Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin dünkü grup toplantısında yaptığı sert çıkışla tüm iyimser beklentileri boşa çıkardı. İmam hatip tasarısı nedeniyle tırmanan gerilimin soğumaya bırakılacağı beklentisi yerini kriz kaygısına bıraktı.Başbakan Erdoğan dün yaptığı sert konuşmayla YÖK'le, üniversitelerle, tasarıya karşı çıkan sivil toplum kuruluşlarıyla, en önemlisi de Türk Silahlı Kuvvetleri ile ipleri iyice gerdi.Erdoğan geçen haftaki söylemini dün de tekrarladı:"Mutabakat salt kurumlararası ve kuruluşlararası mutabakat değildir. Mutabakat, vekaleti veren milletin mutabakatıdır..."Başbakan'ın oldukça uzun ve sert konuşmasının özeti şu:"Biz parti programımızda, acil eylem programımızda millete imam hatiplerin önünü açma sözü verdik. Milletten bunun onayını aldık. Milletin bu konudaki mutabakatı olduğuna göre ve egemenlik millete ait olup, millet de yetkiyi bize verdiğine göre, biz bu yetkiyi istediğimiz gibi kullanırız. Ne sivil toplum örgütlerinin dediğine bakarız, ne YÖK ve üniversitelerin, ne de TSK'nın..."Tabii ki Başbakan açık açık bu cümleleri kullanmış değil ama söylediklerinden çıkan anlam bu.Üniversitelere ve YÖK'e suçlamaya varan düzeyde çok ağır eleştiriler yöneltti Başbakan. Geçen hafta yayınladığı bir bildiriyle imam hatip tasansının geçmemesi için hükümeti uyaran Genelkurmay'a, TSK'ya da "meşru zemin dışına çıkmayın" diyerek karşılık verdi.Erdoğan'ın konuşması, YÖK ve üniversitelerle hükümet arasındaki çatışmayı iyice alevlendirdi. Gün içinde YÖK Başkanı, Üniversitelerarası Kurul Başkanı ve rektörlerinin ardı ardına Başbakan'a yanıtlan ve tepkileri geldi, gerilim iyice tırmandı.Dikkatler Genelkurmay'a çevriliGözler ve dikkatler doğal olarak Genelkurmay'a çevrildi. Çünkü Genelkurmay'ın geçen hafta yaptığı açıklamada yer alan şu ifade son derece dikkat çekici:"Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığı şüphesiz olan kesim ve kurumların bu tasarıyı benimsemesi beklenemez..."Erdoğan ve hükümeti, tasarının sonuna kadar arkasında olduğunu dün son derece net ve sert bir biçimde ortaya koydu. Şimdi hükümetin Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığından'şüphe'mi duymak gerek?AKP tasarıyı bugün yarın Meclis Genel Kurulu'na indirerek, bir iki gün içinde yasalaşmasını sağlayıp, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in onayına sunacak. O zaman bu tasarıyı kabul eden Yüce Meclis'in Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığı mı sorgulanacak?Genelkurmay, "Ne yapalım biz üzerimize düşen uyan görevini yaptık. Bundan sonrası Başbakan Erdoğan ve AKP'nin bileceği iş. Yasa çıkarsa da diyeceğimiz yok" diyerek tartışmanın dışına çekilebilecek mi?Çok zor...Çünkü tartışma konusu olan sadece basit matematiksel katsayılar değil; TSK'nın en hassas olduğu, laiklik ve laik milli eğitim sisteminin bu düzenlemeden yara alıp almayacağı konusu. Ve bu konuda kayıtsız kalamayacaklarını Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök daha önce yaptığı bazı açıklamalarda da özenle vurgulamıştı.Önümüzdeki günlerde bu gerilimin giderek ciddi bir kriz noktasına gelme olasılığı oldukça yüksek. Anayasal kurum ve organlar, yani hükümet ile YÖK ve TSK ciddi bir "çatışma" ortamına girmiş durumda.Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerini tarif eden 104. maddesi, "...Cumhurbaşkanı, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir..." diyor.Acaba Cumhurbaşkanı Sezer, yasanın onay için önüne gelmesini beklemeksizin krize müdahale edip, hükümetle anayasal kurumları yeniden uyumlu bir ortama çekebilir mi?Gerilimin krize dönüşmesinin önüne geçebilir mi?
Mali piyasaların diken üstünde olduğu, ekonominin küçük çaplı da olsa alarm verdiği bir dönemde, üstüne bir de imam hatip gerilimi ekleyerek, piyasaların tedirginliğini ve tansiyonunu yükseltti hükümet. Şimdi bir yandan imam hatip geriliminin gündemden düşürülmesi için çare üretilmeye çalışılırken, diğer yandan da ekonominin hassasiyetleri ve tedavi yolları tartışılıyor. Merkez Bankası dün Bakanlar Kurulu'na altı aylık olağan ekonomi brifingini verdi. Bu brifing öncesi ekonomiden sorumlu bakan ve bürokratlar dar kapsamlı bir toplantı yaparak, piyasalardaki son gelişmeleri ve olası önlem önerilerini görüştüler.Ardından Bakanlar Kurulu toplantısındaki brifingte, Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, piyasalardaki olumsuz gelişmelere neden olan faktörleri anlattı. Serdengeçti, brifingte beş temel noktanın altını çizdi:1. Mali piyasalarda yaşanan dalgalanma esas olarak dış gelişmelerden, ABD'de faiz oranlarının yükseleceği beklentisinden kaynaklanıyor. Sadece bizde değil, gelişmekte olan bütün piyasalarda bu sarsıntı yaşanıyor. Bu noktada Devlet Bakanı Ali Babacan da Bakanlar Kurulu üyelerine bir grafik göstererek, faiz ve döviz kurlarında bütün gelişmekte olan ülkelerde benzer durumun yaşandığını, o nedenle de paniğe gerek olmadığını vurguladı.2. Açık pozisyon eğilimindeki bankaların "kriz çıkabilir" endişesiyle alım yönünde panik atak yapmaları da piyasaların dengesinin bozulmasında etkili oldu.3. Cari işlemler açığındaki büyüme. Açık, mart ve nisan aylarında da yüksek çıkacak.4. IMF ile ilişkiler ve dolayısıyla uygulanmakta olan ekonomik programın geleceği konusundaki soru işaretlerinin hâlâ açık tutulması. Hükümetin net bir açıklama yaparak, yıl sonunda AB'den takvim alınsa da alınmasa da IMF ile devam edileceği, ekonomik programdan taviz verilmeyeceği, yapısal reformların aksaksız yürütüleceği yönünde kuvvetli bir taahhütte bulunması yararlı olur.5. Kamu maliyesinde faiz dışı fazla oranı üzerinde spekülasyona neden olabilecek açıklamalardan kaçınmak gerek. Yüzde 6,5 oranındaki faiz dışı fazla hedefinde değişikliğe gidilmesinin söz konusu olmadığı yönündeki kararlılığın teyit edilmesi, piyasalar üzerinde olumlu etki yaratabilir.İnce ayar önlemleriBrifingte, ekonomiyle ilgili olarak acil önlem alınması gereği ya da ne gibi önlemler alınabileceği konuşulmadı. Ancak, bu konu ekonomi yönetiminin bir süredir gündeminde. Henüz bir görüş birliği oluşmuş, önlemler netleşmiş değil ancak, ekonomiden sorumlu bakanların da bürokratların da ortak görüşü, bazı ince ayar önlemlerinin bir an önce alınarak, bu tartışmanın daha fazla uzatılmadan gündemden düşürülmesi yönünde.Tartışılan önlemler ise kamu maliyesini güçlendirici ve iç talebi daraltıcı doğrultuda olacak. Hurda otomobil kararnamesinin iptal edilmesinden tüketici kredileri ve kredili ithalat üzerindeki kaynak kullanımı destekleme fonu kesintisi oranlarının bir kat artırılmasına, otomobil başta olmak üzere bazı lüks tüketim mallarındaki özel tüketim vergisi oranlarının yükseltilmesine kadar bir dizi öneri tartışılıyor.Alternatifli kararname taslakları bile hazır olan bu önlemlerin bazıları Başbakan Erdoğan'ın vereceği nihai karar doğrultusunda bugünlerde yürürlüğe konulabilir.Tartışılan bir diğer önemli konu ise son dönemde ham petrol fiyatlarındaki yükselmenin yanı sıra doların yüzde 15'ten fazla değer kazanmış olması. Bu da petrol ve doğalgaz zammını zorluyor.Özetle hükümeti, sadece imam hatip tasarısının akıbeti konusunda değil, ekonomide de zor kararlar bekliyor.
