Sorunun temelinde darbe anayasası var...

Haberin Devamı

Yüksek Seçim Kurulu’nun önceki gün akşam saatlerinde açıklanan Hatip Dicle kararı, bir yandan varolan gerilimi tırmandırırken, aynı zamanda yeni bir siyasi krizin de kapısını aralıyor.

Demokratik Toplum Kongresi, bağımsız seçilen BDP milletvekilleri ayağa kalkıyor. Bu karar öncesi dile getirdikleri tehditleri daha da sertleştiriyorlar. Meclis’i tanımayacaklarını, Hatip Dicle olmazsa diğer 35 bağımsız milletvekilinin de Meclis’e gitmeyeceğini söylüyorlar.
Hatip Dicle sorunu, aslında önceki günün veya dünün olayı değildi. Bu kriz başından itibaren “geliyorum” demişti.
İlk işaret fişeği, adaylık sürecinde, yine YSK’nın bazı bağımsız adayları veto etmesiyle patlamıştı. YSK’nın viraj alması, adayların eksik belgelerini tamamlamasıyla seçim öncesindeki krizin üstü örtülebilmişti.

Ama sorunun köküne inilmeksizin, yüzeysel, zorlama bir çözümle...

Şimdi 78 bin seçmenin oyunu alarak Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin mazbatasının iptali, daha derin bir krize neden olacak gibi gözüküyor.
Çünkü BDP tabanının ve tavanının tepkisi çok sert.
Yaşanan bu adaylık ve üyelik iptali işlemlerindeki sorumluluk başından itibaren YSK’nın üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Bazı AKP sözcüleri bile YSK’yı eleştiriyorlar.
Acaba gerçekten öyle mi? Tüm sorumluluk YSK’da mı?
Hayır değil.

Siyaset kurumu, en önemlisi de iktidar çoğunluğu sorumluluğu başka tarafın üstüne, yargının ve seçim yargısının üstüne yıkıyor.

Tabii ki, yargının da bu meseledeki bazı kararları, bu kararların zamanlaması garip bulunabilir. Ama bu sorunun özünü değiştirmiyor.

Yaşanan sorunun temeli, yürürlükteki darbe anayasasına ve yasalardaki bazı anti demokratik hükümlere dayanıyor.
Ve başta iktidar çoğunluğu olmak üzere bu durumu, sorunun kaynağını başından itibaren biliyor.

Örneğin geçen dönemde, o zamanki DTP milletvekilleri Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Emine Ayna’nın yargılamaları sözkonusu olduğunda da Meclis’te kıyamet
kopmuştu.

Hırsızlık, rüşvet, suiistimal gibi haklarında çok ağır, yüz kızartıcı iddialar bulunan bazı milletvekilleri “dokunulmazlık” kapsamında oldukları için yargılamadan muaf tutulurken, ifade özgürlüğü kapsamında sayılabilecek suçlamalar yüzünden DTP’li vekiller dokunulmazlık kapsamı dışında kalmıştı.

Ve o yüzden Mahkeme Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve başka bazı milletvekilleri hakkında yakalama kararı çıkarmıştı.
Sorun o günlerde siyasetin gündemine geldi. Muhalefet yürürlükteki anayasanın 14. maddesinin değiştirilmesini, yasama dokunulmazlığının kapsamının yeniden
düzenlenmesini önerdi, ama iktidar oralı
bile olmadı.

Şimdi herkes işin kolayına kaçıyor. YSK’yı eleştirerek siyaset, kendi üzerindeki sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor.

Seçilmiş bir milletvekilinin mazbatasının iptal edilmesi elbette bir demokrasi ayıbıdır.

Bu ve ilerde doğabilecek benzeri ayıpları temizleyebilmenin yolu, yeni Meclis’te uzlaşma ortamının sağlanabilmesine bağlıdır. Çünkü bütün bu demokrasi ayıplarını üreten kaynak, yamalı bohçaya dönmüş durumda olan yürürlükteki darbe anayasasıdır. O nedenle mevcut anayasayı çöpe atıp, çağdaş, demokratik, özgürlükçü yeni bir anayasa yapmaktan başka çare yoktur. Tabii ki en geniş kapsamlı uzlaşma ile...

Keşke BDP’liler de Diyarbakır’dan
tehditler savurmaktan, kırıp dökmekten söz
etmeyi bir yana bırakıp, daha serinkanlı
bir uzlaşma zemini oluşmasına katkı verebilseler...
NOT: Kaset skandalı konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşen eski MHP yöneticisi arayıp, şu düzeltmenin yapılmasını istedi: Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra Genel Başkan Sayın Bahçeli’ye bilgi sundum. Cumhurbaşkanı’nın konuyla ilgili gösterdiği hassasiyeti aktardım. Ancak Cumhurbaşkanı ile yaptığım görüşmeden Sayın Bahçeli’nin önceden herhangi bir bilgisi yoktu.

DİĞER YENİ YAZILAR