Erdoğan için hedef 367 milletvekili mi?

6 Haziran 2011

Hayır değil. Tabii ki olursa itiraz edecek, “Birazını muhalefete bırakayım, onlar da zayıf kalmasın” diyecek değil. Ancak MHP’nin barajı geçeceği artık kesin olarak anlaşıldıktan sonra herhangi bir partinin 367 milletvekili sayısına ulaşabilmesinin mümkün olmadığını matematik ortaya koyuyor.O nedenle bu noktadan sonra Başbakan Erdoğan’ın ve partisinin hedefi tek başına anayasa değiştirmek değil, tek başına güçlü iktidar.Erdoğan 367 milletvekili hedefini, yeni anayasa projesini gerekirse tek başına ve referandum riski olmadan hayata geçirebilmek için arzuluyordu.Ancak mevcut tablo ve mevcut siyasi dengelere bakıldığında bu artık hemen hemen imkansız. Bu sayıya ulaşabilmenin tek yolu vardı o da MHP’nin baraj altında, yüzde 9,9 gibi dramatik bir oy oranında takılıp kalmasıydı. Bugünkü durumda AKP kurmayları da kabul ediyor ki MHP barajın bir kaç puan üzerinde.BDP kökenli bağımsız milletvekillerinin sayısının da geçen döneme göre önemli ölçüde artacağı, 30 - 35’i bulabileceği tahmin ediliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin de önemli ölçüde oy arttırdığı varsayıldığına göre 367 milletvekili hayal.Dahası AKP 2007 seçimlerinde yüzde 46,6 oy oranı ile 330’un üzerinde milletvekili çıkarmıştı. Şimdi ise hem CHP’nin oy oranının yükselmesi, hem de bağımsızların 30’un üstünde olması durumunda AKP’nin 2007’deki oy oranını korusa dahi 330 milletvekiline ulaşabilmesi zor.O nedenle AKP cephesinde yapılan hesap ve tahminlerde oy oranının genel olarak yüzde 45’i geçeceği iddiası hakim, ama tahmini milletvekili sayısı 315’le 325 arasında değişiyor.Belki de o yüzden Başbakan Erdoğan polemik dozunu yükseltiyor, en azından 330 milletvekiline, yani referandum yoluyla anayasayı değiştirebilecek bir çoğunluğa ulaşabilmek için var gücüyle asılıyor.Siyasi parti kurmaylarınca bugünden yapılan hesap ve tahminler elbette anket sonuçlarına, iyimser beklentilere dayalı.Acaba 12 Haziran akşamı sandık nasıl bir sonuç verecek?Daha da önemlisi Türkiye 13 Haziran’dan itibaren neyi tartışmaya başlayacak?Başkanlık sistemini mi? Erdoğan’ın başkan olup olamayacağını mı?Muhtemelen ikisi de olmayacak.Bugün başta iktidar olmak üzere bütün siyasi partilerin (Elbette BDP hariç), teğet geçmeye, özüne girmemeye özen gösterdikleri Kürt meselesi, yakıcı bir sorun olarak gündemin birinci maddesine oturacak.Ve bugün seçim meydanlarında birbirlerine olmadık hakaretleri eden, o yüzden mahkemelik olan siyasi parti genel başkanları en azından bu ciddi mesele için bir araya gelmek zorunda kalacaklar.Çünkü Kürt meselesi, bugün her ne kadar imkansız gözükse de 367 milletvekili çıkaran bir siyasi partinin dahi tek başına üstesinden gelebileceği bir mesele değil.Çözümsüzlüğü çözüm kabul edip mevcut durumu sürdürebilmek de pek olası görünmediğine göre ne yapacaklar?Eğer yeni anayasa, demokratik anayasa vaatleri samimi ise siyasi partiler bunun için bir araya gelmek ve bu çerçevede Kürt meselesi için toplumsal bütünlüğü bozmayacak makul bir çözüm noktasında uzlaşma aramak durumda kalacaklar.Kürt meselesinin yanında 367 milletvekili ile tek başına anayasa değiştirmek veya başkanlık sistemine geçmek gibi tartışmaların fantazi olduğu 13 Haziran sabahı muhtemelen çok daha net görülecek.

Devamını Oku

CHP’nin ekonomide üst lige çıkma hedefi...

