PKK’nın terörü, yaygınlaştırıp tırmandırmasıyla başlayan yeni süreçte askeri açıdan terör örgütüne içerde ve dışarda darbe vurma planlarının yapıldığı bir ortamda gündeme düşen Oslo kasedi Ankara’yı bir hayli karıştırdı.
Bir yandan bu gelişmenin doğurduğu siyasi polemik, diğer yandan istihbarat ve güvenlik zaafiyetleri yeniden masaya yatırıldı.
Bu arada bir süredir zaten kesilmiş olan terör örgütü ve İmralı’daki lideri ile görüşme trafiği, barışçıl çözüm arayışları da en azından şimdilik gündem dışı.
Peki bu noktadan sonra ne olacak?
PKK ile yapılan gizli görüşme kayıtlarının açığa çıkması pekçok açıdan skandal niteliğinde bir olay.
Bu kayıtların açığa çıkmasının, Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümeti siyasal açıdan sıkıntıya düşürdüğüne kuşku yok. Görüşmeyi gerçekleştirenler açısından ise daha ciddi sıkıntılar sözkonusu.
Başbakan Erdoğan ve hükümet açısından en önemli sıkıntı, PKK ile pazarlık yapıldığı iddialarına 13 - 14 ay önce verdiği çok sert tepki, iddia sahibi muhalefet liderlerine yönelik “şerefsizlik” suçlaması. İkincisi, Başbakan’ın bugüne kadarki en önemli savunması “PKK lideri ile görüşme yapılıyorsa bile bunun hükümetimizle ilgisi yok. Görüşmeyi devlet kurumları yapıyor” biçimindeydi.
Ancak Oslo tutanaklarına göre bu savunma, gerçeği yansıtmıyor. Çünkü dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak yurtdışındaki görüşmeye katılan şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan, bu görüşme için kendisini doğrudan Başbakan Erdoğan’ın görevlendirdiğini söylüyor...
Ankara PKK’ya karşı düzenlenmesi öngörülen sınır ötesi askeri operasyonu tartışırken yaklaşık 1,5 yıl önce kaydedildiği anlaşılan bir ses kaseti ortalığı karıştırdı.
Aslında internete düşen ses ve görüntü kayıtları artık Türkiye için, Türk siyaseti için sıradanlaşmıştı.
Öyle ya internete konulan bir görüntü kasediyle anamuhalefet partisinde lider değişikliği oldu. Seçime çeyrek kala yine art arda internete düşen görüntü kasetleriyle bir başka muhalefet partisinin kolu kanadı kırıldı. Parti yönetiminin yarıdan çoğu istifa etmek zorunda kaldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili ise neredeyse haftada bir ses kasedi düşüyor internete. Son olarak da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bile üzerinde değerlendirme yapma gereği duyduğu istifa eden eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in konuşma bandı yayınlanmıştı internette ve gazete manşetlerinde.
Bütün bunlar olurken belki bazıları bu gayri hukuki, gayri ahlaki yöntemlerle ulvi sonuçlara ulaşılabileceğini, ileri demokrasinin bu şekilde kökleşebileceğini düşünmüş olabilir.
Bölücü terör günden güne tırmanıyor. Şehit haberlerinin yarattığı tepki de günden güne yükseliyor. Terör örgütü bütün kozlarını oynuyor, askere polise, öğretmenler başta olmak üzere kamu görevlilerine yönelik saldırılarını arttırıyor. Terördeki tırmanış doğal olarak toplumu sarsıyor, tepkileri ve hükümet üzerindeki basıncı arttırıyor.
Sorulan soru şu:
-Kara harekatı gündemde mi? Türk Ordusu, Kuzey Irak’ı ve örgütün merkez karargahı konumundaki Kandil’i ne zaman temizleyecek?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında son dönemde sık aralıklarla yinelenen terör zirvesi toplantıları ve son günlerde terör bağlantılı olarak yoğunlaşan diplomatik trafik de bu ve benzeri soruları tetikliyor. Özellikle de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun hem Irak Cumhurbaşkanı Talabani ve merkezi hükümet yetkilileri ile yaptığı görüşmeler hem de Kürdistan Özerk bölgesinin lideri Mesut Barzani ile görüşmesi sınır ötesi harekat hazırlığı olarak değerlendiriliyor.
Ergenekon soruşturmaları kapsamında tutuklanan Soner Yalçın‘ın önceki günkü çağrısı kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
Yalçın, aynı davadan tutuklu Doğan Yurdakul‘un eşinin rahatsızlığını dile getirerek, savcılara, hakimlere, Adalet Bakanlığı’na ve Hükümet’e seslenmişti:
“Doğan Yurdakul’un eşi Güngör Hanım ölüyor. Doğan Ağabey, bir kez daha eşinin gözlerine bakarak veda etmek için izin istiyor...”
Soner Yalçın bir dramı dile getiriyor. Yargıdan ve Adalet Bakanlığından olan talebi de son derece samimi, insani ve vicdani...
Birkaç yıldan beri Türkiye’nin tartıştığı temel sorulardan biri bu. TSK’yı kim yıprattı veya yıpratıyor?
Bu noktada herkes meşrebine göre bir yanıt veriyor; muhalif kesimlere göre siyasi iktidar veya siyasi iktidara yakın, yargı ve polis teşkilatı içinde örgütlü bir cemaat. İktidara ve iktidar yanlılarına göre ise TSK içinde yuvalanmış olan Ergenekoncular...
Ama acaba gerçek ne?
Bugün gelinen noktada Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin hiçbir döneminde bu kadar açık veya örtülü bir yıpratma operasyonu ile karşı karşıya gelmemişti. Hiç bu ölçüde bir prestij ve itibar kaybı yaşamamıştı. Hiçbir dönemde TSK’nın yüzlerce muvazzaf subayı, 50 generali tutuklanıp hapse girmemişti. Bugün Hasdal Cezaevi’nde tutuklu subaylar için yer sorunu yaşanıyor. Ki sadece o kadar da değil, emekli kuvvet komutanları, ordu komutanları da Silivri Cezaevi’nde...
Yargıya güven konusu hemen her dönemde şu veya bu ölçüde tartışmalıydı; ama hiçbir zaman son dönemdeki kadar değil.
Tartışma artık yargıya güven sorunun ötesinde, yargının siyasallaşıp siyasallaşmadığına kadar gidiyor. Güven duygusu iyice zedeleniyor.
Oysa Türkiye sırf bu sorunu çözmek amacıyla bir yıl önce çok tartışmalı bir anayasa değişikliği ve referandum süreci yaşamıştı.
Eski sistemde “Tarafsız değil. Derin devletin, askerin etkisiyle ve belli siyasal ön kabullerle hareket ediyor, karar alıyor” diye acımasızca eleştiriliyordu yüksek yargı.
Bu sorunun Meclis’in tatile gireceği son gün aşılabileceği sanılıyordu ama olmadı. Şimdi beklenti 1 Ekim’deki resmi açılışın hemen ardına kaymış durumda.
Ancak BDP’nin önceki gün yapılan ikinci olağan kongresinde Genel Başkan seçilen Selahattin Demirtaş’ın “Meclis Genel Kurul çalışmalarına katılabilmemizin koşulları oluşmamıştır” şeklindeki sözleri, boykot sürecinin belirsiz bir tarihe kadar devam edeceği izlenimi veriyor.
Gerçekten öyle mi olacak, BDP boykotu 1 Ekim’de de bitmeyecek mi?
Dün konuştuğumuz Demirtaş’a bu meseleyi sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: