Asker sivil ilişkileri hep tartışmalı olageldi. Özellikle AKP’nin ilk iktidar aylarında açık veya kapalı kapılar ardında yaşananlar, su yüzüne çıkmış veya çıkmamış sıkıntılar.Askerin hükümeti korkutma girişimleri, hükümetin askerin nabzına göre attığı geri adımlar.AKP iktidarının ilk yılları bu şekilde oldukça zor ve sancılı geçti. Ve nihayet kırılma noktası 27 Nisan 2007 bildirisi...Bu bildiri ve hükümetin karşı bildirisi gerçekten de asker sivil ilişkileri bakımından çok önemli bir kırılma noktası oluşturdu.Bildiri krizinin ardından gidilen erken seçim ve AKP’nin aldığı yüzde 46,6’lık oy oranı dengeyi siyasi iktidar lehine değiştirmeye başladı. Hamle sırası artık siyasi iktidara geçmişti. Hiç acele etmedi siyasi kanat, adım adım hedefe yürüdü. Askerler, kendi içlerinde olup bitenden siyasi iktidarın hiç haberinin olmayacağını sanıyordu. Ama anlaşıldı ki iktidar hemen her şeyden haberdar olmuştu. Bugün de hala Yüksek Askeri Şura tartışmalarında siyasilerin en azından terfilerde söz hakkı olmaması gerektiğini düşünenler var. Deniyor ki; “Terfi sırasındaki generallerin sicil bilgileri, kim oldukları, nereden nereye geldikleri, neleri başardıkları yada başaramadıklarının bilgisi Genelkurmay arşivinde. Bu bilgi hükümette yok. Siyasi otorite bu konuda tercihte bulunursa sistem yara alır, TSK siyasallaşır...”Acaba öyle mi? Acaba siyasi iktidar, Başbakan ve yakın kurmayları TSK bünyesindeki generallerin sicilini bilmiyor mu?Bu konuda bir kaç hafta önce sohbet ettiğimiz bir emekli subay çok çarpıcı bilgiler aktarmıştı. Anlattıklarının özeti şuydu:“28 Şubat ve izleyen süreç Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iç bünyesinde çok derin tahribatlar yarattı. En alt kademeden en üst kademeye kadar pek çok subay ve astsubay bu süreçte mağdur edildi. Gerçekten irticai faaliyetleri olanların yanısıra sırf eşi eşarp takıyor diye irticacı damgası vurulup TSK’dan ihraç edilen subaylar oldu. İhraçlarda ölçü kaçırıldı. Hal böyle olunca ihraç edilenlerin önemli bir bölümü dışarda örgütlendi. Birbirleriyle hiçbir ideolojik bağı olmayanlar bile aynı mağduriyet duygularıyla biraraya geldiler. Zaman içinde dışardaki mağdurlarla içerdeki memnuniyetsizler arasında da bağ kuruldu. Bunun sonucunda da müthiş bir bilgi ve belge akışı başladı TSK bünyesinden. TSK’nın en mahrem bilgileri, belgeleri bu şekilde dışarıya sızdı. Üst rütbeli subayların kimlik ve karakter analizleri yapıldı. Kimin kim olduğu, nereden nereye getirilmesinin planlandığı gibi bilgiler alt alta sıralandı ve bunlar bir şekilde siyasi iktidara ulaştırıldı. Bu değerli arşiv, başka kanallardan, devletin resmi istihbarat kurumlarından gelen bilgilerle birleştirildiğinde tablo netleşti. Böylelikle bugün siyasi iktidarın elinde bundan önceki hiçbir siyasi iktidarda olmayan kapsamlı bir asker dosyası oluştu...”Öyle anlaşılıyor ki 28 Şubat sürecinden bu yana oluşturulmuş olan kapsamlı dosya şu anda hem Başbakan’ın hem de Cumhurbaşkanı’nın elinin altında. O nedenle de terfi ve tayinler konusunda hem Başbakan Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül son derece hassas davranıyorlar. Yetkilerini sadece kuvvet komutanlarının atanması ile sınırlandırmıyorlar. Alt kademedeki terfi ve tayinleri de titizlikle inceleyip “evet” veya “hayır” diyorlar.
