Siyasal ve psikolojik üstünlük sayısal çoğunluktan daha önemli...

Haberin Devamı

Evet, AKP önceki günkü seçimler sonucunda parlamentoda tek başına anayasa değiştirecek bir güce ulaşamadı. Geçen dönemde 341 milletvekili çıkarmışken şimdi 326’da kaldı.

Bu durum, yüzde 50 oy oranıyla elde edilen muhteşem zaferi gölgeleyecek mi? Ya da AKP’nin, Tayyip Erdoğan’ın elini kolunu bağlayacak bir durum mu?

Hayır, kesinlikle değil. Özellikle de yüzde 50 oy oranı ile elde edilen başarıyı gölgelemesi sözkonusu bile olamaz.

AKP’nin siyasal ve sayısal gücünü, bu gücü kullanımını da frenleyemez.

367 veya en azından 330 milletvekiline ulaşamadığı için “Başkanlık Sistemi” planları hayal olmuş durumda. Ama acaba Başbakan Erdoğan gerçekten de sistem değişikliğini çok mu istiyordu? O da ayrı bir tartışma konusu.

Ancak bugün Türkiye’nin ve dolayısıyla da seçim zaferinin muzaffer komutanı Tayyip Erdoğan’ın önünde iç içe geçmiş iki temel mesele var: Söz verdiği yeni anayasa ve Kürt meselesinin nasıl çözüleceği.

Bu noktada zorlanacak mı Erdoğan?

Elbette zorlanacak. Ama bu zorluk milletvekili sayısının 330’un altında kalması ile ilgili değil. Sıkıntı meselenin özünde.

AKP’nin bugün çok konuşulup tartışıldığı gibi bir sayısal sıkıntı yaşayacağı zayıf ihtimal.

Örneğin 2007 seçimleri sonunda 340’ın üzerinde milletvekili vardı AKP’nin. Yani sayısal üstünlüğü tamdı. Ancak siyasal yeterliliği tartışmalıydı. Sisteme tam hakim değildi. Nitekim, MHP ile uzlaşarak ve 411 kabul oyuyla gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinden bile sonuç alamadığı gibi kapatılma tehlikesi yaşadı.

Şimdi ise durum çok farklı. Birincisi AKP artık her alanda tam iktidar. İkincisi sadece sayısal üstünlüğü ele geçirmekle kalmadı, siyasal ve psikolojik üstünlük de AKP’de bugün.

Ve yarın anayasa değişikliği için harekete geçtiğinde geçen dönemde yaşadığı uzlaşma sıkıntılarını bu sefer büyük ihtimalle yaşamayacak.

Özellikle de ileri demokrasi ve Kürt meselesinin çözümü konusunda samimi ve yapıcı hareket edilirse muhalefetle en azından CHP ile asgari müştereklerde uzlaşabilmekte zorlanmayacak.

Çünkü, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyası dönemindeki vaat ve açıklamalarında daha demokratik bir anayasa ve Kürt meselesinin çözümü taahhüdü var. Genelkurmay’ın Milli Savurnma Bakanlığı’na bağlanması, 1960 sonrası askeri müdahale ve darbelere gerekçe oluşturan TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin değiştirilmesi de CHP’nin önerileri arasındaydı.

Şimdi Başbakan Erdoğan, yarın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapısını çalıp şunu diyebilir:

“Sizin de bizim de seçmene yeni anayasa, daha özgürlükçü, daha demokratik bir Türkiye vaadimiz vardı. Kürt meselesinin ulusal bütünlüğümüzü koruyarak çözümü gerçekleştireceğimizi ikimiz de söylemiştik. Buyrun bir ortak komisyon oluşturup ortak metin hazırlayalım...”

Kılıçdaroğlu “hayır ben yokum” diyebilir mi?

Kılıçdaroğlu ve CHP bu uzlaşmadan kaçamayacağı gibi, bağımsız adaylarla Meclis’te 36 kişilik bir grup oluşturacağı anlaşılan dördüncü parti BDP’nin de “iki dil, iki ulus ve demokratik özerklik” ısrarında ne kadar direnebileceği tartışılabilir.

Özetle seçimde çıkan tablo, milletvekili sayısının 330’un altında kalması nedeniyle AKP açısından bir dezavantaj olmaz. Aksine gerilimin düşürülmesi, toplumsal ve siyasal uzlaşmalar yoluyla temel sorunların aşılmasında eğer iyi değerlendirilirse çok önemli bir fırsat penceresi olabilir.

DİĞER YENİ YAZILAR