bu konuda yapılan oylamada 9 üye başvurunun kabulü, 2 üye ise reddi yönünde oy kullandı.Bu durum iktidar için sürpriz değildi. Başvurunun kabul edilebileceği tahmin ediliyordu. Ancak red yönünde sadece iki oy çıkması bir ölçüde hayal kırıklığı yaratmış durumda. Eğer bu başvuru 6-5 gibi bir çoğunlukla kabul edilmiş olsaydı iktidar çok rahatlayacaktı. O zaman hiçbir risk kalmayacaktı. Çünkü anayasa değişikliğinin iptali en az 7 üyenin oyu ile gerçekleştirilebiliyor.Peki şimdiki 9-2 bir gösterge mi? Yani bu sonuç anayasa değişikliğinin iptali sonucunu mu doğuracak?Elbette hayır. İptal kararını arzulayan muhalefet ve yüksek yargı çevreleri de, iktidar çevreleri de dünkü kararın açıklanmasından itibaren hangi üyelerin red oyu kullandığının tesbiti için yoğun bir kulis içine girdi.Bu iki oy acaba Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün atadığı iki yeni üyeye mi ait? Eğer öyle ise, iktidar cephesinde şekil denetimine “evet” diyen iki üyenin daha iptale “hayır” diyeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumda sonuç 7-4 olacak. Ancak nihai oylamada dengenin 6-5’e gelebileceği ve dolayısıyla 5 Temmuz günü iptal kararı çıkma olasılığının çok zayıflayacağı hesap ediliyor.Tabii ki karşı tarafın hesabı da kendine göre... Yani 8-3 iptal gösteriyor.Bunlar tabii şu anki kulis hesapları; herkesin kendine uygun biçimde evdeki hesabı.

Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’nin kritik kararı...

7 Haziran 2010

Türkiye, İsrail ile tarihinin en ağır krizini yaşıyor. Öyle ki bu kriz ülkenin, siyasetin rutin krizlerini bile şimdilik ikinci plana indirmiş durumda. O nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın geçen cuma günü yaptığı sert açıklama arada kaynayıp gitti. O nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki polemik dahi İsrail’le yaşanan krizi eksenine kaydı.Ancak ülke gündemindeki iç siyasete ilişkin sorunlu konular da geri plana düşmüş olsa da yürüyor. Bunların başında, büyük tartışmalarla, büyük siyasi kavga ve çekişmelerle Meclis’ten geçen ve referandum sürecinde bulunan anayasa değişikliğinin akıbeti geliyor.Anayasa değişikliğinin akıbeti bakımından Anayasa Mahkemesi’nin bugün yapacağı toplantı kritik önem taşıyor. CHP’nin yaptığı iptal başvurusu konusunda Anayasa Mahkemesi bugün nasıl bir karar verecek?Raportörün önerdiği gibi, usul yönünden iptali gerektirecek bir durum sözkonusu olmadığı gerekçesi ile başvuru reddedilecek mi? Yoksa dava kabul edilip inceleme sürecine mi geçilecek ?Bu noktada soru çok...Çünkü yürürlükteki Anayasa gereğince Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece usul yönünden inceleyebiliyor. Teorik olarak esasa giremiyor. Ancak bu yönde en son türbanla ilgili düzenlemede hayata geçen bir içtihat oluşmuş durumda. Yüksek Mahkeme dolaylı yönden de olsa belirli konularda esasa girip yerindelik denetimi yapabiliyor. Türbanla ilgili anayasa değişikliği bu şekilde iptal edilmişti.Şimdi de CHP’nin başvurusunda iptal isteminin en önemli gerekçelerinden biri Meclis’in kabul ettiği değişikliğin, Anayasa’nın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyecek nitelikteki 2. maddesini dolaylı biçimde etkilediği iddiasına dayalı. Acaba Anayasa Mahkemesi üyelerinin kanaati de bu yönde mi oluşacak?Bugün alınacak karar, bu noktada da bir ipucu niteliği taşıyabilir. Dava kabul edilirse konu önce yürürlüğün durdurulup durdurulmayacağı yönünden ele alınacak. Yüksek Mahkeme, hızlı ve kesintisiz bir görüşme takvimi belirleyip yürürlüğün durdurulmasına gerek olmadığı kararı verebilir. Bu noktadan sonraki karar kritik. Eğer Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez nitelikteki ikinci maddesinin dolaylı biçimde etkilendiği kanaati oluşursa, en az 6 üye bu kanaate varırsa referandum sürecindeki değişiklik paketinden Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili maddeler “yok hükmünde” kapsamında değerlendirilip paketten düşürülebilir.Bu tabii ki bir ihtimal. Ve bu ihtimal, anayasa değişikliği ve tartışmalı bazı davalar, telefon dinlemeleri gibi konular yüzünden siyasi iktidarla ipleri koparan yüksek yargıdaki genel beklenti. Anayasa Mahkemesi elbetteki yüksek yargıdaki havaya, beklentiye göre karar vermeyecek. Davayı reddedebileceği gibi, inceleyip iptale gerek bulmayabilir. Veya iptal kararı da verebilir.Ancak çıkacak karar hem siyaseti hem de yargıyı derinden etkileyecek, derin sarsıntılara neden olabilecek nitelikte. Hatta bu karar ve arkasından gelecek hem siyasi hem de hukuki sonuçlar bugün gündemin ilk sırasında bulunan İsrail krizini bile geri plana düşürebilir.Türkiye 2008’de bunun örneğini yaşadı.

Devamını Oku

ABD ne yapacak?

1 Haziran 2010

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün partisinin grup toplantısında İsrail’e çok ağır sözlerle yüklendi, çok ağır suçlamalarda bulundu. Türkiye-İsrail ilişkileri ve bölge dengeleri konusunda da şu tespiti yaptı Başbakan:“Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikardır...” Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hem Türkiye-İsrail ilişkileri eskisi gibi olmayacak hem de bölge dengeleri.Türkiye-İsrail ilişkileri uzunca bir süredir zaten sorunluydu fakat önceki günkü olay bu ilişkilerde onarılması çok zor bir kırılma yarattı. Oysa Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmak Türkiye’den çok İsrail’in lehineydi. İsrail’in güvenliği, huzuru ve barışı için Türkiye önemli ve aktif bir rol oynuyordu. Bu coğrafyada İsrail’in tek güvenebileceği, sırtını dönebileceği ülkeydi Türkiye.Zaten Erdoğan da bunu hatırlattıktan sonra İsrail yönetimine şu uyarıyı yaptı: “Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse düşmanlığı da o kadar şiddetlidir...” Ayrıca önceki gün yaşanan gemi olayı ve Türkiye faktörü, İsrail’in uluslararası platformlarda karşılaşacağı zorlukların yanı sıra bölgedeki başka dengeleri de değiştirecek gibi gözüküyor. Ki bunun ilk işareti dün Mısır’dan geldi. Mısır düne kadar yardım geçişine kapalı tuttuğu sadece insan geçişi ve İsrail’in denetiminde acil gıda ve ilaç yardımlarına açık tuttuğu Refah Sınır Kapısını açtığını duyurdu.Ardından Birleşmiş Milletler Genel sekreteri Ban Ki Moon’un açıklaması geldi:“Gazze’ye ambargo kaldırılmalıdır...” Türkiye’nin girişimleri sonucu BM Güvenlik Konseyi’nden kınama kararı çıktı, AB kınadı, muhtemelen NATO da sert bir tepki verecek İsrail’e. Ancak İsrail bu tür tepkilere alışık. BM Güvenlik Konseyi İsrail’i 40 yıldır kınıyor, hatta bazı yaptırım kararları da alıyor. Fakat bugüne kadar bunlar İsrail üzerinde etkili olmadı. Çünkü İsrail her dönemde ve her zaman ABD’nin himayesinde uluslararası yaptırımlardan kurtuldu ve bölgede bildiğini okumaya, eşkiyalık yapmaya devam etti.Başbakan Erdoğan bu durumu elbette çok iyi görüyor ve o nedenle dünkü konuşmasında bazı adreslere şu mesajı da gönderiyor:“İsrail bu cinayeti meşru gösteremez. Elindeki kanı temizleyemez. Dünyanın, insani değerleri önemseyen hiçbir kuruluşun buna seyirci kalmayacağını düşünüyoruz. Bu aşamadan itibaren kim bu saldırılara göz yumarsa onlar da suç ortağı olacaktır...” Mesajın adresi esas olarak Washington. ABD yönetimi şimdiye kadar olduğu gibi İsrail’in her yaptığını hoşgörmeye, uluslararası yaptırımlara karşı koruyup kollamaya devam edecek mi, etmeyecek mi?ABD’nin alacağı tutum önemli. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington’da görüştüğü ABD Dışişleri Bakanı Clinton’a Türkiye’nin beklentilerini net biçimde anlattı.Ardından Başkan Obama ile Erdoğan arasında gerçekleşen telefon görüşmesi de kritik önemdeydi.Peki ABD ne yapacak? ABD’nin ne yapacağı, İsrail’e karşı nasıl bir tutum alacağı önümüzdeki dönemde bölge barışı için olduğu kadar Türkiye-ABD ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceği için de hayati önem taşıyacak.ABD yönetimi için de kritik bir tercih söz konusu. Bir yanda stratejik ortağı ve himayesindeki İsrail, diğer yanda ise bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye.“Türkiye çok haklı” deyip İsrail’in üstüne çizik atmayacağı kesin. Fakat İsrail yönetimine “ayar” verme yoluna gidebilir.

