Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisine yönelik şantaj ve kaset komploları konusunda zamanında gerekli tepkiyi vermediği yönündeki eleştirilerini acaba nasıl karşıladı? Bahçeli’nin görüş ve eleştirileri karşısında ne düşünüyor?Bu sorulara birinci elden yanıt alabilmek için dün Cumhurbaşkanı Gül’ün Basın Danışmanı Ahmet Sever’i aradık.Sever, “Sorularınızı sayın Cumhurbaşkanı’na arz edeyim” dedi.Daha sonra arayan Sever, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bahçeli’nin eleştirileri konusunda yaptığı değerlendirmeyi şu şekilde aktardı:“Sayın Cumhurbaşkanımız, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin dünkü açıklamasını ve tutumunu ‘yadırgadığını’ söylemiştir. Cumhurbaşkanı’nın kaset komploları, kaset siyaseti konusundaki tutumu başından itibaren son derece açık ve net olmuştur. Daha bir yıl önce Deniz Baykal kasedi ortaya çıktığında ilk tepkiyi veren Sayın Cumhurbaşkanı olmuştur, bu tür kasetlerin siyaseten kullanılmasını son derece çirkin bir yöntem olarak gördüğünü açıklamıştır. Keza MHP ile ilgili kasetler daha ortaya çıkmadan, şantaj ve tehdit başladığında o günün üst düzey bir MHP yöneticisi sayın Cumhurbaşkanı’ndan randevu alıp ziyaretine gelmiştir. O MHP yöneticisinin konuyla ilgili endişelerini paylaşması üzerine sayın Cumhurbaşkanı, devletin ilgili birimlerini çağırarak bu konuya özel hassasiyet gösterilmesini ve gerekli önlemlerin süratle alınmasını istemiştir. Cumhurbaşkanı, bu konuyu yakından izlemeye devam etmiş ve basınla ilk karşılaşmasında da bu tip şantajların hem çirkin, hem de tehlikeli olduğunu ve bunlara prim verilmemesi gerektiğini vurgulamıştır...”Peki Cumhurbaşkanı’nın bu kadar hassasiyet gösterdiği, devletin ilgili birimlerini hemen harekete geçirdiği bu skandal konusunda Bahçeli niye bu kadar suçlayıcı bir ifade kullanmayı tercih etti?Cumhurbaşkanı’nın girişimlerinden habersiz olması düşünülemez. Çünkü, MHP’ye internet üzerinden kaset şantajı yapıldığı günlerde daha ortada kaset yokken önemli bir MHP yöneticisi randevu isteyip Köşk’e çıkmıştı. Kim bu MHP yöneticisi?Cumhurbaşkanlığı bu konuda bilgi vermiyor. Ancak Ankara kulislerinde bu ismin kimliği biliniyor. Dün sözkonusu isimle bir telefon konuşması yaptık. İsminin açıklanmasını istemiyor. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; o MHP yöneticisi bugün yönetici değil, MHP’de de değil. Kendisiyle ilgili herhangi bir kaset yayınlanmış değil, ama kaset ve şantaj kurbanı.Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşme Bahçeli’nin bilgisi dahilinde olmuş. Görüşmeden sonra da Bahçeli’ye neler konuştuklarını, Cumhurbaşkanı’nın meseleye gösterdiği hassasiyeti, devletin bazı üst düzey yöneticilerine verdiği talimatları aktarmış.Yani Bahçeli Cumhurbaşkanı Gül’ün kasetler konusunda gösterdiği hassasiyeti biliyor.Ama buna rağmen Cumhurbaşkanı’nı eleştirip tepki göstermesi muhtemelen devlet organlarının zamanında ve etkili tedbir alamayışına...