Yüksek Askeri Şura’nın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında dün sabah başlayan toplantısından kamuoyuna yansıyan fotoğraf aslında olup biten her şeyi açıklamaya yetiyor.İstifa ve tutukluluk nedeniyle toplantı masasında bazı koltukların boş kalması, Hava Kuvvetleri’nin hiç temsilcisinin bulunmayışı elbette önemli. Ama daha önemli bir şey daha var dünkü fotoğraf karesinde: Başbakan’ın konumu...Bugüne kadar Yüksek Askeri Şura toplantılarında düzen şu şekildeydi:Baş tarafı genişçe tutulan oval masa. Başbakan ile Genelkurmay Başkanı baş tarafta eşit konumda oturuyorlar. Sağ başta Milli Savunma Bakanı, sol başta Kara Kuvvetleri Komutanı ve kıdem sırasına göre orgeneral ve oramiraller yerlerini alıyor.Bu tablo, 27 Mayıs 1960 darbesinden bu yana değişmeyen masa düzeninin, asker-sivil ilişkilerinin resmiydi.Genelkurmay Başkanı anayasa ve yasalara göre “Başbakan’a karşı sorumlu” idi ama uygulamada adeta TSK hükümetten bağımsız, kendi iç kararlarını kendisi veren, özerk bir kurum, hatta zaman zaman da iç siyaset de dahil belirli konularda siyaseti yönlendiren bir kurum özelliği taşıyordu.Yüksek Askeri Şura toplantıları Başbakan’ın başkanlığında yapılıyordu ama kararları asker kanadı kendi arasında veriyor, hükümete ve Başbakan’a imzalamak düşüyordu.Kuvvet komutanlarının kim olacağından tutun da 10 sene, 20 sene sonraki genelkurmay başkanının kim olacağına kadar pek çok alanda orta ve uzun vadeli terfi ve tayin planlamaları, askerlerin kendi aralarında yapılıyordu. Bu planlar her yılın temmuz ayı içinde Antalya’daki Karpuzkaldıran tesislerinde orgenerallerin biraraya gelmesiyle güncelleştirilip son şeklini alıyordu. Bu gayrıresmi Şura toplantısının adına da askerler arasında “Kum Şurası” deniyordu. Başbakanların başkanlığında yapılan Yüksek Askeri Şura toplantıları da ufak tefek bazı değişiklikler dışında formaliteden öte gitmiyordu.Daha önemlisi bu toplantılarda yıllardan beri Başbakan ve Milli Savunma Bakanlarının ısrarla muhalefet şerhi düştüğü kararlar da askerlerin oy çokluğu ile alınıp uygulanabiliyordu. Örneğin ihraç kararları...Bu işleyiş düzenini değiştirme konusunda ilk siyasi hamle geçen yıl geldi. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ve Jandarma Genel Komutanlığı’na kimin atanacağı konusunda Başbakan ve Cumhurbaşkanı askerlerin önerisini reddetti. Kriz çıktı ama sonuçta siyasi otoritenin dediği oldu. Bu yıl da durum farklı olmayacak. Dünkü Şura toplantısında aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Vekili de olan Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Özel Erdoğan’ın yanında değil Milli Savunma Bakanı’nın karşısında yerini aldı.Bu fotoğraf karesinin verdiği mesajın özeti şudur: Asıl olan halk iradesidir. Halkın seçtiği siyasi iktidar ve Başbakan anayasa ve yasaların verdiği yetkiyi, “teamül” gereği de olsa artık paylaşmayacaktır. Tek yetkili olan siyasi otoritedir.Bundan sonra da hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının, yetkilerini Genelkurmay Başkanı ile paylaşmayacağının mesajını net biçimde verdi Başbakan dün o fotoğraf karesiyle.Dünkü fotoğraf karesiyle ilgili olarak kulislerde şu değerlendirme de yapıldı:Efendim Orgeneral Necdet Özel henüz asaleten atanmadığı için masadaki Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturmadı. Asaleten atandığında oturacak...Hiç sanmıyorum. Artık o koltuğun masadaki yeri değişti. Genelkurmay Başkanları bundan sonra Başbakan’ın sol yanına Milli Savunma Bakanı’nın karşısına oturacak.Sonraki aşama mı?Genelkurmay Başkanı’nın, üyesi olduğumuz NATO ülkelerindeki gibi Milli Savunma Bakanı’na bağlanması gündeme gelecek.Muhtemelen yeni anayasa ile birlikte...
