Milletvekili genel seçimlerine tam yedi ay kaldı. Muhtemelen 12 Haziran 2011’de Türkiye seçime gidecek. Bu seçim iktidar için olduğu kadar, muhalefet için, CHP için de kritik öneme sahip. Özellikle de CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin siyasi geleceği bu seçimde alınacak sonuca bağlı. Çünkü Kılıçdaroğlu, şimdiden “başarılı olamazsak bu koltukları bırakırız” taahhüdünde bulundu. Başarı ölçüsünü belirtmedi. Nedir başarı veya başarısızlık? İktidar olursa, birinci parti çıkarsa elbette başarılı sayılacak. Ama ya olmaz, CHP seçimden yine ikinci parti çıkarsa, o zaman ölçü ne olacak?Yüzde 23 veya 25 başarı mı sayılacak yoksa “en az yüzde 30” mu denilecek? Bunları ileride göreceğiz. Ancak başarı çıtası nereye konulursa konulsun önemli. 2011 seçimleri CHP için de, Genel Başkan Kılıçdaroğlu için de hayati önem taşıyor.CHP ve Kılıçdaroğlu bu seçime nasıl hazırlanacak?Mevcut parti yönetimi ile mi? Şu an için Önder Sav’ın tartışmasız hakimiyetinin sürdüğü belli olan mevcut Parti Meclisi ile mi?Yeni yönetimin açıklamalarına bakılırsa öyle olacak. Olağanüstü kurultayın seçimden sonra yapılacağını söylüyor CHP’nin yeni yöneticileri. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun verdiği izlenim de o yönde. Ama acaba gerçekten öyle mi, yoksa kafalarda başka bir plan mı var, belli değil. Kararı Kılıçdaroğlu verecek. Ve Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki kararı da muhtemelen dün akşam saatlerinde yaptığı il başkanları toplantısından aldığı izlenimin analizine göre netleşecek.Dün CHP’de Kılıçdaroğlu’na yakın bazı isimlerle konuştuk. Kurultay konusunda ciddi tereddütleri var; “Belki de hiç zaman kaybetmeden kurultaya gidip Parti Meclisi’ni yenilemek daha iyi” diyorlar. Önder Sav ve arkadaşları zaten geçen hafta yapılan ama hukuki geçerliliği tartışılan PM toplantısında olağanüstü kurultay kararı almış durumda. Deniz Baykal ekibi ise öteden beri “Tek yol seçimli olağanüstü kurultay” diyor.Ayrıca bir an önce olağanüstü kurultaya gitmemenin Kılıçdaroğlu açısından ciddi riskler içirdiği de ortada. Örneğin şu anda savaş baltasını gömmüş gibi gözüken Önder Sav ve arkadaşları acaba yarın ne yapacaklar? PM’deki denge acaba iki hafta sonra Kılıçdaroğlu lehine değişecek mi? Şüpheli. Eğer değişmez ise ve Önder Sav hukuken en geç 3 Aralık’ta toplanması zorunlu olan Parti Meclisi’nde MYK’nın tümü veya bazı üyeleri için güvensizlik oyu verir ve düşürürse ne olacak?Bu son derece ciddi bir risk.İkinci risk şu:2011 seçimlerinde milletvekili adaylarının nasıl belirleneceğine Parti Meclisi karar verecek. Tıpkı 2007 seçimlerinde olduğu gibi bazı illerde göstermelik ön seçim yapılacak. Ama büyük ölçüde merkez yoklaması sistemi esas alınacak. Önder Sav ekibinin ağırlıkta olduğu Parti Meclisi, Kılıçdaroğlu’nun önerdiği adayları mı kabul edecek yoksa tam aksine Kılıçdaroğlu’nun milletvekili yapmak istediği isimlerin üstünü çizip Sav’a yakın isimleri mi yazacak? Tabii ki ikincisini yapacak. Hatta MYK’nın yeni üyelerinin çoğunun listelere girememesi bile sözkonusu olabilecek.Özetle Kılıçdaroğlu’nun kendi deyimiyle “iktidar yolculuğunu veya koşusunu” mevcut Parti Meclisi ile hızlandırabilmesi zor. Hatta son derece riskli.