CHP’de seçim yenilgisiyle başlayan dalgalanma kolay kolay durulacak gibi gözükmüyor. Muhalif kanatlar, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu olağanüstü kurultaya ikna edebilmek için her yolu denemeye kararlı gözüküyor.Peki muhaliflerin öncelikli hedefi Kılıçdaroğlu mu?Hayır değil. En azından şimdilik değil...Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyor, suçluyorlar. Aday belirleme yönteminin, partiyi yönetme anlayışının yanlışlığını dile getiriyorlar. Seçim kampanyasında izlediği yöntemi ve söylemini, özellikle de Kürt meselesi ile ilgili görüş ve önerilerini yerden yere vuruyorlar. Fakat ya yerine en azından şimdilik alternatif isim bulamadıklarından ya da başka nedenlerle doğrudan genel başkanlık sorununu ön plana çıkarmıyorlar. Olağanüstü kurultayı genel başkan değişikliği için değil, parti yönetimini yenilemek gerekçesiyle istiyorlar. Deniz Baykal ve Önder Sav yanlılarının şu andaki görünürdeki asıl hedefleri Kılıçdaroğlu’nun koltuğu değil, etrafındaki ekip. Listenin başında da Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin var. Hedefteki adam Gürsel Tekin. Tıpkı Deniz Baykal döneminde olduğu gibi. O dönemde de doğrudan Baykal’ı hedeflemeyi göze alamayan parti içi muhalefet, zamanın güçlü Genel Sekreteri Önder Sav’ı günah keçisi ilan ediyordu.Demek ki sorun kişilerde değil, bulunulan görevde ve koltukta...Peki bu noktadan sonra CHP’de neler olacak? Kılıçdaroğlu ne yapacak? Muhalefetin çağrılarına uyup olağanüstü kurultay mı toplayacak?Toplamayacak gibi gözüküyor.Kılıçdaroğlu dün Merkez Yönetim Kurulu’nu toplayarak bir durum değerlendirmesi, daha doğrusu hasar tesbiti yaptı. Seçimde alınan sonucun nedenlerini değerlendirdi.Kılıçdaroğlu, seçim gecesi, “oyumuzu da milletvekili sayımızı da arttırdık” sözleriyle “başarılıyız” demeye getirdi. Kamuoyuna karşı moralli gözükmeye çalıştı. Ancak, bu sonucun tatmin edici olmadığının, genel başkan seçildiği gün koyduğu başarı çıtasının çok altında kaldığının farkında.Sonuçları enine boyuna değerlendirip, en tepeden en alt kademelere kadar parti yönetiminde bir takım radikal kararlar alabileceğinin de sinyalini veriyor Kılıçdaroğlu.Seçim sonuçlarının parti içinde kıyasıya tartışılmasına da karşı değil.Ancak bu hesaplaşmanın yolu ve yerinin olağanüstü kurultay olmaması gerektiğini düşünüyor. Çünkü şu aşamada yapılacak bir olağanüstü kurultayın parti içi çatışmayı alevlendirip ortalığın daha fazla kırılıp dökülmesi riskini biliyor.Kılıçdaroğlu muhtemelen parti üst yönetiminde bazı değişiklikler yapıp bunu Temmuz ayı başındaki Parti Meclis’inde onaylatarak ortamı normalleştirmeye çalışacak. Muhalefetin tansiyonu yükseltme girişimlerinin durulmasını bekleyecek.Acaba başarabilecek mi, en yakın çalışma arkadaşı Gürsel Tekin’in kellesini vermeden yola devam edebilecek mi?İşi zor...