“Hesap sormayı bırakın, gelin oturalım masaya, verin ekiplerinizi, ortak akılla yeni anayasa yapalım...”Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün partisinin grup toplantısında söyledi bu sözleri.Erdoğan’ın muhalefet partilerine yönelik bu sözleri, 12 Haziran’daki seçim zaferinden sonra yaptığı “balkon konuşması”na uygun düşen bir çağrı.Hiçbir siyasi partinin itiraz edemeyeceği bir çağrı bu. Çünkü 12 Haziran seçimleri öncesinde bütün siyasi partilerin ortak vaadiydi yeni anayasa. MHP de BDP de CHP de “yeni anayasa” demişti seçim kampanyasında.Daha demokratik, sivil, özgürlükçü bir anayasa...Toplumun bu yöndeki beklentisinin yüksek olduğu da ortada.Başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin temel ve öncelikli meselelerinin çözümü de yeni anayasadan geçiyor.Tutuklu milletvekilleri nedeniyle yaşanan siyasal krizin gerisinde yatan da mevcut anayasadaki anti demokratik hükümler. Bu konuda da herkes hemfikir.Özetle “ortak akılla yeni anayasa” tüm toplumun, dolayısıyla da siyaset kurumunun ortak talebi ve hedefi.Ancak Başbakan Erdoğan’ın önceki günkü konuşması sadece bundan ibaret değil.Başbakan Erdoğan, rakip siyasi partilere bir yandan anayasa için ortak uzlaşma çağrısı yaparken diğer yandan da bazı AKP kurmaylarını bile şaşırtacak ölçüde çok sert çok ağır suçlamalar yöneltti muhalefete.Bunu yaparak, siyasette, iktidar-muhalefet arasında öteden beri var olan güvensizliği, yüksek gerilimi daha da derinleştirdi.“Hani tutuklu arkadaşlarınız gelip yemin edinceye kadar Meclis’e girmeyecektiniz? Ne oldu? Diklendiniz ama dik duramadınız” diye CHP’yi tahrik etti, köşeye sıkıştırdı. Adeta “tükürdüğünüzü yaladınız” demeye getirdi.MHP’yi şehitler üzerinden siyaset yapmakla suçladı.Başbakan’ın ardından CHP Genel Başkanı Kemal kılıçdaroğlu da partisinin grup toplantısında Erdoğan’a yüklendi. O da sertlikte Erdoğan’ı aratmadı. O da çok ağır ifadelerle yanıt verdi. Başbakan Erdoğan’ı “omurgasızlık”la itham etti.Başbakan, CHP’yi, cumhuriyetin ilk yıllarında, İsmet İnönü döneminde bazı camileri “ahır” haline getirmekle suçladı. Kılıçdaroğlu da AKP’yi “cami hırsızlığı” yapmakla...Tıpkı bir ay önce seçim meydanlarında yaptıkları gibi... Önceki gün yaşanan bu tablo, liderlerin Meclis’teki konuşmaları, seçimden yeni çıkmış bir Türkiye tablosu değildi. Yaşananlar daha çok, seçime hazırlanan bir siyasal ortamı andırıyordu.Acaba iktidar-muhalefet ilişkileri bu dönemde hep böyle mi ilerleyecek? Yoksa bu Başbakan Erdoğan’ın bir taktik manevrası mı?Yani bu yöntemle önce muhalefeti iyice hırpalayıp itibarsızlaştırmayı mı hedefliyor Erdoğan?Muhalefeti iyice sindirip, köşeye sıkıştırdıktan da “Şimdi gelin, oturun masaya da uzlaşalım. Ama benim çizdiğim çerçevede” mi diyecek?Önceki günkü görüntü öyleydi.Ama bu yöntemin muhalefeti uysallaştırıp Erdoğan’ın çizdiği çerçevede uzlaşmaya mecbur bırakması gibi bir sonuç vermesi ihtimal dışı.Aksine önceki gün Meclis’te yaşananlar sürdürülebilir bir iktidar-muhalefet ilişkisi de değildi.Bu üslup ve ilişki düzeniyle Meclis’te siyasi uzlaşmayı sağlayabilmek de olası değil, yeni anayasayı konuşabilmek de...O nedenle Erdoğan, bir şekilde muhalefete barış çubuğu uzatacak. Ama acaba ne zaman?