20 Nisan 2011

Siyasi partiler cumhuriyetin 100. yılı olan 2023 vizyonu konusunda birbiriyle yarışıyorlar. Özellikle AKP ile CHP ekonomiyle ilgili kadrolarını ve ekonomik hedeflerini yarıştırıyor.Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı AKP’nin seçim beyannamesi ve 2023’e ilişkin ekonomik hedeflerinin ardından dün de CHP son derece iddialı hedeflerin yer aldığı “Yeni Ekonomi Stratejisi”ni açıkladı.CHP’nin “Yeni Ekonomi Stratejisi” seçim beyannamelerinin ekonomi ile ilgili klasik hedeflerinden oldukça farklı. Alt alta dizilmiş parlak ve iddialı rakamlar, parlak sözlerden ibaret değil. Sağlam bir teorik ve rakamsal temele dayandırıldığı anlaşılıyor.2023 yılında gayrisafi yurtiçi hasılanın 2,6 trilyon dolara, halen 10 bin dolar seviyesinde olan kişi başına milli gelirin üç kat arttırılarak 31.500 dolara yükseltilmesi hedefleniyor. Bu iddialı hedefin gerçekleşmesi demek Türkiye’nin kişi başına gelir bakımından AB’nin euro bölgesinin gelir ve zenginlik seviyesinin yüzde 85’ine ulaşması demek. Halihazırda yüzde 50’sine bile ulaşabilmiş değiliz.Bu nasıl gerçekleşecek?Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Faik Öztrak başta başta olmak üzere Umut Oran, Hurşit Güneş ve Akif Hamzaçebi gibi ekonomi konusunda uzman yardımcıları ile birlikte dün İstanbul’da açıkladığı stratejiye göre Türkiye ekonomisi 2011-2023 döneminde her yıl ortalama yüzde 7 oranında büyüyecek.Nasıl?Temel ilkeyi üç ana başlıkta açıklıyor Kılıçdaroğlu:“1. Sosyal devlet ilkesini yeniden ayağa kaldırarak,2. Ekonominin uluslararası rekabet gücünü arttırarak,3. Kalıcı istikrarı sağlayarak.”Ekonomi konusunda deneyimli kadrosuna güveniyor Kılıçdaroğlu ve seçmene diyor ki; “AKP’yi denediniz sonuç ortada. Şimdi yeni CHP’ye, bize fırsat verin. Kadrolarımız her alanda güçlü ve hazırlıklıyız. Ekonomide Türkiye’ye lig atlatırız. Her şeyi planladık. İktidara geldiğimizde ilk günden itibaren hangi adımları atacağımızı, ne yapacağımızı biliyoruz...”2,6 trilyon dolarlık gayrisafi yurtiçi hasıla, 650 milyar dolarlık ihracat, 31.500 dolar kişi başına gelir ve işsizlik oranının yüzde 11’lerden yüzde 5,8’e düşmesi demek gerçekten de Türkiye’nin ekonomide lig atlaması anlamına geliyor.CHP bu hedeflere ulaşabilmenin yolunu kalkınma ve sanayileşme stratejisinin değiştirilmesinden geçtiğini görüyor. Şimdiki gibi artan oranda dış açıklara, dış borçlanmaya dayalı büyüme modelinden iç tasarrufları ve ihracatı arttırarak daha sağlıklı, daha fazla istihdam yaratan istikrarlı bir büyüme modeline geçilmesini öngörüyor.İç tasarruflar nasıl artacak? Vergileri mi yükseltecek CHP?“Hayır” diyor Kılıçdaroğlu:“Aksine asgari ücret üzerindeki vergi yükünü minimize ederek sembolik düzeye indireceğiz. Peşin vergiyi kademeli olarak kaldıracağız...”Tabii ki bunları gerçekleştirebilmesi için CHP’nin önce oyunu arttırabilmesi, Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi tek başına iktidar olabilmesi gerekiyor. CHP 2007 seçimlerinde yüzde 20,9 oranında oy almıştı. Şimdi ise son anketlere göre yüzde 29,5 tahmin ediliyor. Acaba kampanya döneminde Kılıçdaroğlu ve ekibi bu oranı 10 puan daha arttırıp yüzde 40’lara çıkarabilecek mi?