“İktidar yürüyüşü parolasıyla 14 ay önce yola çıkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yeni CHP”si pazar gecesi alınan dramatik seçim sonucunun ardından şimdi kurultayı tartışıyor.Aslında CHP’de her seçimin, her defasında yaşanan geleneksel seçim yenilgisinin ardından kurultay tartışmaları ve olağanüstü kurultaylar olağan bir durum.Genel seçimlerdeki oy oranının yüzde 25,9’da kalması, bir süreden beri memnuniyetsizliklerini, tepkilerini açığa vurmamaya özen gösteren Deniz Baykal ve Önder Sav ekiplerini harekete geçirdi. Adaylık beklentileri gerçekleşmeyenlerin de desteği ile Kılıçdaroğlu yönetimine karşı muhalif hareket genişliyor.Muhalif hareket şimdi Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde olağanüstü kurultay baskısı oluşturmaya çalışıyor.Deniz Baykal, Antalya’dan sesini yükseltiyor, seçim sonucunu başarısızlık olarak değerlendiriyor, Kılıçdaroğlu‘nun izlediği politikaları eleştiriyor.Önder Sav‘a bağlı ekipler Ankara’da yoğun bir kulis faaliyeti içine giriyorlar, kendilerine yakın il örgütlerini harekete geçirmeye çalışıyorlar. Şu anda tek tük çıkan muhalif sesleri, kurultay çağrılarını yaygınlaştırıp, Kılıçdaroğlu üzerindeki baskıyı yoğunlaştırmaya çalışıyorlar.Kemal Kılıçdaroğlu‘nun, “Oyumuzu da milletvekili sayımızı da arttırdık” demesi muhalif cepheyi ikna etmeye yetmiyor, aksine tepki çekiyor. Geçmişte her seçimden sonra dönemin Genel Başkanı Deniz Baykal‘ın da çıkıp, seçimin kaybedilmiş olmasına rağmen sonucun nasıl başarı kabul edilebileceğine ilişkin çok ilginç değerlendirmeler yaptığı hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Ama Baykal bile bu kez yüzde 25,9’luk sonucun CHP açısından nasıl müthiş bir başarısızlık olduğunu yakın çevresi aracılığıyla kamuoyuna aktarıyor. Baykal‘a yakın isimlerden eski İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen de doğal olarak alınan sonucu “hezimet” olarak görüyor.“Biz son yerel seçimlerde İstanbul’da AKP ile aradaki farkı 7 puana kadar indirmiştik. Şimdi fark 20 puan” diyor Sevigen ve sözü parti yönetiminin başarısızlığına getiriyor:“Genel Başkan, Genel Sekreter ve genel başkan yardımcılarının da neredeyse tümü İstanbul adayıydı. Sonuç tam bir fiyasko...”Sevigen gibi düşünen çok var CHP’de. Muhalifler Kılıçdaroğlu‘nun çağrısı ile olağanüstü kurultayın bir an önce toplanmasını istiyor. Şimdilik Kılıçdaroğlu‘nun genel başkanlığına itirazları yok ama yönetimin değişmesinde ısrarlılar.Peki Kılıçdaroğlu ne yapacak?Olağanüstü kurultay Kılıçdaroğlu’nun gündeminde yok. Bu öneriye kapalı. Muhalefetin imza toplama yoluna gitmesi halinde de yüzde 20’ye ulaşmalarının önüne geçebilecek mekanizmaları devreye sokmaya hazırlanıyor.Fakat hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmeyi de düşünmüyor Kılıçdaroğlu. Planlarını, geleceğe dönük hesaplarını gözden geçiriyor.Muhtemelen Merkez Yönetim Kurulu’nda köklü bir revizyona gidecek. Genel Başkan Yardımcılarından bazılarını değiştirecek ve bu işi de fazla uzatmayacak. En geç Temmuz ayı başında toplanması beklenen Parti Meclis’ine yeni bir Merkez Yönetim Listesi sunacak.Bu arada da olağan kurultay sürecini işletecek. Önümüzdeki aylarda ilçe kongreleri başlayacak. Ardından yıl sonuna doğru il kongreleri ve 2012 Mayıs’ında da olağan kurultay yapılacak.Ama bu arada acaba muhalefetin olağanüstü kurultay baskısı nasıl savuşturulabilecek? Bazı genel başkan yardımcılarının değiştirilmesi bu baskıyı hafifletmeye yetecek mi?