CHP’nin yemin krizinin çözülmesinin ardından BDP de Meclis yoluna yakın gözüküyor. Bugün Meclis Başkanı Cemil Çiçek ile görüşecek olan BDP yöneticilerinin yarın yemin etmesi ihtimali yükseldi.Boykot nedeniyle haftalık olağan grup toplantısını dün de Diyarbakır’da gerçekleştiren BDP’nin eyleminin iki temel gerekçesi var:Birincisi Hatip Dicle’nin mazbatasının iptal edilip, kendilerinin kazandığı milletvekilliği hakkının AKP’li Oya Eronat’a verilmesi. Bu durumu, “AKP’nin hırsızlığı” olarak niteliyorlar.İkinci gerekçe CHP ile aynı. KCK davasından tutuklu olan 5 milletvekilinin serbest bırakılmaması...Aslında AKP ile CHP’nin yayınladığı ortak bildiri BDP’nin ikinci gerekçesini, tutuklu milletvekilleri sorununu bir ölçüde çözüme kavuşturmuş gözüküyor. Bu konuda en azından şimdilik BDP de daha ileri bir adım beklentisi içinde değil.Ancak ısrarlı oldukları birinci temel gerekçe, yani Hatip Dicle meselesi nasıl çözülecek?Bu noktada geriye dönüş olamayacağını aslında BDP de biliyor. Ama en azından AKP’den bir adım bekliyorlar. Şimdilik “Oya Eronat istifa etmeli” diyorlar. Ama bunun anlamlı bir talep olmayacağının da farkındalar...Özetle samimi biçimde uzlaşmayla sorunun çözümü aranacaksa bu konuyu da “sitem ve özür” çerçevesinin dışına çıkaramayacaklarını kabul etmeleri gerekiyor.Muhtemelen öyle de yapacaklar.Kriz çözümü ve uzlaşma konusundaki mahareti öteden beri bilinen Meclis Başkanı Cemil Çiçek, CHP’nin yemin protestosu krizini geçen hafta gerçekleştirdiği başarılı bir arabulucuk faaliyetiyle çözüme kavuşturdu.Aslında Çiçek, krizi tümüyle bitirmeyi hedefliyordu. AKP ve CHP’nin geçen hafta oturdukları pazarlık masasına BDP’nin de oturmasını arzu ediyordu. Ancak bu, çeşitli nedenlerle, CHP’nin bazı hassasiyetleri nedeniyle gerçekleşemedi.Çiçek, BDP ile diyalog kanalını hep açık tuttu. “Gelin siz de yemininizi edin, çözümü hep birlikte bu çatı (parlamento çatısı) altında arayalım” çağrısı yaptı ve ardından önceki gün BDP’lilerle ikinci bir görüşme daha gerçekleştirdi.Ve son olarak da dün çözüm için BDP yöneticilerini bugün saat 13.00’te Meclis’e davet etti.Meclis Başkanı Çiçek, bugün de odasında AKP ve BDP yöneticilerini buluşturacak, “burada konuşup uzlaşın” diyecek.Peki bu görüşmeden uzlaşma çıkacak mı?Çıkacağı yönündeki beklenti yüksek.Aslında BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş’ın dün Diyarbakır’dan verdiği mesaj da uzlaşı beklentilerini güçlendiriyor.Ama nasıl?BDP, AKP ile bir ortak protokol veya ortak bildiri imzalamak istiyor. Tabii bu noktada tarafların ne kadar esneyebileceği önemli. CHP ile imzalanan ortak bildirinin bir benzerinin BDP ile de imzalanmasına AKP’nin bir itirazı olmayacak.Ancak BDP’nin istediği ortak bildirinin içeriği biraz daha kapsamlı.Kürt sorunun çözümü, açılım ve yeni anayasa konularında BDP daha net ve somut taahhütler istiyor.AKP’nin bu aşamada ayrıntılı taahhütlerin altına imza atması ise ihtimal dışı.Ancak uzlaşmaya dayalı yeni anayasa ile demokratik siyasetin önündeki tüm engellerin kaldırılacağı; Kürt meselesinin de bu çerçevede çözümüne dönük önemli adımlar atılabileceği biçiminde daha genel ifadelerin yer alacağı bir ortak bildiri ihtimali daha yüksek.Eğer BDP buna “evet” derse boykot krizi de bugün veya yarın aşılabilir.
