CHP ve BDP’nin farklı amaç ve yöntemlerle yürütmekte oldukları boykotun yol açtığı siyasal kriz aşılamıyor. Ankara’daki, TBMM’deki havaya, karşılıklı sert demeçlere bakılacak olursa kısa vadede aşılabilecek gibi de gözükmüyor. Çünkü taraflar henüz uzlaşma kapısını aralamak noktasına çok uzak gözüküyorlar. Aksine birbirini köşeye sıkıştırmak; kol bükmekle meşguller. Özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Simav’da, “Göreceksiniz tükürdüklerini yalayacaklar” demesi ipi iyice gerdi. Dün başka bir şey daha söyledi Erdoğan: “Yemin etmedikleri sürece buraya (Meclis Genel Kurulu) gelseler bile devamsızlık yapmış sayılırlar...” Bu sözlerin anlamı son derece açık ve net; “bu süreci uzatırsanız gerektiğinde üyeliğinizin düşürülmesi de gündeme gelebilir” demeye getiriyor Erdoğan. CHP’nin ve BDP’nin Meclis’e girmemesinin Meclis’in çalışmasını hiç etkilemeyeceğini düşünüyor Erdoğan ve AKP. “Meclis siz olsanız da olmasınız da yola devam eder” görüşü hakim. En azından şu anda CHP’ye bu hissetiriliyor. Meclis’in çalışacağının ilk örneği dün verildi. AKP ve MHP’nin katıldığı çalışma ile Meclis Başkanı seçildi. Önümüzdeki hafta da muhtemelen hükümet programı oylanacak. Sonra?Sonra acaba Meclis çalışmalarını boykot eden CHP ve BDP’lilerin üyeliklerinin düşürülmesi de oya sunulacak mı? Yani kriz bu denli derinleştirilecek mi? Erdoğan dün itibariyle bu durumun da seçenek olarak masada durduğunun mesajını verdi.Erdoğan gerçekten de gerilim ipini, kopuncaya; CHP diz çökünceye kadar germek niyetinde mi?Bilemiyoruz. Ama en azından dün itibariyle CHP’ye ölümü gösterdi.Başbakan ipi neden geriyor, neden CHP’yi köşeye sıkıştırma stratejisi uyguluyor?Konuştuğumuz AKP kurmaylarının bu konuda anlattıkları şu şekilde özetlenebilir:“Nedenlerden birisi şu: Geçen hafta içinde CHP’li İsa Gök’ün ‘AKP’ye diz çöktüreceğiz’ biçimindeki tehditkar açıklaması AKP’de büyük infial yarattı. Şimdi kimin diz çökeceğini kamuoyu görsün isteniyor.İkincisi ve AKP açısından asıl önemli nokta şu: CHP bugüne kadar kendisini hep devletin sahibi olarak gördü. Oyu, milletvekili sayısı ne kadar düşük olursa olsun ‘bizim onay vermediğimiz, bizim katılmadığımız hiç bir önemli düzenleme yapılamaz’ havası estirildi. Geçen dönemde zaman zaman askerle, zaman zaman yüksek yargı ile işbirliğine girerek hükümetin yapmak istediği önemli açılımlarını engelleyici rol oynadı. Ancak artık CHP’nin de değişimi kabullenmesi, asıl olanın millet iradesi olduğunu kabullenmesi gerekiyor...”CHP, boykot kararını verirken Başbakan’ın bu hamlelerini hesap etti mi etmedi mi elbette bilmiyoruz. Ancak, böylesi riskli bir yola çıkan, CHP gibi köklü bir partinin bundan sonra atacağı adımları da herhalde planlamış olması gerekiyor.Ara seçim riski Örneğin Başbakan Erdoğan’ın dün devamsızlıkla ilgili verdiği mesaj... Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrası açık: “Özürsüz ve izinsiz olarak 1 ay içinde 5 bileşimine katılmayan milletvekilinin üyeliğinin düşmesine Meclis Başkanlık Divanı’nın tesbiti üzerine Meclis Genel Kurulunca salt çoğunlukla (276 oy) karar verilebilir...”Yani CHP ve MHP’lilerin üyelikleri düşer ve bu seçim çevrelerinde 170 milletvekilliği için ara seçim yapılır. AKP’nin milletvekili sayısı 400’ün üstüne çıkar.Teorik olarak böyle bir ihtimal var.Ve bu ihtimal, CHP’li çiçeği burnunda milletvekillerini nasıl etkileyecek acaba?AKP kurmaylarının bu konuda da bazı tahmin ve beklentileri, hesapları elbette var. Örneğin CHP grubunda bir çözülme, partide bölünme ihtimali belirirse Kılıçdaroğlu ve arkadaşları acaba ne yapacak?“Ölümüne boykota devam mı” diyecek; sıtmaya, yani Başbakan’ın önceki gün söylediği “tükürdüğünü yalamaya” razı olup yemin mi edecek?Tahmin etmek zor. Şu an için görünen, daha doğrusu umut edilen tek yol, yeni Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in bulacağı sihirli formül. Kimsenin diz çökmesine, tükürdüğünü yalamasına gerek olmayacak çözüm...
