Hedef Kandil mi?

5 Ekim 2011

BDP’li milletvekilleri, “barış ve uzlaşı” mesajları vererek boykotu bitirmiş, yemin ederek Meclis’e gelmişti. Katıldıkları ilk Meclis oturumunun gündemi de sınır ötesi askeri harekat tezkeresi oldu.Tezkere doğal olarak BDP ile iktidar ve diğer muhalefet partileri arasında bir gerilim konusuydu. Geçen dönemlerde olduğu gibi tezkere yine BDP’nin muhalefeti diğer partilerin ise “evet” oyları ile geçti.Tezkere geçmesine geçti de şimdi ne olacak?MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söylediği gibi Türk Ordusu, yarın sınırın Irak tarafına geçip Kandil’e bayrak mı dikecek?Kandil’e bayrak dikmek, terörün “kökünü kazımak” kulağa elbette hoş geliyor. Ama bu konuşulduğu kadar basit, bugünden yarına olacak iş değil.Aslında Meclis ilk defa sınır ötesi harekat tezkeresi onaylıyor değil. Bu ve benzeri tezkereler rutin olarak yıllardan beri Meclis’e geliyor ve onay alıyor. Fakat, Türkiye ABD’nin Irak işgalinin başladığı 2003’ten beri Kuzey Irak’taki terör yuvalarına karşı sadece bir kez, o da ABD’nin izniyle süreli ve sınırlı bir kara harekatı yapabildi.Şimdi ne yapacak?Sınır ötesi askeri harekat, terörün tırmanışa geçtiği yaz aylarından beri gündemde. Bunun diplomatik ve askeri hazırlıkları uzunca bir süreden beri devam ediyor.ABD ile Irak hükümetiyle ve Kuzey’deki Özerk Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani ile görüşmeler yapılıyor, ortak harekat için mutabakat aranıyor.Ankara’daki, hükümet çevrelerindeki ağırlıklı eğilim, kış aylarından önce Kuzey Irak’a yönelik olarak kapsamlı bir askeri harekat yapılacağı yönünde.Ancak sınır ötesi harekata gelinceye kadar ülke sınırları içinde yapılan ve yapılması öngörülen operasyonların şu an için daha büyük önem taşıdığı belirtiliyor.Hükümet kaynakları, Kuzey Irak’a yönelik olarak önümüzdeki dönemde yapılacak olan olası bir askeri harekatın kesin sonuç almaya dönük olacağını, bugüne kadar yapılanlardan çok farklı planlandığını söylüyorlar.Önceliğin terör örgütünün ülke içindeki yuvalarının temizlenmesine verildiği ifade ediliyor.Son dönemde yoğunlaşan KCK operasyonlarının da bu hazırlıklar kapsamında değerlendirilmesi gerektiği söyleniyor.Buna göre, KCK operasyonları ile PKK’nın şehir yapılanmasının tamamen çökertilmesi amaçlanıyor: Şehirle dağ arasındaki bağ koparılacak. Örgütün şehirlerden sağladığı lojistik destek ve eleman temini kesilecek. Sınırın Türkiye tarafındaki terör yuvaları dağıtılacak.İç temizliğe paralel olarak örgüte öldürücü darbeyi vurmak için Kuzey Irak harekatı gündeme gelecek.Böylelikle örgütün belini kırmak, silah bırakmaya zorlamak hedefleniyor.

Devamını Oku

Yeni anayasa için uzlaşı formülleri...