Devamını Oku

Gönül'den Barak'a anında sert tepki: Suç işlediniz...

1 Haziran 2010

Önce İskenderun'dan gelen PKK saldırısı ve 6 şehit haberi, ardından Akdeniz'de İsrail'in yaptığı eşkiyalık öncesi gece Ankara'yı ayağa kaldırdı. Başbakanvekili Bülent Arınç'ın ifadesi ile hükümet ve güvenlik birimlerinin üst kademesi geceyi uykusuz geçirdi.Gerilim ve uykusuzluk sadece Ankara'da değildi. Şili'de bulunan Başbakan Erdoğan ile Brezilya'dan Washington'a hareket eden Dışişleri Bakanı Davutoğlu'da geceyi telefon başında geçirdiler. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi'ni olağanüstü toplantıya çağırmak üzere rotasını Washintong'tan New York'a çevirirken Başbakan Erdoğan da Türkiye'ye dönüşünü bir gün öne aldı. Hareketlilik sadece Ankara ve Latin Amerika'da yaşanmadı. Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, Mısır gezisini yarıda keserek Türkiye'ye döndü. Balkan Konferansı toplantısı için Makedonya'nın başkenti Üsküp'te bulanan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de hem İskenderun'daki terör saldırısına ilişkin gelişmeleri hem de Akdeniz'deki İsrail saldırısını dakika dakika izledi.Gelişmeler konusunda bakanlığından ve Başbakanlık'tan sürekli olarak bilgi alan Vecdi Gönül, İsrail'in "Mavi Marmara" gemisine operasyon düzenlediği haberi üzerine sabah saat 6.30'da yakından tanıdığı meslektaşı İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'a telefon etti.Gönül, bu güne kadar Barak'la defalarca yüzyüze ve telefonda görüşme yapmıştı. Ancak dün sabaha karşı Üsküp'ten yaptığı görüşme hepsinden farklı oldu. İki bakan arasında son derec kritik ve gerilim yüklü bir konuşma oldu.Gönül, Barak'a "Siz ne yapıyorsunuz? Yaptığınız açık denizde korsanlık, sivil insanların üstüne ateş mi açıyorsunuz?" diye sordu.İsrail'deki koalisyonun en deneyimli ve ılımlı sayılabilecek ismi olan Ehud Barak, sıkıntılı ve şaşkın bir iifadeyle Gönül'ü yumuşatmaya çalıştı. "Silahlı müdahaleyi kendilerinin de arzulamadıklarını ama mecbur kaldıklarını" söyleyerek kendini savundu ve özetle şöyle devam etti: "Geceyarısından sonra söz konusu gemiler İsrail'in güvenlik bölgesine girdi. Bizim güvenlik güçlerimiz, deniz güçlerimiz bu