Devamını Oku

Veto krizi nasıl aşılacak

19 Nisan 2011

YSK’nın (Yüksek Seçim Kurulu) önceki gün akşam saatlerinde aldığı kritik karar siyasal gündemin altını üstüne getirmiş durumda.BDP’nin desteklediği ve aralarında halen milletvekili olan iki ismin de bulunduğu 7 adayın veto edilmesine ilişkin YSK kararı bütün hesapları karıştırdığı gibi ülkeyi çok ciddi bir siyasal krizin de eşiğine getirdi.BDP’den gelen “desteklediğimiz diğer bağımsız adayları da seçimden çekeriz” türünden açıklamalar gerilimi daha da tırmandırıyor. Bu arada kimileri de YSK kararının gerisinde “derin devlet komplosu” arayışında. Acaba öyle mi? YSK, 12 Haziran seçimleri öncesinde ülkeyi derin bir siyasi krize, daha doğrusu kaosa sürüklemek amacıyla mı bu veto kararını verdi? Yani YSK’daki yüksek hakimler bir anlamda Ergenekon sanıklarının işledikleri suça benzer bir karara mı imza attılar?Kimilerine göre öyle. YSK’nın bu tartışmalı kararı yürürlükteki Anayasa’nın 76, Milletvekili Seçim Yasası’nın da 11. maddelerine dayanıyor. Hem Anayasa’nın hem de yasanın amir hükmü, “Devlete karşı işlenen suçlardan mahkum olanlar affa uğramış olsalar dahi milletvekili adayı olamaz” diyor.Eğer Anayasa gereği kesin kural bu ise ve sözkonusu adaylar için de bu yönde kesinleşmiş mahkumiyet kararları var ise YSK ne yapacaktı?Görmezden gelebilir miydi?İşte tartışma da tam bu noktada düğümleniyor. Adaylar için memnu hakların iadesi otomatik mi işleyecek yoksa adaylar mahkeme kararı mı getirecekler? YSK, mahkeme kararını şart koştuğu için eleştiriliyor. İktidar ve ana muhalefet sözcüleri YSK kararını bu yüzden eleştiriyorlar. Aslında bütün yükü YSK’ya yıkarak haksızlık ediyorlar.Siyaset kurumu kendi yapması gereken işi yapmadığı için seçimle ilgili yüksek yargının, YSK’nın demokratik normları gözeterek hukuk kurallarını bir defalık gözardı etmesi gerektiğini söylüyor. Oysa Anayasa’nın o anti demokratik 76. maddesi 30 senedir yerli yerinde duruyor. İleri demokrasi adına kavga gürültü gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri sırasında kimsenin aklına o hüküm acaba niye gelmedi? Sadece yargıyı ve yüksek yargıyı yeniden dizayn etmeye dönük düzenleme ileri demokrasi için yeterli görüldü.Şimdi siyasetçiler yargıyı, YSK’yı suçlayacaklar. Belki birbirlerini de suçlayacaklar. Ama veto kararının yarattığı deprem, siyasi kriz nasıl aşılacak?BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın önerisi çözüm olabilir. Ki dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu öneriye benzer bir çağrı yaptı. Yani her iki liderin önerisi de Meclis’in olağanüstü toplantıya çağrılması, iktidar ve anamuhalefetin işbirliği ile seçim tarihinin bir iki hafta ileriye alınıp gerekli anayasa değişiklikleri ile sorunun aşılması... Hatta yüzde 10’luk seçim barajı 5’e çekilerek BDP’nin parti olarak seçime girmesi de sağlanabilir.Fakat bunun da bir “aması” var. Çünkü, iktidar partisi de ana muhalefet partisi de milletvekillerinin yarıdan fazlasını liste dışı bırakmış. Şimdi liste dışı bıraktıkları o milletvekilleri acaba demokrasi aşkına, vatan millet aşkına parti disiplinine uyarak o düzenlemeler için oy verir mi? Hatta Meclis toplantısına tam kadro katılır mı?Zayıf ihtimal. Yani formül akla ve mantığa uygun olsa da uygulanabilirliği düşük.Son ihtimal, BDP’li bağımsız adayların mahkemelerden, Adli Sicil Yasası’nın 13. maddesi uyarınca alacakları “memnu haklarının iadesi”ne ilişkin kararları YSK’ya sunması. YSK’nın da bu belgelere dayanarak düzeltme kararı vermesi, adaylıkların önünü açması...Yani siyaset kurumunun yapamadığı veya yapmadığını YSK’nın yapması beklenecek.

Devamını Oku

Kampanyanın gözdesi yoksullar...

18 Nisan 2011

“Popülizm yapmadık, yapmıyoruz. Ülkenin ve ekonominin gerekleri ne ise ona göre hareket ediyoruz...”Ülkeyi idare eden veya idare etmeye talip olan siyasetçilerin hemen her seçim döneminde dile getirdikleri beylik ifade özetle böyle olagelmiştir. Ama yine hemen her seçim döneminde kampanya siyasi partilerin popülizm yarışına sahne oluyor. Durum şimdi de farklı değil.Geçmiş dönemlerde popülizm yarışının ekonomiyi tahrip edecek boyutlara vardırıldığı ve sonuçta topluma çok ağır bedeller ödetildiği görüldüğü için belki son dönemlerde daha ölçülü gidiliyor. Partiler birbirlerini “Kaynağı nereden bulacaksın?” diye sorgulayıp, desteksiz atışların önüne geçmeye çalışıyorlar. Özellikle de iktidar partisi AKP bu noktada çok hassas. Muhalefetin vaatlerini “kaynakları yok” diyerek boşa çıkarmaya çalışıyor. Yarışın fitilini CHP ateşledi. Genel Başkan seçildiği günden itibaren partisinin seçmen tabanını nasıl genişleteceği üzerinde çalışan Kılıçdaroğlu, farklı bir politik açılıma yöneldi. Laiklik ekseni üzerinden yürütülen iktidar mücadelesini terketti. Kılıçdaroğlu önce şu saptamayı yaptı:“Sosyal devlet ilkesi en az laiklik ilkesi kadar önemlidir. İzlenen politikalar Türkiye’de sosyal devleti bitirmiştir...” AKP’nin bugüne kadar çok eleştirilen yoksullara kömür, makarna vb. yardım yöntemleri öteden beri eleştiriliyordu. AKP’nin bu yöntemle kendine bağımlı bir seçmen tabanı oluşturduğu, yoksulluğu sömürdüğü, sadaka kültürünü egemen kılmaya çalıştığı iddia ediliyordu.Ancak, her ne kadar eleştirilse de bu yöntemin iktidar partisine ciddi oranda oy kazandırdığı da kabul ediliyordu. O nedenle de CHP ilk seçim bombasını bu konu üzerinden patlattı.“Yoksullara yardımı sadaka anlayışı ile değil, hak olarak vereceğiz” dedi CHP. Seçim kampanyasının ilk vaadi olarak “Aile Sigortası-ASKUR” sistemini ilan etti.Başbakan Erdoğan, hükümet üyeleri ve AKP sözcüleri çok sert eleştirdi CHP’nin bu vaadini. “Kaynağı yok” dediler. CHP ve Kılıçdaroğlu’nu “popülizm” yapmakla suçladılar.Ama CHP’nin aile sigortası sistemi, yoksul ailelere, 600 liradan başlayıp 1.200 liraya kadar aile yardımı yapacağı vaadi seçmen tabanında karşılık buldu.O nedenle şimdi AKP de dahil bütün partilerin seçim beyannamelerinde artık aile yardımı var. “Biz yoksul kesime bu yardımı zaten yapıyoruz” diyen AKP, düne kadar CHP’yi kaynağı yok diye eleştirirken şimdi “Biz daha fazlasını veririz” diyor. Aile Sigortası sistemine karşı Aile Destek Projesi-ASDEP vadediyor. CHP’nin verdiğinin daha fazlasını taahhüt ediyor. Yeni evlenecek yoksul çiftlere 20 yıl taksitli konut ve ev eşyası vaat ediyor.MHP’nin taahhüdü de farklı değil. Yoksullara “Hilalkart” yöntemiyle MHP de aile yardımı vereceğini söylüyor. Hatta Numan Kurtulmuş’un Has Partisi de yoksullara aile yardımını benimsemiş durumda.1970’li, 80 ve 90’lı yıllarda siyasetçilerin gözü genellikle kırsal kesimin üzerinde olurdu. Seçim dönemlerinde çiftçi ve köylü akla gelir, destekleme kapsamındaki tarım ürünlerinin fiyatları açık arttırmaya çıkarılırdı. Hatta 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tarımsal destekleme fiyatları konusundaki, “Kim ne veriyorsa 5 lira fazlasını veririm” taahhüdünün partisi DYP’ye iktidar, kendisine de Çankaya yolunu araladığı söylenebilir. Belli ki şimdi artık sonucu kırsal kesimin oyları tayin etmiyor. TÜİK verilerine dayanılarak türetilen rakamlara göre 15 - 16 milyon civarındaki yoksul nüfus muhtemelen seçim sonucu üzerinde daha tayin edici bir etki yapacak. Öyle ya, bu sayı en az 7 - 8 milyon oy demek...

Devamını Oku

Erdoğan’ın tek hedefi Çankaya mı?