CHP’nin boykot krizi, AKP ile varılan uzlaşmanın ardından aslında geçen hafta bitmişti. Ama işin prosedürü, resmiyete dökülmesi hafta başına sarktı.Altı paragraflık ortak bildiri sorunun çözümüne yetti. Başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP milletvekilleri de dün itibariyle yeminlerini ederek yasama faaliyetinin içine girmiş oldular.“Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasının yolunu açacak kuvvetli bir irade beyanı”nı şart koşan CHP, ortak bildiride yer alan şu cümleyi yeterli buldu: “Tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin, milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için TBMM’de olmaları gerektiğine inanıyoruz...”Sorun aşıldı. Kimin, tükürdüğünü yalayıp yalamadığına, kimin diz çöküp çökmediğine bakılmadan iktidar ve ana muhalefet Meclis’te yeni anayasa da dahil özgürlüklerinin genişletilmesi konusunda ortak çalışma iradesi ortaya koydu.Ancak siyasal kriz elbette tümüyle bitmiş, aşılmış değil.Hatta aşılan CHP’nin yemin krizi “işin kolay yanıydı” da denilebilir.Ki, CHP ile AKP arasında geçen hafta bulunan formülle varılan bu çözüm noktası aslında daha ilk gün işletilebilirdi. İlk günden bunun önünde hiçbir engel yoktu. Ama olmadı, bu başarılamadı. AKP ve CHP, birbirlerine adeta neyin olamayacağını teker teker gösterip ondan sonra makul noktaya gelebildiler.Şu anda asıl sorun BDP’nin Meclis boykotunu devam ettiriyor olmasında düğümleniyor. Bu düğüm nasıl çözülecek?Ankara kulislerinde de konuşulduğu gibi belki bazıları şöyle düşünüyor:“Tamam işte, tutuklu milletvekilleri konusunda AKP ve CHP ortak bildiri yayınladı. Bu bildiri aslında BDP’li 5 tutuklu milletvekilini de kapsıyor. BDP de boykottan vazgeçip Ankara’ya gelsin ve yemin etsin...”Ne yazık ki böyle bir şey olmayacak. BDP bunu kabul etmeyeceğini çok açık ve net biçimde ifade etti.BDP’nin boykot krizini çözmek öyle CHP’i ikna etmek kadar basit değil.Hatta KCK davasından tutuklu 5 BDP’li de dahil bütün tutuklu milletvekilleri yarın serbest bırakılsa dahi sorunun aşılması zor.Çünkü BDP’nin talepleri çok farklı. Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasının yanı sıra Hatip Dicle meselesinin de çözümünü şart koşuyor BDP. En azından Hatip Dicle’nin mazbatasının iptal edilmesinin ardından onun yerine vekil seçilen AKP‘li Oya Eronat’ın istifasını istiyor. “Çalındı” dedikleri milletvekilliğinin kendilerine iadesi noktasında diretiyor.Başka talepler de var...Onun için de başından beri BDP’liler, AKP ile pazarlık masasına oturmak, dün CHP’nin yaptığı ortak bildiri açıklamasının çok ötesinde kapsamlı ve sağlam bir protokol imzalamak istiyorlar.AKP bunu kabul eder mi?Hayır etmez.Ne BDP ile pazarlık masasına oturup protokol imzalayacak AKP, ne de Diyarbakır’dan Hatip Dicle’nin yerine milletvekili seçilen Oya Eronat’ı istifa ettirip, “Haklısınız, bu milletvekilliği sizin hakkınız” diyecek.BDP’yi ikna için Meclis Başkanı Cemil Çiçek, dün kendilerine bir çağrı daha yaptı. Muhtemelen AKP de önceki çağrılarını yineleyecek; “Boykotu bırakın, Meclis’e gelin. Sorunların çözüm yeri bu çatının altıdır” diyecek.Yeni anayasa ve bu çerçevede Kürt meselesinin çözümü konusunda atılacak yeni adımlar konusunda Başbakan Erdoğan BDP’lilerin reddedemeyeceği bazı yeni açıklamalar da yapacak.Acaba bunlar BDP’yi ikna etmeye yetecek mi?Zor...