gemileri durdurabilmek için sesli ikaz yaptılar. Sesli ikaz tam iki saat devam etti ama ne yazık ki buna uyulmadı, bütün ikazlara rağmen gemiler İsrail'in güvenlik bölgesinde ilerlemeye devam edince askeri operasyon zorunlu hale geldi. Bütün samimiyetimle söylüyorum ki böyle bir böyle bir askeri operasyon planlı değildi. Önceden planlanmamıştı. Gemiler durdurulamadığı için bu yola başvuruldu..."Milli Savunma Bakanı Gönül şunu sordu İsrail Savunma Bakanı'na: "Baskın yaptığınız gemi askeri değil, sivil bir gemi. Siz nasıl olurda açık denizde masum insanların üzerine ateş açabiliyorsunuz?"İtiraz ediyor Barak: "Hayır bize gelen bilgi öyle değil. Gemide muhtemelen silahlı unsurlar vardı. Çünkü o gemiye çıkan bizim askerimizin üzerine ateş açıldı. İki askerimiz silahla yaralanmış. Gemide muhtemelen silahlı insanlar vardı veya indirme sırasında bizim askerlerimizin silahını alıp ateş etmiş olabilir. O nedenle çatışma çıkmış. Bu talihsiz olay sadece bir gemide (Mavi Marmara) oldu, diğer gemilerde sorun yaşanmadı..."Gönül, yapılanların hiç bir şekilde mazur görülemeyeceğini belirttikten sonra "Bu yaptığınız ülkelerimiz arasında dostluğa olduğu kadar uluslararası hukuka ve insanlığa da darbe vurmuştur. Yaptığınız saldırganlığın hiçbir mantıklı gerekçesi, hiçbir izahı kabul edilemez" diyerek konuşmayı bitirdi.Ardından da dünkü toplantıyı beklemeden gezisini yarıda keserek Ankara'ya döndü Vecdi Gönül. Dün telefonla konuştuğumuz Gönül, İsrail'in önceki gece yaptığı bu saldırı ve korsanlıkla ilgili olarak, "İsrail'in giriştiği bu eylem, Türkiye'ye karşı olmaktan öte insanlığa karşı, uluslararası hukuka karşı bir saldırıdır" dedi. Türkiye'nin bu saldırıyı başta BM Güvenlik Konseyi ve AB olmak üzere bütün uluslararası platformlarda gündeme getirerek İsrail'e karşı yaptırım talep edeceğini söyledi. Barak'la görüşmesinde İsrail'in yaptığı bu saldırganlığı "100 millik ikaz bölgesi ikaz etmiştik" diye savunmaya çalışacağını sezdiğini belirten Gönül, "Ama bu durum da 33 ayrı ülkenin vatandaşı olan yüzlerce sivil masum insanın üzerine ateş açılmasını, katledilmesini mazur ggösteremez. Bu çok açık bir uluslararası hukuk ihlali ve insanlık suçudur" dedi.