12 Nisan 2011

Başbakan Tayyip Erdoğan uzunca bir süreden beri iki önemli noktanın altını çiziyor.1. AKP’de tüzük gereği kendisinin dahil herkesin en fazla üç dönem üst üste milletvekili olabileceği. 2. Başkanlık sisteminin tartışılması...AKP’nin önceki gün Yüksek Seçim kurulu Başkanlığı’na sunduğu milletvekili aday listesi bu iki nokta dikkate alınarak incelendiğinde ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor.Eğer AKP tüzüğünü değiştirmeyecekse, Tayyip Erdoğan dahil partinin kurucu ve etkili, yetkili yönetim kadrosunun tümü son kez milletvekili olacaklar. Yani 2023 planları yapan, buna yönelik hedefler hazırlayan bugünkü kadro sonraki seçimde yok. Bu seçimi kesin kazanacağı, hem de açık farkla kazanacağı iddiasındaki Erdoğan ve arkadaşlarının “bir sonraki seçimi nasıl olsa kaybederiz” diye hesap yaptıkları elbette düşünülemez. O zaman ne olacak?Kurulduğu günden beri AKP’nin çelik çekirdeği de denilebilecek etkili ve yetkili kadroda kimler var?Bülent Arınç,Cemil Çiçek,Abdülkadir Aksu,Ali Babacan,Hüseyin Çelik,Ömer Çelik,İdris Naim Şahin,Mehmet Ali Şahin...Liste uzatılabilir. Ama bu isimlerin hepsi son dönem milletvekilliğine hazırlanıyor. Hiçbiri sonraki dönemde Meclis’te olamayacak.O zaman ne olacak, yepyeni bir AKP mi?Çünkü mevcut etkili ve yetkili kadrodan gelecek dönemde seçilme şansı bulunan tek isim var: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu...Oysa seçimler öncesi kulislerde bazı spekülasyonlar yapılıyordu. Bu dönemde Bülent Arınç, Ali Babacan gibi bazı isimlerin aday gösterilmeyip Meclis dışından kabineye alınabileceği gibi.Fakat bu olmadı. Erdoğan, çekirdek kadroyu korudu.Neden?“Bu bizim son dönemimiz, sonrası yeni arkadaşlarımıza emanet” diye düşündüğü için mi?Zayıf ihtimal.Kuvvetli ihtimal şu:Erdoğan uzunca bir süredir kafasında ölçüp biçip tarttığı “Türkiye’ye özgü başkanlık modeli”ni hayata geçirmeye hazırlandığı.Ki bu yöndeki senaryolar Ankara kulislerinde bir süreden beri konuşuluyor. Erdoğan’ın kafasındaki temel stratejinin başkanlık olduğu iddia ediliyor.Aslında Erdoğan, başkanlık sistemine geçilmesini planladığını açıkça söylemiyor ama bu yöndeki niyetini gizlemiyor da. “Tartışılmalı” demekle yetiniyor.Ama bütün hesaplarını bu stratejiye uygun kurguluyor Erdoğan. O nedenle MHP’yi baraj altına indirebilmek için vargücüyle asılıyor. Tek başına anayasa değişikliği gerçekleştirebilecek bir sayısal çoğunluğu elde edebilmenin hesaplarını yapıyor.Bu hesaplar, bu tahminler tutar ve 12 Haziran gecesi beklediği gibi partisinin yüzde 50’ler civarında bir oy aldığını görürse o zaman muhtemelen düğmeye basacak.O zaman vaat ettiği yeni, sivil anayasa çalışmaları başkanlık sistemi ana ekseni üzerine oturtulacak.Ve o zaman hala 5 yıl mı 7 yıl mı olduğu tartışmalı olan Abdullah Gül’ün görev süresi için de muhtemelen “7 yıldır” diye görüş bildirilecek.2014’e kadar hazırlıklar tamamlanacak. Her şey planlandığı gibi yolunda giderse Gül’ün görev süresi sona erdiğinde Erdoğan bugünkü başbakanlık yetkileriyle birlikte Çankaya’ya çıkacak. Tabii ki bu 12 Haziran’da alınacak ezici seçim zaferi üzerine kurulu bir senaryo.Tutar mı tutmaz mı?Anket sonuçlarına ve bazı AKP kurmaylarının söylediklerine bakılırsa tutacakmış gibi gözüküyor.Ancak seçime 2 ay var. İki ayda acaba dengeler nasıl değişecek? Her şey planlandığı, arzulandığı gibi senaryoya uygun işleyecek mi?

Devamını Oku

Liste depremi ve seçim tsunamisi...

