YSK’nın (Yüksek Seçim Kurulu) önceki gün akşam saatlerinde aldığı kritik karar siyasal gündemin altını üstüne getirmiş durumda.
BDP’nin desteklediği ve aralarında halen milletvekili olan iki ismin de bulunduğu 7 adayın veto edilmesine ilişkin YSK kararı bütün hesapları karıştırdığı gibi ülkeyi çok ciddi bir siyasal krizin de eşiğine getirdi.
BDP’den gelen “desteklediğimiz diğer bağımsız adayları da seçimden çekeriz” türünden açıklamalar gerilimi daha da tırmandırıyor.
Bu arada kimileri de YSK kararının gerisinde “derin devlet komplosu” arayışında.
Acaba öyle mi?
YSK, 12 Haziran seçimleri öncesinde ülkeyi derin bir siyasi krize, daha doğrusu kaosa sürüklemek amacıyla mı bu veto kararını verdi?
Yani YSK’daki yüksek hakimler bir anlamda Ergenekon sanıklarının işledikleri suça benzer bir karara mı imza attılar?
Kimilerine göre öyle.
YSK’nın bu tartışmalı kararı yürürlükteki Anayasa’nın 76, Milletvekili Seçim Yasası’nın da 11. maddelerine dayanıyor.
Hem Anayasa’nın hem de yasanın amir hükmü, “Devlete karşı işlenen suçlardan mahkum olanlar affa uğramış olsalar dahi milletvekili adayı olamaz” diyor.
Eğer Anayasa gereği kesin kural bu ise ve sözkonusu adaylar için de bu yönde kesinleşmiş mahkumiyet kararları var ise YSK ne yapacaktı?
Görmezden gelebilir miydi?
İşte tartışma da tam bu noktada düğümleniyor. Adaylar için memnu hakların iadesi otomatik mi işleyecek yoksa adaylar mahkeme kararı mı getirecekler?
YSK, mahkeme kararını şart koştuğu için eleştiriliyor.
İktidar ve ana muhalefet sözcüleri YSK kararını bu yüzden eleştiriyorlar.
Aslında bütün yükü YSK’ya yıkarak haksızlık ediyorlar.
Siyaset kurumu kendi yapması gereken işi yapmadığı için seçimle ilgili yüksek yargının, YSK’nın demokratik normları gözeterek hukuk kurallarını bir defalık gözardı etmesi gerektiğini söylüyor.
Oysa Anayasa’nın o anti demokratik 76. maddesi 30 senedir yerli yerinde duruyor. İleri demokrasi adına kavga gürültü gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri sırasında kimsenin aklına o hüküm acaba niye gelmedi? Sadece yargıyı ve yüksek yargıyı yeniden dizayn etmeye dönük düzenleme ileri demokrasi için yeterli görüldü.
Şimdi siyasetçiler yargıyı, YSK’yı suçlayacaklar. Belki birbirlerini de suçlayacaklar. Ama veto kararının yarattığı deprem, siyasi kriz nasıl aşılacak?
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın önerisi çözüm olabilir. Ki dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu öneriye benzer bir çağrı yaptı. Yani her iki liderin önerisi de Meclis’in olağanüstü toplantıya çağrılması, iktidar ve anamuhalefetin işbirliği ile seçim tarihinin bir iki hafta ileriye alınıp gerekli anayasa değişiklikleri ile sorunun aşılması...
Hatta yüzde 10’luk seçim barajı 5’e çekilerek BDP’nin parti olarak seçime girmesi de sağlanabilir.
Fakat bunun da bir “aması” var. Çünkü, iktidar partisi de ana muhalefet partisi de milletvekillerinin yarıdan fazlasını liste dışı bırakmış. Şimdi liste dışı bıraktıkları o milletvekilleri acaba demokrasi aşkına, vatan millet aşkına parti disiplinine uyarak o düzenlemeler için oy verir mi? Hatta Meclis toplantısına tam kadro katılır mı?
Zayıf ihtimal.
Yani formül akla ve mantığa uygun olsa da uygulanabilirliği düşük.
Son ihtimal, BDP’li bağımsız adayların mahkemelerden, Adli Sicil Yasası’nın 13. maddesi uyarınca alacakları “memnu haklarının iadesi”ne ilişkin kararları YSK’ya sunması. YSK’nın da bu belgelere dayanarak düzeltme kararı vermesi, adaylıkların önünü açması...
Yani siyaset kurumunun yapamadığı veya yapmadığını YSK’nın yapması beklenecek.
Veto krizi nasıl aşılacak
Haberin Devamı