Gündemin siyaset dışına kaymasında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın rahatsızlığı ve on günden beri istirahatte olmasının da etkisi kuşkusuz büyük. Erdoğan Ankara’da, direksiyon başında olsaydı gündemi şimdiye çoktan değiştirirdi.
Geçen hafta sonunda önce şike iddianamesinin “yarın açıklanacağı” duyurusunun yapılması, ertesi gün de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün veto haberinin gelmesi spor ve siyaset dünyasını sarstı.
Şimdi Türkiye yeniden futbolda kaosu ve Cumhurbaşkanının vetosunu tartışıyor.
Cumhurbaşkanı yasayı veto gerekçesini yazılı olarak açıkladı. Ancak dün soru üzerine bir de sözlü açıklama yapma ihtiyacı duydu.
Tüm hararetiyle, sertliği ile devam eden “Dersim” tartışması siyasetin ana gündemine oturmuş durumda.
Başbakan Erdoğan önceki gün ilan ettiği gibi, dün partisinin il başkanları toplantısında belgelerin bir kısmını açıkladı.
Bazı belgeleri gösteren Erdoğan katliamın bilançosunu da verdi:
Sanırsınız ki gündem kıtlığı var da yeni polemik konuları arıyor siyasi parti liderleri. Ülkede her şey güllük gülistanlık, tartışacak mesele kalmamış, o yüzden tarih sayfalarını karıştırıyorlar.
Ve 75 yıl önceki olay tartışma gündeminin ilk sırasına oturtuluyor.
Dersim elbette tartışılabilir. Tartışılıyor da zaten. Bu tartışmayı 70 yıldır yapıyor Türkiye. Ama siyaset en üst düzeyde ilk defa müdahil oluyor tartışmaya.
İlk defa Başbakan tartışmada taraf oluyor. Son günlerde iktidarla anamuhalefet partisi CHP arasındaki Dersim polemiği giderek sertleşiyor.
CHP’de suların durulacağını, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki partinin, barış içinde, uyumlu ve kenetlenmiş biçimde koşar adım iktidara yürüyeceğini zaten kimse beklemiyordu. Bu zaten CHP’liliğin genel karakterine de, CHP’li sosyal demokratların siyaset yapma biçimine de uygun düşmüyordu.
Parti içindeki hoşnutsuzluklar, homurdanmalar, mutsuzluklar, gruplaşmalar CHP’de öteden beri vardı. Ama önce seçim ve ardından yemin boykotu sırasında Genel Başkan ve parti yönetimini zora düşürmemek kaygıları ile yüksek sesle dile getirilmeyen eleştiriler, şimdi yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.
Şimdiki durum, henüz Kılıçdaroğlu ve ekibine karşı bayrak açma noktasına gelmiş değil. Şu an herkesin gidişattan memnuniyetsizlik ifade ettiği bir ortam var CHP’de.
Bir de parti içi grupların hazırlıkları, safları sıklaştırma taktikleri ön plana çıkıyor.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, doğal olarak gündelik protokol işleriyle de meşgul, Meclis Genel Kurulu’ndaki kavgalarla da Kamer Genç’in itilerek kürsüden indirilmesiylede. Ama asıl gündemi, asıl önceliği yeni anayasa. Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarının gündelik siyasi gerilimlerle aksamamasına büyük özen gösteriyor. En büyük kaygısı iç siyasette partiler ve liderler arasında giderek tırmanan gerilimin komisyona yansıması. Komisyonu bu tartışmaların sıcak atmosferi dışında tutmaya çalışıyor. Çiçek, yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili sorularımızı şöyle yanıtladı:
31 Aralık’a kadar süre var
- Siyasi partiler arasındaki gerilim, Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarını etkiliyor mu?