11 Nisan 2011

Her seçim döneminde siyasi partiler hafif veya yüksek şiddette bir liste depremi yaşamıştır. Şimdi bu depremi önceki günden itibaren CHP yaşıyor, dün de AKP ve MHP sarsıldı. Henüz hasarın tüm boyutları bilinmiyor. Çünkü liste depreminin bir de artçıları, daha önemlisi gecikmeli tsunami etkisi olacak. Onu bugünden kestirmek mümkün değil.Çünkü bu depremin tsunamisi 12 Haziran gecesi sandıklar açılıp oylar sayıldıktan sonra yaşanacak.Şimdi yaşananlar ufak tefek olaylar, küskünlükler... Bazı yeni siyasetçilerin hayal kırıklıklarını dışa vurmalarından ibaret.Aslında AKP’de de CHP’de de tahmin edilen sürprizler oldu.Özellikle CHP’de köklü bir değişim zaten bekleniyordu. Ama belki de bu kadarı tahmin edilememişti. Örneğin eski CHP’nin efsane genel sekreteri Önder Sav ve bütün adamlarının, yakınlarının çizilmesi... Ki bugün liste dışı kalan Sav, eskinin güçlü genel sekreteri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasında en önemli rolü oynayan isimdi. Ama şimdi Kılıçdaroğlu, Önder Sav ve ekibine “siz biraz dinlenin” diyor. Tıpkı Bülent Ecevit’in 1972 sonrasında, genel başkanlığa giden yolda kendisine destek olan eski CHP’nin bazı kudretli isimlerini ilk seçimde sildiği gibi...CHP’nin aday listesinde sadece Önder Sav ve ekibi çizilmedi. Deniz Baykal ekibi de tarih oldu. Hemen her seçimde Deniz Baykal tarafından bölgelerinde listenin ilk sıralarını işgal eden “Baykalcılar” yeni CHP’nin aday listesine giremediler.Özetle Kemal Kılıçdaroğlu, eski CHP’yi temsil eden isimlere listesinde yer vermedi. Onun yerine bu aday listesiyle çok kritik iki önemli açılıma imza attı Kılıçdaroğlu. Ki bu iki açılım da Kılıçdaroğlu ve CHP açısından riski yüksek ve çok da tartışılacak hamleler.Birincisi uzun süredir tartışma gündemini işgal eden “Ergenekon davası” sanıklarının aday gösterilmesi.Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Sinan Aygün...İkincisi AP, DYP ve ANAP’ta uzun yıllar siyaset yapmış isimlere listenin ön sıralarında yer verilmesi. Yani merkez sağ açılımı...Bu ikinci açılım ilk kez deneniyor değil. 2007 seçimlerinde Deniz Baykal da benzer bir deneme yapmış ama istediği sonucu alamamıştı. Acaba bu seçimde Kılıçdaroğlu sonuç alabilecek mi? Riski göze alıp aday gösterdiği Ergenekon davası sanıkları Sinan Aygün, Mehmet Haberal ile Turhan Tayan, Mahmut Öztürk gibi eski DYP milletvekilleri AKP’ye konsolide olmuş merkez sağ oylardan CHP’ye kayda değer bir transfer gerçekleştirebilecekler mi?Bu gerçekleşirse ne ala...Bu listenin CHP içinde de CHP dışında da çok tartışma yaratacağına hiç kuşku yok. Eğer bu yeni yüzlerle ve yeni söylemle, Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si eğer 12 Haziran seçimlerinde başarılı bir sonuç alabilirse tartışma biter. Ama ya aksi olursa işte o zaman CHP’de dün başgösteren liste depreminin tsunami etkisinin çok ama çok sert olacağına kuşku yok.Acaba Kılıçdaroğlu ve ekibi bu tnsunaminin önünde durabilir mi? Kılıçdaroğlu’nun da zaten seçim sonuçlarını eski CHP’yi yönetenler gibi değerlendirmeyeceği biliniyor. Başarısızlığı sineye çekip, bir sonraki seçime hazırlanalım demeyeceği önceki açıklamalarından biliniyor. Yani ya başarılı bir sonuç alacak ya da olağanüstü kurultay çağrısı yapacak. Bugün itibariyle CHP bu yeni söylem ve yeni isimlerle başarılı olacağına inanıyor. Başarı çıtası da yüzde 30’un üstünde...

Devamını Oku

CHP’nin sorunu sadece olumsuz önyargılar mı?