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi yeni döneme ilk defa krizle başlangıç yaptı. Mahkemelerin tutuklu milletvekillerini salıvermemesinin ardından sıkıntılı, tatsız bir siyasi süreç, daha doğrusu siyasi kriz içine girildi.İktidarla muhalefet, yasamayla yargı arasındaki bu krizin çözümü görünürde kolay gibiydi. Kuvvetler ayrılığını zedelemeden evrensel hukuk ve demokratik ilkeleri gözeterek ortak siyasi akılla bir çıkış bulunabileceği umuluyordu.Meclis’teki yemin töreni öncesinde gerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları gerekse de Başbakan Erdoğan’ın “Tekliflerini getirsinler, bakarız, değerlendiririz” biçimindeki kısa açıklaması umut vericiydi.Ancak sonraki gelişmeler hiç de umut verici olmadı. Aksine şu anda gelinen nokta tam anlamıyla bir kilitlenme durumu.Özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisinin dünkü grup toplantısında yaptığı çok sert ve suçlayıcı konuşma adeta köprülerin atılmakta olduğunu gösteriyor. Çözüm için devreye giren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün saat 11.00’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştüğü sırada konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşma, üslup ve içerik itibariyle uzlaşma kapısına baştan duvar ördü.Dünkü konuşmalara bakıldığında sanki bu mesele çözümsüzlük çukurunda kalacak gibi.Ancak acaba kalabilir mi? Türkiye bu krizle yola devam edebilir mi?Edemez...Elbette AKP’nin 327 milletvekili, MHP’nin 52 milletvekili Meclis’i çalıştırabilir.Pazartesi günü yapılacak olan TBMM Başkanlığı seçiminin önünde hiçbir engel olmaz. AKP’nin 327 oyu Cemil Çiçek’i Meclis Başkanı seçmeye yeter de artar bile. Ancak eğer bu kriz aşılabilmiş olsaydı muhtemelen CHP de Çiçek’e itiraz etmeyecek ve ilk turda seçim büyük bir uzlaşma ile tamamlanabilecekti.Şimdi o olmayacak. Ama yine sorun yok. Meclis Başkanlık Divanı da CHP üye vermese dahi oluşumunu tamamlayıp çalışmaya başlar. Bunun önünde de hiçbir hukuki engel yok.CHP’nin “oluşamaz, çalışamaz” dediği Meclis komisyonları da pekala AKP ve MHP’li üyelerin katılımıyla çoğunluğu sağlayıp çalışabilir.Hükümet sorunsuz bir biçimde güven oyu alır. Meclis isterse istediği yasaları da sorunsuz biçimde çıkarabilir. CHP’nin yapabileceği hiçbir engelleme girişimi sonuç vermez.Hukuken sorun çıkmaz. Ama siyaseten sorunlu bir süreç olur.Türkiye’nin acil, öncelikli ve yakıcı meselelerine çözüm üretilemez.Meclis bu haliyle siyasal meşruiyet sorunu yaşamaz belki ama ciddi biçimde siyasal yeterlilik sorunlarıyla karşı karşıya gelebilir.Bu süreç yemin boykotunu sürdüren CHP açısından yıpratıcı olabilir. Ama sadece CHP’yi yıpratmaz, Türkiye’yi de yıpratır. En azından zaman kaybettirir. Bu durumum AKP açısından da arzulanacak, hoşa gidecek bir durum olmadığı, olmayacağı açık.Ülkeyi yönetme sorumluluğu taşıyan AKP, örneğin Kürt meselesine Meclis’in bu haliyle nasıl çözüm üretebilecek?BDP’nin boykot ettiği, gelmediği, CHP’nin yemin etmediği bir Meclis ortamında gerekli yasal ve anayasal düzenlemeler konusunda adım atılabilir mi?Mümkün değil.Bunu elbette AKP ve Başbakan Erdoğan da görüyor. Ancak CHP’nin restine daha yüksek perdeden daha etkili bir restle yanıt veriyor Erdoğan.Belki de CHP’nin bu tutumu uzun süre devam ettiremeyeceğini düşünüyor. Önce CHP’nin pes edip yemin etmesini, ondan sonra çözüm için uzlaşma masasına oturmayı planlıyor olabilir.Şu anda siyasal krizin çözümü konusunda umutlar Cumhurbaşkanı’nın görüşmelerinin sonucuna bağlı.
Siyasi kriz aşılamıyor. Aşılamadığı için de hem BDP destekli bağımsızların parlamento boykotu, hem de CHP’nin yemin protestosu devam ediyor.Özellikle de BDP’li bağımsızların Ankara’ya Meclis’e gelmeyip Diyarbakır’da grup toplantısı yapmaları farklı kaygıları da beraberinde getiriyor.BDP’li bağımsızların tutumunu dün bu partinin seçim için istifa eden ve bağımsız milletvekili seçilen eski genel başkanı Selahattin Demirtaş ile konuştuk.Demirtaş, “Ortaya çıkan bu kriz tablosu bizi mutlu etmiyor. Ancak iktidar çoğunluğunun hiçbir şey olmamış gibi hareket etmesi de kabul edilebilir bir durum değildir” diyor.Demirtaş’ın hesabına göre, yüzde 10 barajı olmasaydı ve BDP parti olarak seçime girseydi Diyarbakır’da aldığı oyla 8 milletvekili çıkaracaktı. Bağımsızlar 6 milletvekili çıkarabildi. “Baraj yüzünden bizim olması gereken 2 milletvekilini AKP aldı” diyor Demirtaş ve sorunun asıl kaynağına, Hatip Dicle olayına sözü getiriyor:“Hatip Dicle’nin kazandığı bir milletvekilliğimizi de resmen çaldı AKP. AKP’nin bu konuda bu kadar rahat olması, aymazlığı, krizin derinleşmesine yol açıyor. AKP, Hatip Dicle’den gasp edilen vekillik için ‘bunu hak ettik’ diyor. Genel Kurul’da Oya Eronat’a büyük ilgi gösteriyorlar. Bizim hakkımızı alıp üstüne keyif çatıyorlarsa, burada halk iradesine saygıdan söz edilemez. Bizi Meclis’ten tümüyle atmak mı istiyorlar? Her birimizi atıp yerine AKP’li oturtsalar umurlarında olmayacak...”Peki bütün bu olup bitenleri düzeltme yeri parlamento değil mi, niye parlamentoyu boykot ediyor BDP’li bağımsızlar?“Hayır boykotumuz parlamentoya karşı değil. Bizim parlamentoya saygımız sonsuzdur” diye itiraz ediyor Demirtaş ve ekliyor:“Biz, AKP’yi ve AKP’nin pervasızlığını protesto ediyoruz...”Peki BDP’li bağımsızlar, madem ki parlamentoya saygı duyuyorlar, toplantılarını neden Ankara’da TBMM çatısı altında değil de Diyarbakır’da yapıyorlar?Şu yanıtı veriyor Demirtaş:“Şu anda halkımızla, seçmenlerimizle birlikteyiz. Biz halkın bağrında olduğumuzu göstermek istiyoruz. Evimizde oturmuyoruz. Diyarbakır da bir siyasal merkezdir. Ama bu Ankara’ya, Parlamentoya gelmeyeceğiz, Ankara’dan koptuk anlamı taşımıyor. Önümüzdeki günlerde grubumuzu, grup yönetimimizi oluşturacağız. O arada Ankara’da da toplanabiliriz, halkla ilişkiler faaliyetlerimize Ankara’dan da devam ederiz. Ama sorun aşılmadıkça yasama faaliyetlerine katılmayız...”Peki kriz nasıl aşılacak? Örneğin, 5 milletvekilinin tutukluluğunun kaldırılmaması, Hatip Dicle meselesiyle ilgili olarak da AKP’den “sorunların zaman içinde ve parlamento zemininde aşılacağı” yönünde bir söz veya deklerasyon yapılması krizi bitirebilir mi?“Hayır bitirmez” diyor ve devam ediyor Demirtaş: “Bir kere AKP’ye ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a güvenimiz yok. Bugüne kadar ne sözler verdiler ama hiç biri tutulmadı. Ayrıca bu yaşanan süreçte AKP ve Başbakan hep karnından konuşuyor, yalan söylüyor. Bu şekilde bir yere varılamaz. Bu kriz ancak ciddi bir anayasal değişiklik konusunda adım atmakla çözülür. Bunun için oturup konuşuruz, belirli bir mutabakata varırız ve bu mutabakatı da kamuoyuyla paylaşırız. AKP bu noktaya, bütün siyasi partilerle uzlaşma noktasına gelirse ancak o zaman aşılabilir sorun. Ama ne yazik ki AKP şu anda o noktada değil. Bir kere AKP hissetmelidir ki her şeye muktedir değildir. Önce bunu hissetmeli ve tutumunu buna göre yeniden gözden geçirmelidir...”AKP ve Başbakan Erdoğan bu yönde adım atar mı?Şu anki tutumu bu konuda pek umut vermiyor.
Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasıyla başgösteren siyasi kriz devam ediyor. BDP’nin, daha doğrusu BDP destekli bağımsızların Meclis’i boykot edip cezaevinde tutuklu bulunanlar dışındaki 30 milletvekili ile Diyarbakır’da alternatif toplantı yapması, CHP’nin Meclis’e gelmesi ancak protesto amacıyla yemin etmemesi, Türkiye’nin özlediği bir tablo değildi. Özlenen barış ve uzlaşı ortamını zora sokan bir sonuçtu.Ve sürdürülebilir bir durum da değil dünkü tablo. Siyaset kurumu bu krizi aşabilecek mi?Elbette aşmak durumunda. Hem de fazlaca zaman kaybetmeden. Ama nasıl?Dün aslında bir yandan bu kriz ortamı gelişirken diğer yandan da krizin aşılabileceği sinyalleri gelmeye başladı. “Hapisteki arkadaşlarımıza yemin etme yolu açılmadan biz de yemin etmeyeceğiz” diye CHP Grubu’nun tutumunu ilan eden Kemal Kılıçdaroğlu diğer yandan da bu krizin nasıl aşılabileceğinin ipuçlarını verdi dün.Krizi aşma gücü ve kapasitesini elinde bulunduran Başbakan Tayyip Erdoğan da aslında çözüme kapalı olmadığını söyledi.Yani dün itibariyle Meclis’te bir yandan kriz rüzgarları eserken diğer yanda da çözüm umutları yeşermeye başladı.Yaşanmakta olan krizi tek hamlede ve tümüyle aşabilmek mümkün değil. Çözüm iki aşamada bulunacak.Birinci aşama CHP’nin olmazsa olmaz koşulu (aslında demokrasinin de olmazsa olmazı sayılabilecek bir durum) olan tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasının yolu açılacak.Bunun için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı formül önemli. Kılıçdaroğlu’nun açıkladığına göre CHP’nin hukukçu kurmayları Ceza Muhakemeleri Usul Yasası’nda tek maddelik bir değişiklik teklifi hazırlıyorlar. Henüz kesin olmamakla birlikte bu teklifle muhtemelen sözkonusu yasanın 100. maddesine bir fıkra eklenecek. Şöyle ki;“Milletvekilleri hakkında anayasanın 14. maddesine göre açılan davalarda tutuklama kararı verilemez. Bu davalarda yargılananlardan milletvekili seçilenlerin tutukluluğu sona erer...”Bu veya benzeri bir teklif en yaşlı üye sıfatıyla geçici başkanlık görevini üstlendiği için yemin eden CHP’li tek üye Oktay Ekşi tarafından bugün yarın Meclis’e sunulacak. Tabii ki bu noktada iktidarın tavrı önem kazanıyor. Erdoğan bu çözüm önerisine ne diyecek?Dün yemin töreni için Meclis’e gelişinde Erdoğan’a bu konu soruldu. Kısa yanıt verdi Başbakan: “Tekliflerini açıklasınlar değerlendiririz.”Yani Başbakan çözüme kapalı değil.Bu konuda AKP ve CHP’nin hatta MHP’nin de kurmayları arasında bugün bir görüşme ve pazarlık trafiği yaşanması kuvvetli ihtimal.Çünkü, AKP’li Cemil Çiçek, Meclis Başkanlığı’na adaylığı konusunda nabız yoklamak için bugün Haluk İpek’le birlikte önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret edecekler. Bu görüşmeler sırasında konu tartışmaya açılabilir.Eğer partiler arasında bugün bir uzlaşmaya varılabilirse sözkonusu yasa değişikliği bir iki gün içinde jet hızıyla yürürlüğe sokulabilir ve tutuklu 8 milletvekili önümüzdeki hafta Meclis’e gelebilir. Yasa değişikliği üzerinde bugün uzlaşma sağlanırsa CHP de yemin boykotundan vazgeçer.Ancak krizin tümüyle aşılması BDP’nin ikna edilmesine bağlı. BDP’nin ikna olma koşulu ise KCK davasından tutuklu bulunan 5 milletvekilinin serbest bırakılması ile sınırlı değil. Mazbatası YSK tarafından iptal edilen Hatip Dicle’nin milletvekili olabilmesi ise Anayasa’nın en az iki maddesinin değiştirilmesini gerektiriyor. Ama bu aşamada böyle bir değişikliği yapabilmek güç. Bu nedenle ikinci aşama olarak iktidarın yaz tatilinin ardından Meclis açılır açılmaz yeni anayasayı beklemeden lokal bir anayasa değişikliği yapmayı kabul ederek niyet beyanında bulunması gündeme gelebilir. 5 milletvekilinin serbest kalması ve böyle bir niyet beyanı, BDP açısından bir tür güven arttırıcı adım sayılabilir. Bu da BDP’nin “yetmez ama evet” tavrını benimsemesini sağlayabilir ve kriz bir kaç hafta içinde tümüyle sona erebilir.Ankara’da konuşulan iyimser ihtimal bu...