4 Ekim 2011

Hemen her konuda kavga etmeye hazır görünen siyasi partiler ve genel başkanlar, seçim meydanlarında verdikleri sözler ve kamuoyundan gelen “uzlaşın” baskısı nedeniyle şimdilik en azından anayasa konusunda uzlaşmaya hazırmış gibi görünüyorlar.Ama sadece öyle görünüyor veya görünmeye çalışıyorlar. Bugün sergilenmeye çalışılan bu görüntü, her şeyin güllük gülistan gideceği, birkaç ay sonra da Türkiye’nin bütün partilerin uzlaşısı ile yapılan yeni, özgürlükçü ve yüksek demokrasi standartlarını içeren bir anayasaya kavuşacağı anlamına gelmiyor.Şu anda henüz yeni anayasa hazırlıkları için hazırlık yapılıyor. İşin esasını henüz kimse konuşmuyor. Hiçbir siyasi parti dağarcığını net olarak ortaya koymuyor. Muhtemelen bütün partilerin bazı kırmızı çizgileri, bazı olmazsa olmazları var. Ama hiçbir parti bunları açığa çıkarıp daha işin başında “uzlaşmaz” damgası yemek istemiyor.Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’in yazılı çağrısı üzerine siyasi partiler, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na (Meclis Başkanı’nın yazısına göre Anayasa Hazırlık Komisyonu) verecekleri üyeleri belirleyecekler. Dört partinin belirleyeceği bu 12 “uzlaşma adamı” muhtemelen cuma günü akşam saatlerinde veya en geç pazartesi günü belli olacak.Bu uzlaşı heyeti belirlendikten sonra zaman kaybetmeksizin Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında ilk toplantısı önümüzdeki hafta başında gerçekleştirilecek. Bu ilk toplantıda çalışma esasları belirlenecek.Ardından TBMM Başkanı Çiçek, yeni anayasa veya anayasa değişikliği konusunda bugüne kadar yaptığı teknik hazırlıkları komisyon üyeleri ile paylaşacak. Örneğin gelişmiş Avrupa demokrasilerindeki anayasa örnekleri...Türkiye benzeri, etnik sorun veya ayrılıkçı terör sorunu yaşayan ülkelerin deneyimleri...Avrupa demokrasilerinden modern anayasa örnekleri.Meclis Başkanı Cemil Çiçek, bu ön hazırlıkları teknik bilgi desteği sağlamak için bütün siyasi partilere verecek.Teknik hazırlıklar, Uzlaşma Komisyonu’nun çalışma usul ve esasları üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra işin esasına geçilecek. Yani komisyon çalışmaya başlayacak.Ve işte sıkıntılar da o noktadan sonra baş göstermeye başlayacak. Bunu bütün taraflar görüyor. Onun için de projeyi daha başından öldürmemek için şimdiden bazı formüller üretiliyor.Örneğin, mevcut anayasa 177 asıl, 19 geçici maddeden oluşuyor. Bu kadar ayrıntıya girilmesi, her konunun anayasaya bağlanması, kanun, hatta yönetmeliklerle bile düzenlenebilecek hususların anayasa maddesi haline getirilmiş olmasının sıkıntılarını aşağı yukarı bütün siyasi partiler paylaşıyor.Onun için yeni anayasanın daha dar tutulması konusunda kolay bir uzlaşma sağlanabileceği öngörülüyor.Mevcut anayasa kitapçığı açılıp, birinci maddeden 177. maddeye kadar sırayla her maddenin nasıl değiştirileceği veya kaldırılacağı tartışmaya açılacak olursa da daha başlangıçta kritik bazı maddelerin görüşmeleri kilitleyebileceği konusunda da taraflar hemfikir.Bu durumda madde madde mevcut anayasa üzerinden ilerlemek yerine, ilk üç maddeye hiç dokunmadan bölüm başlıklarının içinin doldurulması üzerinde yoğunlaşma önerisi getirilecek. Örneğin temel hak ve özgürlükler, kişi hak ve özgürlükleri gibi ana başlıklar ele alınıp detaylandırılacak. Millet tarifi, vatandaşlık, yerel yönetimler ve yargı gibi kritik ana başlıklar ise en sona bırakılacak. Çünkü bu maddelerin komisyonu kilitleme ihtimali çok yüksek.Onun için önce bütün partilerin, toplumun üzerinde mutabakat sağlayabileceği maddeler tamamlanacak. Son olarak da kritik maddelere geçilecek. Uzlaşma için ara formüller, esnek yazım biçimleri tartışılacak. Ve anayasa paketinin tümünün komisyondan uzlaşma ile çıkması sağlanacak.Buna rağmen yine uzlaşı olmazsa?O zaman muhtemelen uzlaşılamayan maddeler alternatifli olarak Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek. Ve çözümü de uzlaşma ile bulunmaya çalışılacak.Hiçbir şekilde uzlaşılamayan 3 veya 5 madde kalırsa bunlar alternatifli olarak halk oyuna sunulacak.Bu formül, kağıt üstünde son derece makul gözüküyor. Ama acaba pratikte neler olacak?

Devamını Oku

PKK’yı Alman hükümeti mi fonluyor?