Hayır durulmadı. Kolay kolay da durulmaz CHP. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta yaptığı MYK (Merkez Yönetim Kurulu) ataması ve bu çerçevede eski Genel Sekreter Önder Sav’ın yetkilerini elinden alıp Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’e devretmesi üzerine patlayan kriz şimdilik yatışmış gibi.Fakat bu yatışmışlık sadece görüntüde öyle. Taraflar hiçbir şekilde durumu kabullenmiş değil. Aksine nihai, tayin edici savaş için safları sıklaştırmak, güçlerini en uygun biçimde mevzilendirmekle meşgul.Kılıçdaroğlu ve ekibi de bunu yapıyor, Önder Sav cephesi de.Zaten Önder Sav ve arkadaşlarının bu durumu hazmedip, “Ne yapalım Genel Başkanımızın takdiri böyle. Biz partimizi iktidara taşımak için vargücümüzle çalışmaya devam ederiz” noktasına gelebilmeleri mümkün değil. Çünkü onlar çok büyük haksızlığa uğradıklarını, Kılıçdaroğlu’nun Önder Sav ve ekibine büyük bir “nankörlük” ettiğini düşünüyorlar. O nedenle bir an önce olağanüstü kurultay toplatıp Kılıçdaroğlu ve ekibiyle kozlarını paylaşmayı planlıyorlar.Önder Sav’ın il başkanları ve kurultay delegeleri üzerindeki etkisi ve hakimiyetine güveniyorlar.Ama acaba bu etki ve yönlendirme kapasitesi hala devam ediyor mu?Bırakın kurultay delegeleri üzerindeki yönlendirme etkisini, PM(Parti Meclisi)’ndeki denge hala 59 - 21 Önder Sav lehine mi?Kuşkulu...Yönetim değişikliğinin ilk günü yapılan toplantıda 80 üyeli PM’nin 59 üyesi Kılıçdaroğlu’nun karşısında tutum almıştı. Acaba önümüzdeki günlerde yapılacak bir PM toplantısında da bu durum devam edecek mi? Yoksa denge 41 - 39 Kılıçdaroğlu lehine mi değişecek?Kılıçdaroğlu çevresi ve yeni oluşan MYK’nın bazı üyeleri dengenin tersine döneceğinden emin gözüküyor. PM’nin en az 45 - 50 üyesinin Kılıçdaroğlu’nun arkasında olacağını düşünüyorlar.Olabilir. Milletvekili seçiminin yaklaştığı bir ortamda siyasi geleceğini düşünenler maceradan uzak durmaya, Genel Başkanın tepkisini çekmemeye özen gösterebilirler.Ama yine de bu durumdaki bir yapı ile Genel Başkana karşı açıkça tavır almış bir PM ile seçime giderken Kılıçdaroğlu rahat edebilir mi, düşündüğü köklü dönüşüm kararlarını alabilir mi?Zor...Zaten o yüzden de Kılıçdaroğlu ve ekibi şimdilik her ne kadar “seçime giderken kurultay toplanmaz, seçimden sonra toplar, demokratik bir tüzük ve yeni Parti Meclisi’ni oluştururuz” dese de bu konuda henüz bir kesinlik yok.Kılıçdaroğlu’nun değerlendirmeleri sürüyor.Geçen hafta Genel Merkez yönetiminde yaşanan depremin ardından bugün Meclis Grup toplantısı yapılacak. Acaba grubun havası nasıl olacak? Kılıçdaroğlu milletvekillerinden ne ölçüde destek görecek? Ne kadar milletvekili Önder Sav’ın yanında saf tutacak?Bugün bir başka kritik toplantıyı da il başkanları ile yapacak Kılıçdaroğlu. Bu toplantı Meclis Grubu’ndan daha önemli. İl başkanları toplantısı kurultay delegelerinin nabzı konusunda ipuçları ortaya koyacak. Bu tür toplantı ve görüşmelerin ardından Kılıçdaroğlu, kurultay konusundaki kritik kararını verecek.Muhtemelen CHP Aralık ayı içinde olağanüstü kurultaya gidecek. Bu kurultayda sadece tüzük değişmeyecek. PM yönetimi de yeniden oluşacak. Ve o kurultay Kılıçdaroğlu - Önder Sav hesaplaşmasından çok Sav ve Baykal ekiplerinin yarışına sahne olacak gibi.Peki hem Baykal ekibinin hem de Önden Sav ve arkadaşlarının çok ısrarcı oldukları bu olağanüstü kurultay sonunda CHP’de sular durulur mu?Hayır yine durulmaz. Gerçi Kılıçdaroğlu’nun eli rahatlar. Ama muhaliflerin beklentisi ve hırsı kırılmaz. Ta ki 2011 milletvekili seçim sonuçlarına kadar.Eğer 2011 seçimlerinden iyi bir sonuç alırsa Kılıçdaroğlu’nun liderliği üzerindeki tartışma sona erer. Aksi halde CHP daha çok kurultay yapar. Çok lider adayı öğütür...