12 Haziran seçimlerine katılma oranı yüzde 87 olmuştu. BDP’li bağımsızların geliştirdikleri etkili yöntem sonucu yeni Meclis’in temsil oranı da yüzde 95’e ulaşmıştı.Bu durum, 1980 darbesi sonrası uygulanmaya başlanan yüzde 10’luk anti demokratik seçim barajı ile elde edilebilen en etkili temsil düzeyi idi.Yani hem katılım, hem de temsil oranı bakımından son derece sağlıklı bir siyasi yapı doğmuştu 12 Haziran seçimleri sonucunda.Böylelikle, siyasal uzlaşma, demokratikleşme ve başta Kürt meselesi olmak üzere ülkenin temel sorunlarını çözme konusunda umutlar artmıştı.Ancak önce Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği Hatip Dicle kararı, ardından da özel yetkili mahkemelerin tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasına ilişkin talepleri reddetmesi, seçim sonucu ortaya çıkan olumlu tabloyu paramparça etmeye yetti.YSK ve özel yetkili mahkemelerin kararları bugün toplanacak olan 24. dönem parlamentosunun tam bir kriz ve kaos ortamıyla işbaşı yapmasına neden olmuş durumda.Uzlaşma beklenen 24. dönem parlamentosunun ilk gününe boykot ve protestolar damgasını vuracak.Hatip Dicle’nin vekilliğinin YSK tarafından iptal edilmesini, KCK davasından tutuklu 5 milletvekilinin de serbest bırakılmamasını protesto eden BDP’li bağımsızlar Meclis’i boykot edecek. Bugün saat 15.00’te 24. Dönem Büyük Millet Meclis’i Ankara’da ilk toplantısını yapacak. Boykot kararı alan BDP’li 30 bağımsız milletvekili ise Diyarbakır’da alternatif toplantı yapacak.Bu olay belki BDP’lilerin protestosu eyleminin sesini bütün dünyaya duyuracak, etkisini pekiştirecek bir yöntem. Ama bu yöntemin Kürt meselesinin çözümüne katkı yapmayacağı çok açık.İkincisi CHP’nin tutumu... CHP de büyük bir protesto gösterisine hazırlanıyor. “Tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmazsa biz de yemin etmeyiz” kararlılığında CHP.Yani bugün saat 15.00’e kadar özel yetkili mahkemelerden “hayırlı bir haber”, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasına ilişkin karar çıkmazsa Meclis’in ilk günü çok tatsız bir tabloya sahne olacak.550 milletvekilinden sadece 379’u yemin edip yasama faaliyetlerine başlayabilecek. 35 BDP’li (5’i tutuklu olduğu için) Meclis boykotu nediniyle yemin törenine katılmayacak. 135 milletvekili (ikisi tutuklu) olan CHP açılış törenine katılacak ama yemini protesto edecek. MHP’den de Engin Alan tutuklu olduğu için toplam 171 milletvekili yemin etmeyecek.Ne zamana kadar?Dün yansıyan havaya bakılırsa CHP’nin yemin boykotu Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay serbest bırakılıncaya kadar sürecek.Bu durumda 4 Temmuz Pazartesi günü Meclis Başkanlığı seçimini sadece AKP ve MHP yapacak. Tabii ki 327 milletvekili olan AKP tek başına bile bu seçimi yapabilir. Muhalefetin boykot ve protestosu Meclis açısından bir meşruiyet sorunu da doğurmayabilir ama sıkıntılı bir siyasal ortam yaratacağına kuşku yok.Sorun nasıl aşılacak?CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Başbakan Erdoğan neden konuşmuyor, neden tepki vermiyor?” diye soruyor.Yargı kararlarına karşı Başbakan ne yapsın, denebilir. Bir çözüm bulunacaksa Meclis çatısı altında ortaklaşa bulunacak. Belki bir iki maddelik yasa değişikliği, bir maddelik hızlı bir anayasa değişikliği ile sorunlar aşılabilir. Ancak CHP’de özellikle tutuklu milletvekilleri ile ilgili yerleşik kanaat şu:“AKP yargı bağımsızlığını yok etti. Özel yetkili mahkemeler tam anlamıyla iktidar güdümünde mahkemeler. Siyasi otoritenin istediği karara bu mahkemelerde yasallık kazandırılıyor...”O nedenle tutukluluğun sürmesini, yargısal değil siyasi karar olarak değerlendiriyor CHP.Acaba AKP, CHP’ye “Gelin ilk iş olarak Anayasa’nın 83. maddesini ve ceza infaz yasasının tutukluluk süreleriyle ilgili hükümlerini hemen değiştirelim” diye bir öneri yapar mı?Böyle bir öneri karşısında bile CHP’nin “Hayır, Haberal ve Balbay gelmeden olmaz” diye diretmesi güçlü bir olasılık. Diyalog kanalının açılabilmesi bile özel yetkili mahkeme hakimlerinin takdirine takılmış gibi gözüküyor.
Evet, Türkiye dün itibariyle çok ciddi çok tehlikeli ve neleri tahrip edebileceği şimdiden kestirilemeyecek kadar ağır bir siyasi krizin içine düşmüş durumda.Normalde seçim (bugüne kadar yapılan hemen her seçim) ülkeyi rahatlatır, demokratik sistemi güçlendirir, yeni ve güzel bir başlangıcın önünü açar. Bugüne kadar hep böyle oldu. 2002’de de böyle oldu, 2007’de de. Örneğin 2007’de demokratik sistem alarm vermeye, parlamento iradesi üzerine asker gölgesi düşmeye başladığında, gidilen erken seçim belirgin bir rahatlama getirmişti.Şimdi de beklenen oydu. 12 Haziran seçimlerinden sonra özlenen barış ve siyasal istikrar ortamının oluşabileceği, uzlaşma kapılarının aralanabileceği ve bu yolla ülkenin temel meselelerine ortak çözümler getirilebileceği umutları vardı.Oluşan yeni Meclis’in yürürlükte bulunan ve parça bölük değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş olan darbe anayasasını tümüyle çöpe atıp, daha demokratik, daha özgürlükçü bir anayasa yapacağı beklentileri çok kuvvetliydi.Bu kapsamda Türkiye’nin en temel, en yakıcı meselesi olan Kürt meselesinin çözümü konusunda toplumsal ve siyasal uzlaşmaya dayalı çözümler üretilebileceği olasılığı vardı.YSK’nın Hatip Dicle kararına kadar bu umut canlıydı. Ama önce YSK’nın Hatip Dicle kararı, ardından dün gelen İstanbul Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal kararları bu umutları öldürdü.Sözkonusu iki yargı kararı, sadece umutları öldürmekle kalmadı; çok ağır, sonu belirsiz bir siyasi krizi de tetiklemiş oldu.Yürürlükteki anayasa ve yasalar çerçevesinde YSK’nın aldığı kararın haklılığına, doğruluğuna belki bir şey denemez. Ama acaba YSK’nın kanuna uygun bu kararı, evrensel hukuka, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına ne kadar uygun? Zaten tartışmalı yönü de bu noktada başlıyor kararın.YSK kararıyla fitili ateşlenen siyasal kriz süreci, dün BDP’li bağımsız milletvekillerinin açıkladıkları Meclis’i boykot kararıyla yeni bir aşamaya geldi. Dün itibariyle Ankara, siyaset kurumu, YSK’nın Dicle kararı ve BDP’lilerin sert tutumu üzerine başgösteren krizin nasıl aşılacağının yollarını tartışırken ikinci bombanın pimini de İstanbul’daki “özel yetkili” mahkeme çekti. “Balbay ve Haberal’ı serbest bırakmam” dedi mahkeme. Oysa 2007 seçimlerinde PKK terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılanmakta olan Sabahat Tuncel milletvekili seçildiği gün tahliye kararı vermişti yargı. Aynı yargı mekanizması şimdi ise varlığı tartışmalı, henüz varlığı kesin hüküm altına alınamamış bir terör örgütüne (Ergenekon) üye olmakla suçlanan Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın tahliyelerine “hayır” diyor.Siyasi krizi biraz daha derinleştiriyor. Türkiye bu krizi nasıl aşacak, nasıl normalleşecek?Elbette BDP’lilerin yaptığı gibi kırıp dökerek, Meclis’i boykot ederek değil. Siyasal uzlaşmayla. Hem de hiç zaman kaybetmeden siyasi parti liderlerinin biraraya gelip açıklayabilecekleri ortak bir demokrasi bildirgesiyle. Acaba bu noktada Cumhurbaşkanı devreye girip inisiyatif kullanacak mı?