MHP’nin başlattığı uzlaşma girişimi, ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le yapması beklenen görüşmenin saatinin açıklanması, dün siyasi kulislerde umutlu bekleyişe tavan yaptırdı. Ankara’da herkes “Tamam, kriz artık çözülüyor, Çiçek formülü hayata geçiyor” demeye başladı.Ancak, görüşmenin ardından yapılan açıklamalar umutları yine kırdı.Tarafların pozisyonunda dün akşam saatleri itibariyle en azından görünürde pek bir esneme olmadı.CHP’nin iktidar kanadından beklediği açıklama gelmedi.Tam aksine Başbakan Erdoğan yine CHP’lileri üzecek kızdıracak açıklamalar yaptı.Oysa dün sabah saatlerinde MHP temsilcilerinin krizin aşılmasına yardımcı olmak üzere CHP ve AKP grup yöneticileriyle ayrı ayrı yaptığı görüşmelerden sonra esen hava olumluydu. Sanki CHP’ye yemin boykotuna son verdirecek bir formül üzerinde anlaşma sağlanabilecek gibi gözüküyordu.CHP’nin de kabul edeceği anlaşılan formülün özeti şu:“CHP yarın hükümet programının okunacağı Meclis oturumu öncesinde yemin edecek. Ardından AKP, CHP ve MHP’nin (İkna edilebilirse BDP’nin de) ortak bildirisi açıklanacak.”Akla yakın bir formül gibiydi.Hatta bu formül konusunda dün AKP’nin çok önemli bir ismiyle bu gelişmeyi konuşurken “tutuklu milletvekilleri ile ilgili bir ortak bildiri yayınlanabilir mi?” diye sorduğumda “Hayır, o olmaz” dedi.Fakat olabilecek formülü de şu şekilde açıkladı AKP yöneticisi:“Anayasa’da, siyaseti düzenleyen yasalarda, Terörle Mücadele Yasası’nda siyasetin alanını daraltan ne kadar hüküm varsa bunları; AB, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartları ve hedeflediğimiz ileri demokrasi çerçevesinde çözmek kararlılılığımız tamdır...Ana çerçevesi bu olan ortak bir bildiri yayınlanabilir. Ama önce CHP Meclis’e girip yemin etmeli...”Bu formül aslında başından itibaren yapılabilecek makul bir bir çözüm yolu olarak kabul edilebilir. Ve dünkü hava sanki işin buraya doğru gittiğini gösteriyordu.Kılıçdaroğlu’nun Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le görüşmeden çıktığında yaptığı açıklama da bu havayı bozmadı.TBMM Başkanı Çiçek’in daha sonra yaptığı açıklama da CHP tarafından olumlu bulundu. “Parlamento sorun değil, çözüm üretmek durumundadır” diyen Çiçek BDP ve CHP’ye şu çağrıyı yaptı:“En başta CHP olmak üzere BDP’ye de kararlarını yeniden gözden geçirmeye davet ediyorum. Sorunların çözüleceği yer bu çatının altıdır.”Yani “yemin inadından vazgeçin, önce Meclis çalışmalarına katılın, bu arada da tutuklu milletvekilleri sorununun nasıl aşılacağını konuşup çözümü ortak bulalım” mesajı verdi çiçek. Viraj alabilmek, yemin edebilmek için bu çağrı CHP açısından yeterli olabilirdi.Ancak bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisinin kapalı grup toplantısında yaptığı konuşmada yine çok ağır ifadelerle CHP’ye yüklendiği haberi yansıdı.Başbakan’ın CHP’yle ilgili sözlerinin özeti şu olmuş kapalı toplantıda:“CHP baştan yanlış yaptı. Şimdi yanlıştan dönmeye çalıştıkça kendilerini çukura çekiyorlar, daha çok batıyorlar. Kendi içlerinde de birlik yok...”Başbakan köşeye sıkıştırdığı siyasi rakibinin adeta burnunu sürtüyor. Geçen Pazar günü Simav’da söylediği gibi “tükürdüklerini yalamalarını” bekliyor.Peki ne olacak? CHP direnmeye devam mı edecek? Erdoğan bu katı tutumunu değiştirmezse edecek. Bu bakımdan Cemil Çiçek’in bugün Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP Grup yöneticileri ile yapacağı görüşme kritik önem taşıyor. Çiçek eğer bu görüşmelerden olumlu bir sonuç alabilirse çözüm yolu açılabilir.Her şey bu görüşmeden sonra CHP’ye verilecek söze, irade beyanına bağlı.Yani CHP eğer AKP’den en azından yemin sonrası için ortak bildiri sözü alabilirse bugün yemin edip Meclis çalışmalarına başlayabilir. Böylelikle kendisini de ülkeyi de bir ölçüde rahatlatabilir.BDP’yi bu çözüm çizgisine getirebilmek ise daha zor...