Devamını Oku

İşsizlik Erdoğan’ı kaygılandırıyor...

25 Mayıs 2010

Siyasal tartışmaların laiklik veya türban sorunu ekseninde yürüdüğü dönemlerde AKP ve Başbakan Erdoğan rahattı. Bu tartışmanın siyaseten kendi lehine gelişeceğini biliyordu. Sonuç öyle de oldu. Laiklik veya türban geriliminin yükseldiği dönemlerde AKP oy oranını da yükseltti.Kuşkusuz salt bu nedenle değil. Özellikle birinci iktidar döneminde gerçekleştirilen yüksek oranlı büyüme performansı, enflasyon ve faizlerin düşmesi iktidarın grafiğini hep yükseltti.Fakat şimdi durum değişti. İkinci iktidar döneminde parlak bir ekonomik büyüme performansı bir yana, küçülme var. Artan işsizlik ve yoksulluk var.Ve bu arada CHP’de yaşanan son gelişmeler, iktidarın işini daha da zorlaştırıyor.Kılıçdaroğlu, AKP’ye ve Erdoğan’a hangi konular üzerinden yükleneceğinin ipuçlarını net biçimde ortaya koydu:İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk...Özellikle işsizlik son derece hassas bir konu. Bu hassasiyeti, bu sorunun ekonomik ve sosyal risklerinin yanı sıra siyasal riskini de çok iyi gören Başbakan Erdoğan, aylardan beri çıkış arayışında. Sorunun hafifletilebilmesi için yeni çözüm önerilerinin ele alınacağı bir zirve toplantısı hazırlığı yapılıyor. Aslında işsizlik Türkiye’de bugünün veya dünün sorunu değil. Türkiye yıllardan beri bu ciddi ekonomik ve sosyal sorunu yaşıyor. Zaman zaman derinleşiyor ama özellikle son 10 yıldan beri hiç hafifletilemedi. Hem de AKP’nin birinci iktidar döneminde yıllık ortalama yüzde 7’leri aşan büyüme performansına rağmen hafifletilemedi.Küçülmenin yaşandığı 2009’un ardından bu yıl muhtemelen mütevazi bir ekonomik büyümeyi yakalayabilecek Türkiye ama işsizlik sorununu hafifletmeye yetecek mi?Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekonomiden sorumlu bakanlar yeteceği kanaatinde. Hatta Başbakan Erdoğan çok iyimser bir hedef koyuyor ortaya; yaz aylarında işsizlik oranını yüzde 10’un altına indirebileceklerini söylüyor.Ama gerçekçi mi?Pek öyle gözükmüyor. Ve CHP’nin çiçeği burnunda Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu noktadan hükümete ve iktidar partisine yüklenerek gedik açmaya çalışıyor. Etkili olabilir.Peki, Erdoğan’ın dediği gibi CHP’nin işsizlik sorununu çözebilecek tutarlı, ayağı yere basan bir projesi var mı?“Var” diyor CHP kurmayları.CHP Parti Meclisi’nin iktisatçı üyelerinden eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, hükümetin bu politikalarla işsizlik sorununun üstesinden gelebilmesinin mümkün olmadığını iddia ediyor.“Mevcut hükümet bu sorunu çözemez. Çünkü sorunun kaynağını göremiyor veya görüyorsa bile çaresiz kalıyor, altında eziliyor” diyor Faik Öztrak ve ekliyor:“Her şeyden önce işsizlik hükümetin uygulamakta olduğu mevcut politikaların bir sonucu. Küresel sermaye hareketlerini yönetememelerinin bir sonucu...” Öztrak, “üretmeyen, üretemeyen, ithalata dayalı bir ekonomi ve sanayileşme stratejisi ile işsizliğe çare bulunamayacağını” söylüyor.Sorunun temelinde küresel sermaye hareketleri, para ve kur politikalarının yattığını belirtiyor.Öztrak’a göre,“Ekonominin hazmetme kapasitesinin üzerinde sermaye girişleri olduğunda bu durumun piyasa koşulları içinde iyi yönetilmesi, TL’nin aşırı değerlenmesinin önlenmesi” gerekiyor.CHP muhtemelen önümüzdeki dönemde üreten ekonomi, işsizlik ve yoksullukla mücadele konularında kapsamlı bir çalışma başlatacak.

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu, CHP’de neleri değiştirecek?