Evet, AKP önceki günkü seçimler sonucunda parlamentoda tek başına anayasa değiştirecek bir güce ulaşamadı. Geçen dönemde 341 milletvekili çıkarmışken şimdi 326’da kaldı.Bu durum, yüzde 50 oy oranıyla elde edilen muhteşem zaferi gölgeleyecek mi? Ya da AKP’nin, Tayyip Erdoğan’ın elini kolunu bağlayacak bir durum mu?Hayır, kesinlikle değil. Özellikle de yüzde 50 oy oranı ile elde edilen başarıyı gölgelemesi sözkonusu bile olamaz.AKP’nin siyasal ve sayısal gücünü, bu gücü kullanımını da frenleyemez.367 veya en azından 330 milletvekiline ulaşamadığı için “Başkanlık Sistemi” planları hayal olmuş durumda. Ama acaba Başbakan Erdoğan gerçekten de sistem değişikliğini çok mu istiyordu? O da ayrı bir tartışma konusu.Ancak bugün Türkiye’nin ve dolayısıyla da seçim zaferinin muzaffer komutanı Tayyip Erdoğan’ın önünde iç içe geçmiş iki temel mesele var: Söz verdiği yeni anayasa ve Kürt meselesinin nasıl çözüleceği.Bu noktada zorlanacak mı Erdoğan?Elbette zorlanacak. Ama bu zorluk milletvekili sayısının 330’un altında kalması ile ilgili değil. Sıkıntı meselenin özünde. AKP’nin bugün çok konuşulup tartışıldığı gibi bir sayısal sıkıntı yaşayacağı zayıf ihtimal.Örneğin 2007 seçimleri sonunda 340’ın üzerinde milletvekili vardı AKP’nin. Yani sayısal üstünlüğü tamdı. Ancak siyasal yeterliliği tartışmalıydı. Sisteme tam hakim değildi. Nitekim, MHP ile uzlaşarak ve 411 kabul oyuyla gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinden bile sonuç alamadığı gibi kapatılma tehlikesi yaşadı. Şimdi ise durum çok farklı. Birincisi AKP artık her alanda tam iktidar. İkincisi sadece sayısal üstünlüğü ele geçirmekle kalmadı, siyasal ve psikolojik üstünlük de AKP’de bugün.Ve yarın anayasa değişikliği için harekete geçtiğinde geçen dönemde yaşadığı uzlaşma sıkıntılarını bu sefer büyük ihtimalle yaşamayacak.Özellikle de ileri demokrasi ve Kürt meselesinin çözümü konusunda samimi ve yapıcı hareket edilirse muhalefetle en azından CHP ile asgari müştereklerde uzlaşabilmekte zorlanmayacak.Çünkü, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyası dönemindeki vaat ve açıklamalarında daha demokratik bir anayasa ve Kürt meselesinin çözümü taahhüdü var. Genelkurmay’ın Milli Savurnma Bakanlığı’na bağlanması, 1960 sonrası askeri müdahale ve darbelere gerekçe oluşturan TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin değiştirilmesi de CHP’nin önerileri arasındaydı.Şimdi Başbakan Erdoğan, yarın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapısını çalıp şunu diyebilir: “Sizin de bizim de seçmene yeni anayasa, daha özgürlükçü, daha demokratik bir Türkiye vaadimiz vardı. Kürt meselesinin ulusal bütünlüğümüzü koruyarak çözümü gerçekleştireceğimizi ikimiz de söylemiştik. Buyrun bir ortak komisyon oluşturup ortak metin hazırlayalım...”Kılıçdaroğlu “hayır ben yokum” diyebilir mi?Kılıçdaroğlu ve CHP bu uzlaşmadan kaçamayacağı gibi, bağımsız adaylarla Meclis’te 36 kişilik bir grup oluşturacağı anlaşılan dördüncü parti BDP’nin de “iki dil, iki ulus ve demokratik özerklik” ısrarında ne kadar direnebileceği tartışılabilir.Özetle seçimde çıkan tablo, milletvekili sayısının 330’un altında kalması nedeniyle AKP açısından bir dezavantaj olmaz. Aksine gerilimin düşürülmesi, toplumsal ve siyasal uzlaşmalar yoluyla temel sorunların aşılmasında eğer iyi değerlendirilirse çok önemli bir fırsat penceresi olabilir.