Yüksek Seçim Kurulu’nun önceki gün akşam saatlerinde açıklanan Hatip Dicle kararı, bir yandan varolan gerilimi tırmandırırken, aynı zamanda yeni bir siyasi krizin de kapısını aralıyor.Demokratik Toplum Kongresi, bağımsız seçilen BDP milletvekilleri ayağa kalkıyor. Bu karar öncesi dile getirdikleri tehditleri daha da sertleştiriyorlar. Meclis’i tanımayacaklarını, Hatip Dicle olmazsa diğer 35 bağımsız milletvekilinin de Meclis’e gitmeyeceğini söylüyorlar.Hatip Dicle sorunu, aslında önceki günün veya dünün olayı değildi. Bu kriz başından itibaren “geliyorum” demişti.İlk işaret fişeği, adaylık sürecinde, yine YSK’nın bazı bağımsız adayları veto etmesiyle patlamıştı. YSK’nın viraj alması, adayların eksik belgelerini tamamlamasıyla seçim öncesindeki krizin üstü örtülebilmişti.Ama sorunun köküne inilmeksizin, yüzeysel, zorlama bir çözümle...Şimdi 78 bin seçmenin oyunu alarak Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin mazbatasının iptali, daha derin bir krize neden olacak gibi gözüküyor.Çünkü BDP tabanının ve tavanının tepkisi çok sert.Yaşanan bu adaylık ve üyelik iptali işlemlerindeki sorumluluk başından itibaren YSK’nın üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Bazı AKP sözcüleri bile YSK’yı eleştiriyorlar.Acaba gerçekten öyle mi? Tüm sorumluluk YSK’da mı?Hayır değil.Siyaset kurumu, en önemlisi de iktidar çoğunluğu sorumluluğu başka tarafın üstüne, yargının ve seçim yargısının üstüne yıkıyor.Tabii ki, yargının da bu meseledeki bazı kararları, bu kararların zamanlaması garip bulunabilir. Ama bu sorunun özünü değiştirmiyor.Yaşanan sorunun temeli, yürürlükteki darbe anayasasına ve yasalardaki bazı anti demokratik hükümlere dayanıyor.Ve başta iktidar çoğunluğu olmak üzere bu durumu, sorunun kaynağını başından itibaren biliyor.Örneğin geçen dönemde, o zamanki DTP milletvekilleri Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Emine Ayna’nın yargılamaları sözkonusu olduğunda da Meclis’te kıyamet kopmuştu.Hırsızlık, rüşvet, suiistimal gibi haklarında çok ağır, yüz kızartıcı iddialar bulunan bazı milletvekilleri “dokunulmazlık” kapsamında oldukları için yargılamadan muaf tutulurken, ifade özgürlüğü kapsamında sayılabilecek suçlamalar yüzünden DTP’li vekiller dokunulmazlık kapsamı dışında kalmıştı. Ve o yüzden Mahkeme Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve başka bazı milletvekilleri hakkında yakalama kararı çıkarmıştı.Sorun o günlerde siyasetin gündemine geldi. Muhalefet yürürlükteki anayasanın 14. maddesinin değiştirilmesini, yasama dokunulmazlığının kapsamının yeniden düzenlenmesini önerdi, ama iktidar oralı bile olmadı.Şimdi herkes işin kolayına kaçıyor. YSK’yı eleştirerek siyaset, kendi üzerindeki sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Seçilmiş bir milletvekilinin mazbatasının iptal edilmesi elbette bir demokrasi ayıbıdır.Bu ve ilerde doğabilecek benzeri ayıpları temizleyebilmenin yolu, yeni Meclis’te uzlaşma ortamının sağlanabilmesine bağlıdır. Çünkü bütün bu demokrasi ayıplarını üreten kaynak, yamalı bohçaya dönmüş durumda olan yürürlükteki darbe anayasasıdır. O nedenle mevcut anayasayı çöpe atıp, çağdaş, demokratik, özgürlükçü yeni bir anayasa yapmaktan başka çare yoktur. Tabii ki en geniş kapsamlı uzlaşma ile... Keşke BDP’liler de Diyarbakır’dan tehditler savurmaktan, kırıp dökmekten söz etmeyi bir yana bırakıp, daha serinkanlı bir uzlaşma zemini oluşmasına katkı verebilseler...NOT: Kaset skandalı konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşen eski MHP yöneticisi arayıp, şu düzeltmenin yapılmasını istedi: Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra Genel Başkan Sayın Bahçeli’ye bilgi sundum. Cumhurbaşkanı’nın konuyla ilgili gösterdiği hassasiyeti aktardım. Ancak Cumhurbaşkanı ile yaptığım görüşmeden Sayın Bahçeli’nin önceden herhangi bir bilgisi yoktu.