24 Mayıs 2010

Genel Başkanlık koltuğuna dün oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nun işi zor değil ama sanıldığı kadar kolay da değil. Çünkü çıtayı oldukça yükseğe koydu Kılıçdaroğlu. Yüzde 40’la iktidar hedefi...İmkansız değil ama zor bir hedef. Bunun için lafla değil, gerçekten de çok şeyi değiştirebilmesi gerekiyor. Değişim, sadece parti yönetimindeki isimlerin bir kısmını değiştirmekle bitmiyor. Önemli olan söylemi, siyaset yapma biçimini değiştirebilmek.Bunları yaparken, partide yeniden bir birleşme, toparlanma dönemi açmaya, eski küslükleri, kırgınlıkları gidermeye çalışırken yeni kırgınlıklara, küskünlüklere yol açmaması önem taşıyor.Daha da önemlisi CHP’yi, “sözde değil özde halk partisi” konumuna nasıl dönüştürecek?70’li yıllarda Bülent Ecevit döneminde “Bu düzen değişmeli” sloganı ile yola çıkan CHP, son yıllarda, özellikle de AKP’nin iktidar olduğu son 8 yıllık süreçte tam aksi bir noktaya geldi. CHP’nin genetiğindeki refleksler harekete geçti ve “Cumhuriyetin temel değerlerini koruma ve kollama” kaygıları CHP’yi eski, klasik devlet partisi konumuna itti. Ülkenin içinde bulunduğu koşulların zorlamasıyla, AKP’ye karşı duyulan kaygılarla CHP hep devletin, kurulu düzenin savunucu rolünü üstlenmek durumunda kaldı.İktidardaki AKP, kurulu düzene karşı muhalif, mağdur rolünü oynarken, CHP ise halkçı değil, devletçi yönü ağır basan, hatta devletle özdeşleşen bir imaja büründü.Kılıçdaroğlu, kurultayda yaptığı konuşmasında yeni dönemde CHP’nin bu imajını değiştireceğinin sinyallerini verdi. Tabii ki CHP’nin politikası, ideolojik çizgisi, programı tümden değişecek değil. Ama önümüzdeki günlerde en azından söylem bazında bir eksen değişikliği görülebilir.Yani bir yandan AKP’yi devlete, egemenlere ve kurulu düzene karşı mazlumların temsilcisi rolünden indirmek, diğer yandan da CHP’yi yeniden özgürlükçü açılımların, sol değerlerin, emekten yana, ezilenlerden yana konumlandırabilmek. Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasının satır aralarında yeni dönemde bu yöndeki söylem ve eylemlerin öne çıkacağının ipuçları da var aslında. Ancak tabii ki bunun altının doldurulması gerekiyor. Örneğin kayıt dışı ekonomi, sigortasız, kayıt dışı işçi çalıştırmanın önlenmesi ve sendikalaşmanın desteklenmesi nasıl bir programla gerçekleştirilecek? Kamu kesiminde taşeronlaşmaya nasıl son verilecek? Bu sorulara belki bugün Zonguldak’ta açıklık getirebilir Kılıçdaroğlu. Ki zaten sosyal güvenlik ve çalışma hayatı kişisel uzmanlık alanlarından biri...İkincisi yeni anayasa ve gerçek demokratikleşme.Ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Türkiye’nin en önemli sorunu” diye tarif ettiği Kürt meselesi...Bu konularda CHP’nin düne kadar olan duruşunu, yaklaşımını ne ölçüde esnetebilecek Kılıçdaroğlu? Acaba SHP döneminde hazırlanan Kürt raporunu güncelleştirip yeni bir açılım önerisi getirebilecek mi?Bu soruların yanıtları önemli. CHP’yi yüzde 40’lar düzeyinde bir oy oranına taşıyabilmek için sadece iktidarın politikalarını eleştirmenin, sadece yolsuzlukların üstüne gitmenin yetmeyeceğini elbette Kılıçdaroğlu ve ekibi de biliyor. Türkiye’nin temel sorunları ile ilgili yeni ve somut şeyler söylemek gerektiğini de... Ama nasıl ve ne zaman?

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’nun iktidar koşusu...