Tüzüğün uygulamaya konulmasının da konulmamasının da CHP’de krize neden olacağı belliydi. Fakat bu boyutta bir iç savaşın çıkacağı beklenmiyordu.Dün ortaya çıkan durum tam anlamıyla parti içi iktidar savaşı. CHP ölümüne bir iç iktidar mücadelesi içine girmiş durumda.CHP’de düne kadar geçerli olan durum şuydu:Genel Başkan’ın etrafını kendisine yakın isimlerle kuşatmış olan eski Genel Sekreter Önder Sav, partinin mutlak hakimi.Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ise Parti Meclisi’nde de (PM), Merkez Yönetim Kurulu’nda da (MYK) adeta yalnız adam konumundaydı.Önder Sav adeta, “Partiyi biz idare ederiz sen o işlere karışma” havasındaydı...Kılıçdaroğlu, yakın çalışmak istediği isimlerin çoğunu MYK’ya alamadı. Gürsel Tekin’in atanmasını bile binbir güçlükle, pazarlıkla gerçekleştirebildi.Referandum öncesinde parti içinde çatışma var görüntüsü vermemek için bütün olup biteni sineye çekti Kılıçdaroğlu. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tüzük uyarısı, Kılıçdaroğlu’nun önüne çok önemli bir fırsat penceresi açtı. Ya düne kadar olduğu gibi sözde değil, özde genel başkan olacak ya da Önder Sav’a tam teslim olacaktı.Kılıçdaroğlu, yine de kırıp dökmeden, yeni MYK üyelerini Önder Sav ile asgari mutabakata vararak atamayı tercih etti.Onun için önceki gece Önder Sav ile çok kritik bir görüşme yaptı. Bu görüşmede “Ben Genel Başkanım yetki bende, bu yetkileri paylaşmam. Ama işbirliğimizin, ortak çalışmamızın yeni koşullarda da sürmesini tercih ederim” mesajını verdi.Ancak eski mutlak yetkilerinin gideceğini anlayan Önder Sav’ın kaşları çatıldı.Özellikle de kendisine “Seçim ve Hukuk İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” koltuğunun önerilmesi, Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinin Gürsel Tekin’e verileceğinin söylenmesi ipleri kopardı.Bu durum Önder Sav açısından kabul edilemez bulundu.Ve dün sabah saatleri itibariyle ekibini harekete geçiren Önder Sav Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na karşı savaşın fitilini ateşledi. Kılıçdaroğlu’nun iptal ettiği PM toplantısını Genel Başkan koltuğuna Hakkı Süha Okay’ı oturtarak yaptı. Hukuken tartışmalı bir kurultay kararı aldırdı.Ardından gazetecilerin karşısına geçip Kılıçdaroğlu aleyhinde demediğini bırakmadı. Çok ağır ifadelerle suçladı Genel Başkanı.CHP’de şimdi ne olacak?Şu anda savaş daha yeni başladı. Dün itibariyle partide adeta iki yönetim vardı. Biri Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun tüzük gereği atayıp, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirdiği yeni MYK. Diğeri de koltuklarını bırakmayan Önder Sav ve eski MYK üyeleri...Taraflar birbirlerini işgalci olarak görüyor.Bu durum yarın normalleşir mi?Zor gözüküyor.Şu aşamada, seçim öncesi Kemal Kılıçdaroğlu çok arzulamıyor olsa da CHP olağanüstü bir kurultaya gidebilir.Önder Sav ve ekibi, bu kurultayda hem tüzüğü değiştirmek istiyor hem de teslim alamadıkları Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu.Bugün bakıldığında Sav ve ekibi parti içinde Kılıçdaroğlu’ndan daha büyük bir güce ve ağırlığa sahip gibi gözüküyor.Ancak bu hesaplaşmada Kılıçdaroğlu acaba yalnız başına mı kalacak?Daha doğrusu Mayıs Kurultay’ından beri yumrukları sıkılı bekleyen Deniz Baykal ekibi ne yapacak? Baykal ve ekibi şimdilik gelişmeleri izliyor. Gelişmeler, bir süredir olağanüstü tüzük kurultayı isteyen Deniz Baykal ve ekibinin arzuladığı doğrultuda ilerliyor.Edindiğim izlenim o ki eğer olağanüstü kurultay toplanır ve Sav ekibi Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarını tasfiye etmeye yönelirse Baykal ve ekibi Kılıçdaroğlu’na tam destek verecek.Özetle CHP’de savaş yeni başladı. Bu iç savaş olağanüstü kurultaya kadar devam eder. Ve o kurultay muhtemelen Sav ve ekibinin Kılıçdaroğlu ve arkadaşları ile Baykal ekibine karşı vereceği bir ölüm kalım mücadelesine dönüşebilir.CHP acaba yapılacak bu olağanüstü kurultaydan güçlenerek mi çıkar, yoksa bölünerek mi?
Tayyip Erdoğan AKP’nin Genel Başkanı ve lideri, Devlet Bahçeli MHP’nin Genel Başkanı ve lideri. Mayıs ayındaki kaset komplosuna kadar Deniz Baykal da CHP’nin hem Genel Başkanı, hem lideri idi. 22 Mayıs’taki kurultayda CHP Genel Başkanlığı’na Kemal kılıçdaroğlu seçildi. Ama Kılıçdaroğlu şimdilik sadece Genel Başkan. Henüz lider değil. Partinin en tepesinden, en alttaki örgütüne, kadrosuna, üyesine kadar Kılıçdaroğlu’nu lider olarak kabullenebilmesi için bazı sınavların, bazı eşiklerin kazasız belasız atlatılabilmesi gerekiyor. En önemli ve tayin edici sınav, kuşku yok ki 2011 seçimleri olacak. 2011 seçimlerinde alınacak tatmin edici bir sonuç, hele de iktidar veya iktidara ortaklık durumu, Kılıçdaroğlu’nun liderliğini tartışmasız biçimde herkese kabul ettirebilir. Fakat seçimlere kadar geçecek sürede bu açıdan bazı kritik eşikler var Kılıçdaroğlu’nu bekleyen. Ki bunlardan en önemli olanı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan gelen yazı ile ortaya çıkan tüzük problemi. Kılıçdaroğlu bu problemi nasıl çözecek?Çözüm noktasında bugünkü Parti Meclis’inde atacağı adım, seçeceği 13 genel başkan yardımcısı ve genel sekreter önemli bir test niteliğinde.Şu anda CHP’de ikibuçuk güç merkezi olduğu anlaşılıyor. Birinci merkezi Önder Sav, ikinci merkezi Deniz Baykal temsil ediyor. Kılıçdaroğlu bugün itibariyle yarım güç merkezi... Baykal ve Sav ekiplerinin temsil ettiği iki kanat CHP içinde bugün ciddi bir güç mücadelesi veriyor. Parti tabanında, kongre delegelerinin iradeleri üzerinde de en azından bugün için bu iki isim Kılıçdaroğlu’ndan daha etkili.Bu etki nasıl kırılacak?Kılıçdaroğlu’nun bugünden itibaren atacağı adımlara bağlı.Bu noktada akla şu soru gelebilir.Mayıs kurultayı öncesinde de CHP’de Baykal ve Sav ekiplerinin çatışması, güç mücadelesi mi vardı?Hayır yoktu. O dönemde Baykal’ın parti üzerindeki otoritesi tartışmasızdı.Ancak kaset depreminin ardından yaşananlar ve Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesi, Önder Sav ve ekibini en etkili güç odağı haline getirdi.Çünkü Kılıçdaroğlu’na Genel Başkanlık yolunu Önder Sav açtı. Kurultay, Önder Sav’ın önderliğinde yapıldı ve Parti Meclisi listesi de büyük ölçüde Önder Sav tarafından dizayn edildi.Parti Meclisi’nde de MYK’da da Sav kendisine yakın isimlerle Kılıçdaroğlu’nun etrafını kuşattı.Hemen her önemli gelişmede gücün kendisinde olduğunu hissettirdi Önder Sav.Kılıçdaroğlu bu durumu fazla önemsemez gözüktü. Seçime kadar parti içinde huzursuzluk var görüntüsü çıkmasını istemedi. Ancak önceki gün yapılan MYK toplantısındaki tartışmalar öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu’nun sabrını taşırdı. İlk defa o toplantıda Sav ve ekibine açıkça rest çekti Kılıçdaroğlu.İkili arasında Mayıs ayından beri inişli çıkışlı da olsa devam eden balayı önceki gün itibariyle bitmiş durumda.Şimdi ne olacak?Kılıçdaroğlu’nun önünde iki yol var.Birincisi, atamaları Sav ve ekibinin isteği doğrultusunda gerçekleştirmek. Yani bir numaralı genel başkan yardımcılığı görevini Önder Sav veya onun önereceği bir isme vermek. Örgütlerle ilişkileri yine bugüne kadar olduğu gibi Sav’ın yetkisine bırakmak. Diğer genel başkan yardımcılıklarına da yine Sav’a yakın isimleri getirmek.Bunu yaparsa Önder Sav ile iyi ilişkiler devam eder, ama parti örgütü ile parti içi kamuoyu da parti dışı kamuoyu da bilecek ki, güç merkezi Önder Sav, Kılıçdaroğlu memur genel başkan konumunda...İkinci ihtimal şu:Kılıçdaroğlu, bugünkünden farklı bir yönetim oluşturabilir. Örgütlerden sorumlu bir numaralı genel başkan yardımcılığı görevine kendisine yakın bir ismi, örneğin Gürsel Tekin’i atayabilir. Önder Sav’ı da yetkileri daraltılmış genel sekreterlik makamında bırakır veya sıradan bir genel başkan yardımcısı haline getirebilir. Kılıçdaroğlu acaba öyle mi yapacak?İkinci şıkkı tercih ederse muhtemelen Baykal ve ekibinin desteğini de arkasına alacak ama kaçınılmaz olarak Önder Sav ve ekibi ile karşı karşıya gelecek. Sav ekibinin ağırlıkta olduğu Parti Meclisi toplantılarında çok zorlanacak.Kılıçdaroğlu muhtemelen bu zorlukları göze alacak ve “güç bende” diyecek...