BDP’nin Meclis, CHP’nin de yemin boykotuyla başlayan siyasal krizde değişen bir şey yok. Gerilim devam ediyor.Peki hiç adım atılmıyor mu?Atılıyor elbette ama bir adım ileri iki adım geri atılıyor. O yüzden de ip giderek geriliyor.Çözüm konusunda büyük umutlar bağlanan Meclis Başkanı Cemil Çiçek, iyi niyetle çalışıyor, taraflarla görüşüyor. Formül üretiyor, makul olanı göstermeye çalışıyor. Ama Çiçek bu temasları yürütürken bir yandan AKP sözcülerinin karşı tarafta tehdit olarak algılanan açıklamaları, diğer yandan CHP ve BDP’lilerin sert demeçleri gerilimi tırmandırıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın, CHP’nin tepkisini çeken 15 günlük süre tehdidini, “dil sürçmesi diyerek” düzeltiyor. Başbakan’ın konuşması devam ederken bu ifade kulislerde, “Acaba çözüm kapısı aralanıyor mu?” umudunu yeşertmeye başlarken sözlerin devamı geliyor, Başbakan muhalefete karşı sert tutumunu değiştirmeyeceğinin işaretini veriyor.Görülüyor ki, Başbakan Erdoğan’ın tutumunda en ufak bir esneme yok. “Önce yemin edip Meclis’e gelsinler” diyor Başbakan ve ekliyor:“Çözümün tek yeri var; Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısının altı...”Doğru ama bunun BDP ve CHP’deki algılanışı çok farklı. Yani, “Önce tükürdüğünüzü yalayın, dayatma ile bize iş yaptıramazsınız” demeye getiriyor diye algılanıyor bu sözler o cephede. Tekin: Başbakan 2007’deki gibi konuşsa kriz çözülür Krizde gelinen noktayı dün CHP Genel Başkan yardımcısı Gürsel Tekin’le konuştuk. Başbakan Erdoğan’ın tutumunu eleştiriyor Tekin:“Bu konuda şimdilik Meclis Başkanı Cemil Çiçek iyi niyetle çaba sarf ediyor. Ama Sayın Cemil Çiçek’in bu iyi niyetli çabalarının sonuç verebilmesi çok güç. İktidar partisi içinde bu meseleye iyi niyetle yaklaşmaya, çözüme katkı yapmaya çalışan başka isimler de var. Ama şu açık ki; çözüm kapısını aralayabilecek tek otorite var; tek adam yönetimi kuran Başbakan. Dünkü konuşmasında da önceki konuşmalardında da açıkça ortaya çıktı ki Başbakan iyi niyet göstermiyor. En azından şimdilik göstermiyor...”“İyi niyetle, uzlaşmayla bir çözüm yaklaşımını siz gösteriyor musunuz?” diye sorduğumda şu yanıtı veriyor Tekin:“Elbette, biz ilk günden itibaren iyi niyetle, uzlaşmayla bir çözüm arzuladığımızı ortaya koyduk. Bizim niyetimiz bağcıyı dövmek değil; üzüm yemek, bu krize çözüm bulmak, bunun için uzlaşmak. Sayın Başbakan öyle mi? Öyle olmadığını sergilediği tavırla ortaya koydu. Sayın Başbakan herhalde CHP’yi test etmeye kalkıyor. Bu büyük yanılgı olur. CHP’yi test etmeye kalkmamasını tavsiye ederim kendisine...”Ne yapmalı Başbakan?“Çok basit” diyor Gürsel Tekin: “2005’te 2007’de bazı yargı kararları konusunda, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları konusunda ne demişse bugün de aynı şeyleri söylesin. Ne diyordu o zaman? ‘Hiçbir güç millet iradesinin üstünde olamaz’ diyordu. Şimdi de tutuklu milletvekilleri konusunda aynı şeyleri söylesin yeter. Milli iradenin, milletin seçtiği vekillerin parlamentoya girebilmesinin yolunu açsın....”CHP’nin öteden beri beklentisi, isteği bu. Başbakan Erdoğan’ın yapacağı iki satırlık bir açıklama. Ama Başbakan o açıklamayı yapmamakta kararlı gözüküyor. Önce CHP’nin adım atmasını, yemin etmesini bekliyor. CHP de aksini.Bu inatlaşma acaba ne kadar devam edecek?