İmam hatip liseleri tasarısı hükümeti çok büyük bir açmazın içine itmiş durumda. YÖK, üniversiteler ve bazı sivil toplum örgütleri, ardından da Türk Silahlı Kuvvetleri ile karşı karşıya gelen hükümet, şimdi kendi yarattığı bu sorunun içinden nasıl çıkacağını tartışıyor.Başbakan Tayyip Erdoğan sorunu partisindeki milli görüşçülerin isteği doğrultusunda askerle restleşerek mi aşmaya çalışacak, yoksa geri adım mı atacak?Her iki durumda da Erdoğan ve hükümetin ağır yara alacağı bir gerçek.Erdoğan'ın ne karar vereceği, hükümetin bundan sonraki aşamada nasıl bir yol izleyeceği bugün yarın netleşecek. Ancak şimdiden net olan bir şey var ki, imam hatip tasarısı Genelkurmay Genel Sekreterliği'nin önceki günkü açıklamasıyla birlikte artık bitti sayılır.Şimdi gelinen bu noktada, yaşanan bunca gerilim ve sıkıntının ardından hükümetin virajı nasıl alacağı önemli. Tabii ki viraj almak yerine askerle restleşmeyi de tercih edebilir Erdoğan ama buna pek ihtimal verilmiyor. Erdoğan ve kurmayları, bu yolun hükümet ve ülke için nelere mal olabileceğini elbette iyi görüyor ve analiz ediyorlar.AKP kurmayları iki günden beri her türlü olasılığı tartıp değerlendiriyorlar. İçine düşülen bu zor durumdan çıkış konusunda parti içinde beliren eğilimlere paralel olarak üç seçenek tartışılıyor.Anlatılanlara göre çıkış için düşünülen seçeneklerin özeti şöyle:1- "Geri adım atmayalım. (AKP'nin özellikle milli görüşcü kanadı bu yönde bastırıyor). Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklaması üzerine geri adım atar, tasarıyı çekersek bu bizi hem tabanımız nazarında yıpratır, küçük düşürür hem de iktidarımız tartışmalı hale gelir. Ayrıca AB'ye giriş sürecinde yaptığımız bütün demokratikleşme reformlarını da sıfırlamış oluruz. Demokrasimizin imaj sorununu düzeltemeyiz. Her ne kadar yasa, anayasa değişikliği yapsak da pratik işleyişte askerin sivil yönetimin üstünde olduğu yargısı AB'de iyice pekişir ve yıl sonunda umut ettiğimiz müzakere takvimini alamayabiliriz..."AKP içerisinde böyle bir görüş var, bir de aksini savunanlar...2- "İnatlaşmak, askerle restleşmeye girmek ne parti ve hükümet olarak bize, ne de ülkeye bir şey kazandırır. Aksine partiye, hükümete, daha önemlisi ülkeye ve rejime büyük zararlar verebilir. Ülkeyi daha fazla germemek için yeni bir mutabakat arayışına girmek bize bir şey kaybettirmez, tam aksine kazandırır. Tasarıyı geri çekelim..."3- "Üçüncü seçenek ise sorunu Meclis iradesine bırakmak. Meclis gündem sırası geldiğinde tasarıyı ele alsın ama hükümet, tümü veya maddeleri üzerinde verilecek önergelerde 'Genel Kurul karar versin' diyerek, topu üstünden atsın. Tasan, Meclis Genel Kurulu'ndan aynen geçse bile nasıl olsa Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto edecektir. O zaman da ikinci defa gündeme getirmeyiz, rafa kaldırırız. Böylece tabana dönüp, 'ne yapalım biz elimizden geleni yaptık ama olmadı' deriz..."Bugünkü zor durumdan çıkış için ikinci ve üçüncü seçenekler en makul çözüm yolu olarak gözüküyor. Ancak o noktada da eğer üçüncü seçenek tercih edilirse yine bir sorun ortaya çıkıyor. Çünkü Genelkurmay'ın açıklamasındaki, şu cümle son derece dikkat çekici:"Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığı şüphesiz olan kesim ve kurumların bu tasarıyı benimsemesi beklenemez..."Bu durumda eğer Meclis tasarıyı aynen kabul edip Cumhurbaşkanı'na gönderirse ne olacak?Yüce Meclis'in cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığından şüphe mi duyacağız?