“Sağcı değiliz,Solcu değiliz, liberal değiliz, muhafazakar da değiliz...”Numan Kurtulmuş, yeni kurdukları Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) bu sözlerle tarif ediyor dünkü basın toplantısında.Akla ister istemez şu soru geliyor: “Peki o halde siz nesiniz, necisiniz?”Çünkü böyle bir parti tarifinin siyaset literatüründe yeri yok. Yeni kurulan partinin genel başkanı Numan Kurtulmuş da elbette biliyor bunu ve “Biz tüm halkın partisiyiz, tüm kesimleri kucaklayacağız” diye açıklamasına devam ediyor.Aslında Türkiye’de sağ-sol kavramları uzunca bir süredir karışık. Mevcut partilere de bakıldığında sol veya sosyal demokrat dediğiniz parti bir bakıyorsunuz öyle şeyleri savunuyor ki en sağdaki, en milliyetçi partiden bile daha keskin milliyetçi, sağcı olabiliyor. Muhafazakar bir görüntü sergileyebiliyor.Veya sağcı, muhafazakar dediğiniz parti pekala sosyal demokrat görüşleri dile getirebiliyor.Sağcılıkla solculuğu, liberallikle mahafazakarlığı tek potada, tek parti çatısı altında birleştirme iddiasını ilk olarak rahmetli Turgut Özal ortaya koymuştu. 1983 yılında kurduğu ANAP’ta dört eğilimi birleştireceğini iddia etmişti Turgut Özal. Başarılı da oldu.Ama partisinin özü sağ partiydi.Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının dün kurdukları parti de öyle olacak. Özünde yine sağ eksenli bir siyasi parti olacak.Ama partinin kapısı bütün eğilimlere açık olacak. Tıpkı Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının 2001 yılında yaptıkları gibi kendilerini “Milli Görüş” çizgisinin dar çerçevesi içine hapsetmeyecek Kurtulmuş ve arkadaşları. Milli Görüş asıl sahiplerinin, Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının tekelinde olmaya devam edecek.Erbakan’a rakip olmayacak Numan Kurtulmuş. Saadet Partisi ile rekabet etmeyecek. Gözünü diktiği, partisine kazandırmayı hedeflediği seçmen kitlesi Erbakan’ın kontrolü kaybetmemek için varını yoğunu ortaya koyduğu yüzde 3-5’lik Milli Görüş kitlesi değil. Merkez sağdaki yüzde 50’nin üstündeki çoğunluk.Yani Tayyip Erdoğan’a, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne rakip olacak yeni kurulan parti.Peki o alanda bugün yeni bir partiye ihtiyaç mı duyuluyordu?Hayır.O alanda yani merkez sağda, ANAP ve DYP’nin sahneden silinmesinin ardından oluşan büyük boşluk bugün itibariyle AKP tarafından doldurulmuş durumda. AKP artık 1950’li yılların DP’si, 1960 ve 70’li yılların AP’si ve 1980’lerin ANAP’ı neyse o.Bugün itibariyle yıpranmış, merkez sağ seçmen nezdinde kredibilitesini kaybetmiş de gözükmüyor. Kendi içinde çatlamış, derin görüş ayrılıkları nedeniyle parti kadrolarının gidecek yeni bir çatı arayışı da söz konusu değil. O nedenle Kurtulmuş ve arkadaşlarının en azından bu aşamada AKP’nin seçmen tabanından kendilerini iktidara taşımak bir yana barajı aşırabilecek bir parça koparabilmeleri dahi güç gözüküyor.Bu tabii ki bugünün görüntüsü. Seçime 7 - 8 ay var. Bu süre içinde neler olur, neler değişir bilinmez. Ayrıca siyaset iddia işi. Herhalde Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının da bir bildiği var ki iddialı bir biçimde yola çıkıyorlar. “Baraj endişemiz yok, biz iktidara talibiz” diyorlar.Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının dün kurdukları Has Parti’nin geleceğine ilişkin olarak bugünden bir tahmin yapabilmek elbette güç. Gelecek konusunda kritik eşik yüzde 10 barajı...