23 Mayıs 2010

CHP kurultayında beklendiği gibi sürpriz olmadı. Genel Başkanlık seçimi formaliteden ibaretti. Formalite tamamlandı ve Kılıçdaroğlu oybirliği ile CHP’nin yeni genel başkanı oldu.CHP kurultayına ilgi çok büyük oldu. Medyanın ilgisi yüksekti, haber kanallarının hemen tümü canlı yayınlarla naklen verdi kurultayı. CHP’lilerin ilgisi de çok yüksekti. Günlerdir akın akın Ankara’ya gelen partililer salon dışında büyük kalabalıklar oluşturdu. Ankara’da tam bir bayram havası yaşadı CHP’liler. Delegelerin de, izleyicilerin de, tüm CHP’lilerin yüzleri gülüyordu. İktidara susamışlıkları her hallerinden belli olan CHP’liler Kılıçdaroğlu ile iktidara yürüyeceklerine inanmışlar. O yüzden içten ve inanarak “Başbakan Kemal” sloganını yürekten haykırıyorlar.Umutları, beklentileri çok yüksek CHP’lilerin.Çok şey yaşandı CHP’nin dünkü 33. Olağan Kurultayı’nda. Yıllardan beri iç sorunlar yaşadığı için bir dönem “olağanüstü kurultaylar partisi” diye anılan CHP’nin dünkü kurultayı olağandı ama olağanüstü koşullarda yapıldı. Bu kurultayın hazırlıkları yapılırken hiçbir heyecan, hiçbir beklenti yoktu. Genel Başkanlık seçimi yine formaliteden ibaret kalacaktı. Baykal Genel Başkan seçilecekti. Kurultay da parti yönetiminde, yani vitrinde yapılacak değişikliklerden ibaret kalacaktı. Ancak iki hafta önce patlayan kaset komplosu her şeyi değiştirdi.İki hafta öncesine kadar partide üçüncü veya beşinci sıradaki adam olup olamayacağı tartışılan Kemal Kılıçdaroğlu dün Genel Başkan oldu.Hava 180 derece değişti. CHP’nin küskünleri Kurultay salonuna koştu. Altan Öymen’den Erol Çevikçe’ye, Adnan Keskin’e, Murat Karayalçın’a kadar pek çok küsmüş, küstürülmüş, kenara çekilmiş kıdemli partililer dün yine heyecanla, umutla yuvaya döndü.Kuşkusuz en önemli gelişme “Ecevit efsanesi”nin dönüşüydü. Kılıçdaroğlu’na destek vereceğini önceki gün ilan eden Rahşan Ecevit dün Emrehan Halıcı ile birlikte kurultay salonuna geldi. Rahşan Ecevit’in salona girişi büyük bir heyecan, müthiş bir duygu seli yarattı. Rahşan Hanım’la birlikte adeta Bülent Ecevit’in ruhu da salona girmişti...Ki zaten Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşması da Bülent Ecevit’ten izler taşıyordu, halkçılık vurgusu yeniden öne çıkıyordu dün itibariyle CHP’de. İktidar yürüyüşü için “Halk için halkla beraber” diyor Kemal Kılıçdaroğlu. “Temiz Türkiye” diyor, “Halktan yana yürüyüş”, “Hakça bölüşüm” diyor.Katı devletçilikle, hatta “askercilik”le özdeşleştirilmiş, “Halka karşı devletten yana olmak” imajı üstüne yapışmış olan CHP’yi yeniden adı gibi halkın partisi yapacağını vadediyor Kılıçdaroğlu.Açlığa, yoksulluğa, yolsuzluklara vurgu yapıyor Kılıçdaroğlu, yolsuzlukların hesabını soracağını vadediyor.“Ben yok, biz varız” diyerek lider odaklı particilikten, kadro siyasetine geçişin sinyallerini veriyor.“İktidar için yürümek yetmez, koşmalıyız” diyor.Ve bu iktidar koşusunun nasıl olacağını da Nazım Hikmet’in şu dizeleriyle tarif ediyor:“Bir ağaç gibi tek ve hür,Ve bir orman gibi kardeşçesine...” Parti içi barışa, birlik ve beraberliğe önem vereceğinin altını çiziyor. Ayrıca bugüne kadar çok yakınılan parti içi demokrasi için de net taahhütte bulunuyor.Evet CHP’nin dünkü kurultayda tam bir birlik havası, büyük bir coşku vardı. İttifak vardı, Kılıçdaroğlu kurultaya katılan bütün delegelerin imzasıyla aday gösterildi ve oybirliği ile seçildi.Ama bugün hava biraz değişebilir. Bugün Parti Meclisi, parti yönetimi için seçim yapılacak. Birkaç günden beri alttan alta yaşanan listeye girebilme çekişmesi bugün su yüzüne çıkabilir.Ama CHP’lilerde iktidar umudu ve beklenti o kadar yüksek ki bu tür ufak tefek liste kırgınlıklarının sorun oluşturmayacağı anlaşılıyor.

Devamını Oku

Liste savaşı ve Önder Sav faktörü...