Türk Silahlı Kuvvetleri son dönemde siyasi tartışmaların uzağında kalmaya, bazı kritik konulardaki itiraz ve tepkilerini dahi kamuoyu ile paylaşmamaya özen gösteriyor. İtiraz ve hassasiyetler MGK zemininde veya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile yaptığı ikili görüşmelerde dile getiriliyor.Genelkurmay Genel Sekreterliği'nin imam hatip tasarısıyla ilgili olarak dün yayınladığı sert bildiri şu saptamayla başlıyor:"TSK, Avrupa Birliği sürecinde ülkemizin önünü açıcı ve yapıcı katkı sağlamak amacıyla, son Anayasa değişiklikleri içerisinde yer alan doğrudan kurumumuzla ilgili konularda dahi karşı görüş belirtmek için haklı gerekçeleri olduğu halde, görüş belirtmekten özenle kaçınmıştır..."Rejimin üzerine asker gölgesi düşmemesine özen gösteriyor Genelkurmay. Ne yazık ki aynı hassasiyeti sivil siyasetin, başta da hükümetin her zaman gösterebildiğini söylemek güç.Bunun en çarpıcı örneği, Genelkurmay'ı açıklama yapmaya zorlayan imam hatip tartışması...Hükümet kamuoyunun büyük bölümünün karşı olduğu imam hatip liselerine üniversite kapısını açan yasa tasarısını YÖK'ün, üniversitelerin ve bazı etkili sivil toplum kuruluşlarının itirazlarına rağmen Meclis gündemine getiriyor.Başbakan Erdoğan, "gerilim çıkar" yönündeki uyarı ve eleştirileri yanıtlarken, "Bazı kurum ve kuruluşlarla, sivil toplum örgütleriyle değil, milletin gönül dünyasında gerilim olmamasına" önem verdiklerini söylüyor.Bir anlamda meydan okuyor; "kimse boşuna itiraz edip gerilim yaratmasın, biz tabanımıza söz verdik bu yasa çıkacak" demeye getiriyor.Oysa hükümet benzer bir düzenlemeyi tüm itirazlara rağmen 2003 Ekimi'nde de meclis gündemine taşımıştı. 11 Ekim 2003'te Başbakan gazetecilerin, tepkiler ve TSK'nın hassasiyetini hatırlatıp, "Tasarıyı geri çekmeyi düşünüyor musunuz?" biçimindeki sorusuna şu sert yanıtı vermişti:"Hayır çekmeyiz. Bu ülkede iktidar biziz..."Tansiyonun iyice yükselmeye başladığı 14 Ekim günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök Başbakan Erdoğan'la baş başa bir görüşme yaptı.Orgeneral Özkök'ün kaygı ve hassasiyetlerini dinledikten sonra Erdoğan 16 Ekim'de tasarıyı geri çekti.Yaklaşık 6,5 ay sonra benzer bir tasan yine gündeme getiriliyor ve yine bile bile gerilim yaratılıyor.Bu gerilim, ne yazık ki sadece duyarlı toplum kesimleri, YÖK, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ile hükümet arasında sınırlı kalmıyor. TSK da adeta zorlanarak bu tartışmanın, gerilimin tarafı haline getiriliyor.Genelkurmay'ın açıklamasında şu soruluyor:"Altı ay sonra ne değişmiştir ki aynı kapsamda bir kanun tasarısı bir çok kurum ve kesimin karşı çıkmasına rağmen yeniden gündeme getirilmiştir? Bu tavrı görmezden gelmek mümkün değildir..."Genelkurmay, hükümetin bu ısrarlı tavrını muhtemelen "defalarca dile getirilmiş hassasiyetin bir kez daha test edilmesi" olarak algılıyor.Ve bu durum doğal olarak hükümetin niyetleri konusunda zaten var olan soru işaretlerini pekiştiriyor, güvensizlik uçurumunu derinleştiriyor.TSK, imam hatip tasarısını Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği) yasasının delinmesi, paralel bir dinsel eğitim sistemi oluşturulması adımı olarak görüyor ve diyor ki;"Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığı şüphesiz olan kesim ve kurumların bu değişiklik tasarısını benimsemesi beklenemez..."Simdi hükümet ne yapacak?"Yetki bende, millet iradesini ben temsil ediyorum" deyip, gerilimi, ciddi bir kriz noktasına kadar tırmandırmayı göze alıp bu tasarıyı Meclis'ten geçirme yolunu mu seçecek yoksa ekim ayında yaptığı gibi geri adım mı atacak?Erdoğan zor bir tercihle karşı karşıya...