Oluşan yeni Meclis tablosuna bakıldığında temel bir değişiklik yok. Adalet ve Kalkınma Partisi yine ezici bir üstünlüğe sahip. CHP anamuhalefet olarak yola devam edecek. MHP ve BDP, muhalefet partileri olarak Meclis’teki yerlerini koruyacaklar. BDP milletvekili sayısını 30’un üstüne çıkararak göreli olarak güçlenmiş durumda.Çarpıcı sonuç şu ki iktidar partisi bu seçimde oy oranını artırmış olmasına rağmen, geçen dönemde referandum yoluyla da olsa sahip olduğu tek başına anayasa değiştirebilme imkânını kaybetti. Oyu arttı ama milletvekili sayısı düştü.Dünkü sandık sonuçları siyasi partiler açısından şu şekilde değerlendirilebilir:AKP: Dünkü sonucun en önemli yanı, iktidar partisinin üçüncü kez açık ara önde çıkması. 2002 seçimlerinde yüzde 34‘le iktidara gelen AKP, 2007‘de yüzde 46,6‘ya ulaşmıştı, şimdi ise yüzde 50‘ye. Bu sonuç AKP açısından parlak bir zaferdir.Çok partili demokratik sisteme geçilen 1950’den bu yana bir siyasi partinin elde ettiği en büyük başarıdır. 1950 - 60 döneminde DP de üst üste üç seçim başarısı elde etmişti ama AKP’nin farkı son dönemde oyunu daha da artırarak yüzde 50’ye çıkarmasıdır.CHP: CHP açısından sonuca bakıldığında da başarıdan söz etmek mümkün. Dün gece Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da açıkladığı gibi CHP bu seçimde hem oyunu, hem de milletvekili sayısını artırdı.Ama yine de CHP’nin hayal kırıklığı yaşadığı bir gerçek. Muhtemelen yüzde 30’ları hedefliyorlardı, yüzde 26 civarında kaldı.Bu sonuç Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu sarsmayabilir. Ancak yine de CHP’nin önümüzdeki dönemde bir iç hesaplaşma geçirmesi, örgütler ve hatta parti yönetiminde bir yenilenme yaşanması kaçınılmaz olabilir. MHP: Hem oy oranı, hem de milletvekili sayısı 2007 seçimlerinin gerisinde kaldı. Ancak ciddi bir psikolojik harekât yaşayan MHP için de barajın üstünde kalmak önemli bir sonuç olarak değerlendirilebilir.BDP: Baraj kaygısı nedeniyle parti olarak seçime giremedi. Ancak desteklediği bağımsız adaylarla önemli bir sıçrama gerçekleştirdi. Sayısal olarak bakıldığında seçimin en kazançlı siyasi hareketi kuşkusuz BDP oldu. Geçen dönemde 20 - 23 milletvekili ile kıl payı grup sınırında duran BDP yeni dönemde Meclis’te 30’dan fazla milletvekili ile temsil edilecek.***Özetle; AKP yeni dönemde referandum yoluyla da olsa tek başına anayasa değiştirme gücünü belki kaybetti ama olağanüstü bir psikolojik üstünlük elde etti.Aldığı yüzde 50 civarındaki oy oranı, AKP’nin politika ve uygulamalarının seçmenden onay gördüğü, aynı zamanda da geleceğe dönük projelerinin onaylandığı anlamını taşıyor.Şimdi bugünden itibaren siyaset gündeminde iki temel tartışma konusu olacak. Birincisi yeni anayasa ve ikincisi de ülkenin en temel sorunu olan Kürt meselesenin çözümü.Bu iki konuda da çözüm, uzlaşmadan, yumuşamadan geçiyor.