Şu ana kadar bu çerçevede belli bir mesafe aldık ve belli bir çalışmayı ortaya koyduk. Tabiatıyla anayasa gibi zaten özünde zorlukları olan bir düzenlemenin yapılabilmesi için siyasi ortamın olabildiğince müsait olması lazım. Dışarıdaki her türlü sıkıntı, gerginlik şu veya bu şekilde etki edebilir. Orada görev yapan benimle birlikte 13 kişi elbette bu tartışmaları takip ediyoruz. Bu görevi yaparken mümkün olduğu kadar bu şartların dışında kendimizi mütalaa etmemiz lazım. İkinci zorluk buradadır. Orada da benim düşündüğüm şey; bu tartışmalar kamuoyunda yapılıyor yapılacaktır. Buna kimse engel olamaz. Ama bu tartışmalara cevap olacak partilerin organları var, yetkili şahısları var. Bu tartışmaları onlar sürdürebilir. Bizim o tartışmaların dışında milletimizin beklentisi ve parti liderlerimizin mutabakatıyla oluşan bir komisyonda görevimizi bütün bu zorluklara rağmen yapmamız gerekiyor. Bu noktada da fazla bir seçeneğimiz yoktur. 30 yıldır birlikte şikayet ettiğimiz bir anayasa. İlk defa bir fırsat çıkmış. Yüzde 95 halk temsili var, 4 parti Meclis’te, değiştirebilirim bu anayasayı, diye irade ortaya koymuş. Biz bunu neticelendiremezsek o zaman şikayet ettiğimiz bu anayasa ile Türkiye yoluna ne kadar devam edebilirse o kadar devam eder; ne sıkıntılar çekildiği de ortadadır. O zaman siyaset kurumunun bu anayasadan çok fazla şikayet etme hakkı kalmaz. O zaman derler ki; değiştirseydiniz, yüzde 95 temsiliniz var, hepiniz bir araya geldiniz, ‘değiştireceğiz’ dediniz, ‘neden değiştirmediniz’ diye vatandaş bizlere sorar, Fazla alternatifimiz yok. Bazen ortam gergin olur, bazen sükunet... Bütün bu zorluklarla bizim bu anayasayı yapmamız lazım. Sadece komisyondaki 12, ben dahil 13 kişiye görev düşmüyor. Tabiatıyla en evvel siyasi partilerimize görev düşüyor. STK’lara meslek örgütlerine büyük görev düşüyor. Onlar da bütün bu şartlara rağmen eğer olumsuz kabul ediliyorsa bugünkü gelişmeler, görüşlerini ortaya koymalı, sürecin takipçisi olmalı, yeri geldiğinde de gereğini yapmayanlara tavır koyabilmelidir.
Ankara - Şam ilişkileri bir süredir çok gergin. Şam’daki büyükelçiliğimiz ve bazı temsilciliklerimize yönelik saldırılar, bayrak yakma eylemleri gerginliği iyice tırmandırmış durumda.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun önceki gün yaptığı sert açıklamaların ardından dün de Başbakan Tayyip Erdoğan Suriye yönetimini çok ağır ifadelerle eleştirdi.
Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısındaki konuşmasında bir zamanlar bölgedeki en yakın dostlarından biri olan Beşşar Esad’ı tam anlamıyla defterden sildi.
Erdoğan, “Beşşar, zulüm ile abad olunmaz. Tarih bu tür liderleri kanla beslenen liderler olarak anar. Sen de o sayfayı açmaya doğru gidiyorsun” diyerek eski dostunun adının üstüne kalın bir çarpı işareti koydu.
VAN’I TAŞIMA PLANI...
Van’da deprem sonrası yaşam koşulları günden güne ağırlaşıyor. Çadırlarda yaşam mücadelesi veren insanların çektikleri sıkıntı bölgede gece ısının eksi 8 derecelere düşmesiyle tam anlamıyla drama dönüşmüş durumda.
Kış koşullarına bağlı olarak zorlaşan yaşam herkesi endişelendiriyor. Salgın hastalık riski çok yükselmiş durumda. Özellikle bebek ve çocuklar için çadırda yaşam savaşının çok zorlaştığı, yüzlerce çocuğun zatürre riskiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
Düne kadar sorun, bölge yeterli çadırın gelip gelmemesiydi. Şimdi ise çadır eksikliği hala devam ediyor ama artık çadırın sorunu çözmeyeceği de görülmüş durumda.
Her dönemin en tartışmalı bakanlıklarından biri olageldi Milli Eğitim Bakanlığı. Şimdi de öyle.
Ömer Dinçer’in Bakanlık koltuğuna oturması ve yeni eğitim yılına hızlı bir başlangıç yapmasıyla bazı kesimlerde, “Milli eğitim nereye götürülüyor?” sorusu sıkça soruluyor.
Atılan en basit, en ufak adımdan derin anlamlar çıkarılıp, eğitimin milli karakteri, Cumhuriyetin temel ilkeleri aşındırılıyor mu, aşındırılmıyor mu, üzerine analizler yapılıyor.
Aslında eğitim sisteminin gittiği yer ve yön konusunda kimsenin kaygıya kapılmasına gerek yok. Milli eğitim, ülkenin ulusal politika ekseninden farklı bir yere gitmiyor.