Adalet ne kadar “adil” tartışması...

1 Kasım 2011

Darbe ve sıkıyönetim dönemleri dışında yargının bu kadar yoğun siyasi tartışma konusu olduğu başka bir dönem herhalde yaşamamıştır Türkiye.Bugün siyasi tartışmaların, polemiklerin odağında çoğu zaman yargı ve yargı kararları oluyor. Özellikle de “özel yetkili” mahkeme ve savcılıkların uygulamaları.Ergenekon, Balyoz, KCK, Deniz Feneri...Siyasi tartışmaların merkezinde, tam anlamıyla siyasallaştırılmış davalar bunlar.Yüzlerce aydın, gazeteci, yazar emekli ve muvazzaf asker bu davalarda tutuklu.En önemlisi de ileri demokrasi için sivil anayasa hazırlıkları yürüten parlamentonun 8 üyesi bu davalar nedeniyle tutuklu oldukları için aylardır Meclis çalışmalarına katılamıyorlar.Yargı siyasi tartışmaların bu kadar içine çekildiği için ciddi bir güven erozyonu içinde.Haklı ya da haksız yere oluşan algılar vahim. Kamuoyunda oluşan en önemli algı, adalet mekanizmasının siyasi etki altında olduğu, siyasi otoritenin yargıyı yönlendirebildiği algısı. Yani adaletin “adil” işlemediği algısı.Deniz Feneri davası, Ergenekon, Balyoz Davaları ve KCK davaları ile kıyaslanıyor. Belki elma ile armut birbirine karıştırılıyor ama sonuçta toplumda bir algı oluşuyor; “Adalet adil işlemiyor”...Bu algı tehlikeli biçimde yaygınlaşıyor.Söz konusu tartışmalı siyasi yargılamalarda ortaya çıkan farklı uygulamalar, çelişkili kararlar bu algıyı günden güne pekiştiriyor.Örneğin 2007 seçimlerinde PKK davasında tutuklu yargılanmakta olan Sabahat Tuncel milletvekili seçiliyor. Seçimin ardından ilgili mahkeme karar veriyor: Tutukluluğun sona erdirilmesine...Tuncel, milletvekili seçildiğinin ertesi günü serbest bırakılıyor ve Meclis açıldığı gün yemin edip yasama görevine başlayabiliyor.2011 seçimlerinde üçü Ergenekon, 5’i de KCK davalarından tutuklu yargılanmakta olan toplam 8 kişi milletvekili seçiliyor. Beklenti tıpkı 2007’deki Tuncel kararı doğrultusunda sözkonusu milletvekilleri hakkında da ilgili mahkemelerin tutuksuzluk kararı vermeleri idi.Ama hayır.İlgili mahkemeler 8 milletvekilinin tutukluluğu konusunda hala ısrarlı.Ve bugün siyaseti, Meclis’i ciddi sıkıntıya sokan bir durum olmaya devam ediyor 8 muhalefet milletvekilinin tutukluluğu.Bardağı taşıran son örnek, Deniz Feneri davasında önce savcıların görevden el çektirilip haklarında soruşturma başlatılması. Ardından da tutuklu sanıkların tümünün serbest bırakılması.Deniz Feneri sanıkları ile ilgili olarak mahkemenin tutukluluğu sone erdiren kararının gerekçesinde, “Delillerin toplanmış olması, kaçma şüphesi bulunmaması ve suç vasfının değişme ihtimali”nden bahsediliyor.Yargı kararı üzerinden başlayan siyasi tartışmanın fitilini ateşleyen de bu gerekçe. Yani “Deliller toplandı, kaçma şüphesi yok” hükmü.Buradan yola çıkılarak deniyor ki:Milletvekili seçilen Mustafa Balbay, Mehmet Haberal üç yıla yakın süredir tutuklu. Bugüne kadar toplanamayan delil kaldı mı?Hayır...Kaçma şüpheleri mi var?Yok...O zaman milletvekilleri hala niye tutuklu?Bu durum, diğer milletvekilleri için de milletvekili olmayan diğer pek çok tutuklu için de geçerli.Sorunun makul, mantıklı ve adil yanıtı yok.

Devamını Oku

Depremde ölüm kader mi?