3 Ekim 2011

Başbakan Tayyip Erdoğan, Makedonya gezisi sırasında gazetecilere söylediği Alman vakıflarının BDP’li ve CHP’li belediyelere aktardığı kredilerin PKK’ya gittiği yolundaki iddiasına ilişkin haberlerde dün düzeltme yapma ihtiyacı duydu. Ancak Almanya’dan gelen paranın PKK’ya gittiği iddiasının hala arkasında. Tabii Alman vakfı deyince hemen herkesin aklına Konrad Adenaur veya Friedrich Ebert vakıfları geliyor...Belediyelere kredileri bu vakıflar mı veriyor?İşin aslı pek öyle değil gibi. Çünkü bunlar adı üstünde vakıf ve belediyelere, yerel yönetimlere, kredi veya hibe verebilmeleri sözkonusu değil.Zaten Erdoğan’ın dünkü düzeltmesinde konu biraz daha aydınlığa kavuşuyor. Erdoğan, CHP’li belediye ile ilgili iddiasına açıklık getirirken konunun Hazine Müsteşarlığı onayında olduğunu söylüyor.Evet, Türkiye’deki bazı belediyeler, CHP’li, BDP’li ve hatta belki onlardan daha fazla AKP’li belediyeler de Almanya’dan kredi alıyorlar. Ama Başbakan’ın Makedonya’da söylediği gibi vakıflardan veya vakıflara bağlı kredi kurumlarından değil.Sözkonusu vakıflara bağlı kredi kuruluşu zaten yok. O nedenle bu krediler muhtemelen doğrudan Alman Hükümeti’nin kontrolündeki finansal kurumlardan geliyor.Örneğin doğrudan Alman hükümetinin kontrolündeki Yatırım Bankası GTZ’den altyapı yatırımları için kredi kullanan bazı belediyeler olduğu biliniyor. Aynı şekilde yine hükümet kuruluşu olan Almanya ithalat sigortası kurumu niteliğinde ve tıpkı bizim Eximbank gibi ihracatı teşvik amaçlı bir kurum niteliğindeki KWF’den ithalat kredisi kullanan belediyeler de var.Bu da son derece doğal. Belediyelerin altyapı yatırım projeleri için yabancı finans kurumlarından kredi alması, kullanması ne ayıp ne de suç. Sözkonusu iki kurumdan bugün belki sadece yerel yönetimler kredi kullanıyor, ama geçmişte, özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde defalarca hükümetler de bu kurumlardan kredi alıp kullandılar.Ve bugün hiçbir belediye de bu kredileri canının istediği gibi, kendi başına buyruk ve paranın bir bölümü de PKK’ya gidecek şekilde kullanım imkanına sahip değil.Herhangi bir belediyenin sözkonusu Alman kredi kurumlarından kredi alabilmesi için önce proje hazırlaması gerek. Bu projenin DPT Müsteşarlığı Bölgesel Gelişme ve Uyum Genel Müdürlüğü’nün onayını alması şart. Hükümetin bu kredi üzerindeki kontrol ve denetimi bununla da sınırlı değil. Sözkonusu kredinin miktarı, niteliği ve uygunluğuna Hazine Müsteşarlığı’nın da vize vermesi lazım. Hazine aynı zamanda bu kredinin garantörü de olmak durumunda.Şimdi Başbakan Erdoğan’ın ısrarla arkasında durduğu iddia doğru ise -ki Başbakan söylediğine göre doğru kabul etmek gerekiyor- o zaman şu iki soru nasıl yanıtlanacak:1. Merkezi idarenin, yani hükümetin bu kadar sıkı kontrolüne bağlı bir kredi mekanizmasının kötüye kullanılıp, bu paraların bir bölümü acaba PKK’ya nasıl gönderilebiliyor?2. GTZ veya KWF “Verdiğim kredinin şu kadarını PKK’ya ödeyeceksiniz” diye koşul mu koyuyor kredi sözleşmesine?Aslında BDP’nin kontrolündeki bazı belediyelerden PKK’ya para aktarıldığı iddiası yeni değil. Olabilir, bu ayrı bir usulsüzlük ve suç. Bu konuda gerçeği aydınlatacak olan da yargı. Fakat şimdi bu konuda hedefi genişleterek, CHP’li belediyeleri ve daha da önemlisi Alman hükümet kurumlarını da “suç ortağı” olarak işin içine katarak, bu iddiayı Başbakan Erdoğan’ın dile getirmesi önemli.Erdoğan’ın bu iddiasının CHP ve BDP ile iktidar arasında yeni bir gerilim ve çatışma konusu yarattığına kuşku yok. Ama olay bununla da sınırlı kalmayabilir. Alman Hükümeti’nin kontrolündeki kredi kurumlarının belediyeler aracılığı ile PKK’yı fonladığı iddiası, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerde de sıkıntı yaratabilir.

