CHP ve BDP’nin farklı amaç ve yöntemlerle yürütmekte oldukları boykotun yol açtığı siyasal kriz aşılamıyor. Ankara’daki, TBMM’deki havaya, karşılıklı sert demeçlere bakılacak olursa kısa vadede aşılabilecek gibi de gözükmüyor. Çünkü taraflar henüz uzlaşma kapısını aralamak noktasına çok uzak gözüküyorlar. Aksine birbirini köşeye sıkıştırmak; kol bükmekle meşguller. Özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Simav’da, “Göreceksiniz tükürdüklerini yalayacaklar” demesi ipi iyice gerdi.
Dün başka bir şey daha söyledi Erdoğan: “Yemin etmedikleri sürece buraya (Meclis Genel Kurulu) gelseler bile devamsızlık yapmış sayılırlar...” Bu sözlerin anlamı son derece açık ve net; “bu süreci uzatırsanız gerektiğinde üyeliğinizin düşürülmesi de gündeme gelebilir” demeye getiriyor Erdoğan. CHP’nin ve BDP’nin Meclis’e girmemesinin Meclis’in çalışmasını hiç etkilemeyeceğini düşünüyor Erdoğan ve AKP. “Meclis siz olsanız da olmasınız da yola devam eder” görüşü hakim. En azından şu anda CHP’ye bu hissetiriliyor. Meclis’in çalışacağının ilk örneği dün verildi. AKP ve MHP’nin katıldığı çalışma ile Meclis Başkanı seçildi. Önümüzdeki hafta da muhtemelen hükümet programı oylanacak.
Sonra?
Sonra acaba Meclis çalışmalarını boykot eden CHP ve BDP’lilerin üyeliklerinin düşürülmesi de oya sunulacak mı? Yani kriz bu denli derinleştirilecek mi? Erdoğan dün itibariyle bu durumun da seçenek olarak masada durduğunun mesajını verdi.
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi yeni döneme ilk defa krizle başlangıç yaptı. Mahkemelerin tutuklu milletvekillerini salıvermemesinin ardından sıkıntılı, tatsız bir siyasi süreç, daha doğrusu siyasi kriz içine girildi.
İktidarla muhalefet, yasamayla yargı arasındaki bu krizin çözümü görünürde kolay gibiydi. Kuvvetler ayrılığını zedelemeden evrensel hukuk ve demokratik ilkeleri gözeterek ortak siyasi akılla bir çıkış bulunabileceği umuluyordu.
Meclis’teki yemin töreni öncesinde gerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları gerekse de Başbakan Erdoğan’ın “Tekliflerini getirsinler, bakarız, değerlendiririz” biçimindeki kısa açıklaması umut vericiydi.
Ancak sonraki gelişmeler hiç de umut verici olmadı. Aksine şu anda gelinen nokta tam anlamıyla bir kilitlenme durumu.
Siyasi kriz aşılamıyor. Aşılamadığı için de hem BDP destekli bağımsızların parlamento boykotu, hem de CHP’nin yemin protestosu devam ediyor.
Özellikle de BDP’li bağımsızların Ankara’ya Meclis’e gelmeyip Diyarbakır’da grup toplantısı yapmaları farklı kaygıları da beraberinde getiriyor.
BDP’li bağımsızların tutumunu dün bu partinin seçim için istifa eden ve bağımsız milletvekili seçilen eski genel başkanı Selahattin Demirtaş ile konuştuk.
Demirtaş, “Ortaya çıkan bu kriz tablosu bizi mutlu etmiyor. Ancak iktidar çoğunluğunun hiçbir şey olmamış gibi hareket etmesi de kabul edilebilir bir durum değildir” diyor.
Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasıyla başgösteren siyasi kriz devam ediyor.
BDP’nin, daha doğrusu BDP destekli bağımsızların Meclis’i boykot edip cezaevinde tutuklu bulunanlar dışındaki 30 milletvekili ile Diyarbakır’da alternatif toplantı yapması, CHP’nin Meclis’e gelmesi ancak protesto amacıyla yemin etmemesi, Türkiye’nin özlediği bir tablo değildi. Özlenen barış ve uzlaşı ortamını zora sokan bir sonuçtu.
