Milli Eğitim nereye gidiyor?

Haberin Devamı

Her dönemin en tartışmalı bakanlıklarından biri olageldi Milli Eğitim Bakanlığı. Şimdi de öyle.

Ömer Dinçer’in Bakanlık koltuğuna oturması ve yeni eğitim yılına hızlı bir başlangıç yapmasıyla bazı kesimlerde, “Milli eğitim nereye götürülüyor?” sorusu sıkça soruluyor.

Atılan en basit, en ufak adımdan derin anlamlar çıkarılıp, eğitimin milli karakteri, Cumhuriyetin temel ilkeleri aşındırılıyor mu, aşındırılmıyor mu, üzerine analizler yapılıyor.

Aslında eğitim sisteminin gittiği yer ve yön konusunda kimsenin kaygıya kapılmasına gerek yok. Milli eğitim, ülkenin ulusal politika ekseninden farklı bir yere gitmiyor.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in yapmaya çalıştığı, eğitim, öğretim ve özellikle de öğretmen kalitesinin yükseltilmesi, sistemdeki temel sorun noktalarının çözümüne dönük hazırlıkları adım adım hayata geçirmekten ibaret.

Van’da yaşanan deprem felaketinin ardından Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in mesaisinin önemli bölümünü de bu sorun işgal ediyor. 14 Kasım’da yeniden başlayacak olan eğitimin aksaksız devam etmesi. Deprem’de hayatını kaybeden ve yaralanan öğretmenlerin anısının yaşatılması. Hasar gören okulların yenilenmesi ve yeni öğretmen atamaları gibi...

Önceki gün muhabirimiz Kıvanç El ile birlikte ziyaret ettiğimiz Bakan Dinçer’le uzunca bir sohbet imkanımız oldu.

Çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle Milli Eğitim Bakanlığı’nın organizasyon yapısında köklü bazı düzenlemeler yapılmış, yeni eğitim yılı da bazı yeni düzenlemelerle başlamıştı.

Yapılan bu düzenlemeler ve kısa dönemde yapılması planlananlar yeni bir “reform” diye adlandırılabilir mi?

“Hayır” diye itiraz ediyor Bakan Dinçer ve ekliyor:

“Reform zihniyette olur, araçlarda, stratejide olur. Ben bugüne kadar yaptıklarımızı reform diye adlandırmıyorum. Biz eğitimi geliştirmeyi amaçlayan bir altyapı hazırlıyoruz..”

Bakan Dinçer muhtemelen sistemde görülen temel aksaklıkları gidermekten başlayarak adım adım ilerlemeyi planlıyor. Önceliği organizasyon yapısının rasyonalleştirilmesine ve teknik altyapının güçlendirilmesine vermiş durumda.

Peki milli eğitim sisteminin köklü bir reforma ihtiyacı yok mu?

Bu ihtiyacın olduğu öteden beri söyleniyor, tartışılıyor. Ama bu çok da kolay bir iş değil. Her yöne çekilebilecek, hatta rejim sorunu haline bile dönüştürülebilecek nazik konular var. Şimdilik bunlarla meşgul değil Dinçer.

Reform gerekmiyor mu?

Elbette gerekiyor.

Örneğin Dinçer’in dile getirdiği öğretmen niteliğinin yükseltilmesi için yapılması gerekenler ciddi bir reform hamlesi olarak değerlendirilebilir. Bu noktada acaba eğitim fakülteleri kapatılıp, öğretmen olabilmek için 4 yıllık yükseköğretim programının üzerine iki yıllık pedagojik lisans üstü eğitim koşulu mu getirilecek?

Bu formülün önümüzdeki günlerde tartışmaya açılabileceği anlaşılıyor.

Tabii ki reform deyince akla hemen gelen bir başka soru şu:

İlk ve ortaöğretimde müfredatta köklü değişiklik yapılabilecek mi?

“Sorunlu bir alan. Vakti geldiğince çözeceğiz” demekle yetiniyor Dinçer.

İlkokullarda tüm öğrencilere ezberletilen ve her sabah okutulan “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” diye başlayan “Andımız değişecek mi? Milli Güvenlik Dersi kalkacak mı?” gibi hassas konulardaki sorulara yanıt bile vermiyor Dinçer.

Anadilde eğitim ve Kürtçe seçmeli ders sorularını ise, “Ulusal politikamız neyse biz onu takip ederiz” diye geçiştiriyor.

Özetle Dinçer ayakları yere basmayan, kutuplaşmaya ve tartışmaya açık konularla en azından şimdilik meşgul değil. Mevcut koşullarda eğitim sisteminin daha verimli, daha kaliteli işleyebilmesi için pratik adımlar atıyor...

DİĞER YENİ YAZILAR