AKP iktidarının 1,5 yıllık icraat sürecinde şu iki temel noktadaki başarısı hemen herkes tarafından kabul ediliyor:1. Demokratikleşme ve Avrupa Birliği ile ilişkiler2. Ekonomi...Bu iki alandaki başarı, kuşku yok ki iktidar partisinin yerel seçimlerde oy oranını artırmasında etkili oldu. Ancak daha önemlisi, geçen sürede korkulan gelişmelerin olmamasıydı.AKP 2002 seçimlerini kazanıp iktidar olduğunda kafalarda oluşan soru işaretleri kamuoyunun kaygıları, "gerilim çıkarırlar mı" yönündeki olumsuz beklentileri gerçekleşmedi. Ortamı germemeyi, geçmişin olumsuz alışkanlıklarından uzak durmayı belirli ölçüde başardı AKP. Türban, imam hatip ve benzeri hassas konularda inatlaşmaya girmedi.Ancak, tabandan, partinin 'Milli Görüşçü' kanadından gelen talep ve baskılar son dönemde öyle anlaşılıyor ki baskın çıkmaya başladı.Ve 'üniversite reformu' diye yola çıkan hükümet, şimdi Meclis'e imam hatiplere üniversite kapılarını açan bir tasarı getiriyor. Hem de gerilim yaratacağını bile bile...Bu tasarının hükümeti laiklik konusunda duyarlı kesimlerle, üniversitelerle ve YÖK'le karşı karşıya getireceği ortada. Böyle bir düzenlemeye Cumhurbaşkanı'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve bazı sivil toplum örgütlerinin şiddetli itirazları olduğu da biliniyor. Ama bütün bunlara rağmen bu sefer hükümet ısrarlı; her ne pahasına olursa olsun imam hatip liselerine üniversite kapısını açacak. Tabii ki, Cumhurbaşkanı'nın veto engeli aşılabilir, Anayasa Mahkemesi hızlı bir yürütmeyi durdurma kararı vermez ise...Ekonomi olumsuz etkileniyorBu tasarı yüzünden doğabilecek gerilim, sadece siyaseti etkilemekle kalmayacak, ekonomiyi deolumsuz etkileyecek. Belirtileri şimdiden görülmeye başladı, piyasalar tedirgin bir bekleyişe geçti, Hazine faizleri yükseldi.Ayrıca bir süreden beri ekonomi hafif de olsa bazı alarm sinyalleri veriyor. İç talepteki hızlı büyüme, cari işlemler dengesini vurmaya başlıyor. Yılın ilk dört ayında cari açığın 4-5 milyar doları bulabileceği hesaplanıyor.Ekonomi kurmayları bazı yeni tedbir önerileri hazırlıyorlar, kapsamlı bir paket olmasa dahi bir ince ayar yapılması gereği üzerinde duruyorlar.Fakat, şu anda hükümet bu konularla pek meşgul görünmüyor. Örneğin 30 Nisan günü Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Devlet Bakanı Ali Babacan ve Hazine, DPT, Merkez Bankası yetkilileri yeni önlemleri belirlemek üzere bir araya geliyorlar. DPT'nin öteden beri savunduğu klasikleşen 'üretimi düşürmeden iç talebi kısma formülü' olan tüketici kredilerindeki ve kredili ithalattaki Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu kesintisi oranlarını artırma önerisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunuluyor.Erdoğan'dan 'şimdilik beklesin' yanıtı geliyor.Çünkü imam hatip liseleri ile ilgili tasarı bugünlerde hükümetin birinci önceliği.Hükümet, bütün itirazlara, tepkilere kulağını tıkayarak bu tasarıyı sayısal üstünlüğüne dayanarak Meclis'ten geçirecek gibi gözüküyor.Bu durum, bir süredir kamuoyunun unuttuğu "AKP'nin gizli gündemi" tartışmalarını yeniden alevlendirebilir. Daha şimdiden, bazı çevrelerce "Fırsat kolluyorlar. İmam hatiplere üniversite kapısının açılmasının ardından sıra türbana gelecek. Üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına dönük düzenleme yapacaklar" iddiaları dillendiriliyor.Yapıp yapmayacakları belli değil. Belli olan şu ki, bugün Meclis Milli Eğitim Komisyonu' nda ele alınacak olan YÖK tasarısı, bazı devlet kurumları ile bazı toplum kesimleri ve sivil toplum örgütlerinin hükümete dönük güvensizlik katsayısını yeniden ciddi biçimde yükseltecek.