Hemen her seçimin bir bileni oluyor. 2007 seçimlerini Tarhan Erdem‘in Konda’sı nokta atışla tahmin etmişti. 2009 mahalli idare seçimlerini de Adil Gür’ün A&G’si. Yine her iki seçimde de anketler arasında büyük farklılıklar vardı. Yanılanlar küçümsenemeyecek farklarla sonuçtan şaşmıştı.Acaba bu seçimin bileni kim olacak?Bu sefer anket sonuçları birbirlerine çok yakın. Özellikle de seçimde birinci çıkacak parti konusunda hemen bütün anketler yüzde 45’in üzerini gösteriyor.Zaten o nedenle de seçimin sonucu konusunda fazla bir heyecan duyulmuyor. Çünkü “Fazla bir şey değişmeyecek” algısı toplumun önemli bir kesimine hakim olmuş durumda. Tabii ki bu algı iktidar partisine yarıyor. İktidar bunu önemli bir taktiksel unsur olarak kullanıyor. Başbakan Erdoğan‘ın önceki gün açıkladığı yeni dönemin kabine yapısıyla ilgili açıklama da bu algıyı pekiştirmeye dönük.Erdoğan’ın anayasa değişikliği için seçmenden 367 milletvekili istemesinin, “330’un altına düşersek anayasa değişikliği zor” demesinin gerisinde de bu taktik anlayış var.Sanki anket ve tahminler sonucu büyük ölçüde belirlemiş de seçim MHP’nin barajı geçip geçemeyeceğini test etmek için yapıliyor!..Acaba öyle mi?Hiç sanmıyorum.Her seçimde öngörülemeyen sürpriz sandık sonuçları çıkabilir.O yüzden zaten iktidar hiç itiraz etmezken muhalefet liderleri anket sonuçlarını “Hiç inandırıcı değil” diye değerlendiriyorlar. O da doğal. Çünkü her parti iktidarı hedefliyor. Onun için genel başkanlar günde iki üç şehirde meydan mitingi yapıyor.Ve hemen her mitingden sonra da “İbre bizden yana döndü” diye kendine ve etrafına moral veriyor...Acaba kim haklı çıkacak? Seçimde iddialı üç siyasi partiden, iktidar partisinin diğer iki partinin oyları toplamının 5-6 puan üzerinde bir oy oranına yükseleceğini gösteren anketler mi yoksa muhalefet liderleri mi?Pazar gecesi anlayacağız...Üzerinde mutabakat olan iki nokta var seçim sonuçları konusunda; Birincisi MHP’nin barajı aşacağı. İkincisi ise seçimi kazanıp Meclis’e gelecek bağımsız milletvekili sayısının 30 - 35 civarında olacağı.Bu durumda bir partinin anayasayı tek başına değiştirecek güce yani 367 milletvekili sayısına ulaşabilmesi mümkün değil.Hatta referandum yoluyla anayasa değişikliği için gerekli 330 milletvekili bile çok zor.Dört partili parlamentoda bağımsız milletvekillerinden 30’a yakınının katılımıyla ile BDP’nin grup kuracağı kesin.MHP’nin de barajı geçeceğine kesin gözüyle bakıldığına göre en az 50 - 60 civarında bir milletvekili grubuyla Meclis’te yerini alacağı anlaşılıyor.Bu durumda CHP ve AKP’ye kalan sayı 460 civarında. Bu dağılım nasıl olacak?Eğer anketler yanılmıyorsa biri 300 üzerinde ama 330’un altında, diğeri de 130 - 150 civarında milletvekiline sahip olacak.Bu tabloda güçlü tek parti iktidarı bakımından herhangi bir sorun olmayacak. Ama tek başına anayasa değişikliği hayal. Anayasa değişikliği başta olmak üzere temel sorunların çözümü konusunda siyasi partilerin asgari müştereklerde uzlaşmaya gitmesi zorunluluğu doğacak.Yok eğer anketler yanılıyor, muhalefet liderlerinin iddiaları bir ölçüde haklı ise o zaman tablo daha da karmaşıklaşabilir.Tek parti hükümeti çıksa bile kritik bir sayı ile çoğunluk sağlanabilir. Hatta zayıf da olsa koalisyon ihtimali doğabilir.Her şey pazar gecesi netleşecek. Bakalım anketler mi doğruyu söylüyor, liderler mi?