CHP’de her seçim başarısızlığının ardından olağanüstü kurultay kavgası çıkması kimse için sürpriz değil. Öteden beri böyle olmuş, şimdi de böyle devam ediyor.Tıpkı 1980 ve 90’lı yıllarda rahmetli Erdal İnönü liderliğindeki SHP’de ve sonra da Deniz Baykal liderliğindeki CHP’de olduğu gibi. Bu kez de 12 Haziran seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi arzulanan seçim başarısını gösteremediği için olağanüstü kurultay çağrısı yapılıyor.Olağanüstü kurultay girişimine öncülük eden iki isim, iki kanat var: Eski Genel Başkan Deniz Baykal ve arkadaşları ile eski Genel Sekreter Önder Sav ve arkadaşları. Yani CHP’nin eski sahipleri...Baykal-Sav ikilisi, Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçildiği Mayıs 2010 kurultayında yaşananlar nedeniyle düne kadar değil ortak hareket etmek, birbirlerinin yüzüne dahi bakamayacak durumdaydılar. Ama şimdi aynı safta birleşmiş gözüküyorlar.“İnadına kurultay” diye bastırıyor CHP’de parti içi muhalefet. Tıpkı bir zamanların “İnadına sol, inadına Baykal” sloganlarında olduğu gibi... Niye bu ısrar?Seçim sonuçlarının sağlıklı bir değerlendirmesinin, hesaplaşmasının yapılması için mi? Yani, “Nerede hata yapıldı, neler eksik veya yanlış yapıldı?” sorusuna serinkanlı, ortak bir yanıt bulmak için mi? Bu yanıtı bulup, daha sağlıklı bir yapı ile kenetlenip sonraki seçimde başarıyı yakalayabilmek için mi?Tabii ki hayır. SHP’den CHP’ye bugüne kadar yapılan hiçbir olağanüstü kurultay bu amaca dönük olmadı. Bu kez de olağanüstü kurultay girişimlerinin gerisinde partinin sağlığının, doğrultu tutarlılığının, yönetim kadrolarının yeterliliğinin sorgulanmasının ötesinde başka amaç ve niyetler var.Baykal ve Sav’ın kontrolündeki muhalif hareket, önce Kılıçdaroğlu’nu baskı altına alıp, kolay ve garantili yoldan sonuca gitmek istedi. Kılıçdaroğlu’nu bunaltıp kurultay çağrısı yaptırabileceklerini umdular. Ama Kılıçdaroğlu hiç oralı olmadı, “Bulun 630 imzayı” diyerek rest çekti.Şimdi imza toplama aşamasındalar. Toplayabilirler mi? Muhalif hareketin önde gelen isimlerine bakılırsa, CHP’de aday listelerinin oluşturulmasına ve yüzde 26 oyla alınan seçim başarısızlığına yönelik olarak delegelerde büyük bir tepki varmış. “800 civarında delegenin olurunu aldık, yarından itibaren (bugün) noter onaylı imzaları toplamaya başlayacağız” diyorlar.Kılıçdaroğlu’nun kurmayları ise bu rakamları pek ciddiye almıyor; “150 - 200 imzayı zor bulurlar” iddiasındalar.İmza konusunda kimin haklı çıkacağı ayrı mesele. Fakat bu kavga, bu ısrar niye?Olağan kurultaya bir yıldan kısa bir süre kalmış. Kozlar 2012 yılı Mayıs ayında yapılacak olan olağan kurultayda paylaşılsa ne olur? Bu yönetim o zamana kadar CHP’yi batırır mı?İşte sorun da tam bu noktada. CHP Mayıs 2012’de olağan kurultaya gidecek. Ama bu arada önümüzdeki sonbahar aylarında ilçe kongreleri sonra da il kongreleri yapılacak, kurultay delegeleri yenilenecek.Yani şu andaki delegeler Baykal-Sav ikilisinin tayin ettiği isimler, doğal olarak kendilerini seçtiren iradenin seçmenleri. İl ve ilçe kongrelerinden sonra belirlenecek yeni delegeleri ise bugünkü parti iradesi yani Kılıçdaroğlu yönetimi seçtirecek.O yüzden CHP’nin eski sahipleri açısından partiyi geri alabilmek veya en azından Kılıçdaroğlu’nu etrafını kuşatarak kendilerine mahkum tutabilmek için olağanüstü kurultay son şans.Delege yapısı değiştikten sonra Kılıçdaroğlu’nun elinden partiyi alabilmelerinin hemen hemen imkansız olduğunu biliyorlar.Bugünkü mücadelenin asıl nedeni bu.