1 Nisan 2011

Soru şu: CHP neden güçlü bir iktidar alternatifi haline gelemiyor? Bu şimdinin sorusu veya sorunu değil aslında. Yıllardan beri tartışıyor, yanıt arıyor sosyal demokratlar. 1980 darbesinden sonraki yıllarda yaşanan soldaki bölünmüşlükten yakındılar. “Sol bölündüğü için iktidar olamadığı” söylendi. Ama bugün artık bölünmüşlük söz konusu değil. Bülent Ecevit sonrası DSP’yi de büyük ölçüde bünyesinde eriten CHP, artık solun tek partisi. Hatta fazlası da var; merkez sağdan da önemli ölçüde destek alıyor bugün CHP. Peki bu durum 12 Haziran’da CHP’yi iktidara taşımaya yetecek mi?Ya da “Deniz Baykal’la olmuyor” diyenlerin tezi doğruysa kaset komplosu yüzünden Baykal bir yıla yakın süredir CHP’nin başında değil. Halkın sevdiği, sempati duyduğu bir isim var bugün CHP’nin başında. Kemal Kılıçdaroğlu...O yetecek mi?“CHP’nin projesi, kadrosu iktidar hazırlığı yok” diyenlere de bugün şu yanıtı rahatlıkla verebilir CHP yönetimi:“Hemen her alanda uzmanlaşmış, Türkiye’yi ve dünyayı bilen kendi alanında uzmanlığı tartışmasız olan çok kıymetli isimler var bugün CHP’de. Ayrıca Türkiye’nin temel sorunları saptanıp bunların nasıl çözüleceği konusunda ayağı yere basan raporları, formülleri de hazır CHP’nin. Yoksullukla mücadele için aile sigortası sistemi raporu, gençlik raporu, sivil toplum raporu. Ve dün ekonomiyle ilgili bölümü açıklanan Kürt raporu...”Bu sayılan faktörler CHP açısından elbette önemli. Bunlar belki CHP’nin sıkıştığı dar alanı biraz genişletebilir de. Fakat CHP’nin yaşadığı temel sorunu aşmaya yetmiyor bunlar.Çünkü sorun çok daha derinlerde...CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu raporunu açıklarken bir soru üzerine CHP’deki temel sorunun da altını çiziyor. Soru, CHP’nin seçim anketlerinde görülen oy oranıyla ilgili. İktidar partisinin oyları yüzde 40’ın üzerinde seyrederken CHP niye yüzde 30’u bile yakalayamıyor?Kılıçdaroğlu yüzde 30’u aşacaklarına inanıyor. Belki birinci parti bile çıkabileceklerini düşünüyor. Ancak sıkıntının da farkında.Örneğin, anketlere bakarak CHP’nin ev kadınlarından, esnaf kesiminden ve çiftçilerden henüz umduğu düzeyde bir oy kayması olmadığını söylüyor. Halbuki kadınlar ve yoksul aileler için aile sigortası, çiftçiler için mazot desteği gibi önemli vaatleri var bu üç kesime CHP’nin.Kılıçdaroğlu yine de umutlu, “Seçime 2,5 ay var. Bunları yeteri kadar anlatabilirsek güven verecektir. Hükümet projelerimizden ürküyorsa, tartışılıyorsa demek ki doğru.Halkla sağlıklı güven ilişkisi kurduğumuz taktirde sorunu aşarız” diyor. Bu projeler, vaatler elbette önemli. Kürt sorununun siyasi, sosyal ve kültürel boyutu ile ilgili açıklanacak rapor da elbette önemli. Fakat sorunun temelinin çok daha farklı bir yerde, farklı bir boyutta olduğunun da farkında Kemal Kılıçdaroğlu. Ve o sorun öyle 2,5 ayda aşılacak gibi de gözükmüyor. CHP’nin 90 yıllık devlet partisi imajı... Gerçekten de adı “Halk Partisi” ama toplumda oluşan yargı aksi yönde: “Halkı ezen devlet partisi, darbelerde ordu ile işbirliği yapan parti...”Zaten bu algı yüzünden çok partili demokratik sisteme geçildiği günden beri CHP hiçbir seçimde tek başına iktidar olamıyor. Hatta 1973 ve 1977 seçimleri dışında birinci parti bile olamadı. 1972 sonrasında Bülent Ecevit “devlet partisi” algısını kısmen kırabildiği için iki seçim üst üste CHP’yi birinci parti konumuna getirebilmişti.Kılıçdaroğlu da sorunun bu noktada düğümlendiğini görüyor ve o yüzden dün soru üzerine şunları söylüyor:“Önümüzdeki en ciddi engel CHP ile ilgili belli çevrelerde oluşan ve bizim kabul etmediğimiz olumsuz yargılar. Oları değiştirmenin güçlüğü en ciddi sorunumuz. Onu da bugünden yarına değiştirmenin kolay olmadığını siz de takdir edersiniz. ‘CHP ordu ile beraber, devletin partisi, halktan uzak, proje üretmez’ gibi eleştirilerÖ Bu yargıların kırılması lazım. Çok şey yaptık, çok şey söyledik, raporlar çıkardık. Biz CHP’nin adına uygun, halkı ile kucaklaşan bir parti kimliğine dönüştürmek istiyoruz...”Tam olarak aynı cümlelerle değil ama CHP’-nin geçmişinden gelen yükler, algı ve imaj sorunlarını 2002 seçimlerinin hemen ardından önceki Genel Başkan Deniz Baykal’dan da dinlemiştim bir sohbetimiz sırasında. Baykal’ın niyeti de bu olumsuz yargıları değiştirmekti. Ama değiştiremedi. Kılıçdaroğlu daha şanslı. Ama onun da zamanı kısıtlı.