Geçen dönem Meclis’in son günlerinde alınan kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi kafaları oldukça karıştırmıştı: “Acaba bunun altından ne gibi bir cinlik çıkacaktı?” “Genelkurmay Milli Savunma Bakanlığı’na mı bağlanacaktı” veya “AKP kadrolaşması yeni boyutlar mı kazanacaktı?”Muhalefetin dillendirdiği pek çok soru işareti gündeme gelmişti.Başbakan Tayyip Erdoğan, merakla beklenen düzenlemelerin ilk ve en önemli adımını dün partisinin genel merkezinde açıkladı.Düzenlemenin şekli, biçimi ve zamanlaması tartışılabilir. Ama yapılanın gerçek anlamda bir yönetim reformu olduğu net.Proje kamu yönetiminin en tepesini yeniden düzenlemeyi amaçlıyor. Bakanlık sayısı azaltılıyor. Bazı bakanlıklar birleştiriliyor ve Türk idari sisteminde bugüne kadar hiç olmayan bir makam ihdas ediliyor: “Bakan Yardımcılığı...” Ayrıca yerinden yönetim bakımından da küçük de olsa, sembolik bir adım atılıyor bu proje ile. Türkiye’nin öteden beri en hassas ve tartışmalı kurumlarından biri olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu merkezi yönetimden alınarak il özel idarelerine devrediliyor.Bu devir yerinden yönetim bakımından küçük bir adım olsa da önemi büyük. Çünkü hemen her yıl bu kurumun yurtları ile ilgili bir veya birden çok skandal haberle kamuoyu çalkalanıyor. Bu yurtlar merkezden idare edilemiyor, iyi yönetilemiyordu. Şimdi eğer yeni düzenleme, yeni yapı daha başlangıçta, devir aşamasında sağlam esaslara göre oluşturulur, yönetim ve denetim ilkeleri iyi belirlenebilirse bugüne kadar yaşanan sorunların üstesinden daha kolaylıkla gelinebilir.Merkezi yönetim reformu konusunda geçmişte rahmetli Turgut Özal ilk adımı atmış, ilk reformu gerçekleştirmişti. 12 Eylül 1980 öncesi sayısı 40’a yaklaşan bakanlık sayısını, 1983 seçimlerinden sonra kabinesini oluştururken Turgut Özal bir gecede çıkardığı reform kararnameleri ile 22’ye indirmişti.Özal da bazı bakanlıkları birleştirmiş, bazı bakanlıkların görevlerini devlet bakanlıklarına devrederek işe başlamıştı.Ancak Özal’ın bu reformu çok da uzun ömürlü olmadı. Türk usulü siyasetin gelecek kaygıları daha Özal’ın başbakanlığı sırasında bakanlık sayısının bir miktar arttırılmasını kaçınılmaz kılmıştı.1990 - 2000 döneminde ise bakanlık sayısı yeniden 30’un üstüne çıkmıştı.Nedeni çok basit. 1980 öncesinde de 90’lı yıllarda da bakanlık sayısının artmasının temel nedeni kamu yönetiminin sağlıklı yürütülebilmesi arayışından kaynaklanmıyordu. Temel neden koalisyon dönemlerinin kaçınılmaz paylaşım pazarlıkları idi.Şimdi Tayyip Erdoğan bakanlık sayısını yeniden 25’e indiriyor. İyi de yapıyor.Çok tartışılacak, belki çok da eleştirilecek “bakan yardımcılığı” kurumu da işlevsel olabilir. Bakan Yardımcılığı İngiltere başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde de ABD’de de öteden beri var. ABD’de bizdeki müsteşarların adı aslında bakan yardımcısı diye geçiyor. Erdoğan’ın açıkladığı sistem, bakanla müsteşar arasında bir siyasi ara kademe niteliği taşıyor. Eğer bakan yardımcılığı kurumu, müsteşarlar, genel müdürler, siyasal etkilere göre tayin edilmesin, liyakat ve başarı esasına göre belirlensin, kurumsal hafızanın böylelikle devamı sağlansın, bürokrasi siyasetten göreli olarak bağımsız tutulsun diye bir düşünce ile getiriliyorsa bunu elbette herkesin alkışlaması gerekir. Bakan Yardımcılığı modelinde bu uygulanabilir, bakan yardımcısı siyasal bir kişilik olur, Erdoğan’ın dediği gibi hükümetlerle gelir, hükümetlerle gider. Ama bürokrasi başarılı olduğu sürece yerinde kalır. Acaba uygulama öyle mi olacak yoksa bakan yardımcılığı bir tür siyasal “arpalık” olarak mı kullanılacak?13 Haziran sonrası anlayacağız...