Devamını Oku

Gül yeni anayasa için temel çerçeveyi çizdi...

1 Ekim 2011

Meclis’te dün yapılan tören aslında yeni yasama yılının başlangıcı içindi. Fakat 12 Haziran’da oluşan yeni Meclis ilk defa dün BDP’lilerin de yemin etmesiyle tam olarak toplanabildi.Aslında hala eksiği var. Hala 12 Haziran’da seçilen 8 milletvekili Ergenekon ve KCK davaları nedeniyle tutuklu oldukları için cezaevlerinde.Bu durum Meclis’in, siyasetin, hukuk ve demokrasinin önemli bir sorunu olmaya devam ediyor.Buna rağmen dün, yeni yasama dönemi, Haziran döneminin aksine, gerginliklerden uzak, uzlaşı havasının ön planda olduğu büyük umutlarla başladı.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açış konuşması önemliydi. Bütün siyasi partilere, kurumlara ve topluma çok önemli mesajlar var konuşmada.Sıradan bir protokol konuşması yapmadı Cumhurbaşkanı. Aksine yeni anayasanın nasıl yapılması ve nasıl olması gerektiğinden, terör ve terörle mücadeleye, ekonomiden dış politikaya kadar ülke gündeminin ön sıralarında olan hemen her konuda altının çizilmesi gereken mesajlar verdi.Örneğin yeni anayasa...Yeni anayasa yapmanın olmazsa olmaz koşulunun, siyasal ve toplumsal uzlaşma olduğuna dikkati çekti Cumhurbaşkanı Gül. Bu konuda çizdiği temel çerçeve şöyle özetlenebilir:- Yeni anayasa hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır.-Özgürlükçü bir zihniyetle hazırlanmalıdır.- Cumhuriyetimizin temel niteliklerinden taviz vermeyen bir anayasa olmalıdır.Meclis, Başbakan Erdoğan’ın da daha önce dile getirdiği gibi yeni anayasa konusunda hızlı bir çalışma temposu içine girip 9 ayda yeni anayasayı yapabilir mi?Teorik olarak yapabilir. Çünkü ilk gün konuşmalarına bakıldığında, “özgürlükçü yeni anayasa” bütün siyasi parti liderlerinin ve sözcülerinin birleştikleri ortak nokta.Temelde bir ayrılık yok. AKP, CHP, MHP ve BDP bütün siyasi partilerin ortak hedefi ve talebi bu.Ve Kürt meselesi de dahil olmak üzere ülkenin yaşadığı bütün temel sorunların çözümü yeni anayasaya bağlanıyor.Fakat iş ayrıntılara geldiğinde acaba partiler arasındaki bu görüş ve anlayış birliği sürdürülebilecek mi?Çok kolay değil.Örneğin Kürt meselesinin yeni anayasa ile çözümü nasıl olacak? Cumhuriyetin temel nitelikleri, kuruluş felsefesinin dayandığı temel olan “Tek devlet, tek millet” anlayışı korunarak BDP’nin talepleri nasıl karşılanacak?Demokratik özerklik talebi, “devletin birliği” anlayışını zedelemeden yerel yönetimlere kısmi özerklik verilerek karşılanabilecek mi?Aynı şekilde vatandaşlık tarifi ve “anadilde eğitim” talebi “tek millet” anlayışı zedelenmeksizin çözüme kavuşturulabilecek mi?Kolay değil. Eğer partilerarası müzakerelere bu kritik konularla başlanırsa projenin daha başından çıkmaza girmesi ihtimali çok yüksek.Fakat, öncelik bütün partilerin üzerinde anlaşabilecekleri temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi noktasına verilir, kritik maddeler en sona bırakılırsa belki.Yine Cumhurbaşkanı Gül’ün dün söylediği yeni anayasanın “özgürlükçü ve esnek karaktere” sahip olması vurgusu dikkate alınırsa, kritik maddelerde uygulanacak “esneklik” formülü uzlaşmayı ve çözümü kolaylaştırabilir.Bu arada önemli bir nokta da tutuklu milletvekilleri sorunu. Bu sorunun aşılmasında iktidar partisinin yaklaşımı, girişimleri büyük önem taşıyor. İktidar-muhalefet ilişkilerinin geleceği bakımından AKP’nin bu konuda çözüme dönük girişimleri, bir anlamda geleceğe dönük uzlaşılar için güven artırıcı adımlar niteliğinde olacak gibi.