24 Ekim 2011

Richter ölçü birimine göre şiddeti 7,2 olarak ölçülen Van depreminde ölü sayısının 300’e yaklaşacağı, yaralı sayısının ise 1.000 civarında olduğu anlaşılıyor.Bu sayılara şükrediyor Türkiye...Çünkü, bundan daha hafif şiddetteki depremlerde bile daha çok can kayıpları yaşamıştı Türkiye. Yaşanan depremin şiddeti ortanın üstünde. Yıkım büyük ama can kaybının az oluşuyla teselli buluyoruz.Her şeye rağmen depremin gündüz vakti, öğle saatlerinde meydana gelmiş olması bir şans. İnsanların çoğunun evlerinde olmadığı bir saatte meydana geldi deprem. Şimdi herkes ona şükrediyor; ya bir de gece, uykuda bu depreme yakalansaydı insanlar?O zaman kayıp sayısı binlerle ifade ediliyor olacaktı...Artık şunu hepimiz çok iyi biliyoruz ki ülkemiz deprem kuşağında. Depremler, yaşadığımız bu coğrafyanın bir kaderi. Depremle yaşamayı öğreneceğiz. Deprem kader, bundan kaçış yok. Ama ya her depremde enkaz altında yüzlerce, binlerce insanımızın can vermesi..? O da mı kader?Yıllardır ilgililer, yetkililer, deprem profesörleri öyle olmadığını anlatmaya çalışıyor. “Deprem değil, kötü bina, kalitesiz, denetimsiz yapılaşma öldürür” diyerek uyarıyor, tedbir alınmasını istiyorlar.Özellikle de hafif ve orta şiddetli hemen her sarsıntının ardından Türkiye bu tür teknik konuları çokca konuşuyor.1999’daki Marmara depreminin acıları hala hafızalarda. İstanbul’da büyük deprem korkusu hala unutulmuş değil.Peki Türkiye yaşanan bunca acı tecrübeden ders çıkarmıyor mu?Çıkarıyor. Örneğin bu Van depremindeki kurtarma faaliyetleri, yardım faaliyetleri gerçekten övgüye değer. Kamu otoritesinin anında organize olabilmesi, arama kurtarma, barınma, yardım dağıtımı gibi faaliyetlerin saat gibi işlemiş olması son derece olumlu.Yabancı ülkelerin yardım tekliflerinin “teşekkür edilip” geri çevrilmesi de son derece olumlu. Türkiye’nin bunun yaratacağı maddi sıkıntıların altından kalkabileceğinin gösterilmiş olması olumlu.Özetle deprem sonrası için yapılabilecek faaliyetlerde hiçbir zaaf yok. Geçmişin acı tecrübelerinden çıkarılan derslerin önemi bu alanda kendini gösteriyor.Fakat depreme hazırlık sadece yıkımın sonrasında enkaz kaldırma, yaralıları kurtarma, ölüleri enkaz altından çıkarma, sağlık, barınma ve yiyecek yardımlarının koordinesinden mi ibaret?Elbette değil.Bu alanda başarılıyız ama asıl yapılması gerekenler konusunda ne yazık ki Türkiye yine sınıfta kalmış durumda.Depremde büyük yıkıma uğrayan Erciş ilçesinin deprem kuşağında olduğu bilinmiyor muydu?Biliniyordu. Artık aktif fay hatlarının hangi il ve ilçelerden geçtiğini toplum olarak hepimiz ezberledik.Bu yörelerde depreme karşı alınması gereken önlemler de biliniyor.Yapılar depreme dayanıklı, deprem yönetmeliğine uygun olacak...Yer seçimi uygun olacak. İnşaatta teknik ve idari denetim esas olacak. Uygun demir ve beton kullanılacak. 1999’da yürürlüğe giren deprem yönetmeliği tavizsiz uygulanacak.Ne yazık ki bunların hiçbirinin tam olarak uygulanamadığını Van depremindeki enkaz görüntüleri ortaya koyuyor.Demek ki bu konuda belediyelerin de hükümetlerin de görevini tam olarak yaptığı söylenemez.Acaba şimdi son ders, Van ve Erciş’te yaşananlar başka depremlere hazırlık için bir uyarı etkisi yapabilir mi?Örneğin o çok korkulan büyük İstanbul depremi için belediyeler ve kamu otoritesi harekete geçer mi?

Devamını Oku

“İntikam” nasıl alınacak?...