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçildiği 22-23 Mayıs tarihlerindeki kurultayda hedef ve vaat koşar adım iktidar yürüyüşüydü. Fakat yürüyüş ekibinin ön saflarında olanlar daha ilk etapta birbirlerine omuz vurmaya, hatta çaktırmadan çelme takmaya başladı.Genel Başkan Kılıçdaroğlu ile parti örgütünü kontrol eden güçlü Genel Sekreter Önder Sav ve ekibi arasında tam bir karşılıklı güven ve işbirliği duygusu hiçbir zaman olamadı. Aksine güvensizlik havası partiiçi ve partidışı kamuoyuna dalga dalga yayıldı. Kongre sürecinde dışlanan Baykal ekibi, başlangıçta pek sesini çıkarmadı. Ancak özellikle 12 Eylül referandumunda umulan sonucun alınamaması bu ekibi de harekete geçirdi.Deniz Baykal, tüzüğü hatırlattı. “Yeni bir kurultay yapıp tüzük değişikliğine işlerlik kazandırın” önerisinde bulundu.Çünkü CHP iki yıl önce yaptığı kurultayla tüzüğünü değiştirmiş, güçlü genel sekreterlik modelinden vazgeçerek, yönetimin Genel Başkan’ın Parti Meclisi içinden atayacağı 13 genel başkan yardımcısı ve bir genel sekreter tarafından oluşmasını öngörmüştü. Ve bu tüzük 22 Mayıs kongresinden itibaren uygulamaya girecekti. Ama güçlü Genel Sekreter Önder Sav kurultayda verdirdiği bir önerge ile değişikliği iptal ettirdi.Baykal ekibi konuyu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirdi. Sav, Baykal ekibinin bu girişimlerinin sonuç vermeyeceğini düşünüyordu. Ancak son bir kaç haftadır CHP ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında yoğun bir yazışma trafiği yaşandı.Ve önceki gün Yargıtay’dan gelen yazı ile konu kesinlik kazandı. Son kurultayda gerçekleştirilen tüzük değişikliği hukuka, Siyasi Partiler Yasası ve CHP tüzüğüne aykırı bulundu.Başsavcılık “bu durumu düzeltin” diyor CHP’ye ve bunun için de 15 gün süre veriyor.CHP şimdi ne yapacak? İktidar yürüyüşünü veya koşusunu aksatmadan nasıl bir çözüm bulunacak? Başsavcılığın son yazısı gelinceye kadar Sav ve ekibinin havası, bu hukuksuzluğu seçime kadar devam ettirmek yönündeydi. Çünkü ciddi bir yaptırım sözkonusu değildi. Ne partinin seçime girememesi gibi bir durum sözkonusu olacaktı ne de kapatma davası. En fazla Anayasa Mahkemesi’nden bir ihtar gelebilirdi ki o zamana kadar seçimler çoktan yapılır, yeni bir durum ortaya çıkardı.Fakat Başsavcılığın önceki günkü yazısı durumu değiştirdi. İşe Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu el koydu. “İktidarın hukuksuzluklarına karşı mücadele veren bir partinin kendisinin bir hukuksuzluğa bulaşmasının sözkonusu olamayacağını” söyleyen Kılıçdaroğlu, Başsavcılığın uyarısı doğrultusunda gerekli düzeltme işlemleri için inceleme başlattı. Şu anda çözüm için CHP’nin önünde iki yol var: Birincisi, mevcut Merkez Yönetim Kurulu’nun istifa etmesi ve 22 Mayıs kurultayında iptal edilen tüzük hükmü uyarınca Kılıçdaroğlu’nun Parti Meclisi üyeleri arasından 13 Genel Başkan Yardımcısı ile evrak işlerinden sorumlu bir Genel Sekreter ataması. Önder Sav ve ekibinin makul bulduğu formül bu. Bu formül uyarınca Genel Sekreter Önder Sav, bir numaralı Genel Başkan Yardımcısı olarak şimdiki işlevini sürdürecek, yine örgütlerden sorumlu olacak. Sadece ekibinden 5 kişiyi feda etmek durumunda kalacak.Sorun bu şekilde aşılabilir mi? Başta Önder Sav olmak üzere CHP yönetimindeki hukukçulara göre aşılabilirmiş.Ancak Deniz Baykal ve ekibine göre sorunun bu şekilde aşılabilmesi mümkün değil. Tek çıkış olağanüstü kurultay.Onların görüşüne göre çözüm şu: “Tüzük değişikliğinin uygulanmaması kararını partinin en üst organı olan kurultay verdi. Kurultay’ın verdiği karar, mahkeme kararı veya yeni bir kurultay kararı olmaksızın ortadan kaldırılamaz. O yüzden hiç gecikmeksizin tek gündemli bir kurultay çağrısı ile bu sorun aşılabilir...”Tabii ki bu konjonktürde gidilecek bir kurultay kaçınılmaz olarak Önder Sav ve Baykal ekibinin nihai hesaplaşmasına sahne olacak. Ve belki hiç hesapta yokken Parti Meclis’inin de yenilenmesi gündeme gelebilecek.Bu gelişme acaba iktidar yürüyüşünü hızlandıracak mı yoksa parti bu süreçten ağır hasarlı ve bütünlüğü zedelenmiş olarak mı çıkacak?