Yaşanmakta olan siyasal kriz hiç kimse için sürpriz değildi. Bağıra bağıra geldi kriz. Silivri’deki Ergenekon tutuklularının, Diyarbakır’daki KCK tutuklularının adaylığı kesinleştiğinde belirdi bu kriz ihtimali.Belki tüm taraflar, 2007 seçimlerinde yaşanan Sebahat Tuncel olayının (Seçildiğinde PKK davasından sanık olarak cezaevindeydi, mazbatasını aldıktan sonra serbest bırakıldı) emsal teşkil edeceğini, mahkemelerin bu emsal kararı 12 Haziran’da seçilen milletvekilleri için de uygulayıp serbest bırakacağını umuyordu. Ama bunun garanti olmadığı da biliniyordu.Nitekim öyle de oldu.Kestirilemeyen tek şey vardı: Sorunun başarılı bir şekilde krize dönüştürüleceği...Herkesin makul bir noktada uzlaşabileceği, özellikle de CHP ile AKP’nin yeminden önce bir uzlaşma yolu bulabileceği sanılıyordu. Ama tam aksi oldu.İş inatlaşmaya, kol bükme, “diz çöktürme”, “tükürdüğünü yalatma” noktalarına kadar vardırıldı.Ve ne yazık ki, “uzlaşma Meclisi”, “Özgürlükçü, demokratik yeni anayasa yapıcısı Meclis” olacağı umulan 24. dönem parlamentosu, bir haftayı aşkın süredir iktidarla ana muhalefet partisi arasındaki halat çekme yarışına sahne oluyor.Taraflar şu ana kadar bütün uzlaşma umutlarını boşa çıkardılar.Attıkları adımların, verdikleri demeçlerin çözüme, uzlaşmaya en ufak katkı yapmayacağı çok açık.İktidarın da ana muhalefetin de şu ana kadar izlediği çizgi adeta sorunun nasıl çözülemeyeceğini, krize dönüştürülebileceğini göstermeye dönük oldu:* CHP çözüm için adım atın, en azından bağlayıcı bir deklarasyonda bulunun, diye AKP’ye çağrı yapıyor. AKP’den “Bağımsız yargıya müdahale etmemizi mi bekliyorsunuz” diye ters bir yanıt geliyor.* CHP sözcüsünden (İçel Milletvekili İsa Gök), “Göreceksiniz AKP’ye diz çöktüreceğiz” diye anlamsız, tehditvari bir çıkış geliyor. Başbakan anında ve çok sert bir cevap veriyor: “Göreceksiniz tükürdüklerini yalayacaklar...”Ardından Anayasa’nın 84. maddesi hatırlatılıyor. CHP ve BDP’li milletvekillerinin yemin etmeme eylemlerini sürdürmeleri halinde devamsızlıktan üyeliklerinin düşürülebileceğini hatırlatıyor. AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, olayı biraz daha somutlaştırıp tarih de veriyor: 15 Temmuz’da devamsızlık hakları dolar. Yani ondan sonra ara seçime gidilecek.Üyeliğin düşürülmesi ve ara seçim tehditlerine dün önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Tehdit ve şantaja boyun eğmeyiz” diyerek aynı sertlikte net bir yanıt veriyor ve milletvekillerince ayakta alkışlanıyor.BDP’nin yanıtı da Diyarbakır’daki grup toplantısında geliyor. Selahattin Demirtaş‘ın sözleri çok daha sert ve krizi farklı boyutlara taşıyabilecek nitelikte.Bu tür karşılıklı tehdit ve inatlaşmalarla hiç bir yere varılamayacağını tüm taraflar görüyor ve biliyor aslında.Ve krizi derinleştirebilecek, ipi daha da gerebilecek nitelikte söylenecek başka bir şey de kalmıyor geriye. Acaba şu ana kadar yaşananlar olmayacakları göstermek için miydi? Bunun için mi bunca zaman ve enerji kaybetti Türkiye ve siyaset kurumu?Özetle gerilimi tırmandırmak için yapılabilecek her şey, söylenebilecek her söz söylendi.Bugünden itibaren belki de taraflar arasında özellikle de CHP ile AKP arasında yürütülen alt düzey temas trafiğinin ardından çözüme dönük görüşmeler başlayabilir.AKP ile CHP arasında alt seviyeli bir gizli görüşme ve mesaj trafiği yürütülüyor. Dün konuştuğum bazı isimlerden bu trafiğin çözümü yaklaştırdığı izlenimini edindim. AKP tarafında da CHP cephesinde de çözüm şekli farklı da olsa genel beklenti krizin bu hafta bitmeden şöyle veya böyle bir uzlaşma noktasına gelebileceği yönünde...