19 Ekim 2011

Türkiye bu travmayı, bu şoku, Silvan saldırısında da yaşamıştı. O gün de Başbakan Tayyip Erdoğan “bıçağın kemiğe dayandığını” söylemiş, “sözün bittiği noktadayız” demişti.Şimdi Çukurca baskınının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “intikam” diyor.Çok önemli bir başka ifadesi daha var Cumhurbaşkanı Gül’ün:“...Bunlara (Terör örgütüne) yataklık edenler, at koşturmalarına fırsat verenler de neticelerine katlanırlar...”Cumhurbaşkanı’nın ifadesine göre, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık eden, lojistik destek sağlayanların da cezalandırılmasının öngörüldüğü anlaşılıyor.PKK’nın yanısıra kim yada kimleri cezalandırmayı düşünüyor Türkiye?Aslında PKK yatakçılarının kim veya kimler olduğunu artık sokaktaki adam da biliyor.Bugün özellikle de büyük saldırılar, baskınlar için 50 - 100, bazen daha fazla sayıda, ağır silahlarla donanmış terörist gruplar nereden geliyor?Kuzey Irak’tan...Peki terör örgütünün eğitim merkezleri askeri kampları, silah ve mühimmat depoları nerede?Yine Kuzey Irak...Terör örgütü nereden sevk ve idare ediliyor?Kuzey Irak’taki Kandil bölgesinden...Örgütün elebaşıları da bu bölgede yaşıyor. Yabancı konuklarını, gazetecileri bu bölgede kabul ediyor.Kapsamlı operasyonlarda yaralanan teröristlerin çoğunun Kuzey Irak’taki özerk Kürt yönetiminin denetimindeki sağlık tesislerinde tedavilerinin yapıldığı da biliniyor.Özeti şu:Örgütün ve örgüt elebaşılarının yatağı Kuzey Irak’taki serbest terör üsleri. Yataklık yapanlar ise birincisi bu bölgenin, yani Kürdistan Özerk Kürt Bölgesi yönetimi, yani Mesut Barzani Yönetimi.İkincisi Merkezi Irak yönetimi...Üçüncü, ama en önemlisi ise dünkü alçak saldırı haberinin duyulması üzerine olayı ilk lanetleyen Büyükelçi’nin ülkesi. Yani Irak’taki işgalci güç olan ABD...Peki Türkiye ne yapacak?Cumhurbaşkanı Gül’ün sözünü ettiği intikam nasıl alınacak?Bu konuda dün sabahtan akşama kadar Cumhurbaşkanı’nından Başbakan’a, muhalefet liderlerine ve terör uzmanlarına kadar hemen herkesin hamasi nutuklarını dinledi Türkiye kamuoyu.Net ve çarpıcı öneri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi.Öteden beri sınırötesi kara harekatıyla Kandil’e Türk Bayrağı dikilmesini öneren Devlet Bahçeli dün de özetle şunu önerdi:n Sınırlarımız içerisinde terörün yoğun olduğu bölgelerde Olağanüstü Hal ilan edilsinn Sınırötesi Askeri Harekatla Kandil başta olmak üzere Kuzey Irak’taki terör yuvaları yok edilsinn Sınır bölgesinde Güvenlik Kuşağı oluşturulsun...Hükümet bu önerileri kabul edecek mi?Hayır...Özellikle de Olağanüstü Hal önerisinin kabul görmesi mümkün değil. Hükümet, terörle mücadeleyi normal demokratik sistem ve normal hukuk kuralları çerçevesinde sürdürmeye kararlı.Sınırötesi kara harekatı ise zaten bir süreden beri hükümetin de gündeminde. Muhtemelen önümüzdeki günlerde kara harekatı gerçekleştirilecek.Ancak bu kez düşünülen kara harekatının, bugüne kadar yapılan örneklerinden çok farklı olacağı söyleniyor.“Şiddeti çok ağır olacak, çok ağır bir cezalandırma olacak” diyor konuştuğumuz hükümet kaynakları.Bu kaynakların verdiği bilgiye göre, önümüzdeki süreçte terörle mücadelenin ana hatları şu şekilde olacak:“Sınır ötesi harekat, sadece kamuoyunu tatmin etmek için göstermelik bir eylem olmayacak. Dost düşman herkesi şaşırtacak ölçüde etkili ve ağır olacak, bölücü örgüte nihai darbe özelliği taşıyacak. Ama bu arada tek hedef bu olmayacak. Öncelikle ülke sınırları içerisinde bilinen, tesbit edilen terör yuvaları, tıpkı iki hafta önce PKK’nın içerdeki en önemli üslerinden biri olan Kavaklı yuvası gibi teker teker imha edilecek.Bazı il ve ilçe merkezlerinde bir süreden beri sorunlu olan kamu düzeninin sağlanması için gerekenler yapılacak. Devlet otoritesi kesinlikle tesis edilecek. KCK operasyonları genişletilecek, sivil halkın arasına karışmış olan terörist unsurlar ayıklanacak...”Görünen o ki kara harekatı için Ankara artık gün sayıyor.Düşünülen bu kara harekatıyla birlikte terörle mücadele farklı bir boyut kazanacak.İşin askeri boyutu öne çıkacak. Ama en azından mevcut durumda hükümet, askeri operasyonların yanısıra demokratikleşme ve açılım politikasını da sürdürmeye kararlı gözüküyor.

Devamını Oku

Anayasa için AKP’nin “kırmızı çizgisi” yok mu?

18 Ekim 2011

AKP sözcüleri bir süredir muhalefet partilerine, özellikle de “Kırmızı çizgilerimiz var” diyen MHP’ye yönelik olarak hep şunu söylüyor:“Eğer uzlaşmaya dayalı yeni anayasa isteniyorsa hiçbir parti kırmızı çizgi dayatmasın. Komisyonda her öneri konuşulup tartışılsın ve ortak bir noktada uzlaşma aransın...”Peki AKP’nin dayatacağı, dayatmayı planladığı hiçbir “kırmızı çizgisi” yok mu?Soruyu dün konuştuğumuz AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e sorduğumuzda yanıtı şu oldu:“Olmaz olur mu, elbette var. Elbette kırmızı çizgilerimiz var. Örneğin, devletin idare şeklinin cumhuriyet olması, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ilkesi, laiklik ilkesi, din ve vicdan hürriyeti, ifade hürriyeti, temel hak ve özgürlükler... Bunlar bizim kırmızı çizgilerimiz. Ama herhalde bu ilkeler bütün partilerin, herkesin, hepimizin ortak kırmızı çizgileri olması gerekmez mi?”Bunun dışında uzlaşma komisyonunun her konuyu, önyargısız biçimde konuşup tartışmasından yana olduklarını söylüyor Hüseyin Çelik.“Peki uzlaşmadan umutlu musunuz?” diye sorduğumda da şu yanıtı veriyor Çelik:“Elbette umutluyuz, bütün partilerin samimiyetine inanıyoruz. Biz samimiyiz, muhalefetin de samimi bir yaklaşım içinde olacağını umut ediyoruz. Türkiye’yi çağdaş, gerçekten özgürlükçü, demokratik bir anayasaya kavuşturabilmek için sonuna kadar uzlaşmayı zorlayacağız...”Her konuda uzlaşma sağlayabilmek elbette çok zor. Fakat, Hüseyin Çelik’in de belirttiği gibi bütün partiler, samimi ve yapıcı bir yaklaşım içinde hareket ederlerse 3-4 kritik madde dışında uzlaşılabilir.Hatta değiştirilmesinin teklif edilmesi dahi yasak olan ilk üç maddenin yeniden yazımı konusunda da uzlaşma olabilir. Acaba “Devletin dili Türkçedir” ifadesinin “resmi dil Türkçedir” diye değiştirilmesine MHP itiraz eder mi?Etmeyeceği umuluyor.Bir başka sorunlu nokta yargı ve yüksek yargı ile ilgili düzenlemeler...Yargı alanı problemli. Çünkü bu alanda muhalefetin ciddi rezervleri var. Mevcut durumdan iktidar memnun ama muhalefet yargının en üst Anayasa yargısından an alttaki yerel mahkemeye kadar siyasi iktidarın kontrolünde olduğunu savunuyor. O yüzden de yargıyla ilgili hükümlerin kesinlikle değiştirilmesini istiyor.Buna acaba AKP “olur” diyecek mi? Yoksa şu tezi mi savunacak:“Bu düzenlemelerin henüz mürekkebi kurumadı. Milletimiz yüzde 58’le bu düzenlemelere onay verdi. Oraya dokundurtmayız...”“Hayır öyle demeyiz” diyor Çelik ve ekliyor:“Konuşuruz. Hukukun üstünlüğünü zedelemeyecek, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirecek teklifler gelirse elbette tartışırız, konuşuruz tamam deriz. Ama geriye gidişe hayır deriz...”Hüseyin Çelik bunları söylüyor ama acaba bugün yapılacak ilk toplantıda uzlaşma komisyonunun AKP’li üyeleri ne diyecek?Kuşku yok ki komisyon üyeleri de samimiyetle “uzlaşalım yeni sivil çağdaş ve demokratik anayasanın şerefine hepimiz ortak olalım” diyecekler.AKP’nin uzlaşma planıBaşbakan Tayyip Erdoğan’dan Kızılcahamam’da aldıkları son talimatlar doğrultusunda muhtemelen bazı güven arttırıcı önerileri de peşin peşin masaya koyacaklar.Örneğin komisyonun toplantı yeter sayısı için her siyasi partiden bir üyenin katılımını önerecekler. Karar içinse oybirliği...Yani tahmin edildiği gibi dörtte üç veya üçte iki çoğunluk önermeyecek AKP, bütün partilerin tam katılımını esas alacak.Bu arada AKP’li komisyon üyeleri toplantılara hazırlıklarını tamamlamış olarak başlayacaklar. 70 civarında ana başlıktan oluşan yeni anayasa önerileri çantalarında hazır.Uzlaşma açısından kolaydan, hiçbir partinin itiraz edemeyeceği konu başlıklarından başlayarak bu konu başlıklarını anayasa maddesine dönüştürmeyi önerecekler. Muhalefetin her türlü önerisine açık olduklarını söyleyecekler.Elbette muhalefetin de çantası boş değil.Bakalım bugünkü toplantıda ne olacak..?

Devamını Oku

İlk üç madde değişebilir mi?

17 Ekim 2011

Yeni anayasa çalışmaları konusunda, özellikle iktidar partisi sözcüleri öteden beri şunu söylüyorlar:“Eğer uzlaşma ile gerçekten özgürlükçü, sivil ve demokratik bir yeni anayasa yapılacaksa kimse kırmızı çizgi dayatması yapmamalı...”Bu söyleniyor ama iktidarın da muhalefetin de kafasında elbette bazı kırmızı çizgiler var. Sadece şimdilik bunlar telaffuz edilmiyor, edilmesin isteniyor. Yoksa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclis’i açış konuşmasında çizdiği yeni anayasa çerçevesi de belirgin kırmızı çizgiler içeriyor.En başta da mevcut anayasanın temel tabusu niteliğindeki ilk üç madde...Değiştirilmesinin teklif edilmesinin dahi yasak olduğu maddeler...Bu konu öteden beri tartışmaya açık. Ki, 12 Eylül 2010 referandumu ile yapılan son değişiklikler öncesinde bu maddeler yüzünden iktidar partisinin başı çok ağrımış, 12 Eylül 2010 öncesi Anayasa Mahkemesi, “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” 2. maddeye gönderme yaparak AKP hakkında “irticai faaliyetlerin odağı” hükmünü vermişti.Elbette Anayasa Mahkemesi’nin anlayışı, içtihatları artık değişti. Ama hüküm hala duruyor. O nedenle, belki o kaygılarla AKP de bugün ilk üç maddenin değiştirilmesinden yana gözükmüyor.Ama acaba bu ilk üç maddeye hiç dokunulamayacak mı? Bu ilk üç maddenin virgülüne dahi dokunmak suç kapsamında mı olacak?AKP’li ve AKP’ye yakın hukukçular “hayır” diyor. Hatta bazıları, “Eğer yeni anayasa yapılacaksa ilk üç madde de pekala yeniden yazılabilir” görüşünde.Ancak AKP tarafında ağırlıklı eğilim, sözkonusu ilk üç maddenin özüne dokunmamak yönünde.Özüne dokunmadan bu ilk üç maddenin yeniden kaleme alınabileceği söyleniyor. Yani, devletin şeklinin cumhuriyet olduğu, laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olduğu, istiklal marşı, bayrağı ve başkenti konusunda hiç kimsenin sorunu yok. Bu temel ilkeler aynen korunarak sözkonusu üç maddenin yeniden yazımı sözkonusu olabilecek.İfadeler kısaltılıp netleştirilerek, özü değiştirmeyecek yeni düzenlemelerle...Örneğin 3. maddedeki “Dili Türkçedir” ifadesi “Resmi dili Türkçedir” biçimine dönüştürülebilecek. Uzlaşma koşuluyla...Yarın Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında ilk toplantısını yapacak olan uzlaşma komisyonunun önceliği elbette bu ilk üç madde olmayacak. Çünü eğer öyle olursa işin daha başında uzlaşmazlıkların ön plana çıkması riski var.Yarınki toplantıda komisyonun genel çalışma prensipleri üzerinde mutabakat sağlanmaya çalışılacak.Bugün ilk toplantısını Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında yapacak komisyon ama bundan sonraki çalışmalar nasıl yürüyecek? Ya Meclis Başkanvekillerinden biri veya oy hakkı olmamak kaydıyla yine Meclis içinde bütün partilerin üzerinde mutabakat sağlayabileceği bir “akil adam”...Çiçek, ancak kritik konularda, uzlaşmazlık çıkması durumlarında devreye girip, arabulucu rolünü yerine getirecek gibi gözüküyor.Bütün bunlar yarınki toplantıda karara bağlanacak.Yarınki ilk toplantıda gündeme gelecek bir başka önemli konu da şu: Çalışmalar, madde madde eski anayasayı elden geçirmeyi esas alan bir model üstüne mi oturtulacak yoksa bölüm bölüm yeni bir anayasa yazımına mı ağırlık verilecek? Oylamalar nasıl olacak? Oybirliği koşulu mu aranacak nitelikli çoğunluk mu?Muhtemelen mevcut anayasa maddelerini bir kenara bırakıp bölüm bölüm yeni anayasa yapmak üzerinde yoğunlaşılacak. Oylamalarda da üçte iki veya dörtte üç gibi nitelikli çoğunluk aranacak...Temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere önce uzlaşması kolay olan bölümlerle işe başlanacak. İlk üç maddenin yeniden yazımı, laiklik, vatandaşlık ve millet tarifi gibi, yargı gibi düzenlemeler ise muhtemelen en sona bırakılacak.

Devamını Oku

Anayasa için uzlaşı havası sürecek mi?

12 Ekim 2011

Türkiye’nin gerçek gündeminde başta terör ve Kürt meselesi olmak üzere acil çözüm bekleyen yakıcı meseleler var. Tutuklu milletvekilleri, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili tartışmalar var.Ama siyasetin görünürdeki bir numaralı önceliği yeni anayasa...Bugün adeta “yeni anayasa yapılacak bütün dertler bitecek” havası hakim.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Meclis’i açış konuşmasının önemli bölümünü yeni anayasaya ayırdı. 1 Ekim’deki konuşmasında milletvekillerine şu mesajı vermişti Cumhurbaşkanı:“Aziz milletimiz siz değerli milletvekillerimize uzun süredir özlemini duyduğu, 1921 ve 1924 anayasalarından beri ilk defa millet iradesine dayanan bir anayasa yapma mesuliyeti ve şerefini tevdi etmiştir...”Hatta toplumsal ve siyasal uzlaşmaya dayalı biçimde hazırlanması tavsiyesinde bulunduğu yeni anayasa konusunda bir temel çerçeve de çizmişti Cumhurbaşkanı Gül.Yeni anayasa için en önemli unsur “uzlaşma”nın nasıl sağlanabileceğiydi. Geleneksel olarak kavgalı ve gerilimli bir karaktere sahip Türk siyasetinin uzlaşıyı nasıl sağlayabileceği önemliydi.Partilerarası uzlaşmanın sağlanmasında sorun çıkmadı. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in girişimleriyle her partinin verdiği üçer üyeden oluşan 12 kişilik uzlaşma komisyonu ilk toplantısını bugün yapacaktı, ancak önümüzdeki haftaya ertelendi.Çarşamba günü yapılacak ilk toplantıda kuşkusuz işin esasına girilmeyecek. Cemil Çiçek’in başkanlık edeceği bu ilk toplantıda komisyonun çalışma usul ve esasları konuşulacak.Şimdilik bütün partiler uzlaşma görüntüsünü bozmamaya azami özen gösteriyorlar. Kimse siciline “uzlaşmaz” damgası yemek istemiyor.Görüntüye bakılırsa yeni anayasa bu uzlaşma ortamı içerisinde kavgasız, gürültüsüz yapılabilecek gibi.Bugünkü görüntü öyle...Ve Başbakan Tayyip Erdoğan da muhtemelen bu uzlaşma havası bozulmadan çalışmaların hızlandırılmasını ve yeni anayasanın 9 ay içinde tamamlanmasını arzu ediyor.Bazıları bu 9 aylık süreyi kısa buluyorlar ama aslında uzun bile. Eğer görüntüdeki uzlaşma içselleştirilebilirse, gerçeğe dönüşürse ve bütün siyasi partiler samimi olarak bu işe sarılırsa, yeni anayasa çalışması değil 9 ay, 6 ayda bile sonuçlandırılabilir.Çünkü bütün siyasi partilerin zaten anayasa konusunda belli bir hazırlığı var. Partilerin genel yaklaşımları da aşağı yukarı birbirine benziyor. Her parti yeni anayasanın daha demokratik ve özgürlükçü olmasını istiyor. Temel hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin, kısıtlamaların kaldırılmasını istiyor. Daha kısa ve daha net bir anayasa konusunda da fikir birliği var.O zaman hiçbir sorun olmayacak gibi gözüküyor. Ama acaba öyle mi olacak?Hayır öyle olmayacak. İşin esasına girildiğinde ciddi sıkıntılar çıkabileceğini de herkes biliyor.Laiklik tanımının yeniden yapılmasında, millet tanımında, BDP’nin önerdiği demokratik özerklik ve anadilde eğitim konularında çıkacak anlaşmazlıkların nasıl çözüme kavuşturulabileceği meçhul.Ayrıca muhalefetin AKP konusunda hala ciddi kuşkuları var. Meclis çoğunluğuna dayanarak temel ve kritik maddeleri istediği gibi dikte etmeye kalkacak mı iktidar partisi? Örneğin yargı ile ilgili düzenlemeler konusunda muhalefetin taleplerine ne diyecek? Ya da BDP’nin kritik talepleri nasıl karşılanacak?Bu konularda muhalefette ciddi kuşkular var. Ama uzlaşma bozulmasın diye en azından şimdilik bunlar yüksek sesle konuşulmuyor.AKP’nin istediği düzenlemeyi referandumu göze alarak Meclis’ten çıkarabileceğini tahmin ediyor muhalefet. Çünkü bugün her ne kadar milletvekili sayısı 330 olmasa da ilerleyen aylarda muhalefetten gelecek transferlerle bu sayının üstüne çıkabileceğini öngörüyorlar iktidar partisinin.Uzlaşma uzmanı Cemil Çiçek’in işi kolay değil. Çünkü bugünkü görünür uzlaşma havası her an bozulabilir...

Devamını Oku

'Köstebek' bombası hükümeti sarsar mı?

11 Ekim 2011

Hiçbir şey yapmaz, iktidar hiçbir sıkıntı yaşamadan, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder. Aslında bu durumu, yani hiçbir şey olmayacağını, dün Deniz Feneri davasıyla ilgili köstebek iddiasına ilişkin dosyasını açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da biliyor. Ama iddiasını Meclis çatısı altında kayda geçirmek istiyor.Kılıçdaroğlu, geçen dönemde İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan şimdiki Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Deniz Feneri soruşturması sırasında zanlılara polis baskını olacağını iki gün önce haber verdiğini iddia ediyor.Kılıçdaroğlu, normal bir demokraside adı böyle bir olaya karışan bakanın değil kabinedeki görevine devam etmek, siyasette bile kalamayacağını söylüyor.Acaba bizde de öyle mi olacak? Beşir Atalay, yarın kabinedeki görevinden istifa mı edecek?İhtimal dışı...Zaten dün, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının hemen ardından bu konuda gerekli açıklamayı yaptı Beşir Atalay.İddiaların “külliyen yalan ve iftira” olduğunu belirterek Kılıçdaroğlu’nu mahkemeye vereceğini söyledi.Bir de hazırlık soruşturması ile ilgili o dosyanın Kılıçdaroğlu’na nasıl sızdırıldığının hesabını da soracak Atalay.Kılıçdaroğlu’nun işi çok zor. Şimdi bu köstebek iddiasını kanıtlamak durumunda...Nasıl kanıtlayacak?Geçmişte de örneği çokça görüldüğü gibi bizde bu tür iddialar, delilleri veya delil sayılabilecek veriler, ne kadar güçlü olursa olsun, eğer muhalefet tarafından ortaya atılıyorsa sonuç vermiyor. Olay, bir süre sonra unutulup gidiyor.Çok olsa gensoru veya Meclis araştırması önergesi verebiliyor muhalefet. Ama o da iktidar çoğunluğunun oyları ile kapatılıyor. Herhangi bir işlem yapılamıyor.Geçmişte de iktidarlarla ilgili olarak Meclis’in denetim görevini yapabildiği pek görülmedi. (Bir iki istisnai örnek vardır; Turgut Özal dönemindeki İsmail Özdağlar gibi. Ama onlar da Başbakan’ın talimatı ile mümkün olabilmiştir.)Tayyip Erdoğan’ın yöntemi Turgut Özal’dan farklı. Bazı bakanlarla ilgili iddialar çok konuşulmaya başlanmışsa buna duyarsız kalmıyor Erdoğan.Anlatılanlara göre Başbakan Erdoğan, kendi yöntemleriyle bir araştırma soruşturma yaptırıyor. Bunun sonucunda eğer kuşkuya düşerse, kafasında “acaba” soruları belirirse o bakan bir süre sonra koltuğu kaybediyor.Yani, “kol yen içinde kırılıyor”...Yasama denetimi yerine Başbakan’ın kendine has yöntemiyle yaptığı “özdenetim” esas oluyor bu durumda.Zaten sadece AKP döneminde değil, önceki dönemlerde de yürütmenin yasama tarafından denetimi ancak iktidarı kaybettikleri zaman mümkün olabiliyor.Anayasada yazılı olmasına, siyasetçilerin sık sık tekrarlamalarına rağmen bizde kuvvetler ayrılığı kuralı ne yazık ki işlemiyor, işletilmiyor.Öyle olunca da yürütme yasamayı da yönlendiriyor, gerektiğinde yargıyı da kontrol edebiliyor.Çünkü, adı, anayasadaki tarifi, “kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter demokrasi” olsa da fiilen “başbakanlık” sistemi işliyor Türkiye’de.Acaba, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “tartışılmasında fayda var” dediği “başkanlık” sistemine geçilse, kuvvetler ayrılığı kuralı daha sağlıklı işleyebilir mi?

Devamını Oku

Sihirli çözüm yeni anayasa mı?

10 Ekim 2011

Türkiye birkaç yıldan beri yeni anayasayı tartışıyor. Özellikle de 12 Eylül 2010 referandumuyla gerçekleştirilen kısmi değişikliklerden sonra yengi anayasa adeta Türkiye’nin bütün sorunlarının üstesinden gelecek sihirli formül gibi sunuluyor.Cumhurbaşkanı yeni yasama yılını açış konuşmasında Meclis’e öncelikli olarak yeni anayasa yapma tavsiyesinde bulundu. Hatta yeni anayasanın temel çerçevesini de çizdi. Ki zaten 4 ay önce yapılan seçimler öncesinde de bütün siyasi partilerin seçmene yeni anayasa vaadi vardı.Türkiye özellikle son 15 yıldan beri darbe anayasasını demokratikleştirme yönünde çok önemli adımlar attı. Ancak şu görüldü ki parça bölük düzenlemelerle anayasanın anti demokratik ruhunu değiştirmek mümkün değil. Gerçekten demokratik, kişi hak ve özgürlüklerini, evrensel hukuku ön planda tutan, özgürlükçü bir anayasa elbette bütün toplumun ortak talebi.Bu talebe siyasi partiler de duyarsız değil. Onun için şimdi Meclis’te bütün siyasi partilerin katılımıyla bir uzlaşma komisyonu veya Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in tanımıyla “Anayasa Hazırlama Komisyonu” oluşturuldu.Komisyon Perşembe günü Cemil Çiçek’in başkanlığında ilk toplantısını yapacak ve çalışma usul ve esaslarını belirleyecek.Tabii ki esas olan uzlaşma. Uzlaşma ruhunu veya en azından görüntüsünü bozmamaya şimdilik bütün siyasi partiler özen gösteriyor. Formalitenin ötesinde bir anlam taşımasa da AKP’nin uzlaşma heyeti bütün siyasi partilerin genel merkezlerini ziyaret etti. Son olarak dün de BDP’deydi bu heyet. BDP görüşmesinde de ön yargısız, ön şartsız uzlaşma temennileri yinelendi.Siyasi partiler arasında şu anda yeni anayasa konusunda adeta bir uzlaşmacılık yarışı var. Her parti, yeni anayasa için en uzlaşmacı partinin kendisi olduğu algısını kamuoyuna yerleştirmeye çalışıyor. Anayasa konusunda uzlaşmacılık bugün için artı puan.Aksine hareket edenin, koşul getirmeye çalışan veya “Benim çoğunluğum var, istediğim şekilde anayasayı yapar referanduma götürürüm” diyenin yeni anayasayı sabote etmekle, ülkenin temel sorunlarını çözümsüz bırakmakla suçlanması işten bile değil.O nedenle CHP tutuklu milletvekilleri sorununu bu konuda mesele yapmamaya özen gösteriyor. AKP ile yaptıkları ortak deklarasyonu, ortak irade beyanının gereğinin yerine getirilmesini istiyor ama bunu fazla mesele yapamıyor. Çünkü uzlaşma için ön şart koşuyormuş konumuna düşmek istemiyor.Aynı şekilde BDP “güven arttırıcı adımlar” diyor. Onlar da tutuklu milletvekilleri sorununu dile getiriyorlar. Özgürlüklerin, sivil siyaset alanının genişletilmesi istiyorlar. Bunun için illa yeni anayasayı beklemek gerekmediğini söylüyorlar. Terörle Mücadele Yasası ve Ceza Yasası’nın ifade özgürlüğünü engelleyen hükümlerinin değiştirilmesini talep ediyorlar. Ama hemen eklemeyi de ihmal etmiyorlar: Bunlar ön şart değil. Komisyona üye bildirdik...Özetle yeni anayasa demokrasi, temel hak, hukuk ve özgürlükler bakımından çok önemli.Ama yeni anayasa için bugün partiler arasında görülen biçimsel uzlaşı yarışı, yarın işin esasına girildiğinde kaybolabilir. Örneğin millet ve vatandaşlık tanımı, laiklik tarifi, yargı ve yerel yönetimler ile ilgili düzenlemeler işi uzatabilir. Dahası bu kritik maddeler görüşülürken bugünkü uzlaşı havasının gerilimli, kavgalı bir ortama bırakması ihtimali de yok değil.O nedenle bugünkü sorunları yeni anayasaya havale etmemek hayırlı olabilir. Örneğin tutuklu milletvekilleri sorunu yeni anayasa olmadan çözülemez mi? BDP’nin sıkça dile getirdiği ifade özgürlüğününün önündeki engeller veya iki yıl önce başlatılan demokratik açılım projesi konusunda bazı somut adımlar da yeni anayasa olmadan da pekala atılabilir.

Devamını Oku