Geçen dönem Meclis’in son günlerinde alınan kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi kafaları oldukça karıştırmıştı: “Acaba bunun altından ne gibi bir cinlik çıkacaktı?” “Genelkurmay Milli Savunma Bakanlığı’na mı bağlanacaktı” veya “AKP kadrolaşması yeni boyutlar mı kazanacaktı?”
Muhalefetin dillendirdiği pek çok soru işareti gündeme gelmişti.
Başbakan Tayyip Erdoğan, merakla beklenen düzenlemelerin ilk ve en önemli adımını dün partisinin genel merkezinde açıkladı.
Düzenlemenin şekli, biçimi ve zamanlaması tartışılabilir. Ama yapılanın gerçek anlamda bir yönetim reformu olduğu net.
Proje kamu yönetiminin en tepesini yeniden düzenlemeyi amaçlıyor. Bakanlık sayısı azaltılıyor. Bazı bakanlıklar birleştiriliyor ve Türk idari sisteminde bugüne kadar hiç olmayan bir makam ihdas ediliyor: “Bakan Yardımcılığı...”
Ayrıca yerinden yönetim bakımından da küçük de olsa, sembolik bir adım atılıyor bu proje ile.
Türkiye’nin öteden beri en hassas ve tartışmalı kurumlarından biri olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu merkezi yönetimden alınarak il özel idarelerine devrediliyor.
Bu devir yerinden yönetim bakımından küçük bir adım olsa da önemi büyük. Çünkü hemen her yıl bu kurumun yurtları ile ilgili bir veya birden çok skandal haberle kamuoyu çalkalanıyor. Bu yurtlar merkezden idare edilemiyor, iyi yönetilemiyordu. Şimdi eğer yeni düzenleme, yeni yapı daha başlangıçta, devir aşamasında sağlam esaslara göre oluşturulur, yönetim ve denetim ilkeleri iyi belirlenebilirse bugüne kadar yaşanan sorunların üstesinden daha kolaylıkla gelinebilir.
Merkezi yönetim reformu konusunda geçmişte rahmetli Turgut Özal ilk adımı atmış, ilk reformu gerçekleştirmişti. 12 Eylül 1980 öncesi sayısı 40’a yaklaşan bakanlık sayısını, 1983 seçimlerinden sonra kabinesini oluştururken Turgut Özal bir gecede çıkardığı reform kararnameleri ile 22’ye indirmişti.
Özal da bazı bakanlıkları birleştirmiş, bazı bakanlıkların görevlerini devlet bakanlıklarına devrederek işe başlamıştı.
Ancak Özal’ın bu reformu çok da uzun ömürlü olmadı. Türk usulü siyasetin gelecek kaygıları daha Özal’ın başbakanlığı sırasında bakanlık sayısının bir miktar arttırılmasını kaçınılmaz kılmıştı.
1990 - 2000 döneminde ise bakanlık sayısı yeniden 30’un üstüne çıkmıştı.
Nedeni çok basit. 1980 öncesinde de 90’lı yıllarda da bakanlık sayısının artmasının temel nedeni kamu yönetiminin sağlıklı yürütülebilmesi arayışından kaynaklanmıyordu. Temel neden koalisyon dönemlerinin kaçınılmaz paylaşım pazarlıkları idi.
Şimdi Tayyip Erdoğan bakanlık sayısını yeniden 25’e indiriyor. İyi de yapıyor.
Çok tartışılacak, belki çok da eleştirilecek “bakan yardımcılığı” kurumu da işlevsel olabilir. Bakan Yardımcılığı İngiltere başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde de ABD’de de öteden beri var. ABD’de bizdeki müsteşarların adı aslında bakan yardımcısı diye geçiyor. Erdoğan’ın açıkladığı sistem, bakanla müsteşar arasında bir siyasi ara kademe niteliği taşıyor.
Eğer bakan yardımcılığı kurumu, müsteşarlar, genel müdürler, siyasal etkilere göre tayin edilmesin, liyakat ve başarı esasına göre belirlensin, kurumsal hafızanın böylelikle devamı sağlansın, bürokrasi siyasetten göreli olarak bağımsız tutulsun diye bir düşünce ile getiriliyorsa bunu elbette herkesin alkışlaması gerekir.
Bakan Yardımcılığı modelinde bu uygulanabilir, bakan yardımcısı siyasal bir kişilik olur, Erdoğan’ın dediği gibi hükümetlerle gelir, hükümetlerle gider. Ama bürokrasi başarılı olduğu sürece yerinde kalır.
Acaba uygulama öyle mi olacak yoksa bakan yardımcılığı bir tür siyasal “arpalık” olarak mı kullanılacak?
13 Haziran sonrası anlayacağız...
Özal’dan Erdoğan’a yönetim reformu...
Haberin Devamı