Devamını Oku

Partiler tamam vekiller eksik...

28 Eylül 2011

Tıpkı ağa ile kahyanın hikayesinde olduğu gibi CHP’nin yemin boykotunun ardından 1 Ekim’de BDP’nin Meclis boykotu da sona eriyor.11 Haziran seçimlerinde oluşan yeni parlamento 1 Ekim Cumartesi günü nihayet bütün siyasi partilerin katılımıyla toplanabilecek.Ama hala bir eksiği olacak.Meclis’e bütün partiler katılacak ama ne yazık ki parlamento 8 eksikle toplanacak. Çünkü 5’i BDP’li, 2’si CHP’li ve 1’i de MHP’li olmak üzere toplam 8 milletvekili cezaevlerinde tutuklu oldukları için Genel Kurul’a katılamayacak.Bu Türkiye’de ilk kez oluyor. İlk kez bu dönemde “özel yetkili” mahkemelerin yargıçları toplumun büyük bölümünün beklentisinin aksine tutuklu milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılabilmelerine izin vermiyor. Klasik, bilinen gerekçeyle... Yani, “delilleri karartma ve kaçma şüphesi” ile.Aslında örneğin CHP Milletvekili Mustafa Balbay 938 gündür Silivri cezaevinde tutuluyor (214 günden beri de tek başına hücrede). Acaba bugüne kadar polisin, savcının toplayamadığı hangi delili karartacak Balbay? Soru, aynı şekilde Mehmet Haberal veya diğer tutuklu milletvekilleri için de kuşkusuz geçerli.Mahkemelerin inatla direnmesini anlayabilmek mümkün değil. Tabii zayıf da olsa bir ihtimal var. Yarın yapılacak olan Ergenekon duruşması. Mahkeme heyeti yarın acaba kararını yeniden gözden geçirme ihtiyacı duyar mı?Eğer Silivri’den yarın olumlu bir karar çıkarsa orada tutuklu milletvekilleri salıverilirse, bu karar Diyarbakır’ı da etkiler. Belki Diyarbakır’daki özel yetkili mahkeme de KCK davasından tutuklu BDP’li vekilleri Meclis’e gönderebilir.Zayıf da olsa böyle bir ihtimal var.Ve eğer bu ihtimal gerçekleşirse toplumsal gerilimi düşürür, siyasette ihtiyaç duyulan yumuşama dönemine katkı sağlayabilir.Bu yönde ortaya çıkabilecek olumlu bir gelişme, büyük umut bağlanan anayasa değişikliği çalışmalarını etkileyebilir.İktidar partisi anayasa değişikliği için iki gündür muhalefet turunda. Dün MHP ile görüştüler, bugün de CHP ile görüşecekler. Belki yarın veya 1 Ekim’den sonra BDP ile de görüşecekler.Bu görüşmeler elbette sorunsuz geçiyor. Çünkü henüz işin esasına girilmiyor. Sadece temenniler paylaşılıyor.Ama uzlaşma komisyonu oluşup işin esasına girildiğinde ne olacak?O noktada da beklenti iyimser. İşin yüzde 90 - 95’inde sorun çıkmayacağı bekleniyor.Zaten kritik olan anayasadaki o yüzde 5 veya 10’luk bölüm. Daha da önemlisi anayasanın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyen maddelerine dokunmadan BDP’nin taleplerinin nasıl karşılanacağı önemli. “Tek millet” esası bozulmadan Kürt tarifinin nasıl yapılacağı. Anadilde eğitim talebinin nasıl karşılanacağı, üniter yapıya aykırı olmayacak bir özerklik tanımının yapılıp yapılamayacağı önem kazanıyor.Ki bunlar BDP ile ilgili olan kısım. Bir de iktidarla muhalefetin tümü arasında sorun olmaya aday yargı ve yüksek yargı konusu var. Bir yıl önce yapılan anayasa değişikliği ile “reform” adı altında yeniden düzenlenen yargı ve yüksek yargı bu çalışmalarda partilerarası uzlaşmayı dinamitlemeye aday konuların başında geliyor.Acaba bir formül bulunabilecek mi?

Devamını Oku

Başbakan’ın PKK’ya gönderdiği ikinci temsilci kim?