Her şeyi uzlaşmayla, konsensüsle yapacağız" dese de siyasi iktidarı geçmişte tabanına verdiği sözler, taahhütler ciddi biçimde sıkıştırıyor. Bunun en güncel, en somut örneği imam hatip liseleri.Bu konuda tabandan gelen baskı, hükümeti her türlü gerilimi, Başbakan'ın deyimiyle "bazı kuruluşlarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla" gerilimi dahi göze almaya zorluyor.Başbakan Erdoğan partisinin meclis grup toplantısındaki konuşmasında, tasarıyla meslek liselerinin sorununu çözmeyi hedeflediklerini anlatırken, yöntem konusunda şu ince mesajı veriyor: "Bazı kuruluşlar arasında, sivil toplum kuruluşları arasında demiyoruz, milletimizin gönül dünyasında bir gerilime sebep olmadan..."Sıkıntı büyüyorYani Başbakan, "milletle mutabakatımız var" diyor. Sivil toplum örgütlerinin ve bazı kurumların reaksiyonunu, karşı çıkışını da fazla ciddiye almayacakları mesajını veriyor."Kimse bu konuda gerilim çıkarmasın" diye uyarıyor Başbakan. Ancak, tasarının bu haliyle üniversiteler ve YÖK başta olmak üzere kamu kurumlarıyla da bazı toplum kesimleriyle de gerilim çıkarması kaçınılmaz gibi gözüküyor.Hükümet, ısrarla "Bu bir imam hatip yasası değil, meslek liselerinin sorununu çözme yönünde bir düzenlemedir" dese de kimseye inandırıcı gelmiyor.Üniversiteler ve YÖK ile Hükümet arasında zaten sıkıntılı olan ilişkileri bu tasarının iyice gereceği ihtimali oldukça yüksek.YÖK Başkanı Profesör Erdoğan Teziç, hâlâ bir çözüm yolu bulunabileceğini, en azından parlamentoda sağduyunun galip geleceğini ve bu tasarının ertelenerek, gerçekten uzlaşmaya dayalı bir üniversite reformunun önünün açılabileceğini umuyor. Ama muhtemelen kendisi de biliyor ki bu çok zayıf bir ihtimal...Teziç, göreve gelir gelmez üniversite reformu için; daha demokratik, daha liberal ve bilimsel özerkliği daha geniş bir üniversite düzeni için hükümetle uzlaşma arayışına girmişti. Ancak sonuç alamadı, uzlaşma görüşmeleri bir süre sonra çıkmaza girdi ve Milli Eğitim Bakanlığı da reformu bir yana bırakıp şu anda gündemde bulunan tasarıyı hazırladı.Teziç, "Şimdi üniversite reformu, birden meslek liseleri, daha doğrusu imam hatiplerin alanına sıkıştı, dar ufuklu, dar kapsamlı bir yasa çalışmasına döndü" diye yakınıyor.Teziç'e göre bu tasarının iki önemli maddesi ve hedefi var: "Birincisi, üniversiteye girişte meslek liselerinin önünü açmak. Bu son derece teknik ve ayrıntılı bir konu. Böyle bir teknik konunun ayrıntılı katsayı düzenlemeleri ile Meclis Genel Kurulu'nun önüne gelmesi kanımca uygun değil. Şaşırtıcı olan, bu teknik konu yasa konusu, yasamanın konusu da değil, Anayasanın 131. maddesi bu konuyu düzenlemiş ve YÖK'e yetki vermiş durumda.Teziç: Endişeleniymİkinci önemli nokta da, hükümet birinci amacını gerçekleştirmek için yeni bir YÖK yapılandırmasına gidiyor. YÖK'ün yapısını değiştiriyor, böylelikle bu uygulamayı yapacak olan yeni YÖK'ü yaratmayı hedefliyor...""Endişeliyim" diyor YÖK Başkanı:"Bu tasarıda kamu yararı ön planda tutulmamıştır. Amaç imam hatiplerin önünü açmak ve YÖK'ün yapısını değiştirmektir ki bunda da kamu yararı olduğunu hiç sanmıyorum tamamen siyasi kaygılarla hareket edilmiştir. Oysa yasa düzenlemeleri kamu yararından hareketle yapılır..."YÖK Genel Kurulu tasarıyı görüşmek üzere yarın toplanıyor. Muhtemelen, Başbakan Erdoğan'ı yine çok kızdıracak bir bildiri çıkacak bu toplantıdan...