Devamını Oku

Türkiye Libya’da ne yapacak?

24 Mart 2011

Türkiye’nin, Libya krizinde üstlenebileceği rol konusunda ABD başta olmak üzere batılı müttefiklerle yapılan görüşmelerde önemli mesafe kaydedildiği anlaşılıyor.Görüşme ve pazarlıklar hala devam ediyor ama sorunun aşılabileceği büyük ölçüde ortaya çıktığı için Hükümet, Libya konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapalı oturumunda yapılacak gizli görüşmenin hemen ardından “Yurt dışına asker gönderme tezkeresi”ni de Meclis’in onayına sunmaya hazırlanıyor.Hükümet, operasyonun başlatılması ve yürütülüş biçimiyle ilgili çekincelerini koruyor. Özellikle de Fransa’nın tutumunun yarattığı güven bunalımı aşılabilmiş değil. Ancak, operasyonda komuta kontrolün NATO’ya geçmesi ve çerçevenin yeniden çizilmesi ile son bir haftadır yaşanan krizin tümüyle aşılabileceği (Fransa ile olan güven bunalımı hariç) umuluyor.Libya’ya karşı Fransa’nın oldu bittiye getirmesiyle oluşturulan mevcut koalisyonun yeniden düzenlenmesi Türkiye’nin temel talepleri arasında yer alıyor.Bu konuda mutabakatın sağlanması halinde NATO’nun liderliğinde oluşturulabilecek yeni koalisyon yapılanmasında Libya’nın da üyesi olduğu Arap Birliği ve İslam Konferansı gibi uluslararası örgütler de yer alacak.Şu anda yürütülen yoğun diplomatik temaslarla bu noktalarda bir uzlaşmaya varılması halinde Türkiye’nin üstlenebileceği rol de netleşecek.Aslında Türkiye’nin kendine biçtiği rol belli. Türkiye’nin çatışmalara, bombalama operasyonlarına katılmayacağı biliniyor. Başbakan Tayyip Erdoğan hem iç kamuoyuna hem de dış kamuoyuna ve muhataplarına bu konuyu net biçimde açıkladı. Peki Türkiye nasıl bir misyon üstlenecek?Şu anda tasarlanan, ABD başta olmak üzere müttefiklere de iletilen öneriler şu şekilde özetleniyor:1. Sorunun daha fazla kan dökülmeden, Libya’nın daha fazla hasar görmeden çözüme kavuşturulabilmesi için diplomatik girişim. Gerek Libya’da iç barışın sağlanması gerekse de Kaddafi yönetiminin çekilmesi konusunda Türkiye doğrudan temaslar yürütebilir. Çünkü Türkiye halen hem muhalif lider ve aşiretlerle hem de yönetimle temas kanallarını açık tutuyor. 2. Libya’ya insani yardım gönderilmesi ve bu yardımların sağlıklı ve düzenli biçimde yerine ulaştırılmasında aktif görev alınabilir.3. Hava bombardımanının tamamlanmasından sonra uçuşa yasak bölgenin kontrolü amacıyla Türk savaş uçakları da görev üstlenebilir.4. Silah ambargosunun denetimi konusunda bir deniz filosu görevlendirilmesi. Ankara’nın bu noktadaki önerisi, Girit - Libya hattının kontrolünün Türk deniz filosuna bırakılması.ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa hariç diğer NATO müttefiklerinin ve hatta Arap ülkelerinin Türkiye’nin bu önerilerine ve oynayabileceği role itirazı yok. Mesele Fransa ve Sarkozy... Gözünü Libya’nın doğal zenginliklerine ve gelecekte oluşacak muazzam pazara diken Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye’yi mümkün olduğunca koalisyondan, Libya operasyonundan uzak tutmaya çalışıyor.O nedenle Türkiye’nin önerilerinin ne ölçüde kabul göreceği Fransa’nın nasıl ikna edileceğine bağlı.Hükümetteki hava, Türkiye’nin önerilerinin büyük ölçüde kabul göreceği ve uzlaşma sağlanacağı yönünde. Onun için tezkere bugün Meclis’e sunuluyor. Ülke dışına askeri güç gönderme yetkisi alıyor hükümet.

Devamını Oku