27 Eylül 2011

Ya Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk yanılıyor ya da PKK ile yapılan gizli görüşmeler için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yanısıra görevlendirdiği ikinci bir üst düzey temsilci var.PKK terör örgütü yöneticileri ile Oslo’da yapılan pazarlık görüşmelerinin ses kaydının kamuoyuna yansıması ile birlikte ortaya dökülen bazı bilgiler, gizli görüşmelerin sırlarını sır olmaktan çıkarmaya başlamıştı. En önemli unsur kuşkusuz şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı iken siyasi otoritenin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla pazarlık görüşmelerine katıldığının ortaya çıkmasıydı.Ancak, Van Milletvekili Aysel Tuğluk’un Taraf gazetesinin önceki günkü sayısında yayınlanan mektubunda çok önemli bir başka unsur yer alıyor.Aysel Tuğluk, MİT - PKK gizli görüşmelerinin 2006 yılında başladığını ve 2011 yılı ortalarına kadar inişli çıkışlı devam ettiğini söylüyor.Aysel Tuğluk mektubunun bir yerinde aynen şunları söylüyor:“... Burada önemli dönemeç, 2010 Temmuz itibariyle birlikte görüşme heyetine, siyasi iradenin temsilcisinin de katılımıdır. Eğer nitelikli görüşmeden bahsedilecekse bunun miladı sözkonusu tarihtir (Temmuz 2010)...”Tuğluk’un sözünü ettiği “siyasi iradenin temsilcisi” kim? Bu mektup yayınlanıncaya kadar bilinen Hakan Fidan idi.Çünkü Oslo görüşmelerinin kayıtlarında Başbakan’ı temsilen masada olduğunu kendisi söylüyor Fidan.Ancak o görüşme kayıtlarındaki konuşmalar, bunun tarihinin 2010 yılı Mart ayı olduğunu düşündürüyor. Çünkü o konuşmalarda Fidan’ın Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olduğu vurgulanıyor, ayrıca dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında muhalefetin verdiği gensorudan sözediliyor. Gensorunun veriliş tarihi 17 Şubat 2010. Fidan’ın Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevi ise 17 Nisan 2010’da sona eriyor. Yani bu görüşme en geç 17 Nisan 2010’da yapılmış.Tuğluk ise “Temmuz 2010” diyor.O zaman üç ihtimal var:1. Bir süre Hakan Fidan’ın da katıldığı görüşmelerde terörün bitirilebileceği yönünde kuvvetli bir ihtimal doğduğunu anlayınca Başbakan Erdoğan daha üst düzeyde bir temsilci görevlendirme kararına vardı. Yakın bir üst düzey danışmanını veya parti yöneticisini görüşme ekibine dahil etti.2. Aysel Tuğluk tarih konusunda yanılıyor.3. Tuğluk sadece İmralı’da Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeleri dikkate alıyor ve Hakan Fidan da 27 Mayıs 2010 tarihinde MİT Müsteşarlığı’na atandıktan sonra Temmuz 2010’da İmralı’ya gidip Öcalan’a tıpkı Oslo’da diğer PKK yöneticilerine söylediği gibi siyasi otoritenin temsilcisi olarak görüşmeye geldiğini söylüyor.Acaba hangi şık doğru?Bu görüşme ve görüşmeyle hükümet bağlantısı, görüşmecilerin devlet adına mı siyasi iktidar adına mı bu pazarlıkları yaptıkları daha çok konuşulacak.Belki fazlası da konuşulup tartışılacak.Çünkü yine Aysel Tuğluk’un mektubunda yer alan protokoller meselesi var; bu pazarlık görüşmelerinin ardından üç önemli protokol hazırlanıp hükümete sunulduğunu kaydediyor.Acaba o protokollerde neler var?Örneğin PKK’nın silah bırakması hangi koşullara bağlanıyor? Af meselesi nasıl ele alınıyor? Öcalan’ın durumunda ne gibi değişiklikler öngörülüyor? Özerklik ve anadilde eğitim konularında nasıl bir çerçeve çiziliyor?Bunlar son derece önemli ve kritik konular.Aysel Tuğluk şimdi bu protokollerin kamuoyuna açıklanması çağrısı yapıyor.Önümüzdeki günlerde sözkonusu protokollerin bir internet sitesinde yayınlanması sürpriz olmaz...Bir yandan bu tartışmalar, diğer yandan terör ve sınır ötesi operasyon tartışmaları hiç kuşku yok ki ülkenin bir numaralı gündemi olmaya devam edecek. Bu kesin. Ama bu arada gizli görüşmecilerin “barış ve çözüm” için yeniden masaya oturması da sürpriz olmamalı.