Anketlere ve bazı tahminlere bakılacak olursa 12 Haziran Pazar günü yapılacak olan seçim pek bir şey değiştirmeyecek gibi gözüküyor. Ama acaba öyle mi?Zaten öyle olsa seçim yapmaya, bunca zahmete, masrafa gerek olmazdı. Her seçim şu veya bu ölçüde sürprizler getirebilir. Ya da siyasi tablo değişmese bile ülke gündemi farklı bir rotaya oturabilir. En azından bugün gündemin ilk sıralarından uzak tutulmaya özen gösterilse de bazı temel sorunlar seçimden sonra tartışma gündeminin ilk sırasına oturabilir. Örneğin Kürt meselesi...Bugün seçim yarışında olan, en azından oy pusulasına adını yazdıran 15 siyasi parti var. Ama yarış üç parti arasında. Yani üç parti barajı aşacak. Meclis ise dört partili olacak. Çünkü yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle seçime katılamayan BDP kuralın kenarından dolaşıp bağımsız adaylarla seçim yarışının içinde ve 30 civarında bir millletvekili ile Meclis’te yer alacağına kesin gözüyle bakılıyor.Ve bu dört partinin de çok temel bir vaadi var: Yeni anayasa...Yeni Meclis’in öncelikli işlerinden biri yeni anayasa olacak. Ama nasıl?AKP ve Tayyip Erdoğan’ın hedefi 367 ve daha fazla milletvekili ile seçimi kazanıp yeni anayasaya damga vurmaktı. Başbakan Erdoğan bu hedefini hala koruyor. “Uzlaşma ararız, Meclis’teki siyasi partilerle, Meclis dışındaki siyasi partilerle ve sivil toplum kuruluşları ile görüşüp uzlaşma ararız. Ama 367 milletvekilimiz olursa zaman kaybetmemek için referanduma gitmeyiz” diyor Başbakan Erdoğan.Aslında tahmin etmek güç değil, tıpkı geçen yıl 12 Eylül referandumuyla gerçekleştirilen yüksek yargı düzenlemelerinde olduğu gibi yine kendi çizdiği çerçevede uzlaşma arayacak AKP. Dahası, değil 367, 330’u bulsa ve referandumu göze almak zorunda kalsa bile öyle davranacağına kuşku yok.Ama MHP’nin barajı aştığı bir sonuçta 367 çoğunluğu zaten imkansız. Hatta 330 da zor...O nedenle bütün siyasi partiler eğer yeni anayasada samimi iseler ortak paydada, asgari müştereklerde birleşmek, uzlaşmak durumunda.Kolay gözükmüyor. Çünkü yeni anayasada kritik önemdeki unsur, Kürt meselesinin çözümü noktasında ortaya çıkacak.Seçim kampanyası döneminde gündemin ön sıralarından özenle saklanan Türkiye’nin bu en önemli, en kritik meselesi konusunda siyasi partilerin hemen hiç biri ortaya net bir çözüm planı koymuş değil. Ama 13 Haziran gününden itibaren Türkiye ister istemez bu meseleyle yüzleşmek, bu meselenin çözümünü tartışmak durumunda.Yeni anayasa dediğinizde de ilk akla gelecek olan bu meselenin çözümü konusunda nasıl bir formül bulunabileceği.Devlet Bahçeli’nin önceki gün Diyarbakır meydanında da ilan ettiği gibi MHP’nin tutumu net: Esas olan Türk Milleti’dir. Kürt sorunu değil, terör ve bölücük sorunu var, bunun üstesinden gelinmeli. Ötesi bölücülük...Karşı eksende duran BDP’nin olmazsa olmaz koşulu ise mevcut anayasanın değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceği maddeleriyle ilgili. Ulus devlet esasının değiştirilmesi, Kürtçe eğitim ve demokratik özerklik noktalarında ısrarlı bir duruş sergilemeye devam ediyor BDP ve PKK.Bu durumda acaba AKP ve CHP arasında bir orta yol uzlaşması sağlanabilir mi?Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin Kürt meselesine yaklaşımı geçen döneme göre çok farklı. O yüzden AKP ile CHP’nin anadil eğitimi, anayasal vatandaşlık gibi sınırlı açılımlarda uzlaşabileceği söylenebilir. Hatta 13 Haziran sonrasındaki gelişmeler bu iki partiyi, en azından bu mesele üzerinde uzlaşmaya zorlayabilir de.Ama acaba BDP ve PKK bu uzlaşmaya “evet” diyecek mi? Yoksa gerilim tırmanacak, Kürt meselesinin yanına bir de Türk meselesi mi eklenecek?