İktidarla muhalefet arasında uzun süreden beri devam eden en büyük inatlaşma konusu milletvekili dokunulmazlıkları. Her anayasa değişikliği gündeme geldiğinde ana-muhalefet partisi CHP bu konuyu ön koşul olarak getiriyor. İktidar partisi de ısrarla kaçınıyor dokunulmazlıkların daraltılmasından.CHP'nin yaklaşımının çok haklı yanları var. Örneğin bugünkü iktidar çoğunluğu geçmiş hükümetlerin bakanları, başbakanlan hakkında soruşturma komisyonları oluşturmuş, onların icraatlarının hesabını soruyor. Bugün parlamento dışındaki bazı siyasetçileri Yüce Divan'a gönderme hazırlığı yapıyor. CHP de buna destek veriyor. Ancak diyor ki; "Bu parlamento mademki geçmiş iktidarlardan hesap soruyor. O zaman kendisinin de hesap verebilir durumda olması, dokunulmazlık zırhına sığınmaması gerekir..."Son derece tutarlı bir yaklaşım. Ayrıca yıllardan beri kamuoyunun da tepkisini çeken bir durum milletvekili dokunulmazlıkları konusu...CHP'nin bu konuda açıkça dile getirmediği bir siyasi taktiği de var. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu gibi hükümetin etkili isimlerinin de aralarında bulunduğu bazı AKP'lilere Necmettin Erbakan'ın mahkûm olduğu, bazı SP'lilerin hâlâ yargılandığı FP ile ilgili "Kayıp Trilyon" davasında yargı yolunu açabilmek.Çünkü savcılığın Abdullah Gül, Abdülkadir Aksu ile Bursa Milletvekili Mehmet Emin Tutan, Giresun Milletvekili Ali Temür ve Konya Milletvekili Özkan Öksüz haklarındaki dava dosyaları milletvekili oldukları için ayrılarak dokunulmazlıkların kaldırılması talebiyle Meclis'e gönderilmiş ve hâlâ işlem görmüş değil. Söz konusu isimler belki bu davadan beraat edecekler ama hukuk gereği yargılanmaları gerekiyor.CHP özetle, "hakkında ciddi iddia bulunan bakan veya milletvekili; herkes gitsin yargılansın, aklansın; kimse dokunulmazlık zırhına sığınmasın" diyor.Aslında dokunulmazlıkların kaldırılmasına sözde AKP de karşı çıkmıyor. Ama bir şartları var; onlar da CHP'ye çağrı yapıyorlar:"Gelin Anayasa'daki bütün dokunulmazlıkları kaldıralım. Anayasa'daki yargı mensupları da dahil bütün kamu görevlileri ve memurlarla birlikte milletvekili dokunulmazlığını da kaldıralım..."Adalet Bakanı Cemil Çiçek de "Madem AB hukukuna uyum sağlamaya gayret ediyoruz. AB ülkelerinde milletvekili dokunulmazlığı, yargı ve memur dokunulmazlığı neyse bizde de aynısı olsun" önerisini getiriyor.Fakat CHP önceliği milletvekili dokunulmazlığına vermiş durumda ve iktidar partisinin bu önerilerini de "ipe un sermek, dokunulmazlık zırhını koruma manevrası" olarak değerlendiriyor.Gerçekten AKP de eğer tüm dokunulmazlıkların kalkmasını istiyorsa o zaman getirdiği anayasa paketine iki madde daha ekleyip bunu gerçekleştirebilirdi ve CHP'nin o zaman hiçbir itirazı kalmazdı. Ama yapmadı..Simdi bu durumda CHP ne yapacak? Demokratikleşme ve AB'ye uyum yolunda çok önemli bir adım niteliği taşıyan bu anayasa paketine toptan hayır oyu mu verecek?Deniz Baykal'ın önceki günkü açıklamalarına bakılırsa "ret" verecek gibi. Ancak getirilen anayasa paketinde yer alan demokratikleşme adımları, örneğin, DGM'lerin kaldırılması, idam cezasının Anayasa'dan tümüyle çıkarılması, kadın erkek eşitliğinin anayasal güvence altına alınması gibi demokratikleşme adımları, CHP'nin öteden beri savunuculuğunu yaptığı düşünceler. Onun için en azından grubun büyük bölümü kerhen de olsa bu pakete "evet" diyecek. Belki Deniz Baykal bile...