Ve sürdürülebilir bir durum da değil dünkü tablo.
Siyaset kurumu bu krizi aşabilecek mi?
Elbette aşmak durumunda. Hem de fazlaca zaman kaybetmeden. Ama nasıl?
12 Haziran seçimlerine katılma oranı yüzde 87 olmuştu. BDP’li bağımsızların geliştirdikleri etkili yöntem sonucu yeni Meclis’in temsil oranı da yüzde 95’e ulaşmıştı.
Bu durum, 1980 darbesi sonrası uygulanmaya başlanan yüzde 10’luk anti demokratik seçim barajı ile elde edilebilen en etkili temsil düzeyi idi.
Yani hem katılım, hem de temsil oranı bakımından son derece sağlıklı bir siyasi yapı doğmuştu 12 Haziran seçimleri sonucunda.
Böylelikle, siyasal uzlaşma, demokratikleşme ve başta Kürt meselesi olmak üzere ülkenin temel sorunlarını çözme konusunda umutlar artmıştı.
Evet, Türkiye dün itibariyle çok ciddi çok tehlikeli ve neleri tahrip edebileceği şimdiden kestirilemeyecek kadar ağır bir siyasi krizin içine düşmüş durumda.
Normalde seçim (bugüne kadar yapılan hemen her seçim) ülkeyi rahatlatır, demokratik sistemi güçlendirir, yeni ve güzel bir başlangıcın önünü açar. Bugüne kadar hep böyle oldu. 2002’de de böyle oldu, 2007’de de. Örneğin 2007’de demokratik sistem alarm vermeye, parlamento iradesi üzerine asker gölgesi düşmeye başladığında, gidilen erken seçim belirgin bir rahatlama getirmişti.
Şimdi de beklenen oydu. 12 Haziran seçimlerinden sonra özlenen barış ve siyasal istikrar ortamının oluşabileceği, uzlaşma kapılarının aralanabileceği ve bu yolla ülkenin temel meselelerine ortak çözümler getirilebileceği umutları vardı.
Oluşan yeni Meclis’in yürürlükte bulunan ve parça bölük değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş olan darbe anayasasını tümüyle çöpe atıp, daha demokratik, daha özgürlükçü bir anayasa yapacağı beklentileri çok kuvvetliydi.
Yüksek Seçim Kurulu’nun önceki gün akşam saatlerinde açıklanan Hatip Dicle kararı, bir yandan varolan gerilimi tırmandırırken, aynı zamanda yeni bir siyasi krizin de kapısını aralıyor.
Demokratik Toplum Kongresi, bağımsız seçilen BDP milletvekilleri ayağa kalkıyor. Bu karar öncesi dile getirdikleri tehditleri daha da sertleştiriyorlar. Meclis’i tanımayacaklarını, Hatip Dicle olmazsa diğer 35 bağımsız milletvekilinin de Meclis’e gitmeyeceğini söylüyorlar.
Hatip Dicle sorunu, aslında önceki günün veya dünün olayı değildi. Bu kriz başından itibaren “geliyorum” demişti.
İlk işaret fişeği, adaylık sürecinde, yine YSK’nın bazı bağımsız adayları veto etmesiyle patlamıştı. YSK’nın viraj alması, adayların eksik belgelerini tamamlamasıyla seçim öncesindeki krizin üstü örtülebilmişti.
Ama sorunun köküne inilmeksizin, yüzeysel, zorlama bir çözümle...
CHP’de her seçim başarısızlığının ardından olağanüstü kurultay kavgası çıkması kimse için sürpriz değil. Öteden beri böyle olmuş, şimdi de böyle devam ediyor.
Tıpkı 1980 ve 90’lı yıllarda rahmetli Erdal İnönü liderliğindeki SHP’de ve sonra da Deniz Baykal liderliğindeki CHP’de olduğu gibi.
Bu kez de 12 Haziran seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi arzulanan seçim başarısını gösteremediği için olağanüstü kurultay çağrısı yapılıyor.
Olağanüstü kurultay girişimine öncülük eden iki isim, iki kanat var: Eski Genel Başkan Deniz Baykal ve arkadaşları ile eski Genel Sekreter Önder Sav ve arkadaşları.
Yani CHP’nin eski sahipleri...