Siyasi partilerin dünkü Meclis grup toplantılarında bir kez daha görüldü ki artık bütün hesaplar 2011 seçimlerine dönük. Bu noktadan sonra Kürt sorunu gibi türban gibi temel meselelerde uzlaşmaya dayalı çözüm beklemek hayalden de öte.Başbakan Tayyip Erdoğan dünkü grup konuşmasında, türban çözümü için bir kez daha şu ifadeyi tekrarlıyor:“Derdimiz bağcıyı dövmek değil...”Ama öte yandan konuşması baştan sona CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na dayak atmak üzerine kurulu. Üniversitedeki türban yasağının ve YÖK’ün kaldırılmasını, milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasını bir paket halinde ele alıp çözmeyi öneren CHP liderine dün şu karşılığı veriyor Başbakan Erdoğan:“CHP Genel Başkanı, hiçbir hazırlık yapmadan bir vaatte bulunmuş, bugün de bu vaadinin altında ezilmiştir. Süreç CHP tarafından başörtülü kızların umudunun istismar edildiği bir süreç haline gelmiştir. Sorunu şarta bağladılar. Bir insan hakkı, inanç özgürlüğü şarta bağlanabilir mi? Bu işin CHP ile çözülemeyeceği netlik kazanmıştır...”CHP’yi ve CHP Genel Başkanı’nı çok ağır ifadelerle suçladı Erdoğan. Tabii bu arada MHP’ye yüklenmeyi de ihmal etmedi. Kendisinin ve partisinin özgürlüklerin önünün alabildiğine açılmasından yana, ileri demokrasiden yana olduğunu, başta CHP olmak üzere muhalefetin ise statükodan yana olduğu yineledi.Klasik siyasi kavgasını, tonu bir perde daha yükselterek devam ettirdi. Bu noktadan sonra artık ne türban konusunda ne de diğer temel meseleler konusunda muhalefetle uzlaşma arayışına girmeyeceğinin mesajını verdi.Yasaklarla mücadelede yalnız kaldıklarını söyleyen Erdoğan, türban konusunu 2011 seçimleri sonrasında çözecekleri vaadinde bulundu. Tabii ki Kılıçdaroğlu’nun verdiği yanıt da Erdoğan’ın söylediklerinden geri kalır değildi. O da çok sert bir üslupla Erdoğan’ın başta dokunulmazlık konusu olmak üzere hangi konularda halka söz verip daha sonra çark ettiğini anlattı uzun uzun. Yolsuzluklardan söz etti. Yolsuzluk yapanların iktidar tarafından himaye edildiğini öne sürdü.Anlaşılan o ki bundan sonra iktidarla muhalefet arasındaki ilişkilerde uzlaşma arayışı, işbirliği arayışı sözkonusu olmayacak. Çatışma ve karşılıklı suçlama esas olacak. Seçime kadar da süreç böyle devam edecek. İktidarın stratejisi aşağı yukarı belli. Yine ileri demokrasi ve daha fazla özgürlük, daha yüksek ekonomik kalkınma vaadinde bulunacak, “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyecek.Türban sorununu önemli bir seçim malzemesi olarak bir kenara ayırıp bu arada seçmeninin gönlünü almaya dönük ekonomik içerikli icraatlara ağırlık verecek.Örneğin hazırlıkları büyük ölçüde tamamlanan sigorta, vergi, elektrik, su ve hatta trafik cezası borçlarının yeniden ertelenmesi gibi oy getirecek icraatlar bu dönemde ağırlık kazanacak. 2B yasası seçimden önce raftan indirilip yeniden ısıtılacak.CHP ve MHP ne yapacak?Elbette onların da bir takım vaatleri olacak. Belki “madem ki ödemeyenlerin borçları yeniden yapılandırılıyor, onlara bir avantaj sağlanıyor ödeyenlerin günahı ne?” diye soracaklar. Kamuya olan borçlarını düzenli ödeyen mükellef ve vatandaşlara da bir avantaj sağlanmasını, bundan sonraki ödemelerde borcunu zamanında ödemiş olanlara yüzde 10 civarında bir indirim yapılmasını talep edecekler.Öyle ya, iki üç yılda bir çıkan af ve benzeri borç yapılandırmaları yüzünden kamuya olan mükellefiyeti zamanında yerine getirenler, borcunu düzenli ödeyenler, bugün kendini enayi yerine konmuş hissediyor. O nedenle borcunu ödemeyenlere sağlanan kolaylığın karşılığında düzenli ödeyenler niye ödüllendirilmesin ki?
Türban meselesi ülke ve siyaset gündeminin ilk sırasındaki yerini koruyor. İktidar partisi AKP öteden beri serbestiden yana. Başta anamuhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefet partilerinin de tümü üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılmasından yana.Bu durumda türbanın mesele olmaktan hemen çıkarılması gerekiyor. Ama çıkarılamıyor. Aksine kavga günden güne şiddetleniyor. Neden?Bir çok neden sayılabilir. Ancak en önemlisi 12 Eylül referandumunda çıkan yüzde 58 oranındaki “evet” oylarının ülke genelinde oluşturduğu iklim...Türban veya başörtüsü sorunu 11 Eylül’e kadar kadar üniversitelerdeki yasak çerçevesinde tartışılıyor, serbesti üniversite öğrencileri için talep ediliyordu.İktidar partisini kapanmanın eşiğine getiren 2008 başındaki anayasa değişikliğinin esası da üniversitedeki yasağın kaldırılmasıydı.2008’de AKP - MHP işbirliği ile gerçekleştirilen anayasa değişikliğine hem CHP’nin hem de başta TSK olmak üzere bazı anayasal kurumların direnci, muhalefeti vardı. Anayasa Mahkemesi’ndeki hakim görüş farklıydı.Bugün ise atmosfer 2,5 yıl öncesine göre çok farklı. Bugün üniversitede türban yasağının kalkmasına itiraz yok.O nedenle eğer 2008’de gerçekleştirilen ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği üniversitelerde türban serbestisine ilişkin anayasa düzenlemesinin aynısı bugün teklif olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirilse muhtemelen oybirliği ile kabul edilecek. CHP iptal için Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyecek. (Gitse de zaten Anayasa Mahkemesi’nin yeni yapısının bu konudaki yerleşik içtihadı değiştireceğine kesin gözüyle bakılıyor.)O halde neden yapılamıyor? İktidarla muhalefet neden uzlaşamıyor?Çünkü bugün türban konusundaki asıl sorun üniversitedeki yasak değil, serbestinin kapsamı.Örneğin CHP türbanın üniversite öğrencileri için serbest bırakılmasını kabul ediyor ama buna paralel olarak ilk ve ortaöğretimde kesin bir anayasal yasak istiyor. Kamu hizmetleri alanında da aynı kısıtlamanın anayasal hükme bağlanması öngörülüyor. Yani devlet dairelerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelerde görevli personel için türbanın kesin olarak yasaklanması isteniyor.Bu yüzden çözülmek bir yana iyice kördüğüm oluyor türban.Çünkü çözüm talebi artık üniversitelerle sınırlı değil. Hayatın her alanında serbesti talep ediliyor. İsteyen ilköğretimde de türbanı takabilsin isteniyor. Adım adım kamuda da türbanın serbest olması arzu ediliyor. Öyle ya üniversitede türbanıyla, örtüsüyle eğitimini tamamlayıp örneğin hukuk fakültesini bitiren bir genç kız hakimlik sınavını kazanırsa türbanını çıkaracak mı? Ya da tıp fakültesini bitirirse devlet hastanesinde nasıl çalışacak? Ya da üniversitede araştırma görevlisi, asistan olarak kalırsa nasıl görev yapacak? Çözümün en zor tarafı bu. AKP bu yöndeki talepleri kabul ettiğini veya edeceğini açıkça ilan etmiş değil. Özellikle ilk ve orta öğretimde bugün için türbanın serbest bırakılmasının sözkonusu olamayacağını söylüyorlar. Ancak sınırlama, yasaklama getirilmesini de kabul etmiyor AKP.O yüzden bu mesele 2011 seçimleri için de önemli bir tartışma malzemesi olmaya devam edecek. Seçimden çıkan sonuç belki çözümü kolaylaştırabilir...