Batılı müttefiklerinin en başta da ABD’nin Ortadoğu ve İslam coğrafyasında giriştikleri siyasi ve askeri operasyonlar Türkiye’yi hemen her zaman sıkıntılı bir noktaya getiriyor.
Irak’la ilgili hem 1991 hava harekatı, hem de 2003’teki işgal harekatında bu sıkıntıyı yaşadı Türk - Amerikan ilişkileri. Ardından İran’a yönelik ambargonun ağırlaştırılması konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada bir kez daha ABD ve Batı ittifakı ile ters düştü Ankara.
Şimdi çok daha kritik bir sorun var: Libya operasyonu...
ABD ve İngiltere başta olmak üzere Türkiye’nin Batı ittifakındaki önemli ortakları, günlerdir Libya’yı bombalıyor.
Libya’ya karşı Cumartesi günü akşam saatlerinde başlayan ve halen devam eden askeri operasyon doğal olarak Türkiye gündeminin de birinci maddesi.
Şu anda Ankara gelişmeleri izliyor, gerekli değerlendirmeleri yapıyor ve kısa, orta ve uzun vadeli yol haritasını çıkarmaya çalışıyor. Bunun için bir yandan içerde, ilgili kurumlarla (Dışişleri, Genelkurmay ve MİT) toplantı üstüne toplantı yapılırken diğer yandan da Başbakan Tayyip Erdoğan ilgili ülke liderleriyle telefon teması içinde. ABD Başkanı Obama, İngiltere Başbakanı Cameron ve bölge ülkelerinin liderleri ile görüşmelerini sürdürüyor Erdoğan.
Bu arada Ankara’da tartışılan ve yanıtı kamuoyu için de siyaset için de ciddi merak konusu olan soru şu:
- Libya operasyonu için geçen hafta Cumartesi günü Elysee Sarayı’nın şatafatlı salonlarında kurulan savaş masasına Türkiye neden davet edilmedi?
Her seçim döneminde siyasetin klasik söylemi aşağı yukarı şu olmuştur:
“Bu seçim, ülkemiz ve demokrasinin geleceği için kritik önem taşıyor...”
Siyasi partilerin lider ve sözcüleri bir anlamda, “seçimi biz değil de rakip parti kazanırsa mazallah ülke kaosa sürüklenir” mesajı veriyor seçmenlere.
Bugünkü durum da öyle.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mevcut parlamenter sistemin ve bu sistem içinde cumhurbaşkanlığı makamının yerinin enine boyuna tartışılmasını istediği anlaşılıyor.
Muhtemelen bu tartışmaların Haziran seçimlerine kadar başkanlık sistemi konusunda ülkede güçlü bir kamuoyu oluşabileceğini öngörüyor.
Kendi kafasındaki modeli henüz net biçimde açıklamış değil ama başkanlık sistemine sıcak baktığı ortada. Fakat açık açık, “ben bu sistemden memnun değilim, başkanlık sistemi daha iyi olur” da demiyor Erdoğan. Sadece toplumun bu meseleyi tartışmasının faydalı olacağını söylüyor.
Peki kendisi ne düşünüyor?
Hüsnü Mübarek’in çekileceği yönündeki iyimser beklentilerin boşa çıkmasıyla ülkedeki gerilimin dün itibariyle iyice tırmandığı, iç çatışma riskinin arttığı anlaşılıyor.
Doğal olarak günlerdir bütün dünyanın göze Mısır’da. Bölge ülkeleri, ABD, AB ve en önemlisi de İsrail diken üstünde.
Mısır’daki gelişmeler nasıl noktalanacak?
İlk net tavır Türkiye’den geldi. Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün partisinin Meclis Grup toplantısında yaptığı konuşmada Mısır’daki muhalefet hareketinin yanında net bir tavır ortaya koydu. “Halkın demokratik taleplerini dikkate al” çağrısı yaptı Mübarek’e.
İktidarla muhalefet arasındaki yargı kavgası gün geçtikçe şiddetleniyor, boyutlanıyor, yayılıyor.
İktidarla muhalefet, özellikle de ana muhalefet arasında, “direnme-eşkıyalık” ve en sonunda da “darbe tahrikçiliği”ne kadar uzanarak büyüyen kavga, kaçınılmaz olarak mevcut yüksek yargı temsilcileri ile iktidar partisi ilişkisine (ki bu ilişki zaten başından itibaren sağlıksız, çatışmalı bir ilişkiydi) yansıdı.
Orada da kalmadı, dünkü gazetelerde yayınlanan bildiri ile barolar da kavgaya müdahil oldu.
Dün ortaya çıktı ki bu kavga, tüm hukuk ve yargı camiasını ve toplumu da ikiye bölecek, yüksek yargının da baroların da kendi içlerinde çatışmalara neden olacak gibi. Örneğin baroların bildirisi...
Yüksek yargının yeniden dizaynı konusunda iktidar partisi beklentiler doğrultusunda adım adım hedeflerini gerçekleştiriyor. Bu durum elbette önemli bir gerilim ve kriz konusu. Sadece iktidar-muhalefet arasında değil, yüksek yargı ve hatta barolar da bu kritik tartışmaya taraf.
Ancak son günlerde siyasetin birinci gündemini iktidarla muhalefet, özellikle de anamuhalefet arasındaki üslup krizi oluşturuyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki siyasi atışmanın üslubu saygı çerçevesini çoktan aşmış durumda.
- Kaynak Kemal,
Seçim kampanyası resmen başlamadı. Meclis seçim kararını bile almış değil. Başbakan Erdoğan “12 Haziran”ı telaffuz ettiği için milletvekili genel seçimlerinin 12 Haziran pazar günü yapılacağı varsayılıyor. Siyasi partiler de planlarını buna göre yapıyor.
Kampanyanın resmen başlamamış olmasına karşın, siyasi partiler arasında zaten gergin olan ilişkiler şimdiden iyice sertleşmiş, kavga şiddetlenmiş durumda.
Özellikle de MHP ile AKP arasındaki ilişki ölüm-kalım savaşına dönüşmüş durumda. AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan MHP’nin tabanına oynuyor, ülkücü-milliyetçi tabanın bir bölümünü yanına çekme stratejisi uyguluyor. Bunu yaparak MHP’yi yüzde 10 barajının altına itmek ve anayasayı tek başına değiştirebilecek 367 çoğunluğunu elde etmek hesapları yapılıyor AKP’de.
Milliyetçi kesim üzerine uygulanan sistematik propaganda da bu hedef üzerine inşa edilmiş durumda. Deniyor ki; “MHP barajı aşamayacak, oylarınız ziyan olmasın...”