Ankara PKK’ya karşı düzenlenmesi öngörülen sınır ötesi askeri operasyonu tartışırken yaklaşık 1,5 yıl önce kaydedildiği anlaşılan bir ses kaseti ortalığı karıştırdı.
Aslında internete düşen ses ve görüntü kayıtları artık Türkiye için, Türk siyaseti için sıradanlaşmıştı.
Öyle ya internete konulan bir görüntü kasediyle anamuhalefet partisinde lider değişikliği oldu. Seçime çeyrek kala yine art arda internete düşen görüntü kasetleriyle bir başka muhalefet partisinin kolu kanadı kırıldı. Parti yönetiminin yarıdan çoğu istifa etmek zorunda kaldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili ise neredeyse haftada bir ses kasedi düşüyor internete. Son olarak da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bile üzerinde değerlendirme yapma gereği duyduğu istifa eden eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in konuşma bandı yayınlanmıştı internette ve gazete manşetlerinde.
Bütün bunlar olurken belki bazıları bu gayri hukuki, gayri ahlaki yöntemlerle ulvi sonuçlara ulaşılabileceğini, ileri demokrasinin bu şekilde kökleşebileceğini düşünmüş olabilir.
Çünkü bu hukuk dışı, ahlak dışı yöntemlere karşı ilgili kurumların harekete geçtiği pek söylenemez.
Fakat önceki gün aynı yöntemin neden olduğu deprem her şeyi değiştirdi.
Önceki güne kadar sanıyorduk ki sadece Genelkurmay elek gibi olmuş, her şeyleri izleniyor, dinleniyor ve medyaya servis ediliyor.
Ama demek ki pek öyle değilmiş.
Ülkenin en hassas en önemli bir başka milli kurumu, Milli İstihbarat Teşkilatı da aynı yöntemin kurbanı olmuş.
MİT’in PKK ile yürüttüğü gizli görüşmelerin beşincisi olan Oslo toplantısının konuşma kayıtları döküldü şimdi de ortaya.
Konuşmaların, pazarlık görüşmelerinin içeriği ayrı ama bu kayıtların 1,5 yıl sonra ortalığa dökülmesi feci...
Hangi güç, hangi hesapla bu görüşmenin kayıtlarını Türk kamuoyuna açıkladı?
Bu acaba devlet içindeki hesaplaşmanın sonucu olarak, intikam için mi yapıldı? PKK kendisine yönelik kara harekatı öncesi böyle bir yola başvurup ortalığı mı karıştırmak istedi?
Yoksa daha vahimi yabancı bir gizli servis mi Türkiye’nin iç dengeleri ile oynuyor?
Ankara şimdi bu sorulara yanıt arıyor.
NOT: Tutuklu gazeteci Soner Yalçın’ın geçen Pazartesi günü bazı gazetelerde yayınlanan çağrısını okuyunca çok etkilenmiştim. “Doğan Yurdakul’un (Silivri’de tutuklu) eşi Güngör Hanım ölüyor. Doğan Yurdakul eşini son kez görebilsin, vedalaşabilsin” diye bir çağrı yapmıştı Adalet Bakanlığı’na.
O gün Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i aradım. Bu son derece insani çağrıya acaba kayıtsız mı kalacak bakan?
“İnsani olarak çok üzüldüm” demişti Ergin ve bu görüşmeyi sağlamak için bir formül aradıklarını belirtmişti.
Ama ertesi günü Doğan Yurdakul’un avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama yayınlandı. Doğan Yurdakul, “Ben eşimle telefonla görüşüp vedalaştım, kimseden merhamet dilemiyorum. Kötü gün gelirse (cenaze) izin için dilekçeyle başvuracağım”
diyor.
Oysa yasal olarak böyle bir görüşme için imkan olmamasına karşın Adalet Bakanlığı bürokrasisi bir formül bulmaya çalışıyordu. Hatta bir formül bulunmuştu da. Bakanlık bu formülün ne olduğunu söylemiyor. Ancak muhtemelen Güngör Hanım İstanbul’da bir hastaneye nakledilecek ve Silivri Cezaevi’ndeki Doğan Yurdakul da sağlık sebepleriyle aynı hastaneye sevkedilecek ve bu görüşme sağlanabilecekti.
Fakat belli ki Doğan Yurdakul ve avukatları böyle bir formüle sıcak yaklaşmıyorlar. Belki de “haksız, hukuksuz yere tutuklanıp, son günlerinde hasta eşinin yanında olamayışına” isyanını, küskünlüğünü bu şekilde ortaya koyuyor.
Sınır ötesi harekat ve Oslo depremi...
Haberin Devamı