Devamını Oku

Önemli olan müzakerenin nasıl yürütüleceği?

26 Eylül 2011

Kamuoyu ve siyaset dünyası, dünkü gazete manşetlerini süsleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın terörle ilgili sözlerini tartışıyor.“Siyasi ayakla müzakere, terör örgütüyle mücadele” diyor Başbakan.“Siyasi ayak” dediği BDP veya DTK (Demokratik Toplum kongresi) olsa gerek. Terör örgütü de PKK...Aslında “terör örgütüyle mücadele sürecek” sözü pek bir anlam taşımıyor. Bu mücadeleyi çeyrek asırdan fazla bir süreden beri zaten yürütüyor Türkiye. Gelinen nokta ise ortada... Yıllardır sürdürülen bu mücadelede Türkiye binlerce şehit verdi, binlerce vatandaşı teröre kurban gitti. Bu arada 30 binin üstünde terör örgütü militanı etkisiz hale getirildi. Yani öldürüldü. Ama terör durmadı; kan dökmeye can almaya devam ediyor PKK terörü. Hem de giderek tırmanıyor.Demek ki ya stratejide ya da uygulanan yöntemde bir eksiklik, yanlışlık var.Şimdi sürdürülecek olan bu mücadelede strateji değişikliği mi olacak, yöntem mi değişecek, belli değil. Başbakan Erdoğan’ın, bazı bakanların ve iktidar sözcülerinin ifadelerinden çıkan şonuç şu: Tırmanan teröre karşı çok sert bir cevap verilecek. Ülke içindeki terör yuvalarına karşı etkili temizlik operasyonları düzenlenecek. Gerekirse (muhtemelen önümüzdeki bir iki ay içinde) Kuzey Irak’a yönelik olarak kapsamlı bir kara harekatı düzenlenecek.Ardından veya buna paralel olarak da Başbakan Erdoğan’ın Washington dönüşü belirttiği önemli aşamaya geçilecek. Yani “siyasi ayakla müzakere”ye... Başbakan’ın “siyasi ayak”tan kastı BDP olduğuna göre, demek ki önümüzdeki süreçte bir yandan teröre karşı askeri operasyonlar yoğunlaştırılırken diğer yandan da BDP ile yaratılacak bir görüşme ve müzakere zemininde akan kanın nasıl durdurulabileceği konuşulacak.BDP boykotu bitiriyorTabii ki bu görüşme zemininin oluşabilmesi için önce BDP’nin boykotu bitirip Meclis’e gelmesi, yemin edip genel kurul çalışmalarına başlayabilmesi gerekiyor. Ki, BDP de artık boykotu bitirme noktasına gelmiş durumda. Ama onurlu bir dönüş için BDP, iktidarın en azından ifade özgürlüğünün önündeki bazı engellerin kaldırılması, Terörle Mücadelesi Yasası’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması yönünde bir taahhütte bulunmasını bekliyor.AKP dönüş için CHP’ye yaptığı gibi BDP’ye el uzatacak mı uzatmayacak mı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak.Ancak bugünkü havaya bakıldığında BDP her halükârda Meclis’e dönecek, yemin edecek. 1 Ekim’de veya olmazsa 4 veya 5 Ekim’de.İşte o aşamadan sonra “siyasi ayakla müzakere” önem kazanacak.TBMM’nin 1 Ekim’de başlayacak olan yeni yasama döneminde bir numaralı gündem anayasa olacak gibi gözüküyor ama anayasa hazırlıklarının da önüne geçecek olan asıl olay BDP ile yürütülecek müzakereler olabilir.Eğer uygun zemin hazırlanıp başlatılabilirse bu müzakerelerin esası Türkiye’nin 30 yıla yakın zamandır uğraştığı terör belasından kurtulabilmesinin yolunu açacak. Artık iç içe olduğu genel kabul gören Kürt meselesi ve terör sorunu bütün yönleriyle ele alınacak. Kürt meselesinin çözümüne dönük olarak bugüne kadar yapılanlara ek olarak ne gibi yeni adımlar atılabileceği; Türkiye’nin nasıl bir özerkliği kabul edebileceği, anadilde eğitime nasıl bir formül bulunabileceği, bu müzakerelerin can alıcı gündem maddelerini oluşturacak.Tabii ki bu arada önce silahların susması, ardından da terör örgütünün silah bırakması ve hatta af konusu da gündeme gelebilir.Yeter ki müzakere süreci açılabilsin. Terör örgütü yöneticileri ile doğrudan yapılan gizli görüşmelerin açamadığı barış ve kardeşlik kapısını bu görüşmeler açabilir. Ama bugünden yarına değil. Zaten bütün taraflar biliyor ki bu son derece zorlu, riskli ve çetrefil bir süreç...

Devamını Oku

Terör niye tırmandı?

21 Eylül 2011

TSK’da komuta kademesinin yenilenmesinin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında üst üste ‘Terörle Mücadele zirvesi’ toplantıları yapılıyor. Yeni bir strateji, yeni bazı kararlar ve önlemler üzerinde duruluyor. Diğer yanda da Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın koordinatörlüğünde yürütülen açılım ve demokratikleşme hazırlıkları devam ediyor. Fakat şu anda önceliğin askeri ve güvenlik tedbirlerine kaydığı anlaşılıyor. TSK bünyesindeki iyi yetişmiş komando birliklerinin kırsaldaki operasyonları yoğunlaştırılıyor. Bugün onbinlerce asker Güneydoğu dağlarında gece gündüz terörist kovalıyor. Ülke sınırları içinde tesbit edilen terörist yuvaları, kışlık mağara barınakları teker teker imha ediliyor. Uçaklar Irak’ın kuzeyindeki serbest terör üslerinde sürekli olarak keşif uçuşu yapıyor. 17 Ağustos’tan beri aralıksız devam eden hava operasyonları ile örgüt kampları, kontrol noktaları, cephane ve mühimmat depoları bombalanıyor.Ve öldürücü darbe için Kuzey Irak’a yapılması muhtemel kara operasyonu için de hazırlıklar iki farklı çerçevede devam ediyor. Birincisi askeri hazırlıklar. İkincisi ise diplomasi. Merkezi Irak hükümeti ile Kuzey Irak’taki Kürdistan özerk yönetimi ile (Barzani) ve en önemlisi de ABD yönetimi ile bu konudaki mutabakat görüşmelerinin olumlu bir noktaya geldiği söyleniyor.Bu hazırlıklar, operasyonlar yürütülüyor ama öte yandan PKK da terörü günden güne tırmandırıyor. Sadece önceki gün meydana gelen terör bilançosu şu: Ankara’nın göbeğinde Kızılay’daki Devlet Mahallesinde, Başbakanlığın üçyüz metre uzağında bomba patlıyor, 3 kişi hayatını kaybediyor, onlarca yaralı...Güney Ekspresi’nde bomba olduğu ihbarı (veya istihbaratı) alınıyor, yapılan aramada trende bomba bulunuyor.Siirt’te bir otomobile teröristlerce önce el bombası atılıyor, sonra taranıyor 4 genç kadın hayatını kaybediyor...Teröristler Bitlis’te Polis Okulu’na saldırıyor, 1 öğrenci şehit ve 6 yaralı... Bu tablo vahim. Tam da büyük örgüte nihai darbeyi indirmek için büyük operasyon hazırlıklarının yapıldığı, örgütün “sıkıştı” dendiği bir dönemde terördeki bu tırmanış ne anlama geliyor? Resmi tespit ve değerlendirmelerin özeti şu: “Örgüt yolun sonunu görüyor. Dış destekleri birer birer kesiliyor. Barzani yönetimindeki tutum değişikliğinin farkında. ‘Terör ağaları’ Kuzey Irak’ta daha fazla barınamayacaklarının farkına vardılar. Başlarına ağır bir balyoz ineceğini tahmin ediyorlar.O nedenle şimdi can havliyle saldırıyorlar. Terörü tırmandırıp, metropollerde dehşet havası estirmek istiyorlar. Bu dehşet havasından yararlanarak bir süre sonra da ateşkes çağrısı yapmaya hazırlanıyorlar. Böylelikle büyük operasyondan kurtulabileceklerini, zaman kazanabileceklerini umuyor olabilirler...”Peki yeni bir ateşkes, eylemsizlik dönemi olabilir mi? Yakın gelecekte olası gözükmüyor. Çünkü hükümet ve güvenlik birimleri bu kez bölücü örgüt PKK koşulsuz silah bırakma noktasına gelinceye kadar etkili operasyonları sürdürmeye kararlı. Önümüzdeki bir kaç ay içinde, 27 yıldan beri devam eden PKK ile mücadele sürecinde çok farklı ve sürpriz gelişmeler, çok daha sert ve etkili operasyonlar görebiliriz.

Devamını Oku