Evet, Türkiye dün itibariyle çok ciddi çok tehlikeli ve neleri tahrip edebileceği şimdiden kestirilemeyecek kadar ağır bir siyasi krizin içine düşmüş durumda.
Normalde seçim (bugüne kadar yapılan hemen her seçim) ülkeyi rahatlatır, demokratik sistemi güçlendirir, yeni ve güzel bir başlangıcın önünü açar. Bugüne kadar hep böyle oldu. 2002’de de böyle oldu, 2007’de de. Örneğin 2007’de demokratik sistem alarm vermeye, parlamento iradesi üzerine asker gölgesi düşmeye başladığında, gidilen erken seçim belirgin bir rahatlama getirmişti.
Şimdi de beklenen oydu. 12 Haziran seçimlerinden sonra özlenen barış ve siyasal istikrar ortamının oluşabileceği, uzlaşma kapılarının aralanabileceği ve bu yolla ülkenin temel meselelerine ortak çözümler getirilebileceği umutları vardı.
Oluşan yeni Meclis’in yürürlükte bulunan ve parça bölük değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş olan darbe anayasasını tümüyle çöpe atıp, daha demokratik, daha özgürlükçü bir anayasa yapacağı beklentileri çok kuvvetliydi.
Bu kapsamda Türkiye’nin en temel, en yakıcı meselesi olan Kürt meselesinin çözümü konusunda toplumsal ve siyasal uzlaşmaya dayalı çözümler üretilebileceği olasılığı vardı.
YSK’nın Hatip Dicle kararına kadar bu umut canlıydı. Ama önce YSK’nın Hatip Dicle kararı, ardından dün gelen İstanbul Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal kararları bu umutları öldürdü.
Sözkonusu iki yargı kararı, sadece umutları öldürmekle kalmadı; çok ağır, sonu belirsiz bir siyasi krizi de tetiklemiş oldu.
Yürürlükteki anayasa ve yasalar çerçevesinde YSK’nın aldığı kararın haklılığına, doğruluğuna belki bir şey denemez. Ama acaba YSK’nın kanuna uygun bu kararı, evrensel hukuka, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına ne kadar uygun? Zaten tartışmalı yönü de bu noktada başlıyor kararın.
YSK kararıyla fitili ateşlenen siyasal kriz süreci, dün BDP’li bağımsız milletvekillerinin açıkladıkları Meclis’i boykot kararıyla yeni bir aşamaya geldi.
Dün itibariyle Ankara, siyaset kurumu, YSK’nın Dicle kararı ve BDP’lilerin sert tutumu üzerine başgösteren krizin nasıl aşılacağının yollarını tartışırken ikinci bombanın pimini de İstanbul’daki “özel yetkili” mahkeme çekti. “Balbay ve Haberal’ı serbest bırakmam” dedi mahkeme.
Oysa 2007 seçimlerinde PKK terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılanmakta olan Sabahat Tuncel milletvekili seçildiği gün tahliye kararı vermişti yargı.
Aynı yargı mekanizması şimdi ise varlığı tartışmalı, henüz varlığı kesin hüküm altına alınamamış bir terör örgütüne (Ergenekon) üye olmakla suçlanan Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın tahliyelerine “hayır” diyor.
Siyasi krizi biraz daha derinleştiriyor.
Türkiye bu krizi nasıl aşacak, nasıl normalleşecek?
Elbette BDP’lilerin yaptığı gibi kırıp dökerek, Meclis’i boykot ederek değil.
Siyasal uzlaşmayla. Hem de hiç zaman kaybetmeden siyasi parti liderlerinin biraraya gelip açıklayabilecekleri ortak bir demokrasi bildirgesiyle.
Acaba bu noktada Cumhurbaşkanı devreye girip inisiyatif kullanacak mı?
Türkiye bu krizi nasıl aşacak?
Haberin Devamı