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türkiye'de hâlâ siyasi tartışmalarda "darbe" sözcüğünün kullanılmasından "hicap duyduğunu", (utandığını) söylüyor. "Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusudur" diyor üstüne basa basa. Hem söylemle hem uygulamayla TSK'yı demokrasilerde olması gereken çizgiye çekiyor. Ama öte yandan TSK'nın demokratik rejim üzerindeki etkisinden yakınan bazı siyasiler hâlâ TSK'yı siyasi tartışmaların merkezine çekme gayreti içinde. Son örnek önceki gün TBMM çatısı altında düzenlenen "Milli Egemenlik Sempozyumu"nda yaşandı.Demokratik sistemin ve parlamenter rejimin uğradığı kesintilerden yakınan bir iktidar milletvekili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a gündemle ne alakası varsa, şu soruyu soruyor:"Askeri ihtilallerin önüne geçmek için anayasa değişikliğine destek verir misiniz?"Sanki anayasa değişikliği yapılmazsa askeri ihtilal olacak yada yapılırsa darbelerin önü alınabilecek. Garip bir mantığın, kafa karışıklığının ürünü bir soru.Deniz Baykal, "Ne alâkası var?" diyeceği yerde soruya yanıt veriyor:"Askeri ihtilaller hiçbir zaman anayasadan güç almadı. Anayasanın suçu yok...""Suçlu"yu da gösteriyor Baykal:211 sayılı TSK İç Hizmet Yasası...Gerçekten de gerek 12 Mart 1971 müdahalesini gerekse 12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller bu yasanın 35. maddesini eylemlerine hukuki dayanak olarak göstermişlerdi.İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesi, "Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama" görevi veriyor TSK'ye. 85. madde de koruma işlevinin iç ve dış tehdide karşı lüzumunda silahla yerine getirileceğini hüküm altına alıyor. Yani TSK'nin görev tarifi yapılıyor.Fakat yine de bu iki madde yoruma açık. Darbe sonrasında hukuki dayanak olarak kullanılabildiği gibi, normal yorumla TSK'nın ülkenin karşı karşıya kalabileceği iç ve dış tehditlere karşı TBMM'nin emrinde göreve çağırılmasının hukuki gerekçesi olarak da yorumlanabilir.Bu işin bir yanı...Diğer önemli yanı ise yasa ile darbe önlemek. Bugüne kadar yaşadığımız askeri darbe ve müdahalelerin hiçbiri İç Hizmet Yasası'ndan kaynaklanmadı. 27 Mayıs darbesi yapıldığında henüz bu yasa çıkmamıştı. 12 Eylül darbesini de yaratan bu yasa değil, Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik, siyasi ve sosyal krizdi. Ülke o krizleri yaşamasaydı, sivil siyaset yönetme kabiliyetini kaybetmemiş olsaydı, ne darbe, ne de darbeciler hedeflerineulaşabilirdi. Yazık ki Türkiye'nin o günkü şartları farklıydı...Hangi koşullarda olursa olsun, kuşkusuz, bu darbelerin, müdahalelerin haklılığı, meşruluğu savunulamaz. Ama mesele, darbe ortamının yaratılmaması. Zira darbeyi yapanlar zaten hukuki kılıfını da yaratıyor. Yaptıkları anayasa ve yasa düzenlemeleri ile darbeye yasal meşruiyet sağlayıp kendilerine dokunulmazlık zırhı bile getirebiliyorlar.Özetle, AKP'li milletvekilinin Baykal'a sorduğu soru anlamsız. Yanıt tabii ki ilginç.Deniz Baykal gibi deneyimli bir politikacının, siyaset bilimcinin yasa değişikliği ile darbe ve müdahalelerin önüne geçilebileceğini düşündüğünü söylemek mümkün değil. Baykal zaten, "yasa değişikliğini getirin destekleyelim" demiyor. "Getirin bakalım" diyor. Böyle bir girişimin AKP'yi ve hükümeti ne kadar güç durumda bırakacağını da elbette biliyor ve AKP'li milletvekilinin sorduğu bu anlamsız soruya o yanıtı veriyor. İktidan zor durumda bırakacak, hırpalayacak bir taktik...