19 Mayıs 2010

Deniz Baykal dönecek mi, dönmeyecek mi tartışmaları artık geride kaldı. CHP şimdilik yeni liderini olmasa da yeni genel başkanını buldu.Önceki gün yapılan il başkanları toplantısının ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı kesinleşti. Kurultay’da yapılacak genel başkanlık seçimi artık formaliteden ibaret.O nedenle artık dikkatler Pazar günü yapılacak Parti Meclisi seçimine odaklanmış durumda. Bu alanda dünden itibaren Ankara’da çok yoğun bir kulis faaliyeti başladı. Gönlü kırık Baykal ekibi, belki yaşadıkları şokun da etkisiyle şimdilik gelişmeleri uzaktan izliyor. Öteden beri CHP’de “vitrin ve kadro” değişimi isteyenler ise yoğun bir faaliyet içinde. Hatta öyle ki, yıllardır CHP’de kendilerine yer kalmadığını düşünen, küskün olan bazı eski CHP’liler de liste kulisinin içinde. Eski küskün ve kırgınlar da Kılıçdaroğlu döneminde yeniden CHP’de siyaset yapmaya başlayabileceklerini, partide etkin rol oynayabileceklerini düşünüyorlar. Ama acaba Parti Meclisi listesinde kendilerine yer bulabilecekler mi?Dünkü tablo itibariyle çoğu için güç görünüyor.Çünkü onlara göre, kendilerini CHP’den uzaklaştıran nedenlerin başında Önder Sav faktörü geliyordu. Belki Deniz Baykal öyle uygun görmüştü ama sonuçta hepsinin ipini çeken ya da çektiği sanılan makamın Genel Sekreterlik, yani Önder Sav olduğu düşünülmüştü. Ve şimdi geri dönüşte karşılarında yine Önder Sav’ı görüyorlar.Hemen hepsi biliyor ve görüyor ki parti yönetiminin yeni mimarisi büyük ölçüde Önder Sav’ın imzasını taşıyacak.Ve Önder Sav’ın bu konuda kendine göre partinin çıkarlarını esas alacağı ve kesinlikle taviz vermeyeceği söyleniyor.Sav’a Parti Meclisi’nin blok liste değil, önceki dönemlerde uygulandığı gibi “çarşaf liste” yöntemiyle belirlenmesi önerildi. Hatta bu öneri daha ilk gün Kılıçdaroğlu’na çok yakın isimlerden geldi. Ancak Önder Sav bu öneriye şiddetle karşı çıktı. Sav, en azından bu kritik kurultayda parti içinde yeni sorunlar yaşanmaması için blok listede ısrarlı oldu. Kılıçdaroğlu ekibi de önerisini geri çekti.Şimdi ne olacak?Yönetim listesini büyük ölçüde Önder Sav şekillendirecek. Tabii ki Kılıçdaroğlu ile danışarak.Bundan önceki olağanüstü kurultayda gerçekleştirilen tüzük değişikliği gereğince yeni dönemde CHP’de genel sekterlik makanının önemi kalmayacak. Örgüt ve parti yönetimi başkanlık divanına geçecek. Genel başkan yardımcılarının gücü ve etkinliği artacak. Ve Önder Sav düne kadar Genel Sekreter olarak elinde tuttuğu örgüte ilişkin yetkilerle birlikte, hatta bu yetkiler daha genişletilmiş olarak yeni dönemde birinci genel başkan yardımcısı olacak.Ön plandaki bir numaralı isim, kuşkusuz yeni genel başkan Kılıçdaroğlu olacak. Ama geri planda parti işlerinin, örgütlerinin yeniden yapılandırılmasının yetkisi Önder Sav’da olacak. Evet, Deniz Baykal genel başkanlıktan ayrılmak zorunda olmasaydı veya geri dönüş planı işletilebilseydi CHP’de muhtemelen Pazar günü itibariyle Önder Sav dönemi sona erecekti.Sav da bunu biliyordu. Ama o çok daha çevik bir hamle yaparak Baykal ve ekibinin planlarını boşa çıkardı. Kılıçdaroğlu’na verdiği kritik destekle yeni dönemin de iki numaralı ismi yine Önder Sav oldu. Hem de çok daha güçlü bir konumda. Sav, üç gün öncesine kadar CHP içinde adeta bir “günah keçisi” konumundaydı. Bütün olumsuzlukların, parti içi kıyımların başsorumlusu olarak görülüyordu. “Baykal masum ama ah Önder Sav olmasa” izlenimi veriliyordu etrafa. CHP’de başına tuğla düşen bile sorumluluğu Önder Sav’a yüklüyordu. Acaba yeni dönemdeki misyonu ve imajı nasıl olacak Önder Sav’ın? Muhtemelen, parti örgütlerini, partinin kurumsal yapısını ve tarihini en iyi bilen, dengeleri gözetebilen “Büyük Ağabey”...

Devamını Oku